İnsan neslinin, gezegenimiz dünyaya getirdiği en yaratıcı buluşlar arasında toprak parçalarını sınırlara bölmek var. Doğanın düzeni birlik ve bütünlük üzerine kuruluyken; insanlar ayırmayı ve sahip olduklarının altını çizmeyi seven varlıklar.
Ülke sınırı denildiğinde çoğunlukla; başında askerlerin beklediği uzun kuyruklar halinde insanların ve araçların ülkeye giriş yapmaya çalıştığı sevimsiz yerler beliriyor gözümüzün önünde. Bir sınırın olmazsa olmazları arasında silahlar, bayraklar ve karşı tarafa yöneltilen sorgu dolu bakışlar sayılabilir. Yurt dışına çıkma tecrübesi olan herkes; kimi zaman gümrükte, kimi zaman da havalimanında mutlaka o bakışmayı bir kez olsun yaşamıştır.
Ülke sınırları hakkında bilgiyi daha çok haber bültenlerinde, spikerlerin en ciddi yüz ifadesi eşliğinde dinleriz. Kara sınırı, hava sınırı ya da deniz sınırı gibi kavramlardan pek çok ülke için kırmızı çizgi olarak söz edilebilir.
Dünyanın bir tarafı sınırda patlayan bombalar ve toprağa döşenen mayınlarla boğuşurken, aynı dünya üzerinde öyle ülke sınırları var ki insanı hayrete düşürüyor. Bu sınırlar iki komşu ev arasına aşılmaz çitler ve dikenli teller çeken dünya düzeniyle alay eder gibi. Kimi ülkeler arasında dostluk ve iyi ilişkiler, harita üzerindeki işaretlerden daha önemli. Kimilerinde ise doğal güzellikler sınır olarak kabul ediliyor ve başka bir çizgi çekmeye ihtiyaç duyulmuyor. Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi; ülkeler arasındaki sınırlar kalktığında ya da minimum düzeye indiğinde herhangi bir kaosun yaşanmadığını görmek de insanlık için umut verici.
Dünyanın en ilginç ülke sınırlarının üzerinden kurşun kalemle geçerken; Amerika Birleşik Devletleri’nden Çin Halk Cumhuriyeti’ne, Brezilya’dan İtalya’ya kadar uzanan ve birbirleri arasında dev mesafeler olan ülkeler bizi bekliyor. Kelimenin tam anlamıyla “sınır tanımayan” bu yolculuk için çaylar ve kahveler hazırsa; yazının devamına hemen bekleriz.
İçindekiler
Amerika Birleşik Devletleri’nin Meksika sınırıyla ilgili bugüne kadar duymuş olduklarımız daha çok yasa dışı işlerden, kaçakçılıktan ve iki ülke arasındaki çekişmeden ibaret.
Olumsuzluklara önlem olması amacıyla da yetkililer tarafından çok katı güvenlik önemleri uygulanıyor. Kaçak göçmenlere karşı Amerikan hükümetinin pek de sevgi dolu olduğu söylenemez.
Buraya kadar her şey; tam da alışık olduğumuz gibi. Oysa iki ülkenin kesişiminde yer alan Naco’da bundan farklı sahnelere rastlayabileceğiniz bir dönem var.
Naco; Amerika Birleşik Devletleri’nin Arizona Eyaleti’nde yer alan bir sınır yerleşimi. Arizona’ya bağlı bin kişi nüfuslu Naco’nun hemen karşısında ise, yine Naco olarak anılan bir Meksika kasabası var! Bu kez Sonora eyaletine bağlı bulunan kasabanın nüfusu 6 bin kişinin üzerinde.
Esasında komşu olmalarına rağmen artık Meksika ve Amerika vatandaşı olarak ayrılan iki ülke halkı; yılda bir kez düzenlenen Fiesta Binacional kapsamında bir araya geliyor. Piknik, dans, şiir ve müzikten oluşan etkinliğin en güzel rengi ise; sınır çitlerinin voleybol filesine dönüşmesi! İki ülke arasındaki ilişkileri yumuşatmanın bundan daha güzel bir yolu gerçekten de düşünülemez.
1947 yılından bu yana, istisnasız her yeni günde törenlerle kapanan bir sınır kapısına götüreceğiz şimdi sizi. Bazı ülkeler sınır kavramıyla adeta dalga geçerken; bazıları için ülke sınırları son derece anlam yüklü.
Neyse ki Pakistan ve Hindistan aralarındaki rekabeti bir tür gösteriye dönüştürerek bu törenleri son derece turistik bir hale getirmiş durumda. Pakistan’ın Wagah kenti ve Hindistan’ın Amritsar kentini ayıran sınır kapısı; her iki ülke için de turistler tarafından en çok ziyaret edilen yerler arasında.
Sınır bölgesinin her iki yanında da törenleri izlemek için gelen kişilere ayrılan tribünler var. Hem yerliler hem de turistler bu seramoniye büyük ilgi gösterdiği için yerler 2 saat kadar öncesinden dolmaya başlıyor. Toplam izleyici sayısının 40 bini bulduğu özel günler var. Üstelik okul gibi kurumlar da vatan sevgisi kapsamında öğrencileri ile birlikte buraya toplu geziler düzenleyebiliyor.
Tören başladıktan sonra ise yaklaşık 1 saatlik bir zaman dilimine yayılıyor. Postallarının altındaki demirler eşliğinde yürüyen askerler, iki tarafından birbirine güç gösterisi niteliğinde gösterdiği yumruklar, dans gösterileri ve gazi yürüyüşleri tören işleyişine dahil.
Günün sonunda ise, sert bakışlı iki askerin tokalaşması ve karşılıklı olarak bayrakların indirilmesi ile tören son buluyor. Güneşin batışı tören saatini ifade ederken, sabahları saat 09.00’daki açılış bu kez törensiz olarak gerçekleştiriliyor.
Amerika’dan uzaklaşmadan önce, iki ülke arasındaki en uzun kara sınırı kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada arasındaki sınırdan da bahsetmeyi bir borç biliriz.
Dünyanın en büyük yüz ölçümüne sahip ülkelerinden ikisi yan yana gelince neredeyse 9 bin kilometre uzunluğunda bir sınır meydana geliyor! Bu alanın hiçbir kesintiye uğramadan devam etmesi de dikkate değer bir durum.
11 Eylül’den sonra artan endişeler ve güvenlik önlemleri nedeniyle işler bir parça değişse de Amerika ve Kanada kesişimin en güzel örneği Derby Line ve Stanstead arasında yaşanıyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Vermont eyaletine bağlı Derby Line şehri, Kanada’nın Stanstead’i ile sahip olduğu birçok imkanı paylaşıyor. Buna itfaiye araçları ya da su boruları örnek gösterilebilir. Zor hava koşullarında aynı araçlarla kar mücadelesi veriliyor.
En güzel paylaşım örneği ise; ortasından sınır geçen bir kütüphane ve opera binası olan Haskell Free Library and Opera House. Yüz yılı aşkın süredir ortak kullanımda olan bu yapı, hem çimentodan hem de sanattan çok daha fazlasını ifade ediyor. Binanın içindeki kalın siyah çizgiden, hangi ülkede olduğunuzu anlayabiliyorsunuz.
Binaya tek giriş Amerika yönünden olsa da, Kanada vatandaşları da buraya kabul ediliyor. Zaten aksi düşünülemez; çünkü girişten devam ederek vardığınız opera sahnesi Kanada sınırlarına ait!
11 Eylül’den önce opera binası çevresinde de rahatça gezilebilse de bugün güvenlik endişeleri nedeniyle sokaklar karşılıklı erişime kapalı durumda.
Şu anda kasabanın Belçika topraklarına ait olan bölümü Baarle Hertog ve karşıda kalan Hollanda bölümü Baarle Nassau olarak ayrılıyor. Bu ayrımda sadece ülkelerin değil, arazi sahiplerinin de etkisi olmuş.
Dolayısıyla kasabanın iç kısımlarında ilerledikçe; bir anda kendinizi sürpriz bir ülkede bulabiliyorsunuz! Yollar, mekanlar ve hatta evler bir anda iki ülke arasında bölünebiliyor.
Tabii söylemeye gerek bile yok ama bu iki bölüm arasında öyle dikenli teller, eli silah tutan askerler gibi korkutucu ayrıntılar bulunmuyor. Aksine; karo taşlarına bakarak hangi ülkede olduğunuzu anlamanız mümkün.
İki ayrı ülkenin aynı kasabada yaşayan sakinlerini vergi gibi gereklilikler ayırıyor. Hollanda yönündeki Baarlee Nassau’da yaşayanlar vergilerini Hollanda hükümetine, Barlee Hertog’dakiler ise Belçika hükümetine ödeme yapıyorlar örneğin.
Tütün satışı gibi yasal konularda da vergiler farklı işlediği için; aynı ürünler diğer ülke sınırından çok daha ucuza alınabiliyor. Hollanda ile Belçika arasında sadece yürüme mesafesi olduğunu düşünürsek kimse de karşı ülkenin marketine gitmeye üşenmiyor tabii!
Her iki kasabanın da bu şekilde sınırlarını paylaşmaktan memnun olduğunu söyleyebiliriz. Yabancı turistler, sırf sınırlar arasında fotoğraf çektirmek ve iki ülkeyi ayıran bir kafede kahve içmek için bile olsa burayı keyifle ziyaret ediyor!
Sizin de yolunuz bir gün Baarle kasabalarından birine düşerse; sevgiliniz sınırın diğer yanındayken onunla bir hatıra fotoğrafı çektirmekten ya da bisikletiniz varsa sınırın tam ortasına park etmekten geri durmayın. Biraz yaratıcılıkla ortaya son derece eğlenceli görüntüler çıkarmanız mümkün.
Dağların ayırdığı iki yeni ülkeyle yolumuza devam edelim. Bu kez Avrupa kıtasında; İtalya ve İsviçre sınırları boyunca uzanan Alp Dağları’ndayız. Söz konusu Avrupa olunca; tıpkı Belçika ile Hollanda arasında olduğu gibi burada da sembolik bir sınır var.
1893 yılında inşa edilen tek bir bina; iki ülke için sınırın kesişimini ifade ediyor. Burası halen iklimler üzerinde yapılan araştırmalarda kullanılan bir merkez. Binada hem İsviçre hem de İtalya bayrakları ile karşılaşmanız mümkün. Buraya yalnızca tırmanışla ulaşılabilmesi ise mekanı meraklı gözlerden uzak kılıyor.
Alp Dağları’nın İsviçre ile İtalya kesişimine denk gelen bölümü Matterhorn olarak anılıyor. Bu dağı gördüğünüzde mutlaka tanıyacaksınız çünkü burası dünyanın en çok fotoğraflanan manzaralarından biri. 4478 metre yüksekliğindeki Matterhorn zirvesinin popülaritesi Everest ile yarışır nitelikte. Dağcılar da buradaki adrenalini asla hafife almıyor.
Matterhorn Dağı’nı isterseniz İsviçre’nin Valais kantonuna bağlı Zermatt kasabasından, isterseniz de İtalya’nın Breuil Cervinia kasabasından doya doya izleyebilirsiniz. Dağın güney yüzü İtalya’ya, kuzeyi ise İsviçre’ye bakıyor.
Toplam sınır uzunluğu yaklaşık 14 bin 700 kilometreyi bulan Brezilya’da; en ilginç harita görüntüsünün ise Bolivya sınırına ait olduğunu belirtebiliriz.
Bolivya sınırında, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’ndekine benzer bir görüntü var. İki ülkeyi incecik bir nehir ayırıyor. Nehrin bir tarafı ormanları koruma kanunu sayesinde yemyeşilken, diğer yanda karşınıza boş bir toprak parçası üzerinde binalar çıkıyor. Brezilya’daki kentleşme bunun sebebi olarak işaret edilebiir.
Sınırın kuş bakışı bir harita üzerinde bu kadar keskin bir biçimde renk değiştirdiğini görmek hem üzücü hem de gelecek bakımından endişe verici.
Tıpkı Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi; İspanya ve İngiltere’nin de komşu olabileceği ilk anda akla yatmıyor. Oysa tarih ve coğrafya derslerinden çok iyi hatırladığımız bir isim bu düğümü çözmek için yeterli.
Ayrıca burası, son dönemde alevlenen Brexit tartışmalarından sonra hem İngiltere hem de dünya gündemine oturan bir yerleşim haline geldi. Evet, bahsetmek üzere olduğumuz sınır, Cebelitarık Boğazı’ndan başkası değil.
Yerel halk buradan Gibraltar olarak bahsediyor. Burası İspanya’ya bağlıyken İngiliz yönetimine geçen bir yer. Dolayısıyla da etraftaki Akdeniz iklimine rağmen yarımadaya geldiğinizde artık İngiltere’de sayılıyorsunuz!
Bölgeye yalnızca İngiltere’den ve Fas’tan kalkan uçaklar ile ulaşılabiliyor. Konum İspanya sınırında olmasına rağmen burada İngiltere’ye ait tüm ikonik detaylar var. İngiliz çayları, kırmızı telefon kulübeleri ya da aklınıza ne gelirse…
Teleferik aracılığıyla Cebelitarık’ın en üst noktasına çıktığınızda Britanya’dan Kuzey Afrika’yı izleyebiliyorsunuz. İspanya sınırını kullanarak buradan Malaga gibi diğer İspanyol şehirlerine geçmeniz de kolay. İspanya ve İngiltere arasındaki iyi ilişkiler sürdüğü müddetçe; minik ve hızlı bir pasaport kontrolü yeterli sayılıyor.
Tabii Türk vatandaşları için; İspanya girişinde Schengen vizesi gerekli. Gibraltar ya da diğer adıyla Cebelitarık için ise İngiliz Konsolosluğu’ndan vize almış olmalısınız.
İspanya ile Fas arasında uzun yıllardır süregelen bir askeri ve siyasi hareketlilik var. Öyle ki; Cebelitarık Boğazı’nda yer alan Ceuta şehri için iki ülkenin anlaşmazlığı bugün bile tam olarak bitmiş sayılmıyor.
Ceuta; İspanya’ya bağlı bulunan ve Kuzey Afrika sahilinde yer alan bir şehir. 18 bin kilometrekare kadar yüz ölçümü olan bu şehrin çevresi ise tamamen Fas ülkesi ile sarılı. Hal böyle olunca; İspanya tarafından inşa edilen ve yükseklikleri 3 metreyi aşan çitler şehirde hemen göze çarpıyor!
İki ülke arasındaki refah seviyesi farkının da, sınırların bu kadar somut ve sevimsiz bir hale gelmesinde rol oynadığını söyleyebiliriz.
Amerikan hükümeti Meksika sınırına nasıl yaklaşıyorsa; İspanya için de Fas sınırı aynı statüde. Pembe hayallerle bir nevi Avrupa’ya geçme hayali kuran Fas vatandaşı göçmenler, İspanya toprağında ne yazık ki pek de hoş karşılanmıyorlar.
Dünyanın bazı yerlerinde sembolik olarak sınır kabul edilen kafelere, marketlere ya da opera binalarına gidip iki ülke arasında komik fotoğraflar çektirebilir ya da arkadaşlarınızla şakalaşabilirsiniz.
Oysa söz konusu Kuzey Kore ve Güney Kore gerginliği ise; mizah anlayışınızın pek bir işe yaramayacağını baştan belirtelim. Hatta sosyal medyada takipçi kazanma hayalleriniz varsa da bu sınır size pek malzeme vermeyebilir. Elektrikli teller ve bubi tuzakları gibi detaylarla dolu olan sınırda zaten çoğunlukla fotoğraf çekmek de yasak.
Bill Clinton’ın zamanında bu sınır için; yeryüzünün en korkutucu yeri şeklinde bir tamlama kullandığını da buraya not düşelim. Kore’de sınırlar ilk kez ayrıldığında ayrı düşen on milyondan fazla insanın bir daha bir araya gelemediği tüm dünya tarafından da biliniyor.
Kuzey Kore ve Güney Kore arasında yıllardır bitmeyen bir çekişme ve teknik anlamda neredeyse bir savaş var. Dolayısıyla da burada askerler de, silahlar da şaka değil. İki ülke arasındaki sınır, tüm dünyanın en silahlı ve en iyi korunan sınırlarından biri.
Güney Kore yönünde Amerika tarafından görevlendirilen askerler de var. Kuzey Kore bunu, kendi egemenliğine karşı da bir tür tehdit olarak yorumluyor diyebiliriz.
Kuzey Kore’nin güneyinde yer alan Panmunjom köyüne gelirseniz; burada konu hakkında turistik bir değerlendirmeyle de karşılanabilirsiniz.
İki ülke arasında barış değil; ateşkes imzalandığını hatırlatalım. Bu durumda iki ülke hala savaşta da sayılabilir. Ancak yine de, Kore Ateşkesi’nden sonra açılan Barış Müzesi’ni de Kuzey Kore’de ziyaret edebilirsiniz. Burada Kore birliklerine teslim olan Amerikan askerlerinin görselleri sizi karşılayacaktır.
Dünyanın bir bölümü halen Vatikan’ı şehir sanmaya devam etse de; burası İtalya’nın Roma şehrinin içinde yer alan bir ülke.
Evet, biraz kafanızın karışması çok doğal ama dünyanın bu en küçük ülkesini tarihi değerinden dolayı da mutlaka görmelisiniz. Burası Katolikler için bir ibadet yeri ve Papa’nın halka seslenişlerini gerçekleştirdiği yer.
Dini yönden ilginiz yoksa bile; buradaki sanat ve mimari sizi kendine çekecektir. St. Peter’s Meydanı’na ait giriş; İtalya ve Vatikan arasında da sınır kabul ediliyor.
Vatikan özellikle yaz aylarında, meraklı turistler nedeniyle metrekareye düşen insan sayısında rekor kırıyor. Bu nedenle kış aylarında da dondurucu soğukları olmayan bu yeri alternatif bir tatil olarak planlayabilirsiniz.
Vatikan’da konaklamak pek yaygın değil; geziniz mutlaka Roma’nın bir parçası olacaktır.
Ülkeyi daha iyi keşfetmek için ise; resmi internet sitesinden müzeleri ve Sistine Şapeli’ni kapsayan biletler satın alabiliyorsunuz. Bilet almak; yine girişte yaşayabileceğiniz uzun kuyrukları önlemek adına da anlamlı bir hareket.
Avrupa Birliği’nden sonra artık İtalya ve Slovenya gibi ülkeler arasında alışılmış sınır görüntüleri kalmasa da; sınıra dair izler aramak keyifli.
Goriska Brda da; iki ülkenin kesişiminde karşınıza çıkan son derece sevimli bir yerleşim. Slovence’de burası Gorica; İtalyanca’da ise Gorizia olarak telaffuz ediliyor.
Şehir zaten tüm tarih boyunca iki ülke arasında paylaşılamamış durumda. Egemenliğin bir İtalya’ya bir Slovenya’ya geçtiği yerleşim için en güzeli fiziksel sınırların kalkması olmuş.
Şu anda şehir resmi olarak İtalya’ya ait; ancak bir yandan da arada çitler olmadıktan sonra ne fark eder?
Burayı farklı bir sınır deneyimi için ziyaret etmek isterseniz işin gastronomik yönünü de ihmal etmeyin. Burada yiyebileceğiniz Sloven ve İtalyan yemekleri, tahmin edebileceğiniz gibi son derece çeşitli. Farklı kültürlerin kaynaşmasının olumlu sonuçları, en iyi uzun sofralarda anlaşılıyor. Bir yanda Sloven şarapları, öte yandan İtalyan tarzı evler derken iki ülkeyi siz de zihninizde tamamen birleştirebilirsiniz.
Şekliyle coğrafya derslerinin unutulmazları arasında yer alan, ince uzun bir ülke olan Şili’deyiz.
Şili’yi bir başka Güney Amerika ülkesi olan Arjantin’den ayıran dağlar; Andreas Dağları olarak biliniyor.
Halk arasında And Dağları diye de anılan dağlardaki en kritik nokta ise, iki yanında iki ülke bayraklarının dalgalandığı bir heykel! Deniz seviyesinden tam 3832 metre yüksekte yer alan heykel And Dağları’nın Kurtarıcı İsa’sını temsil ediyor. Dünyadaki en ünlü İsa heykellerinden biri bu. 1904 yılında heykelin inşa edilmesi, aynı zamanda iki ülke arasına gelen barışçı bir çözümü işaret ediyor.
Heykelin iki yanındaki şehirler; Arjantin şehri Mendoza ve Şili Şehri Santiago olarak gösterilebilir.
Rakım bakımından dünyanın en yüksek sınır kapısına hoş geldiniz. Himalayalar, Çin ve Nepal arasında doğal sınır kabul ediliyor. Everest ise; hem manzaranın hem de iki ülke arasındaki bin kilometreyi geçkin sınır uzunluğunun en yüksek noktası. Dünyadaki en yüksek zirve olan Everest Tepesi tam 8848 metrede, bulutlara değmenin mümkün olduğu bir lokasyonda bulunuyor. Everest’e tırmanma deneyimi yaşayan usta dağcılar; muhteşem manzaranın yanı sıra böyle tuhaf bir sınır deneyimi de yaşamış oluyor.
Himalaya Dağları, Asya kıtasının ortasında konumlanıyor ve buzullar Pakistan, Hindistan, Çin, Butan ve Nepal olmak üzere farklı yerleşimleri besliyor. 2400 kilometre uzunluğundaki dağ zincirinin etkisi altında tam 9 büyük nehir ve bir milyardan fazla insan var. Bu bakımdan Himalaya Dağları; dünyadaki en karizmatik sınırlar arasında gösterilebilir. Nepal ve Tibet tarafından paylaşılamayan Everest ise; Gökyüzü’nün Alnı ya da Evren’in Anası olarak da anılıyor.
Dağların doğal sınır oluşturduğu örneklerden biri de Slovakya ve Polonya arasında yaşanıyor.
Rysy Dağı; Tatra Sıradağları’nın bir parçası olarak bu iki ülke arasına set çekmekte.Üç ana zirvesi olan dağın en yüksek noktası 2500 metreyi geçiyor. Tırmanış tutkunları için burası önemli bir durak.
Sonbaharda ve kış mevsiminde dağın sunduğu farklı doğal güzellikler var. Tırmanış için en güzel aylar; Eylül ve Ekim olarak işaret ediliyor. Günün erken saatlerinde yola çıkmak da yine tavsiyeler arasında. Dağın zirvesindeki panaromik manzaraya nihayet varanlar; hem Slovakya hem de Polonya manzaraları ile karşı karşıya geliyor.
İki ülke arasındaki Rysy Dağı’nın orijinal adı Rysa. Polonya’da bu kelime “çizgi” anlamına geliyor. Burası gerçekten de ülkeden Slovakya yönüne çizilen bir çizgi gibi.
Bu dağa tırmananlar arasında, 1913 yılında tırmanış gerçekleştiren komunist lider Lenin de var.
Burası genel olarak pek kolay bir parkur olmadığı için; hiç değilse çılgın turist kalabalıklarını gözden uzak tutuyor.
Dağların çevresinde ister Slovakya, isterseniz de Polonya yönünden sakin yürüyüşler yapabilir ve doğayla baş başa kalabilirsiniz.
Slovakya ve sınırlar konusunda daha konuşacak çok şeyimiz var! Orta Avrupa’nın en genç ülkesi olan Slovakya; “sınırların kesiştiği ülke” olarak da anılıyor. 1993 yılında ancak Çek Cumhuriyeti ile bağlarını koparan ülkenin bir yanında Avusturya ve diğer yanında Macaristan var.
Sınırın en ilginç noktası ise, hiç şüphesiz bu üçlüyü bir araya getiren üçgen biçiminde bir masa. Üç ülkenin kesişim noktası, Slovakya’nın başkenti Bratislava olarak gösterilebilir.
Bratislava’nın tarihi hikayesine bakıldığında da bu şehrin 20. yüzyıl sonlarına kadar Macaristan toprağı olduğu görülüyor. Osmanlı akınları sırasında buradan Macaristan’ın başkenti olarak bahsedildiğini tarih derslerinden de hatırlayabilirsiniz. Hatta yine Osmanlı’ya karşı inşa edilen geçitler bugün hala ayakta.
Şehirde ayrıca halen Macar kültürünün önemli izleri var. Tam orta yerinde meşhur Tuna nehrini ağırlayan şehir; Macarlar tarafından kültürel olarak sahiplenilse de Slovakya’dakiler bu iddiaları pek de kabul etmiyor.
Avrupa Birliği bakımından sınırlar büyük önem taşımıyor gibi görünse de; 2015 yılından sonra yaşanan büyük mülteci krizinde tüm bu ülkelerle ilgili sınır kontrollerinin domino taşı etkisi yarattığını da biliyoruz. Sığınmacılara kapılarını açmak istemeyen ülkeler, zaman zaman sınır konusunda üslup değiştirebiliyor.
Brezilya’nın en çok sınır komşusuna sahip ülkelerden olduğunu belirtmiştik. Bu ülkenin dikkate değer bir başka sınır noktası da, kendisini Arjantin ve Paraguay’la aynı anda kesiştiren nehirler. Parana va Igauzu nehirleri üç ülke için de anlam ifade ediyor.
Özellikle söz konusu Parana olunca; hem doğal bir güzellik hem de Güney Amerika’yı gerçek anlamda besleyen bir nokta var karşımızda. Amazon nehrinden sonra burası bölgesinin ikinci en büyüğü. Nehrin Uruguay Nehri ile kesişiminden de Rio de la Plata adlı haliç ortaya çıkıyor ve Atlas Okyanusu ile birleşiyor.
Igauzu ise biraz daha mütevazı. 1320 kilometre uzunluğundaki nehir, Parana’ya vardığında üç ülke resmen kesişmiş oluyor.
Nehirlerde bir gezintiye çıkacak olursanız; üç ülkenin manzarasını aynı anda izlemeniz mümkün. Ancak burası üç ülke tarafından da sıkı korunan ve kaçakların pek de hoş karşılanmadığı bir alan!
Neredeyse 3 milyon kilometrelik su toplama alanının büyük bölümü Brezilya’nın güneydoğu kesiminde kalıyor.
Yazının başından beri vurguladığımız bir şey varsa; o da esasında komşu ülkelerin “aynı toprakları” paylaşmakta olduğu. Bu paylaşım yalnızca kağıtlarla, siyasi kararlarla ya da betonlarla bölünmüş oluyor.
Öte yandan; Dominik Cumhuriyeti ile Haiti’nin ayrıldığı yerde o kadar bariz bir fark var ki ne desek az kalır. Bu sınır; bir ülkedeki orman koruma kanunlarının ne kadar hayati önem taşıdığının da yaşayan bir ispatı gibi.
Haiti ve Dominik Cumhuriyeti arasında yer alan ve tam 380 kilometre boyunca devam eden sınırı, bölgeye kuş bakışı baktığınızda hiç kuşkusuz ayırt edebiliyorsunuz.
Fakir bir ülke olan Haiti’de doğanın yanlış kullanımı nedeniyle ağaç namına bir şey kalmazken; Dominik Cumhuriyeti göz alabildiğine yeşil diyebiliriz. Burası gelirini büyük ölçüde turizmden elde eden bir ülke olduğu için; ülkenin en büyük doğal güzelliklerinden olan tropik ormanlar da bir o kadar korunuyor. Dominik semalarında bir helikopter turu atacak olursanız; bunun sonuçlarını çıplak gözle görmeniz de mümkün.
Sık sık birbirine göz dağı veren ve medya kanalları üzerinden atışmayı sürdüren iki süper gücün sınır komşusu olduğunu ilk anda hayal edemeyebilirsiniz.
Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin yüz ölçümü bakımından en büyük eyaleti Alaska ile Rusya’nın doğusu; Bering Denizi’ni paylaşıyor.
Bering Denizi ya da diğer adıyla Bering Boğazı olarak anılan bu su kütlesindeki Diomede Adaları ise; en ilginç ülke sınırlarına güzel bir örnek. Adalar iki kara parçasından oluşuyor. Amerika Birleşik Devletleri’ne bağlı Küçük Diomede Adası ve Rusya’ya bağlı Büyük Diomede Adası tuhaf bir bütün.
Rusya’ya bağlı Diomede adasında ikamet eden kimse yok. Amerika’da ise yüz kişinin biraz üzerinde bir nüfus var.
Adaları ayıran sadece sürekli tartışma halinde olan ülkeler değil. Buralardaki saat uygulamaları da büyük fark gösteriyor. Adaların ortasından geçen zaman değiştirme çizgisi, işleri iyice karıştıran bir detay. Küçük Diomede halkı Cumartesi gününü yaşayıp çaylarını yudumlarken tam karşılarında aheste bir Pazar çoktan başlamış oluyor!
Sixaola Nehri ve üstündeki tek şeritli köprü, görünenden çok daha fazlasını ifade ediyor. Herhangi bir manzarada karşınıza çıkabilecek bu nostaljik köprü Kosta Rika ve Panama halkları için sınır demek. 400 metre uzunluğunda ve derme çatma sayılabilecek nitelikteki köprünün üzerinden bir de tren yolunun geçmesi sizi şaşırtabilir.
Köprü üzerinde kuyruğa girmeniz ve valizlerinizle sınırda beklemeniz gerekebilir.Kosta Rika sahilleri ile Panama sahilleri arasında bir seçim yapamadıysanız; buraya yolunuzun düşmesi kaçınılmaz.
Gerçekten de buraya kadar gelmişken Kosta Rika’da denize karşı bir masaj yaptırmak hiç de fena fikir değil.
Panama’da başlayan muz ağaçları burada da tam gaz devam ediyor. Geleneksel hayat sürdüren yerliler, halka özgü kıyafetler ve yüzlere sürülen boyalar derken etrafta ilginizi çeken detayların da sonu gelmek bilmeyecektir tabii.
Polonya ile Ukrayna arasındaki sınırın havadan çekilmiş görüntüsüne daha önce rastlamış olabilirsiniz. Burası çimler üzerinde, iki ülkeyi birleştiren balık biçimindeki bir görselle son derece şirin bir hal aldığından ilgiye mazhar oluyor.
Bir zamanlar fotoğraflanan bu kare beğeni alsa da, iki ülke arasındaki sınır kontrolü konusuna sadece “şirin” demek yetersiz olur.
Neticede Polonya; Avrupa Birliği için doğu sınırını temsil ediyor. Burası göçmenler tarafından Avrupa’ya bir giriş bileti gibi görülebilir. Dolayısıyla da ülkeye Ukrayna yönünden kaçak girmeye çalışanlar çoğu kez haberlere konu oluyor. Sınır dönem dönem geçişe tamamen de kapatılabiliyor…
Ukrayna’nın Polonya’ya göre daha ucuz bir ülke olduğunu söyleyebiliriz. Bu da özellikle hızlı tüketim konusundaki sınır ticaretini hareketlendiriyor diyebiliriz. Bir yanda Türk Lirası’nın altında performans gösteren Ukrayna Grivnası; öte yanda ise Euro var. Daha ne olsun?