İskoçya’nın en büyük kenti olan Glasgow, Edinburgh kadar kapsamlı bir tarihi dokuya sahip olmasa da gezginlere birçok görecek yer sunuyor. Clyde Nehri’nin kıyısında uzanan Glasgow, bana biraz Londra’yı ve Thames üzerinde sıralanan köprüleri anımsattı. İskoçya’nın her yeri gibi burası da bolca yağış aldığından çok sayıda yeşil ve geniş park barındırıyor. Glasgow sözcüğü eski dilde “yeşil alan” anlamına geliyor ve gelişen sanayiye rağmen bu isim hala şehri doğru tarif ediyor. Binaların ise çoğu pembe tonunda taştan yapılmış ve caddelerde ilginç bir görünüme neden oluyor.
Nehrin sağladığı ticaret ve bolca balık sayesinde Glasgow’da iki bin yıldan uzun süredir insan yaşamı mevcut. Burada yer alan Antonine Duvarı, Antik Roma İmparatorluğu’nun en kuzey noktasını oluşturuyor. Daha güneyde yer alan ve hala İngiltere – İskoçya sınırını oluşturan Hadrian Duvarı kadar ünlü olmasa da Antonine Duvarı tamamen aynı mantıkla kurulmuş, sadece İmparator Antonius Pius İskoçya içlerine doğru biraz daha ilerlemeyi başarmış o kadar. Zaten bu kısmı Romalılar ellerinde çok kısa süre için tutabilmişler ve Hadrian Duvarı’na geri çekilmişler. İki duvar da bir nevi minyatür Çin Seddi olarak düşünülebilir, buraya yerleştirilen askerler ile kuzeyden gelen ve vücutlarını boyamalarıyla nmeşhur olan Pict kabilelerinin güneydeki Roma topraklarına saldırmasına engel olmaya çalışmışlar. Hem istenen başarı sağlanamamış, hem de bu imparatorluğa çok fazla masrafa neden olmuş. Güneydeki Hadrian Duvarı’nın kalıntıları ziyaret edilebiliyor ama Antonine Duvarı’ndan geriye pek bir şey kalmamış.
Önceki yazımda Glasgow’da Görülecek Yerleri sıralamıştım. Bu yazımda ise geziniz için gerekli bilgileri aktarmaya çalışacağım. Vize süreci için Londra Gezi Rehberi; para birimi, elektrik sistemi ve danışma için de Edinburgh Gezi Rehberi adlı yazılarımı okuyabilirsiniz.
Şehrin iki havalimanı olsa da İstanbul’dan kalkan uçuşlar daha büyük olan Glasgow Uluslararası Havalimanı’na yapılıyor. Tabii Edinburgh Havalimanı’na inip trenle Glasgow’a gelmek de mümkün. Uçak biletlerini obilet.com üzerinden karşılaştırarak kararınızı verebilirsiniz.
Glasgow Havalimanı’na inenler hemen terminal çıkışındaki shuttle otobüse binebilirler. Şehrin merkezindeki Glasgow Central ve benim Glasgow Görülecek Yerler adlı yazımı başlattığım Glasgow Queen Street istasyonlarında duruyor. Son bir not düşeyim, eğer tren kullandıysanız biletinizi gösterip Glasgow Central ile Glasgow Queen Street arasında çalışan shuttle otobüslere ücretsiz binebiliyorsunuz.
İskoçya’nın diğer kentlerinden Glasgow’a gelmek için bence en uygun yol tren kullanmak. Edinburgh’dan Glasgow’a sadece 50 dakikada varıyorsunuz, üstelik gidiş geliş 11.50 Sterline dahi bilet bulabiliyorsunuz. Tabii daha yüksek fiyatlı ama daha konforlu ve hızlı trenler de mevcut. Bir sonraki yazımda anlatacağım Aberdeen, Perth, Dundee gibi kentlerden de trenle ulaşım mevcut. St Andrews gibi yerlerden ise otobüs ile gelebilirsiniz, genellikle ucuz ve rahatlar, üstelik otobüste ücretsiz internet de kullanabiliyorsunuz.
Glasgow’a vardıktan sonra şehri gezmenin en iyi yolu yürümek. Eğer yorgunsanız veya üşeniyorsanız çoğu yere gitmenin en kolay yolu otobüs kullanmak. Ufak bir metro ağı var ama en işlek yerlerden geçtiği için o da işinizi görebilir. Metro bileti 1.70 Sterlin, 4.10 Sterlin karşılığında ise günlük sınırsız biniş alabiliyorsunuz. Ben her yere yürüdüğüm için gerekmedi ama siz kendi durumunuza göre karar verin. Otobüs kullanırken ise en büyük sorun sürücülerin para üstü vermemesi. Tam ücreti otobüse binerken bir kutuya atmanız gerekiyor.
Glasgow özellikle müziğiyle ünlü bir kent. Çoğu barda canlı konserler oluyor. Örneğin The Horseshoe Bar’da eskiden Billy Joel ve Travis gibi ünlü isimler sahne almış. Glasgow Central istasyonunun hemen arkasında bulunduğundan ulaşım çok kolay. 1792 yılında kurulan Scotia Bar ise adına uygun biçimde İskoçya’nın yerel müziğini dinleyebileceğiniz bir mekan. Nehre yakın, Glasgow Green’in girişinden bir blok uzaklıkta.
Bir diğer ünlü Glasgow barı ise Oasis’in keşfedildiği yer olan, zor isimli King Tut’s Wah Wah Hut. Glasgow Central istasyonundan 2 nolu otobüse binerek beş dakikada önünde inebiliyorsunuz. İskoçların geleneksel danslarını izlemek isteyenler ise Cuma veya Cumartesi gecesi The Riverside Club’a gidebilirler. St Enoch istasyonu ile nehir kıyısı arasında kalıyor.
Glasgow’da Görülecek Yerler adlı yazımda bahsettiğim Hielanman’s Umbrella’nın altında yer alan The Arches ise techno müzik yapıyor. Aynı zamanda restoranı da olduğundan önce karnınızı doyurup sonra eğlenebilirsiniz. Glasgow Central’in yanında yer alan The Classic Grand ise rock müzik dinlemek için gidebileceğiniz uygun fiyatlara sahip bir adres.
Tercihini klasik müzikten yana kullananlar ise The Glasgow Royal Concert Hall’a gidip İskoç Ulusal Orkestrası’nı dinleyebilirler. Tabii önceden programa bakmayı ihmal etmeyin. Kentteki en büyük otobüs terminali olan Buchanan’ın yanında yer aldığından ulaşım çok kolay.
Glasgow’a gelmişken bir tiyatro oyunu seyretmek isteyenlerin de gidebileceği birçok yer var. Ben birkaçını yazıyorum ama siz mekandan çok oyuna göre karar verseniz daha iyi olur tabii. Ayrıca bilet bulmak da kolay olmayabiliyor. Buchanan Otobüs Terminali’nin yanındaki The Pavilion daha çok komedi ve müzikal ağırlıklı bir programa sahip, zamanında Charlie Chaplin’i bile ağırlamış. Argyle Street ile Trongate arasında bulunan Panopticon Music Hall ise bir diğer ünlü komedyen olan Stan Laurel’in 1906’da ilk gösterisini yaptığı yer. Tarihi bir salon olan King’s Theatre ise Charing Cross istasyonunun yanında bulunuyor. Nehrin karşı yakasında yer alan The Citizens Theatre da bir diğer ünlü sahne.
Edinburgh kadar yoğun bir festival takvimine sahip olmasa da Glasgow’un da kendine göre birkaç festivali var. Bunların başında gelen The Glasgow International Jazz Festival her sene Haziran ayında düzenleniyor. Eğer denk gelirseniz programa bakarak birçok konser arasından istediğinizi seçebilirsiniz.
Glasgow’da alışveriş yapmanız için size tavsiye edeceğim adres, araç trafiğine kapalı geniş bir cadde olan Argyle Street. Kendi adında istasyonu olduğundan bulmak çok kolay, uzun bir cadde olduğu için ayrıca Glasgow Central istasyonu veya St Enoch metro durağı ile de ulaşılabiliyor. Yürüyerek gelecek olanlar ise Glasgow Cross’tan Turngate yönüne dönebilir. Ayrıca cadde iki ucunda Buchanan Street ve Sauchiehall Street’e uzanıyor ve oralar da sadece yayalara açık. Böylece yürüyerek gezebileceğiniz uzun bir alan oluyor. Cadde oldukça geniş ve havadar olduğundan kalabalığa rağmen bunaltıcı değil. Burada dünyadan neredeyse her büyük markanın bir mağazası var, biraz Edinburgh’daki Princes Street’e benziyor ama burada araç trafiği olmaması bir adım öne taşıyor. Ayrıca cadde boyu ufak kafeler de mola vermeniz için sizi bekliyor. Yağışlı havada bir çay veya kahve çok iyi gidiyor!
Cadde boyunca iki yana doğru uzanan ara sokaklara sapmanız halinde ise yerel dükkanlar karşınıza çıkıyor. Daha özgün ve daha uygun fiyatlı şeyler bulmak için ideal. Hatıra veya hediyelik eşya alabileceğiniz dükkanlar da var. Daha ucuz bir seçenek olarak bir halk pazarı görünümünde olan, tezgahlarda aklınıza gelen her şeyi bulabileceğiniz The Barras’a gidebilirsiniz ama sadece hafta sonu 10:00 ile 17:00 arası açık (Glasgow’da Görülecek Yerler yazımı okuduysanız bu saatler tanıdık gelmiştir, nedense Glasgow’da hayat sabah onda başlayıp akşam beşte bitiyor). The Barras, Glasgow Green’in kuzeyinde (yani nehrin ters tarafında) iki sokak yukarıda yer alıyor. Glasgow’un sahafları ise De Courcy’s Arcade adlı alışveriş merkezinde toplanmış. Burada ikinci el plak, kaset, cd, kitap, film yani ne ararsanız var. Bizzat sanatçıların sattığı el yapımı eserler de hoş bir anı veya hediye olabilir. Hillhead metro durağının hemen yanında, Glasgow Üniversitesi ile Glasgow Botanik Bahçesi’nin arasında yer alıyor.
İskoçya’nın klasik yiyecekleri olan Haggis ve Black Pudding’ten Edinburgh Gezi Rehberi yazımda bahsetmiştim. Glasgow’un bunlar dışında kendine has bir yemeği yok ama karnınızı doyurabileceğiniz birçok iyi seçenek sunuyor. Sanayi gelişmiş olduğundan çok göç almış ve Hint, Türk, Arap, Uzak Doğu, Etiyopya ve İtalyan mutfaklarının hepsi sokakta karşınıza çıkıyor.
Glasgow’un Amerika’daki TV şovuyla ünlenen aksi şef Gordon Ramsay’in memleketi olduğunu da not düşeyim, fakat şefin kendi restoranı ekonomik nedenlerle kapanmış (öğrenci ve işçi ağırlıklı bir nüfusa sahip Glasgow’da lüks restoran işletmek zor!).
– Cafe Strange Brew: Nehrin güney yakasında, Queen’s Park’ın yanında yer alan bu kafe özellikle kahvaltı için tavsiye ettiğim bir yer. Üstelik en ünlü yiyeceklerinin adı ‘Turkish eggs’. 5 Sterlin karşılığında alabileceğiniz bu kahvaltı tabağı sahanda yumurta, yoğurt, kırmızı biber ve kişniş içeriyor; hem de pide üzerinde servis ediliyor!
– Stereo: Oldukça ilginç bir yer olan Stereo’da ne ararsanız var. Öğle vakti yemek, akşamları canlı müzik, geceleri disko, sabahları ise kahvaltı bulabiliyorsunuz. İnsanların tüm günü burada geçirmelerini istiyorlar sanırım! Yemekler vejetaryen yalnız, haberiniz olsun. Kahvaltıda uygun fiyata bir şeyler atıştırmak için iyi bir adres. The Lighthouse’un bir sokak arkasında kalıyor.
– Britanya klasiği “Fish and Chips” için Jack McPhee (evet şahıs ismi gibi görünüyor ama mekanın adı bu) en doğru adres. Bir porsiyon 6 Sterlin. İster oturarak yiyorsunuz, ister paket alıyorsunuz. Başka yiyecek seçenekleri de var tabii. Willow Tea Rooms’un arkasında, Glasgow Royal Concert Hall’un yan sokağında kalıyor. İyi bir alternatif de Glasgow Botanik Bahçesi’nin bir sokak ilerisinde bulunan Old Salty’s.
– İskoçların pek övündüğü ama başka kimsenin sevmediği Haggis denemek isterseniz yirmi beş yıllık ünlü bir restoran olan City Merchant’a gidebilirsiniz. Gallery of Modern Art’ın önündeki Ingram Street boyunca yürüyürek ulaşabilirsiniz. Alternatif bir adres ise Ubiquitous Chip, Hillhead metro durağına çok yakın. İkisi de Haggis’i geleneksel biçimde turp ve patates eşliğinde servis ediyor.
– Alchemilla: Argyle Street’te yer alan bu restoran alışverişten yorulunca oturabileceğiniz uygun fiyatlı ve damak şenlendiren bir yer. Akdeniz mutfağını temel alsalar da kendi yaklaşımlarını eklemişler. Öğle yemeğinde iki kişilik yemek 10 Sterlin.
– Paesano: Odun ateşinde Napoli usulü pizza yapan Paesano, fazla çeşitlilik sunmasa da İskoçya mutfağından pek hoşlanmayanların artık alıştığımız bir lezzetle karnını doyurması için uygun bir adres. Bir kişiyi rahatça doyuran pizzanın fiyatı üstüne eklettiğiniz malzemeye göre 6 ile 8 Sterlin arasında değişiyor. Biri George Square’in alt sokağında, diğeri Kelvin Çayı’nın hemen karşısında olan iki şubesi var.
– Kimchi Cult: Kore mutfağını sevenler zaten adından anlamıştır, bu minik dükkan Uzakdoğu mutfağından lezzetler sunuyor. Özellikle acılı tavuk kızartması meşhur, bir de ‘bibimbap’ isimli üstünde kimchi, çeşitli sebzeler, yumurta ve et olan pilav. 5 – 6 Sterlin civarında bir parayla doymanız mümkün. Glasgow Üniversitesi’nin köşesinde, Kelvinhall metro durağına yakın.
– The Little Café: Kelvingrove Sanat Galerisi ve Müzesi’nin karşısında yer alan bu kafe adı gübü küçük ve şirin bir yer. Öğle yemeğinde 5 Sterline çorba ve sandviç alabiliyorsunuz (İskoçya’nın soğuğunda Ağustos ayında bile çorba iyi geliyor). Makul fiyatlı pizzaları da doyurucu.
– Bloc: Şef aşçısı internette viral olunca epey ünlenen bu mekan tanıdık gelmiş olabilir. Aslında pub olsa da menülerinde epey ‘yaratıcı’ seçenekler mevcut. Örneğin hot dog yerine ‘not dog’ ismini verdikleri sosisli sandviç tamamen vegan olarak mercimek, patates, kabak, tahin, avokado ve peynirle yapılıyor. 8 – 10 Sterlin civarında bir masrafla doyarsınız. Glasgow Queen Street İstasyonu’ndan şehir meclisine doğru değil de diğer tarafa doğru yürüyün, iki sokak sonra ulaşacaksınız.
– George Square’in yanında yer alan, üstelik sadece 5 Sterlin karşılığında doyurucu bir yemek + içecek alabileceğiniz Bread and Butter ise makarna, açık büfe salata, Uzakdoğu mutfağından karışık pilavlar ve pizza gibi basit seçenekler sunuyor. Fiyatı için tercih edilebilir.
– Piece: Yine George Square’in hemen alt sokağında yer alan bu sandviççinin özelliği her şeyi taze olarak kendi mutfaklarında üretmeleri. Zaten ismi olan ‘piece’, Glasgow argosunda sandviç anlamına geliyor. Sandviç fiyatı 3.50 Sterlin. 2 Sterlin’e çorba da bulunuyor.
– The Banana Leaf : Kelvingrove Parkı’nın köşesinde bulunan bu ufak işletmeden sadece 4 Sterline paket alıp parkın içinde yiyebilirsiniz. Zaten birçok Glasgowlu da öyle yapıyor. Hint mutfağından yemekler sunuyor.
– Bread Meats Bread: Listeyi epey uzattım ama ismini özellikle beğendiğim bu hamburgerciyi de eklemesem olmazdı. Glasgow’da iki, Edinburgh’da bir şubeleri var. Glasgow’daki şubelerin biri Lighthouse’un arka sokağında diğeri ise Glasgow Botanik Bahçesi’nin köşesinde bulunuyor. Lezzet olağanüstü ama hamburger + içecek için 10 Sterlini gözden çıkarmanız gerekiyor.
– Yiyecekleri değil de müziğiyle (ve fiyatıyla) öne çıkan, ismini de diğer “ciddi” mekanlara göre eğlenceli bulduğum Where The Monkey Sleeps ise 2.50 Sterlin karşılığında sandviç veya tostla açlığınızı bastırırken şahane şarkıların keyfini çıkaracağınız bir adres. Üstelik Argyle Street’te bulunuyor.
Tatlı için önerebileceğim yer ise bir donut dükkanı. Tantrum Doughnuts Kelvingrove Parkı’nın yanında yer alıyor. Yağmursuz bir güne denk gelecek kadar şanslıysanız alıp parkta yiyebilirsiniz. Bence fıstıklı muhallebi dolgulu olan süper ama siz daha klasik (hani şu simit şeklinde olup içi boş olanlardan) bir seçeneği de yeğleyebilirsiniz. Aynı yerde taze olarak üretiliyor.
Çay, kahve ve tatlı için önereceğim son yer ise hemen Argyle Street üzerinde, Glasgow Central istasyonu yakınında yer alan eski St Enoch metro durağı. Yeni bir durak inşa edilince eskisini aynı isimli meydanda kafe olarak açmışlar. Hem yeri uygun, hem tarihi bir mekan, hem de lezzeti kalburüstü.
İskoçya’dan bahsederken viski ve birayı eksik bırakmak olmaz. Glasgow Central istasyonundan Hope sokağına girerek ulaşabileceğiniz The Pot Still hem tipik bir pub ortamına sahip olmasıyla otantik havasını koruyor hem de aklınıza gelebilecek her viskiye ev sahipliği yapıyor. Glasgow Central istasyonu ile Buchanan sokağı arasında kalan Republic Bier Halle ise adı üzerinde bir birahane olmasının yanında uygun fiyata fast food servisi de yapıyor. Haggisli pizza bile var ama bence düşüncesi bile kötü!
Glasgow, Edinburgh’a göre daha uygun fiyata konaklayabileceğiniz bir şehir. Ben merkez kısımda kalmanızı öneririm, kendinize ölçüt olarak Argyle Street’i alabilirsiniz. En azından nehrin kuzey yakasında, Glasgow Green ile Glasgow Üniversitesi arasında ve Queen Street istasyonunun güneyinde kalan bir dikdörtgen çizin ve onun içinde kalmaya çalışın. Burası şehrin tarihi merkezi ve görülecek çoğu şey burada yer alıyor. Karşı kıyıda olup da nehre yakın bir konumda bulunan yerlerde kalmanız halinde de sorun yaşamazsınız, köprülerden karşıya geçince merkeze ulaşıyorsunuz ne de olsa. Uzak bir noktada kalmanız halinde ise pişman olabilirsiniz. Metro veya otobüse binmek için vereceğiniz 1.70 Sterlin ile otelinizden çıkıp da göreceğiniz yerlere sürekli olarak toplu taşıma ile gitmek ekonomik değil, üstelik zaman kaybına da neden oluyor. Uygun fiyata otel konforu sunan bir üç yıldızlı otel zinciri olan The Premier Inn’i tercih edebilirsiniz, yukarıda bahsettiğim bölgede altı farklı şubesi olduğundan illa ki birinde yer vardır, fiyat ve kalite şubeleri arasında belli bir standartta oluyor.
Glasgow’a gideceklerin dikkat etmesi gereken önemli bir durum var. Biliyorsunuz, futbol asla sadece futbol değildir, Glasgow da bu tespitin hakkını fazlasıyla veriyor. İspanya’daki Kralcı Real Madrid ile Katalan Barcelona arasındaki rekabetin sadece futbolun ötesinde olması gibi burada da Celtic ile Glasgow Rangers çekişmesinin oldukça sert bir siyasi (ve hatta dini) geçmişi var. Mavi formalı Glasgow Rangers Birleşik Krallık’ın bir parçası olma, kraliyete bağlılık ve Anglikan mezhebi taraftarlarının desteklediği takım iken yeşil formalı Celtic İskoçya’nın bağımsızlığı, cumhuriyetçilik ve Katolik inancı yanlılarının takımı. Geçmişte holiganlar arası kavgalarda çok sayıda ölüm yaşanmış ve durum hala yatışmış sayılmaz. Bu vaziyetten doğal olarak rahatsızlık duyan şehir konseyinin kararıyla okullarda öğrencilerin forma ile gezmesi yasaklanmış. Birçok kafe, restoran ve bar da üstünde forma olan kimseyi müşteri olarak kabul etmiyor. Neyse uzun lafın kısası, bu takımlardan birinin forması ile dolaşmayın, iyi bir Glasgow hatırası gibi görünebilir ama başınıza bir bela gelsin istemezsiniz. Elbette bu takımlardan birine yakınlık hissediyorsanız stadlarına gidip gezebilir, forma vb istediğiniz eşyayı alabilirsiniz ama valizine atın, Türkiye’de rahat rahat giyersiniz. Durum o kadar vahim düzeyde ki Bridgeton bölgesinde herhangi bir yeşil kıyafet veya Royston’da ise mavi renkli bir şey giymekten kaçınmanız öneriliyor. İlginç bir tesadüf mü yoksa iki bin yıllık bir bağ mı emin değilim ama Antik Roma ve Bizans İmparatorluğu’nda da halk Maviler ve Yeşiller olarak iki takımın taraftarı olarak bölünmüş ve sık sık sokaklarda çatışmış, hatta orada da maviler imparatorluk, yeşiller ise cumhuriyet yanlısı! Tabii onlarınki futbol takımı değil de araba yarışı takımı (yarıştıkları pist ise Sultanahmet Meydanı’ndaki sütunların çevresi).
Daha önceki yazılarımda yazmıştım ama burada da belirteyim: Diğer ülkelerin aksine Birleşik Krallık’ı terk ederken pasaporta çıkış damgası basılmıyor. Yurt içi bir uçuş gibi check-in yapıp güvenlikten geçip uçağa biniyorsunuz, pasaport kontrol noktası yok. Sonra benim gibi havaalanı boyunca koşturup yana yakıla pasaport memuru aramayın! Güvenli ve huzurlu bir seyahat dileklerimle…