Fransa’nın Akdeniz’e kıyısı olan güney kesimine Cote D’Azur yani Fransız Rivierası adı veriliyor.
Sahip olduğu iklim ve coğrafi özellikler bakımından Türkiye’deki İçel bölgesiyle benzerlikler gösteren Fransız Rivierası 2 milyon nüfusu barındıran fazlasıyla kalabalık bir bölge. Yaz aylarının gelişiyle birlikte bölgeye her yıl 12 milyon civarında turistin ayak bastığı biliniyor.
Akdeniz ile Alpler’in buluştuğu bu sahil şeridi sosyetenin ve ünlülerin fazlasıyla rağbet ettiği bir yer olma özelliğine sahip.
Turizm sezonunun nisan ayı ile başlamasıyla birlikte ekim ayına kadar bölgenin oldukça kalabalık olduğundan söz edebiliriz.
Fransız Rivierası’nın en popüler kentleri Nice, St. Tropez, Monaco ve Cannes iken son zamanlarda yeni yeni keşfedilen yerler arasında Antibes, Eze Le Village, St. Raphael, St. Paul de Vence ve Hyeres gibi yerler eklenebilir.
Cote D’Azur turunuzu İstanbul’dan kalkan direk uçuş seferlerine katılarak Nice’ten başlatabilirsiniz. Diğer şehirlere de tren yolunu kullanarak ya da otobüsle hem ucuz yoldan hem de kısa süreler içerisinde varabilirsiniz. Dünya çapında son derece popüler olan Cote D’Azur bölgesinde denizin, güneşin, sahilin ve ihtişamlı eğlence hayatının tadını çıkaracağınıza eminiz. Fransız Rivierası’nda gezip görmeye değen rotaları sizler için derledik.
Fransız Rivierası denildiğinde ilk akla gelen yerlerin başında Nice geliyor. Adını Antik Yunan’daki zafer tanrıçası Nike’den alan Nice tertemiz ve upuzun sahili, berrak denizi, birbirinden leziz yemeklerin olduğu mutfağı ve ilgi çekici mimarı eserleri sayesinde her yıl binlerce turiste ev sahipliği yapıyor.
Fransa’nın güneydoğu kesiminde yer alan bu popüler tatil şehri özellikle yaz mevsiminde fazlasıyla kalabalık olabiliyor.
Cote D’Azur’un en gözde ve en popüler kenti olan Nice ülkenin en büyük 5. şehri ve aynı zamanda da Fransız Rivierası’nın başkenti olarak kabul ediliyor.
Güney Fransa’yı keşfe çıkanların çoğunlukla ilk rotası olan Nice’te yaz dönemine ek olarak kış ve sonbahar mevsimlerinde de dünyanın dört bir yanından gelen turistleri görmek mümkün.
Her daim cıvıl cıvıl olan bu cennetten köşe yere gelmek için İstanbul’dan kalkan uçak ile 3 saat süren bir yolculuk yapmak yeterli. Fransa’nın en kalabalık 3. havaalanı olma özelliğini elinde bulundurması da Nice’in ne kadar rağbet gördüğünün bir göstergesi.
Birbirinden ilginç mimari eserleri, tarihi binaları, geniş ve huzurlu yeşil alanları, masmavi sahil şeridiyle Nice’te yapılacak ve görülecek çok şey var. Bu yüzden Fransız Rivierası turunuzda Nice’e en az 3 gün ayırmanızı tavsiye ediyoruz.
Sosyal yaşamın en canlı şekilde aktığı kalabalık ve ünlü caddeleri, gurme lezzetleri tadabileceğiniz dünyaca ünlü restoranları ve çeşitli müzeleri ile Nice’te tatilinizin dolu dolu geçeceğinden emin olabilirsiniz.
Nice gezinizi Vieux Nice yani Eski Şehir adlı bölgeden başlatmanızı öneriyoruz.
Şehrin tarihi kısmını yansıtan bu bölgede daracık eski sokaklarda dolaşıp, rengarenk eski binaların önünde fotoğraf çekmeye tek kelimeyle bayılacaksınız.
Eski Şehir kısmında öncelikli olarak Promenade des Anlais Bulvarı ile Rus Ortodoks Katedrali’ni görmelisiniz.
Vieux Nice’in en çarpıcı detayı olan labirenti andıran eski sokaklarında dolaşırken geçmişin ruhunu iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Hem Eski Şehir’in hem de Nice’in en popüler caddesi olan Promenade des Anglais’in geniş yollarında bisiklete binen, kaykay yapan gençleri görebilirsiniz.
Sahilin bitişiğinde konumlanan bu caddenin etrafı uzun palmiye ağaçları ile çevrelenmiş.
Burada deniz manzarası eşliğinde yürüyüş yaparken sahile demirlemiş son derece lüks ve ihtişamlı yatları da görmeniz muhtemel.
Eski Şehir’in en çarpıcı yapılarından biri olan Palais Lascaris de mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri.
17. yüzyılda inşa edilen bu binanın ilginç süslemeleri ve heykelleri görür görmez nutkunuz tutulacak!
Kentin bir diğer simgesel binası ise Aziz Nikolas Rus Ortodoks Katedrali olarak öne çıkıyor.
1912 yılında yapılan ve Batı Avrupa’daki en büyük Ortodoks katedrali olma özelliğini elinde tutan bu eserde Moskova mimarisinin izleri görülüyor.
Katedrali ziyaretten sonra 1963 senesinde yapılan Musee Matisse adlı müzeye giderek Henri Matis’in maharetli ellerinden çıkan tablo ve heykelleri görebilirsiniz.
Eski Şehir’de dolaştıktan sonra deniz, kum, güneş üçlüsünün tadını çıkarmak isterseniz Promenade des Anglais bulvarı civarındaki plajlarda soluğu almalısınız.
Palais Lascaris, Musee D’art Moderne et D’art Contemporin, Marc Chagall Müzesi ile Massena Müzesi de Nice’teki kültürel, sanatsal dokuyu keşfedebileceğiniz yerler arasında bulunuyor.
Müzeleri gezip, caddelerinde dolaştıktan sonra gelelim en can alıcı tatil aktivitelerinden biri olan alışveriş. Alışveriş için en fazla seçeneği eski şehir bölgesinde bulabilirsiniz. Jean Medecin Caddesi ve Massena Meydanı’ndaki dükkanlardan alışveriş yapabilirsiniz.
Cour Saleya olarak adlandırılan Çiçek Pazarı’na gitmeden Nice tatilinizi noktalamamalısınız.
Nice’in en popüler yerlerinden biri olan Çiçek Pazarı’nda birbirinden ilginç hediyelik eşyaları, sebze, meyveleri ve antikaları görebilirsiniz. Alışverişten yorulunca da civardaki şirin kafelerde oturarak soluklanabilirsiniz.
Nice geziniz boyunca Akdeniz mutfağının leziz yemeklerinin tadını çıkarmalısınız. Pek çok popüler restoranın sıralandığı Eski Şehir bölgesinde Fransız yemeklerini yiyebilirsiniz. Nohut unundan krep yapılarak pişirilen socca, zeytinli bir tart türü olan pissaladiere, sebzeli bir güveç çeşidi olan ratatouille ve yumurta ile ton balığından hazırlanan nicoise salatasını mutlaka yemeli; canınız tatlı çekerse de Eski Şehir bölgesindeki Fenocchio ile Oui Jelato’ya uğramalısınız.
Fransız Rivierası’nın göz bebeği olan Nice’te konaklamak için farklı seçenekler bulunuyor. Farklı bütçelere hitap eden otellerde ya da kiralayacağınız evde kalarak tatilinizi rahatlıkla geçirebilirsiniz. Konumu itibarıyla kentte konaklamaya en elverişli yer Promenade des Anglais olarak belirtilebilir. Denize de yakın oluşu sayesinde ulaşıma fazla zaman harcamadan bu tarafta kalarak şehirde istediğiniz her yere kolayca gidebilirsiniz.
Fransız Rivierası’nın en ünlü yerlerinden biri olarak karşımıza çıkan Cannes yılın her mevsiminde turistlerin ilgisini çekmeyi başaran bir yer.
Upuzun sahilleri, berrak denizi, ilgi çekici katedralleri, manastırları ve yemyeşil bitki örtüsü ile Cannes herkesin görmesi gereken güzellikte bir şehir.
Yaz aylarında düzenlenen dünyaca ünlü Cannes Film Festivali’ne ev sahipliği yapan Fransa’nın bu popüler kasabasında denizin ve güneşin tadını çıkarırken tarihi yapılar ile mimari dokuya hayran kalacaksınız.
Bahar aylarında havanın ısınması ile birlikte kalabalıklaşmaya başlayan bu güney Fransa kasabasında Arnavut kaldırımlı sokaklarda yürümeli, müzeleri gezmeli ve Fransız yemeklerinin tadına bakmalısınız.
Güney Fransa’daki en çok rağbet edilen Cannes’a uçak ile gelebilirsiniz.
Kültürel ve tarihi yönden çeşitli zenginliklerle dolu olan bu Fransız kasabasında gezip görülmeye değer pek çok seçenek bulunuyor.
Kasabayı turlamaya ilk olarak Eski Şehir olarak adlandırılan Le Suquet adlı bölgeden başlamanızı öneriyoruz.
Le Suquet pek çok Fransız filminin çekildiği bir yer. Eğer Fransız sinemasına meraklıysanız kasabanın bu kısmında dolaşırken kendinizi filmin bir sahnesinin içerisinde hissetmeniz çok doğal.
Film sahnelerine konu olan bazı sokaklarda ünlü artistlerin ve bazı filmlerin afişlerini de ayrıca görebilirsiniz.
Fransız kültürünü deneyimlemek ve bu havayı solumak için Eski Şehir bölgesinin dar sokaklarında yürüyerek keşfe çıkabilirsiniz.
Eski Şehir’den sonra Cannes’daki en ünlü sahil yolu olan La Coisette’ye geçmelisiniz. 2 kilometre uzunluktaki bu sahil yolu boyunca göreceğiniz Akdeniz manzarasına hayran kalacaksınız.
Sahil yolunda yürürken Cannes Film Festivali’nin düzenlendiği binayı da görebilirsiniz.
La Croisette’de deniz manzarasına karşı sıralanan kafelerden birinde soluklanmanızı tavsiye ediyoruz. Fransız tatlılarını bulabileceğiniz kafelerin yanı sıra birbiri ardına sıralanan restoran ve mağazaları da görebilirsiniz.
Günün her saati fazlasıyla kalabalık olan bu sahil özellikle akşam saatlerinde daha da güzel bir hal alıyor.
Bir adet de kumarhanenin olduğu sahil yolunda keyifli vakit geçireceğinizden eminiz.
La Croisette üzerinde konumlanan ve Cannes Film Festivali’ne ait olan binayı görmeden geçmemelisiniz.
Festivalin haricinde yılın birçok bölümünde çeşitli kültür, sanat organizasyonlarının tertiplendiği bu bina haftanın 7 günü boyunca ziyarete açık.
Cannes’daki ilgi çekici yerlerden bir diğeri de Alles des Etoiles Cannes yani Yıldızlar Kaldırımı olarak öne çıkıyor.
Hollywood’daki benzer bir şekilde dünyaca ünlü film yıldızlarına ait el izleri kaldırım üzerinde sıralanmış vaziyette ziyaretçileri selamlıyor.
Charlie Chaplin, Sophia Loren ve Robert de Niro gibi ünlülerin el izlerini günün istediğiniz saatinde görebilirsiniz.
Cannes’da popüler kültürel etkinliklerin düzenlendiği binalara ek olarak müze ve manastırlar da turistlerin akınına uğruyor.
Bu yerlerden ilki ise Musee de la Castre olarak karşımıza çıkıyor.
Cannes’ın simgelerinden birisi olarak kabul edilen Eski Şehir bölgesinde yer alan bu müzede sanatsal ve etnografik objeleri bulabilirsiniz.
Müzenin ardından görmeden dönmemeniz gereken bir diğer yer ise Notre Dame de L’esperance Kilisesi.
Cannes’ın en görkemli yapıtı olan bu Katolik kilise sıra dışı bir mimari anlayışla inşa edilmiş.
Her yanı ayrı bir güzelliğe sahip olan Cannes’ın alışverişiyle ünlü yerlerinden biri de Antibes ve Hoche caddeleri.
Dünya çapında bilinen markaların mağazalarını bulabileceğiniz bu caddelerde gezip Fransız mutfağının tatlılarından yemek için kafelerde mola verebilirsiniz.
Kendinizi Fransa’nın dingin havasına kaptıracağınız bu caddelerde zamanın nasıl geçtiğinin farkına dahi varmayacaksınız.
Bir diğer çekim merkezi haline gelen caddenin adı da Rue Meynadier olarak öne çıkıyor.
Taşıtların giremediği bu caddede dilediğinizce vakit geçirebilirsiniz.
Gece yaşamının da hareketli olduğu caddede dünyaca ünlü restoranlar, butikler ve kafeler art arda sıralanıyor.
Cannes yalnızca cadde ve müzelerden ibaret bir yer değil. 20 dakika süren bir tekne yolculuğunun ardından Iles de Lerins adlı adaya ulaşabilirsiniz.
Ada üzerinde 16. yüzyılda inşa edilen bir adet manastır var. Ayrıca sahili ve altın renkli kumlarıyla da adanın turistleri cezbettiği biliniyor.
Buram buram tarih kokan bu şehrin farklı bir yüzünü keşftmek isteyenler, deniz, kum, güneş üçlüsünün tadını en iyi şekilde çıkarabileceği noktalara uğrayabilir.
Bu anlamda hem ücretli hem de halka açık olan plajlardan yararlanmak mümkün. Halk plajlarının kalabalığına girmek istemiyorsanız giriş ücretlerinin 30 Euro’dan başladığı Carlton Beach Club, Baoli Beach Club veya Palm Beach Club’a gitmeyi düşünebilirsiniz.
Paralı plajların hemen hemen hepsinde plaj havlusu ile şezlong ödediğiniz giriş ücretine dahil edilmiş oluyor. Plajların fazlasıyla rağbet görmesi nedeniyle giriş yapmadan önce mutlaka rezervasyon yaptırmanız gerekiyor.
Altın renkli kumların ve tertemiz denizin tadını çıkarırken dünyaca ünlü DJ’lerin çaldığı plaj partilerinde çok eğleneceğinizden eminiz.
Akdeniz kıyısındaki Cannes’a gelip de deniz mahsullerinin tadına bakmamak olmaz elbette. Burada ıstakoz, karides, levrek ile ringa adlı balıktan yemelisiniz. Deniz mahsullerinin yanına Akdeniz mezeleri ve soupe au pistou olarak adlandırılan sebze çorbası da önereceğimiz diğer lezzetler arasında bulunuyor. Ayrıca ünlü Fransız tatlısı makaronun en güzel halini de Cannes’da bulacağınızdan eminiz.
Fransa’nın bağımsız şehir devleti olan Monako Prensliği cazip bir tatil durağı olarak seyahat severleri ağırlıyor.
35 bin kişilik bir nüfusu olan bu şehir devleti her yıl 5 milyon turistin gelmeye değer gördüğü bir popülariteye sahip.
Kendi içerisinde idari bölgelere ayrılan Monaco Prensliği Monte Carlo, Fontvieille, Monaco-Ville, La Condamine olmak üzere 4 ana kısımdan oluşuyor.
Lüks otellerin, Michelin yıldızlı restoranların ve büyük kumarhanelerin bulunduğu Monaco’da şehir 24 saat uyanık desek yeridir…
Gece hayatının inanılmaz renkli ve hareketli olduğu bu şehirde sanata, spora ve kültürel etkinliklere dair çok şey bulacaksınız.
Aslında 1 günde gezip görülebilecek kadar küçük bir yüzölçümüne sahip olsa da Monaco’nun atmosferini hissedebilmek için birkaç gününüzü burada geçirmenizi öneriyoruz.
Dik kayalıklar üzerine kurulan Monaco lüks yaşamın ve üst segment turizmin başlıca rotaları arasında kendisine sağlam bir yer edinmiş.
Fuarcılık ve spor faaliyetleri yönünden fazlasıyla gelişmiş olan Monaco her yıl fuara katılmak isteyen veya Formula 1 Grand Prix’ini izlemeye gelen insanlarla dolup taşıyor.
İlk kez 1911 yılında düzenlenen Monaco Rallisi’nin ardından şehrin kıvrımlı sokaklarının yarış pistine çevrilmesiyle milyonların izlediği dünya çapında ünlü Formula 1 organizasyonuna ev sahipliği yapar hale gelmiş.
Formula 1’in yanı sıra her yıl Monako Yat Fuarı ile Top Marques Otomobil Şovu da Monaco’da gerçekleştiriliyor. Bu organizasyonlar sayesinde her yıl binlerce insan Monaco’ya akın ediyor.
Havaların ısındığı bahar ayları ile birlikte daha da kalabalıklaşan Monaco’da yapılacak şeyleri sizler için listeledik.
Tepeye konumlanan Prens Albert Sarayı Monaco’yu gezmeye başlamak için ilk durak olmalı.
Saraya çıkılan yolda panoramik fotoğraflar çekebilirsiniz.
Saraya ulaştığınızda limanı, Formula 1 pistini ve Monaco Stadı’nın manzarasını görebilirsiniz.
Sarayı gördükten sonra çevresindeki şirin dükkanlardan hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz.
Prens Albert Sarayı’nın yer aldığı tepeye çıkıldığında çeşit çeşit kaktüslerin yer aldığı Egzotik Bahçe’ye mutlaka uğramalısınız.
Monaco içerisinde ziyaretçilerin en çok olduğu müze olma özelliğine sahip olan Okyanus Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Benzersiz bir mimari güzellikle inşa edilen bu kumarhane şehrin Monte Carlo bölgesinde yer alıyor.
Önünde benzerine az rastlanan cinsten lüks arabaların sıralandığı bu kumarhanede göreceğiniz Ferrari’lerin çokluğu karşısında şaşkınlığınızı gizleyemeyeceksiniz.
Bir tarafının sahile bir tarafının da ünlü Formula 1 tüneline uzandığı bu pist her yıl binlerce insanın zevkle izlediği dünya çapında Formula 1 yarışına ev sahipliği yapıyor.
Dünya çapında farklı duraklar üzerinde yapılan Formula 1 yarışları arasında vazgeçilmez bir yere sahip olan Monaco pisti görülmeye değer.
Alışveriş tutkunları için de oldukça cazip bir yer olan Monaco’da pek çok lüks markanın mağazasını bulabilirsiniz.
Avenue de Monte Carlo’daki lüks markalardan alışveriş yapabilirsiniz ve eğer vintage ürünlere meraklıysanız da Lull L’atelier’e de uğrayabilirsiniz.
Fransız Rivierası’nın ve Avrupa’nın en şirin sahil kasabası olan St. Tropez dünyanın dört bir yanından gezginlerle dolup taşıyor.
Marsilya’nın doğusunda kalan bu sahil kasabası geçmişte kendi halinde bir balıkçı kasabasıyken günümüzde binlerce insanın akın ettiği bir turizm cennetine dönüşmüş.
19. yüzyılın başından itibaren yazarların, ressam ve sanatçıların ilham almak için geldiği bu kasaba 2. Dünya Savaşı döneminde stratejik bir önem kazanmış.
1950’li yıllarda Brigitte Bardot’nun rol aldığı ünlü film …And God Created Woman(Ve Tanrı Kadını Yarattı) ile de ününe ün katmış. Brigitte Bardot’nun ardından dünyaca bilinirliğe sahip olan St. Tropez ihtişamın, lüksün ve ışıltılı hayatların yaşandığı meşhur bir tatil yeri olarak karşımıza çıkıyor.
Nice ve Cannes’dan St. Tropez’e ulaşmak günübirlik tekne turları sayesinde oldukça kolay ve ucuz. Gidiş dönüş ücreti 50 Euro ile 70 Euro arasında değişiklik gösteriyor. Gemiden indikten sonra ATV veya scooter kiralayarak plaj bölgesine gidebilir ve kasabada minik bir tur atabilirsiniz.
Gündüz herkesin plajlara akın ettiğini düşünürsek havanın kararmasıyla birlikte canlanan St. Tropez sokaklarında dolaşarak kasabanın ruhunu hissedebilirsiniz.
Sahil boyunca resim yapan sanatçıları izleyebilir, deniz kenarından dondurma satın alarak yürüyüşünüzü daha da keyifli hale getirebilirsiniz. Bu kasabanın en iyi yürüyerek keşfedildiğini söyleyebiliriz.
Birbirinden sevimli ara sokaklarda dolaşarak buralarda bulunan ufak dükkanlardan ülkenize götüreceğiniz anılar satın alabilirsiniz.
Ara sokaklar içerisinde en çok dikkat çeken Ponche mahallesine mutlaka uğramalısınız. Bu mahalleyi diğerlerinden ayıran özellik yolun sonunda plaja gidiliyor olması. Ayrıca salı veya cumartesi günleri yiyecek ve hediyelik eşyaların satıldığı bir pazar olan Places des Lices Provecal de buraya kuruluyor.
St. Tropez, Fransız mutfağının birbirinden lezzetli yiyeceklerini tadabileceğiniz bir yer. Burada özellikle La Torta Tropezienne adlı tatlıyı yemeden seyahatinizi sonlandırmamalısınız. Limonlu ve çikolatalı türevleri de olan bu tatlıyı çok seveceğinizden eminiz.
16. yüzyıl döneminde bir kilise iken, günümüzde St. Tropez’de yaşayan ve çağdaş sanat alanında eserler üreten sanatçıların yapıtlarının sergilendiği bu müze turistler tarafından merakla keşfediliyor.
Vieux Limanı’nın kuzey kısmında konumlanan ve çoğunlukla kentin tarihi bölgelerinin keşfe çıkıldığı başlangıç noktası olarak kabul edilen La Ponche’de kalabalıklar halinde insanların balık tuttuğuna şahit olacaksınız.
Zamanında kentin İspanyol istilasından korunması amacıyla inşa edilen bu kale eşsiz güzellikte bir manzara karşı konumlanıyor. Kentin doğu cephesini gören bu kale tepe üzerinde yer alıyor.
Yöresel lezzetlerin, hediyelik eşyaların satıldığı bu kapalı pazar haftada iki defa kuruluyor. Alışveriş yapmayı seviyorsanız bu pazarı kesin kez görmelisiniz.
Rue Georges adlı cadde kentin en canlı noktalarından birisi. Araç girişine kapatılan bu caddede gönlünüzce dolaşabilir, hediyelik eşya dükkanlarından alışveriş yapabilirsiniz.
Turistlerin gözdesi olan bu plaj St. Tropez’in de en ünlü sahillerinden biri olarak biliniyor.
Fransa’nın güneydoğu kesiminde ve Nice’in oldukça yakınında konumlanan Marsilya aynı zamanda bir kültür başkenti olarak kabul ediliyor.
Paris’ten sonra Fransa’daki ikinci büyük şehir olma özelliğini elinde tutuyor.
Yaklaşık nüfusun 850 bin olduğu bu canlı şehir sanatsal, kültürel ve tarihi yönden zengin bir alt yapıya sahip.
Hem canlı şehir hayatı hem de doğal güzellikleriyle dünyanın çeşitli yerlerinden turistleri ağırlayan bu şehirde tatilinizin dolu dolu geçeceğine emin olabilirsiniz. Genç nüfusun epey fazla olduğu Marsilya’da neredeyse günün her saati yapılacak keyifli bir şey bulmak mümkün.
Güneyde bulunması sayesinde yılın çoğu zamanında ılıman bir iklimin hakim olduğu Marsilya her dönem gezilmeye müsait bir yer. Fransa’nın en eski kenti olan Marsilya aynı zamanda Akdeniz’deki en büyük limanın da ev sahibi.
6. yüzyılda denizcilerin kurduğu bu şehirde hem deniz kokusunu içinize çekecek hem de tarihi sokaklarında Fransız ruhunu hissedebileceksiniz. 2 veya 3 günlük bir süre dahilinde Marsilya’yı rahatça keşfetmeniz muhtemel.
Ulaşımın da gayet kolay olduğu Marsilya’ya Türkiye’den aktarmasız uçuş seferleri düzenleniyor. 3 saatlik bir uçuşun ardından bu şehre ulaşmak mümkün. Marseille Provence Airport’a iniş yaptıktan sonra 30 dakika süren bir otobüs seyahatinin ardından şehir merkezine varabilirsiniz. Metro hatlarıyla örülü olan kent merkezine geldiğinizde St. Charles Metro istasyonuna gelerek tren veya metroyu kullanmak suretiyle keyifli bir şehir turu atabilirsiniz. Marsilya’yı en iyi şekilde kiralayacağınız scooter ile veya yürüyerek görebileceğinizi de belirtmekte fayda var.
Geneline Akdeniz ikliminin hakim olduğu Marsilya, bahar aylarının gelişiyle birlikte kalabalıklaşmaya başlıyor. Ilıman havası ve sıcak iklimi sayesinde yaz tatilleri burada epey yoğun geçiyor. Sıcak havaları eğlenceli etkinlikler ile değerlendiren Marsilya’da yılın hemen hemen her dönemine denk gelen bir festivale rast gelmeniz yüksek ihtimal.
Her sene şubat ayında tenis tutkunları ile buluşan Marsilya Tenis Turnuvası, mart ayında düzenlenen Fransız Şarap Üreticileri Bahar Fuarı ile Rus Festivali, nisan ayında gerçekleşen Akdeniz Denizcilik Festivali, mayıs ayındaki 10 Km Koşu Maratonu, haziran ayında düzenlenen Marsilya Festivali, Garden Blues Festivali, eylül ayındaki Uçurtma Festivali ve aralık ayında gerçekleşen Christmas Pazarı Marsilya’nın en çok rağbet edilen etkinlikleri arasında yer alıyor.
Her daim capcanlı olan ve “tatil destinasyonu” ruhunu kaybetmeyen Marsilya’da yapabileceğiniz şeyleri ve gezeceğiniz yerler karşınızda.
Tarihi bir kent olan Marsilya’yı keşfe ilk olarak eski liman bölgesinden başlamalısınız. Vieux Port olarak adlandırılan bu bölge tam tamına2000 yıllık bir geçmişe sahip. Kentin tarihi ve en popüler limanı olan Vieux Port Antik Yunan döneminde inşa edilmiş.
Günümüzde Marsilya’da yaşayanların ortak buluşma noktası olan bu liman her yıl binlerce turistin de merakla geldiği bir yer. 18 bin adet teknenin demirleyebileceği bu limanın etrafında birbirinden ilgi çekici restoran ve kafeler de yer alıyor.
Burası için şehrin kalbinin attığı yer olarak söz etmek yanlış olmaz. Limanın içerisine girildiğinde tavana koyulan kocaman bir ayna dikkat çekiyor. Marsilya diyerek internette arama yaptığınızda bu aynanın altından çekilen fotoğrafları görebilirsiniz.
Gündüz lüks tekneleri görmek için akşam da ilgi çekici ışıklandırmaları izlemek için limana gelmenizi tavsiye ediyoruz.
162 metre yükseklikteki bu kilise Marsilya’nın en yüksek mevkiinde bulunuyor.
Tepede kurulu olması sebebiyle 15. yüzyıldayken kilisenin gözlem evi işlevi gördüğü biliniyor.
Çan kulesindeki Meryem Ana heykeli ise görülmeye değer. Eğer kuşbakışı Marsilya’yı görmek istiyorsanız ve fotoğrafçılığa meraklıysanız kiliseye kesinlikle gelmelisiniz.
Marsilya’daki tek katedral olan bu yapı 19. yüzyılda yaptırılmış.
İçerisinin mozaikle döşendiği ve dışının da beyaz mermerle kaplandığı Marsilya Katedrali mimarisiyle görenleri kendisine hayran bıraktırıyor.
Limanın da görülebildiği katedrali ziyaret etmelisiniz.
Dünyaca ünlü bir klasik olan Monte Kristo Kontu’nda Chateau d’ıf’ten sıkça söz ediliyor. Kitap sayesinde buranın tanındığını söylersek yanılmayız.
Monte Kristo Kontu planlarını bu şatoda yaptığı için kitapta buradan sıklıkla bahsediliyor.
Geçmişte halkın çekinip korktuğu bu şato 17. yüzyıl döneminde de cezaevi vazifesini görmüş.
Monte Kristo Kontu’nu okuyanların özellikle merak ettiği Chateau d’If dünyanın her yerinden ziyaretçilerine kucak açıyor.
Dört bir yanının grafitiler ile dolu olduğu bu sokak adeta bir açık hava müzesi. Tüm duvarlarının rengarenk resimlerle ve grafitiler ile kaplı oluşu, burayı turistik bir çekim noktası haline getiriyor.
Ayrıca antikacıların, hediyelik eşya dükkanlarının, kitapçıların, plak satıcılarının yer aldığı Cours Julien’de zamanınız dolu dolu geçecek.
Başta antikacılar olmak üzere bazı dükkanların önünde havanın kararmasıyla birlikte DJ performanslarının sergilendiğini ve çeşitli etkinliklerin düzenlendiğini de görebilirsiniz.
Cours Julien’e ulaşım da oldukça kolay. Metro hattını kullanıp Notre-Dame du Mont durağında inince Cours Julien’e varmış oluyorsunuz.
Gece ve gündüzün ayrı bir canlılık içerisinde yaşandığı bu sokağa gelmeden Marsilya’dan ayrılmayın.
Marsilya’nın en eski yerlerinden biri olan Le Panier buram buram tarih kokuyor.
Dünyanın farklı yerlerinden farklı din ve ırka mensup olan kişilerin uyum içerisinde bir arada yaşadığı bu mahallede sokakları yürüyerek dolaşmak hakikaten de sıra dışı bir deneyim.
Tarihi bir mahalle olması sayesinde çok sayıda ilginç binaya rastlayabilirsiniz. Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında dolaşırken fotoğraf çekmeyi de ihmal etmeyin.
Palais de Longchamp olarak adlandırılan bu saray 1869 senesinden beri varlığını sürdürüyor.
Kocaman bahçesi ve göz alıcı mimarisiyle turistlerin merakını çeken Longchamp Sarayı’na gezinizin birkaç saatini ayırmalısınız.
Bahçesinde yürüyüş yaparak ağaçların arasında soluklanabileceğiniz bu sarayı salı günlerinin dışında görmeye gelebilirsiniz.
Saraya giriş yapabilmek için 5 Euro tutarında bir ücret ödemeniz gerektiğini unutmayın.
Vieux Port olarak da adlandırılan eski liman bölgesinde Saint Jean Kalesi bulunuyor.
Fransız Devrimi süresince hapishane vazifesi gören Saint Jean Kalesi XIV Louis’in kararıyla inşa edilmiş.
2. Dünya Savaşı sırasında Alman ordusu tarafında tahrip edilmiş olsa da yapılan onarım çalışmaları sayesinde günümüze kadar gelmiş.
Gezip tozulacak yerlerden sonra turistlerin en çok merak ettiği hususlardan birisi de şüphesiz mutfak kültürü oluyor. Marsilya’da lezzetli yemekler ve tatlılar yönünden fazlasıyla zengin bir yer. Akdeniz mutfağının zeytinyağlıları, mezeleri her sofrada kendisine yer buluyor. Sahildeki balık restoranlarına mutlaka gitmelisiniz. Buraya özgü bouillabaisse adı verilen deniz mahsulleri ile pişirilen çorbanın tadına bakmalısınız. Şehirden ayrılırken ülkenize banon peynirinden götürmenizi şiddetle tavsiye ediyoruz. Ayrıca kafelerde patatesin sarımsakla yapılan aioli adlı sosa bandırılarak tüketildiğini göreceksiniz. Bu sosun da tadına bakmalısınız. Gündüzleri kahvenin yanına eşlik eden navette kurabiyesinden fazla alıp dönüş yolunda yanınızda götürebilirsiniz.
2000 yıllık geçmişi ile ilk olarak Antik Yunan medeniyeti tarafından Antipolis adı ile kurulan bu şehir çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapması ile biliniyor.
Ünlü ressam Picasso’nun yıllar boyu yaşadığı bir şehir olan Antibes rengarenk evleri, tarih kokan sokakları, upuzun sahilleri, günün her saati canlılığını koruyan şehir hayatıyla sizleri davet ediyor.
Fransa’nın en çok sevilen tatil duraklarından birisi olan Antibes, Nice ile Cannes arasında konumlanıyor.
Önceden yalnızca kalbur üstü Fransız ailelerin tatile geldiği bir yerken günümüzde dünyanın her yerinden gezginleri ağırlıyor.
Antibes’e gitmek için Nice veya Cannes’a uçak ile ulaşabilirsiniz. Ardından araba kiralayarak Antibes’e kolayca gelebilirsiniz. İşte pek çok ilgi çekici yerin bulunduğu Antibes’teki gezi rotaları.
Antibes’i keşfetmeye öncelikle Eski Şehir bölgesinden başlamalısınız.
Renkli boyanmış eski evlerin, Fransız butiklerinin sıralandığı tarihi sokaklarda yürümek bile Fransız kültürünü deneyimlemeye yetiyor.
Ayrıca pazartesi hariç haftanın geri kalan günlerinden açık olan Cours Massena’daki Marche Provencal adı verilen yerel pazara da uğramanızı öneriyoruz. İstanbul’daki Kapalı Çarşı’yı anımsatan bu pazardan reçel, zeytinyağı, peynir gibi lezzetlerden alıp sevdiklerinize götürebilirsiniz.
1966 yılında kurulan bu müze esasen bir dönem Picasso’nun da yaşadığı Girmaldi Şatosu olarak da biliniyor.
Deniz manzarası üzerine kurulu olan bu ihtişamlı şatoya girebilmek için 6 euro ücret ödenmesi gerekiyor.
Müzede Picasso’nun eserlerine ilaveten Fernand Leger ve Joan Miro gibi dünyaca ünlü çağdaş sanatların yapıtları da görülebilir.
Avrupa’nın en büyük yat limanı olarak bilinen Antibes Limanı’nda birbirinden heybetli ve lüks yatları görebilirsiniz. Milyon dolarlık yatlar karşısında şaşkınlığınızı gizleyemeyeceksiniz.
Şehrin simgeleşmiş yerlerini gezip gördükten sonra da sıra geldi Fransız mutfağının tadına bakmaya. Antibes’te çok sayıda lüks restoranı bulabilirsiniz. La Cap, Le Latino, Le Nacional Restaurant, Cafe De La Place Antibes’te gitmeniz gereken restoranlardan bazıları olarak sıralanıyor.
Fransız Rivierası’nın son dönemlerde giderek artan popülaritesiyle ilgi çeken rotalarından birisi de Eze Köyü.
Araba ile Nice’ten yaklaşık olarak 10 kilometre ötede yer alan Eze tam anlamıyla bir Orta Çağ kasabası olarak ziyaretçilerini karşılıyor.
Denizden 427 metre yükseklikteki tepelerin üzerinde bulunan bu köy esasen Alp Provence Dağları’nda yer alıyor.
Bulunduğu yer itibarıyla kartal yuvasını andıran Eze Köyü’ne ulaşım, araba, otobüs ve tren olmak üzere farklı şekillerde sağlanabiliyor.
Sizi köye götüren yolda gür ormanların içerisinden yükseklere tırmanırken göreceğiniz manzaraya hayran kalacaksınız.
Gezginlerin çoğunlukla Nice’in ardından uğradığı bir yer olan Eze Köyü’ne gelmek istiyorsanız ve treni kullanıyorsanız Eze Mer adlı durakta inmelisiniz.
Sahilde bulunan bu tren istasyonunun ardından da 2 saatlik bir süreyi bulan patikayı yürüyerek köy merkezine varabilirsiniz. Ancak bu fazlasıyla yorucu bir yolculuk olacağından otobüsle köye gelmenizi ve bu patikayı otobüs ile kat etmenizi tavsiye ediyoruz. 82 numaralı Lignes D’Azur adlı otobüsler sayesinde Eze’ye kolayca gelebilirsiniz.
Geçmişi 9. yüzyıla kadar uzanan Eze Köyü’nde dünyaca ünlü filozof Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserini yazdığı biliniyor. Bu sebeple köye ulaşırken tırmanılan patikalardan birinin adı da Nietzche Yolu olarak isimlendirilmiş. 1,5 kilometre uzunluğundaki bu patikada yeşilin her tonu ile karşılaşmak mümkün.
Fransa’nın En Güzel 10 Köyü yazımızda da yer verdiğimiz Eze Köyü aynı zamanda film setlerine de ev sahipliği yapıyor. 1955 senesinde Alfred Hitchcock tarafından To Catch a Thief (Kelepçeli Aşık) adlı sinema filminin bu köyde çekildiği biliniyor.
Güney Fransa gezisinin kendine has dokusuyla en sevilen rotalarından biri olan Eze Köyü’nün ufacık sokakları, Arnavut kaldırımlı yollarının etrafındaki yeşil bitki örtüsü size huzurlu bir tatil deneyimi yaşatacak.
Galimar ile Fragonard adlı ünlü Fransız parfüm üreticilerinin fabrikaları bu köyde yer alıyor. Ziyaretçilere açık olan fabrikalara gidip çeşit çeşit sabunları, kokuları ve aroma terapi yağlarını deneyebilir, dilediklerinizi satın alabilirsiniz.
Eze’de tatiliniz boyunca görmeniz gereken yerlerden birisi de Altın Keçi Şatosu olarak biliniyor. 400 yıllık bir geçmişi olan bu şatonun adını kaledeki hazineyi çalmayı planlayan hırsızlara yolunu kaybettiren bir keçiden aldığına inanılıyor.
Gizemli havası içerisinde kaybolacağınız şatoyu gezdikten sonra iki Michelin yıldızına sahip olan La Chevre d’Or adlı restoranda lüks bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.
Etrafı botanik bahçelerle çevrili olan bu Orta Çağ kasabası Fransız Rivierası’ndaki en güzel yerlerden birisi olma özelliğini elinde bulunduruyor.
Fransa’nın güney doğu kısmında yer alan Menton Nice’ten de 30 kilometre kadar uzakta bulunuyor.
İtalya sınırına fazlasıyla yakın olması sebebiyle Menton’da İtalyan esintilerine rastlanılması mümkün.
Kendi halinde bir sahil kasabası olarak varlığını sürdürüyorken keşfedilmesiyle birlikte günümüzde binlerce insanın ziyaret ettiği bir turizm cenneti halini alan Menton Fransa’nın incisi olarak adlandırılıyor.
La Pearle şeklinde tabir edilen Menton Fransız Rivierası’nın ilgi çekici duraklarından birisi. İtalya’ya komşuluğunun yanı sıra Nice ve Cannes’a da fazlasıyla yakın olması sayesinde Fransız Rivierası turuna çıkanların sıklıkla uğradığı bir yer haline gelmiş.
Kentte birçok İtalyan’ın yaşamasına bağlı olarak Fransız mutfağı ile İtalyan mutfağı iç içe geçmiş. Bir dönem İtalyan hakimiyeti altında yaşayan Menton ilk olarak prens Garibaldi ile Fransız topraklarına katılmış. Yeniden yönetimin el değiştirmesinin ardından son kez Napoleon döneminde satın alma yöntemi ile yeniden Fransız himayesine girmiş.
Menton’a gelmek için hava yolu ile Nice’e iniş yapmanız gerekiyor. Daha sonra Nice’ten kalkıp Menton’a getiren 110 numaralı otobüsleri tercih etmelisiniz. Yaklaşık olarak 1 saatlik bir yolculuğun ardından 20 Euro karşılığında Menton’a gelmiş olacaksınız. 20 Euro tutarlı bu otobüs ücretini ödemek yerine daha uygun fiyatlı bir seçenek arıyorsanız da farklı çözümler mevcut. 6 Euro ödeyerek Nice’teki havaalanından kalkan herhangi bir otobüse binip 3 durak sonraki St. Augustin adlı tren istasyonunda inmeniz yeterli.
Limon kokulu şehir olarak tabir edilen Menton esasen ufak bir yüz ölçümüne sahip. Burada Osmanlı hanedanına mensup olan Sultan Vahidettin’in kız kardeşi Mediha Sultan’ın da bir dönem yaşadığı da biliniyor. 1928’de vefat edene kadar Mediha Sultan’ın Villa Faraldo olarak anılan bir evde kaldığı edinilen bilgiler arasında.
Fransız Rivierası’ndaki son kent olan Menton’da yaz ayları fazlasıyla kalabalık geçiyor. Burada geçireceğiniz 2 günlük süre boyunca kenti rahatça keşfedebilirsiniz.
Küçük bir alan üzerine kurulu olan Menton’da Nice ve Cannes’daki gibi fazla konaklama alternatifi yok. Bu sebeple de mevcut olan küçük ölçekli oteller de bir hayli yüksek fiyatlı. Özellikle yaz döneminde otellerin neredeyse 2 at daha pahalı oluşuyla karşılaşabilirsiniz.
Şubat ayının ortasında Menton için büyük bir öneme sahip olan limon adına dünyaca ünlü bir festival düzenleniyor.
En renkli görüntülere sahne olan bu festivalde turunçgillere benzeyen kostümlerle dolaşan kişileri görebilirsiniz.
Limonuyla meşhur olan Menton’da yapabileceğiniz pek çok şey ve görülecek ilgi çekici yerleri sizler için araştırdık.
Menton’un tarihi kısmı bulabileceğiniz bu eski kent merkezi haftanın her günü kalabalık. Burada birbirinden ilginç konseptlere sahip olan limon dükkanları ve Fransız tatlılarını yiyebileceğiniz şirin kafeleri görebilirsiniz.
Eski Şehir merkezinden ayrıca farklı mimarisiyle dikkat çeken Jean Cocteau Müzesi de yer alıyor.
Menton’un en meşhur plajı olarak bilinen bu sahil taşlı bir yapıya sahip. Özellikle hafta sonları fazlasıyla kalabalık olduğunu belirtmekte yarar var.
Belediye düğün salonu olarak adlandırabileceğimiz bu yapının duvarları Menton’la özdeşleşmiş sanatçı Jean Cocteau tarafından boyanmış. Sanatsal değer taşıyan bu binayı görmeden Menton’u terk etmemelisiniz.
Konumu itibarıyla İtalya’ya olan yakınlığı sayesinde Menton’da İtalyan mutfağından esintilere rastlayabilirsiniz. En az ana vatanındaki kadar lezzetli pizzaları burada yiyebilirsiniz. Bunun için Little Italy adlı restorana gitmelisiniz. Moule fries adı verilen midye ve patatesten oluşan Menton’a özgü bu yemeği yemek için de Le Nautic’i öneriyoruz.
Masmavi denizi ve limon kokulu şirin ara sokaklarıyla Fransız Rivierası tatilinize ayrı bir renk katacak olan Menton’a geldiğinizde limondan üretilmiş minik eşyalardan mutlaka almalısınız. Limonun her halinden bir şeyler bulmak burada mümkün. Limonla yapılan Limoncelle de Menton’u almanızı önerebiliriz.
Güney Fransa’daki bu sevimli kasaba parfüm ile ünlenmiş bir yer olarak dikkat çekiyor. Grasse için parfümün başkenti demek yanlış olmaz.
Hem tarihi eserleri, kültürel dokusu, ilginç bir mimari ile yapılmış evleri ve yemyeşil doğasıyla Grasse turistlerin ilgisini çekmeyi başarıyor.
Grasse seyahatiniz boyunca Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda yürüyecek, hoş kokulu binalara girecek, parfümün yapılışına şahitlik edecek, şirin dükkanlardan alışveriş yapacak ve renkli taş binalardan gözlerinizi alamayacaksınız.
Ünü Fransa sınırlarını çoktan aşan bu küçük kasabada güzellik ve bakım ürünlerine dair her şeyi bir arada bulabilirsiniz. Pek çok çiçek türünün yetiştirilmesi sayesinde parfümlerin aromaları Grasse’ta üretiliyor. Yılda 27 ton yaseminin yetiştirildiği bu kasabada parfümün yapılış aşamalarını görebilirsiniz.
Akdeniz ikliminin görülmesi nedeniyle yılın her dönemi nispeten daha ılıman bir havanın görüldüğü Grasse özellikle yaz aylarında kalabalıklaşıyor.
Ilıman iklim koşulları sayesinde 12 ay boyunca gezilebilen bu kasabaya haziran ile eylül ayları arasında turist akını yaşandığından söz etmek yanlış olmaz. Kış aylarında burada fazla miktarda yağmur görüldüğü hususunda da uyarı yapmak gerekli.
Grass’a gelmek istiyorsanız Nice üzerinden bu kasabaya ulaşmanız gerekli. Türkiye’den Nice’e doğrudan düzenlenen uçuş seferleri sayesinde Grasse’a da kolayca gelebilirsiniz. Uçaktan indikten sonra 30 kilometrelik bir yolculuğun ardından bu sevimli Fransız kasabasına ulaşmak mümkün.
Parfüm kokan sokakları ve ilgi çekici tarihi dokusuyla cezbeden Grasse’ın en ilgi çekici yerlerini sizler için araştırdık.
Grasse’e geldiğinizde ilk ziyaret etmeniz gereken yer olarak Uluslararası Parfüm Müzesi’nden bahsedebiliriz.
Terası ve bahçesinde de zaman geçirebileceğiniz bu müzede parfümün üretimine başlanma öyküsünü de dinleyebilirsiniz.
Dünya çapında en fazla koku çeşidini bulabileceğiniz bu müzede Grasse’daki bir gününüzün yarısını harcayabilirsiniz.
Grasse ile ilgili her şeyi bu müzede bulabilirsiniz.
Kentin günlük yaşamından kesitler, tarihi dokusu, ilginç dekoratif ürünler müzede görücüye çıkıyor.
Önceden kasabanın köklü bir ailesinin barındığı ev iken 1921 yılında müzeye dönüştürülen müze binası ilginç mimari görünümüyle dikkat çekmeyi başarıyor.
17. yüzyılda inşa edilen bu görkemli bina uzun yıllardır orijinal halini koruyor.
Villanın her bir odası Grasse’de yaşamış ünlü ressamların eserleri ile süslenmiş.
Palmiye ağaçları ile çevrelenmiş bahçesinde soluklanacağınız villayı mutlaka görmelisiniz.
Fransa’nın güney sahilinde yer alan Saint Paul de Vence, Antibes ile Nice arasında mükemmel bir konuma sahip.
Nice’ten 20 kilometre, Antibes’ten ise 17 kilometre uzaklıktaki bu sevimli kasaba gezip görülmeye değer.
Fransız Ririvierası’nın en güzel köyünü ziyaret etmek için sıcak iklimi sayesinde yılın her zamanı uygun.
Tam bir Orta Çağ kasabası olan Saint Paul de Vence kalenin içerisine kurulmuş. Denize nazır bir tepenin üzerinde konumlanan bu kalenin etrafı ise birbirinden renkli çiçeklerle örtülü.
Orta Çağ atmosferini yansıtan daracık sokaklarda yürümek, Fransız şaraplarından içmek, envaiçeşit çiçek kokusunun arasında dolaşmak ve dingin bir seyahat deneyimi yaşamak istiyorsanız Saint Paul de Vence tam size göre.
Bu küçük kasaba Miro, Picasso ve Broque gibi dönemin ünlü sanatçılarına da ilham kaynağı olması ile biliniyor.
Saint Paul’e gitmek isterseniz Nice üzerinden uçak ile buraya ulaşmayı tercih edebilirsiniz. Ülkemizden doğrudan Nice’e inen uçak seferleri oldukça sık. 3 saatlik bir uçak yolculuğunun ardından Nice’e iniş yaptıktan sonra hızlı trenler veya otobüsler ile Saint Paul’e ayak basabilirsiniz. Bunun için 98 ve 99 numaralı otobüslerden 6 Euro tutarlı biniş ücretini ödeyerek yararlanabilirsiniz.
Küçük yüzölçümlü bir Orta Çağ kasabası olması nedeniyle Saint Paul’de daha çok butik otel türünde konaklama seçenekleri sunuluyor. Alternatifin az olması nedeniyle de burada konaklama bir hayli pahalı. Bu yüzden çok yakın konumdaki Nice’te daha uygun fiyatlar ödeyerek konaklama işini rahatça halledebilirsiniz.
Orta çağ hissiyatını tamamıyla yaşayacağınız bu köydeki gezilesi yerleri sizler için bir araya getirdik.
Köyün buz gibi suların aktığı çeşmelerle donatılmış sokaklarının çıktığı bu meydan ilk yerleşim zamanından beri öneminden hiçbir şey kaybetmeden sizleri karşılıyor.
Meydanın çevresindeki şirin dükkanlardan hediyelik eşya alışverişi yapabilir ve Fransız şaraplarını içebileceğiniz restoranlarda zaman geçirebilirsiniz.
Burada yaşayan köylülerin eski zamanlarda çamaşır yıkamaya geldiği eski çamaşırhane tam anlamıyla Orta Çağ manzarasını gözler önüne seriyor.
Kilise meydanında yer alan bu tarihi kilise farklı mimarisi ile dikkatleri toplamayı başarıyor.