Avrupa’daki Londra, Paris, Roma gibi başkentlere kıyasla Lizbon gezginlerin tercih listesinde nispeten alt sıralarda yer alsa da benim gittiğime en fazla memnun kaldığım yerlerin başında geliyor.
Portekiz’in çok büyük bir ülke olmamasının da etkisiyle, başkent olmasına rağmen fazla kalabalık veya şehirleşmiş değil, hala şirin bir sayfiye yerinin ruhunu taşıyor.
Hem görülecek çok sayıda anıt barındırıyor, hem havası güzel hem de başkent olması sayesinde ulaşım, konaklama gibi seçenekler oldukça iyi.
Vize, ulaşım, konaklama, yemek gibi konuları ayrı bir yazıda ele alacağımdan bu yazımda sizlere sadece Lizbon’da görülmesi gereken yerleri anlatacağım.
Umarım siz de bu yazıyı okuduktan sonra obilet.com’dan uçak biletinizi alıp Portekiz’e doğru yola çıkarsınız, pişman olmayacağınıza eminim.
Zaten göreceksiniz ki kentte Avrupa’dan, özellikle de ticari ve kültürel bağların güçlü olduğu İngiltere’den çok sayıda turist bulunuyor.
Öncelikle şunu belirteyim ki, haritada yan yana olmalarına ve dillerinin epey benzemesine rağmen Portekizlilerle İspanyollar aynı millet değiller.
Sakın ola bir Portekizliye İspanyol olduğunu söylemek gibi bir hataya düşmeyin, epey kızarlar.
Atlas Okyanusu kıyısında uzanan Portekiz için bir Akdeniz ülkesi demek bile doğru değil aslında. Lizbon şehrinin merkezi olan Alfama – Rossio – Belem hattı tam olarak ülkeye hayat veren Tejo Nehri’nin Atlas Okyanusu’na döküldüğü noktada bulunuyor.
Gezilecek yerlerin çoğu da bu civarda yer alıyor. Buraya metro ile kolayca geliniyor, ayrıca oteller de olduğundan direk burada konaklamak da mümkün.
Hepsinden Lizbon Gezi Rehberi yazımda bahsedeceğim.
Lizbon’un kalbinin attığı yer tam olarak burası. Bana fazlasıyla Taksim’i hatırlattı.
Ayrıca burada Turizm Danışma Noktası bulunuyor. Buradan ücretsiz olarak turistik harita alabilirsiniz. İngilizcesi mevcut ve önemli noktalar işaretlenmiş oluyor.
Meydanın tam ortasında Portekiz krallarından 4. Pedro’nun heykeli bulunuyor. Heykelin dört yanındaki kadın heykelleri ise Güç, Bilgelik, Adalet ve Ölçülü Davranma’yı simgeliyor.
Meydanın kenarında ise 1842 yılında kurulan 2. Maria Tiyatrosu’nu görebilirsiniz, binanın tepesinde Portekiz’in en önemli oyun yazarı Gil Vicente’nin heykeli size bakıyor olacak.
Üstü işlemeli kapısından geçtiğinizde uzanan taş döşeli Rua Augusta yolu ise iki yanında uzanan eski binalarla İstiklal Caddesi’ni anımsatıyor.
En önemli farkı çok temiz olması. Kentteki son günümde otelden çıkarken bizzat gözlerimle gördüm, bu taş döşeli caddeyi bildiğiniz vileda ile (evet şu evde kullandığımız) köşe bucak silip temizliyorlar. Böylece keyif içerisinde metro durağından nehir kenarına doğru yürüyüp tarihi apartmanlara doya doya bakabiliyorsunuz. İstiklalin ortasına dükkanın çöplerini yığan kendi esnafımızı düşününce de ister istemez üzülüyorsunuz!
Yolun sonunda ise Ticaret Meydanı’na (Praça de Commerçao) ulaşıyorsunuz. Arkanızda Rua Augusta’nın girişinde yer alan ve aynı adı taşıyan şaşaalı zafer takı, iki yandaki tarihi binalar ve önünüzdeki nehir ile birçok güzel fotoğraf çekmek mümkün. Bu zafer takı gerçekten muazzam. Tepesinde Vasco de Gama başta olmak üzere önemli Portekizlilerin heykelleri bulunuyor.
Meydanın ortasında da Portekiz’in o yıllarda kralı olan 1. Joseph’in heykeli yer alıyor.
Ayrıca meydanda sokak müzisyenleri ve gösteri sanatçıları bulunuyor.
1755 yılındaki depremde yıkılmadan önce burada saray yer alıyormuş.
Rossio Meydanı’ndan Tejo Nehri’ne inen birçok cadde var ve hepsinin kenarı tarihi dokusunu korumuş dükkanlar, oteller ve restoranlar ile dolu. Rua Augusta’yı gördükten sonra onları da gezmekte fayda var.
Lizbon’un tepesinde dikilen bu kale, Endülüs Emevileri zamanında yapılmış. Sonradan kent Hristiyan yönetimine geçince bu ad verilmiş.
İslami mimarisi nedeniyle görüntüsü biraz tanıdık gelecektir. Bir yandan Ankara Kalesi gibi kente göz kulak oluyor, bir yandan da Rumeli Hisarı gibi gelip geçen gemileri dikkatli biçimde süzüyor.
Yüksek konumu nedeniyle surların tepesinden Lizbon’un muhteşem bir manzarası seyredilebiliyor.
Burada atıştırmalık hafif yiyecekler ve her türden içecek de satılıyor.
Kalenin bulunduğu tepeye de aynı biçimde San Jorge Tepesi deniyor ama bu mahallenin adı genel olarak Alfama.
Kalenin statüsü müze olduğu için giriş ücretli ve 10 Euro. Lisboa Card ile de ücretsiz değil maalesef, sadece %20 indirimli.
Neyse ki her gün açık, yani oraya kadar gidip de geri çevrilme ihtimaliniz yok. Mart ile Ekim ayları arasında sabah dokuz ile akşam dokuz arası açık ki zaten turizm için ideal dönem de bu. Olur da Kasım ile Şubat arası giderseniz aynı saatte açılıp akşam altıda kapanıyor ama soğuk havada manzaranın tadını çıkarmak zor olacaktır.
Müzedeki sergi genelde bu tepede çıkarılan sikkeler ve ufak tefek eşyalardan oluşuyor. Fenikeli, Kartacalı ve Yunan koloniciler antik çağlarda burada ufak bir yerleşim kurduğundan onlardan kalma nesneler dahi var.
Zaten kentin ismi de Fenike dilinde güvenli liman anlamına gelen “Alis Ubo” sözcüklerinden kaynaklanıyor.
Tabii kalenin duvarlarında yürümek de başlı başına tarihi bir deneyim.
Bu tepenin üzerine ilk kale milattan sonra beşinci yüzyılda Vizigotlar tarafından dikilmiş. Daha sonra onuncu yüzyılda Endülüs Emevileri tarafından genişletilmiş ve sonunda on ikinci yüzyılda İspanyol yönetimine isyan ederek Portekiz’i kuran ve Lizbon’u Emevilerin elinden alan ünlü kral 1. Afonso tarafından büyütülüp saray haline getirilmiş.
Rossio’nun çaprazındaki Martim Moniz Meydanı’nın (Praça de Martim Moniz) köşesinden kalkan bu ufak sarı tramvay, bana hemen İstiklal Caddesi’nde işleyen tarihi tramvayı hatırlattı.
Meydana adını veren ve burada bir heykeli bulunan Martim Moniz adlı şövalye için bizim Ulubatlı Hasan’ın Portekiz versiyonu diyebilirim.
Portekiz Krallığı’nı kuran 1. Afonso buraya gelip de kaleye saldırdığı sırada Emevi savunmacılar kalenin açık olan kapısını kapatmaya uğraşmış ama bu şövalye kendi bedenini üzerindeki ağır zırhla birlikte kapının iki kanadının arasına atınca kapatamamışlar. Diğer Portekiz askerleri de onun bedeninin üzerindeki açıklıktan kalenin içine girmiş ve böylece Lizbon Hristiyanların eline geçmiş.
Bu büyük kente hakim olmak da o zamana dek İspanya Krallığı’nın hizmetinde Portekiz’in kuzey kısmındaki Guimaraes kentini yöneten bir derebeyi olan Afonso’ya kendi bağımsız krallığını kurarak günümüzdeki Portekiz’i oluşturması için gereken cesareti vermiş.
Tramvay, Alfama isimli eski kent merkezinin içinden ağır ağır geçiyor ve yarım saat süren bu yolculuk boyunca Lizbon sokaklarını gözlemleme şansınız oluyor.
Üstelik yolun sonunda Sao Jorge Kalesi’ne çıktığı için buraya da ulaşmış oluyorsunuz. Tramvay sevenler bayılacaktır, nostaljik bir yolculuk olduğu kesin.
Yalnız sizi uyarmalıyım ki gerçekten yavaş gidiyor, emin olun yürüyerek daha hızlı gezebilirsiniz ama yokuş çıkacağınızdan yorulacağınız için tramvayı da tercih etmek mümkün.
Kalabalık zamanlarda, hava da sıcakken sıkışık tramvay epey bunaltıcı oluyor. Ben tramvay ile kaleye çıktım ama yürüyerek indim. Muhtemelen siz de bir kez bindikten sonra öyle yaparsınız.
Alfama sokaklarında yürümek, Lizbon’u gezmenin en güzel yolu. Zaten kentin yakın tarihteki dramatik geçmişini anlatan Night Train to Lisbon filminin de çoğu sahnesi bu taş döşeli dar sokaklarda geçiyor. 2013 yapımı filmin başrollerinde Jeremy Irons ile Melanie Laurent yer alıyor.
Ayrıca bu sokaklarda yürürken çok sayıda ufak hediyelik eşya dükkanına da rastlayacaksınız. Özellikle Endülüs Emevileri döneminde bölgenin kalbi bu sokaklarda atıyormuş, bu kültürün izlerini hala görmeniz mümkün.
Alfama’da yer alan bu amfitiyatro, Antik Roma İmparatorluğu’nu kuran (yani Antik Roma Cumhuriyeti’ni imparatorluğa çeviren ve neredeyse o dönemde bilinen toprakların hepsine hükmeden imparatorluk) hatta Ağustos ayına da ismini veren Augustus tarafından inşa edilmiş, bu da iki bin yaşında olduğu anlamına geliyor.
Lizbon’u yerle bir eden 1755 depreminden sonra geriye pek bir şey kalmamış olsa da müze olarak gezilebiliyor.
Pazartesi günleri kapalı, diğer günler 10:00 – 13:00 ve 14:00 – 18:00 arası açık. Lisboa Card sahiplerine ücretsiz.
Avrupa başkenti gezilir de katedral görülmez mi! Elbette burada da kentin katedrali turist akınına uğruyor.
Özellikle İtalya’daki katedralleri düşününce bence biraz sönük kalıyor.
Tabii bunda neredeyse dokuz yüz yıllık olması ve Lizbon’un fay hattı üzerinde yer alması ve tarih boyunca çok sayıda deprem geçirmesinin de etkisi büyük (bir kez daha İstanbul’u anımsamamak ise mümkün değil!).
Buna rağmen yıkılmadan ayakta kalmayı başarmış. Ticaret Meydanı’nın Alfama tarafında kalan katedral ücretsiz olarak 10:00 ile 17:00 arası gezilebiliyor. Katedralin kutsal emanetler bölümü ise 2,50 euro karşılığında ziyaret edilebiliyor.
Rossio’dan 28 nolu otobüse veya 15 nolu tramvaya binerek ulaşabileceğiniz Belem, kentteki önemli turistik noktaların yoğunlaştığı güzel bir bölge.
Üstelik yol Tejo Nehri boyunca ilerlediğinden cam kenarını oturup çevreyi de seyredebilirsiniz.
Buranın adına taşıyan ünlü Portekiz tatlısını ise Lizbon Gezi Rehberi’nde uzun uzadıya anlatacağım.
Jeronimos Manastırı oldukça geniş bir bina ve her tarafı ince işçilikle süslenmiş. Özellikle Hristiyan turistlerin mutlaka uğradığı bir durak.
Oldukça görkemli olan manastır 1501 yılında yapılmış ve Vasco da Gama gibi Portekizli gemiciler tehlikeli yolculuklarına çıkmadan önce hep burada dua ederlermiş, onların bağışlarıyla asırlar boyunca eklemeler yapılan bina sürekli genişletilmiş ve süslenmiş.
Manastıra giriş ücreti 10 Euro
Jeronimos Manastırı’na bağlı olan Santa Maria Kilisesi’ni ücretsiz olarak gezebiliyorsunuz ve eğer konuya özel ilginiz yoksa bence bu kadarı yeterli gelebiliyor. Her gün 10:00 ile 18:00 arası açık.
Önünde yer alan İmparatorluk Meydanı (Praça de Imperio) isimli geniş bahçede yürüyüş yapmayı da ihmal etmeyin, ortasında güzel bir havuz bulunuyor.
Vasco da Gama’nın ve Portekiz edebiyatının önemli isimlerinden Fernando Pessoa’nın kabirleri de Santa Maria Kilisesi’nin içinde bulunuyor.
Hemen manastırın yanında ise Ulusal Arkeoloji Müzesi yer alıyor. Zaten bu bölge şehrin müze merkezi sayılır.
Yüz yaşındaki bu müzede taş devrinden yakın zamanlara dek her türden eser mevcut, Antik Mısır’dan mumyalar ve Endülüs Emevileri’nden kalma eserleri görebiliyorsunuz.
Tek başına 5, manastır ile birlikte 12 Euro. Pazartesi günleri kapalı, salıdan pazara dek sabah on ile akşam altı arası ziyaret edilebiliyor.
Manastırdan çıktığınızda arkanızı binaya yüzünüzü nehre verip sağa doğru yürürseniz Keşifler Anıtı’na (Padrão dos Descobrimentos) ulaşacaksınız. Nehrin içine ha düştü ha düşecek gibi görünen bu beyaz renkli anıtı ben epey beğendim.
Atlas Okyanusu kıyısında yer alan Portekiz, tarih boyunca muhteşem denizciler yetiştirmiş ve bununla gurur duyuyor.
Doğu komşuları olan İspanyolları kara üzerinde yenmelerinin imkansız olduğunu fark etmelerinin ardından Portekiz kralları da tüm imkanlarını denizde ilerlemek için seferber etmişler ve böylece coğrafi keşiflerin büyük kısmı Portekizli denizciler tarafından gerçekleştirilmiş.
Hatta Prens Henrique, nam-ı diğer Gemici Henrique, Azor Adaları’nı ve Cape Verde’yi bizzat denize açılarak keşfetmiş.
Tabii bu keşiflerin ardından da göz yaşartıcı dramların yaşandığı sömürgeler kurulmuş ama Portekizliler işin o kısmına pek kafa yormuyor.
Anıtın üzerinde keşiflere önemli katkıda bulunmuş denizcilerin heykelleri yer alıyor.
Pazartesi günleri dışında saat 10:00 ile 18:00 arasında 6 Euro karşılığında 52 metrelik anıtın tepesine çıkarak nehri ve Belem’i seyredebilirsiniz.
Anıtın önündeki mozaik ise Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından hediye edilmiş ve özellikle pusula şeklinde yapılmış çünkü Çinlilerin icat ettiği bu basit ama olağanüstü faydalı alet olmasa belki de keşiflerin hiçbiri gerçekleşmeyecekti.
Zaten anıtın kendisi de Portekizlilerin keşifleri için kullandığı gemilerin pruvası örnek alınarak tasarlanmış.
Belem Kulesi (Torre de Belem) deniz kıyısında yer alıyor. Bana bir hayli Kız Kulesi’ni hatırlattı.
Aklınızdan “bu adam da her yeri buradaki bir şeye benzetiyor” diye geçiriyor olabilirsiniz ama ben Lizbon’u genel olarak İstanbul’un daha az nüfusa sahip, daha sakin, daha iyi korunmuş bir versiyonuna benzettim.
Rengi beyaza çalan bu beş katlı kulenin üzerinde estetik işlemeler mevcut, özellikle gergedan biçimli süsleme Portekiz’e kulenin inşaatı sırasında getirilen ve bu topraklara ayak basan ilk gergedanın onuruna yapılmış.
Görünüşüne aldanıp süs olsun diye inşa edildiğini sanmayın, şehri nehir yoluyla gelecek saldırılardan korumak için 1514 ile 1520 yılları arasında yapılmış. Ayrıca zindan olarak da kullanılmış.
6 Euro karşılığı içine girmek de mümkün ama kalabalık ve sıkışık oluyor, özel olarak ilgi çekecek bir şey de yok, bence dışarıdan seyretmek daha güzel, hem bir yanınıza nehri diğer yanınıza kuleyi alıp hoş selfieler yapabilirsiniz.
Ziyaret sabah saat onda başlıyor ve yaz döneminde 18:30, kışın ise 17:30’da bitiyor.
Eğer Jeronimos Manastırı ile ortak bilet alırsanız kampanya ile 12 Euro’ya, bu ikisine Arkeoloji Müzesi’ni de eklerseniz hepsi toplam 16 Euro’ya geliyor. Lisboa Card ile ücretsiz.
Yakınlarda yer alan Belem Kültür Merkezi (CCB) de yirminci yüzyıldan sanat eserlerinin sergilendiği bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor.
Pablo Picasso ve Salvador Dali gibi ünlü isimlerin imzasını taşıyanlar eserler mevcut.
Hemen Keşifler Anıtı’nın arkasında bulunuyor.
Her gün açık ve giriş ücretsiz. Hafta içi sabah sekizden akşam sekize, hafta sonu ise sabah ondan akşam altıya dek gezebilirsiniz.
Hemen karşısında yer alan Berardo Koleksiyonu Müzesi (Museu Colecção Berardo) ise çağdaş sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor. Andy Warhol ve Jackson Pollack gibi ünlü isimlerin imzasını taşıyan resimleri görebilirsiniz.
Pazartesi günleri kapalı, diğer günler 10:00 ile 19:00 arasında açık. Girişin ücretsiz olması da cabası.
Deniz Müzesi (Museu da Marinha) de hemen yakında bulunuyor.
İçerdiği binlerce eser ile devasa bir müze ve hepsini görmek istiyorsanız çok zaman ayırmanız lazım ama denizciliğe özel ilgi duymayanlar sıkılabilirler.
Portekizlilerin denizciliğe verdiği önemden yukarıda da bahsetmiştim, müzede bunun etkilerini açıkça görebiliyorsunuz.
Afrika’nın güneyindeki Ümit Burnu’nu dolaşması ve Akdeniz’e uğramadan Hindistan’a giden alternatif bir rota bulmasıyla (ve bunun sonucunda Doğu yani Çin – Hindistan ile Batı yani Avrupa arasındaki ticaretten sağladığı gümrük gelirlerini yitiren Osmanlı Devleti’nin iflasa sürükleyen) ünlü Vasco de Gama’nın yol boyunca yanında taşıdığı dini heykelcik en çok ilgi gören eser.
5 Euro karşılığında gezilebilen müze yaz aylarında 10:00 ile 18:00, kış aylarında ise 10:00 ile 17:00 arası açık.
Tejo Nehri’nin karşı kıyısında bulunan bu heykel, Rio de Janeiro’da bulunan devasa İsa heykelinin biraz daha küçük versiyonu.
Zaten iki yakayı birbirine bağlayan, çarpan ışığa göre kah turuncu kah kırmızı görünen 25 Nisan Köprüsü (Ponte 25 de Abril) da San Francisco’da yer alan Altın Kapı (Golden Gate) Köprüsü’nden fazla esinlenmiş.
Nehrin Lizbon yakası boyunca çok sayıda basamak, bank vs mevcut ve buraya oturup heykeli görebilirsiniz. Hem birçok Lizbonlu, hem de bir o kadar turist bu banklara oturup güzel havanın, nehir manzarasının ve çevredeki büfelerden aldıkları yiyecek ve içeceklerin tadını çıkarıyor. Sokak müzisyenleri ve çeşitli performans sanatçılar da eksik olmuyor.
Heykelin tepesine 5 Euro karşılığında çıkılabiliyor ve haftanın her günü sabah dokuzdan akşam altıya dek açık.
Tek sorun, bunun için karşı kıyıya geçmenizin gerekmesi, bu da feribota binmeniz ve oradan da 101 nolu otobüse aktarma yapmanız demek. Feribot gidiş geliş toplam 3 Euro tutuyor.
Otobüsler için de Lisboa Card kullanabilirsiniz. Bunun hakkında detaylı bilgiyi Lizbon Gezi Rehberi adlı yazımda vereceğim.
Lizbon’da daha fazla zamanı olanlara ilk tavsiyem Porto ve Braga’ya gitmeleri olur ama beş saatlik tren yolculuğunu göze alamayanların gezebileceği birkaç nokta daha var.
Bu yazıda bahsetmediğim Chiado, Baixa ve Barria Alto mahalleleri ise yemek ve alışveriş noktalarıyla ünlü olduklarından Lizbon Gezi Rehberi yazımda geniş yer bulacaklar, yola çıkmadan önce ona da göz atmayı ihmal etmeyin.
Ulusal Antik Sanatlar Müzesi (Museu Nacional de Arte Antiga) de gezilebilir. İçeride resim ve heykel sanatı başta olmak üzere mücevherler, seramikler, mobilyalar, sofra takımları ve kumaşlar dahi mevcut.
Dürer ve Bosch’un resimleri özellikle dikkat çekiyor.
Pazartesi günleri kapalı olan müze diğer her gün sabah on ile akşam altı arası ziyaret edilebiliyor. Giriş ücreti 6 Euro.
Tejo Nehri kenarında, Belem ile Rossio’nun tam ortasında yer alan müzeye Rossio’dan 15 nolu tramvay ile gidebilir veya tabana kuvvet yürüyebilirsiniz.
Benzer bir içeriğe sahip olan Calouste Gulbenkian Müzesi ise Salı günleri dışında her gün sabah on ile akşam altı arası açık.
Giriş ücreti olan 10 Euro ama 29 yaşından küçük olanlara yarı fiyatına.
Neyse ki koleksiyon bu fiyata uygun olarak epey geniş: Antik Mısır’dan günümüze dek her türden sanat eseri görebiliyorsunuz.
Bahçesi de bir o kadar güzel.
Metronun San Sebastiao durağında inerek kolayca ulaşabilirsiniz.
Botanik Bahçesi (Jardim Botanico) güzel havada gezmek ve inanılmaz bir çeşitliliğe sahip bitkileri görmek için birebir, adeta doğaya adanmış bir açıkhava müzesi.
Portekiz Kralı tarafından, dünyadaki her bitki türünden bir adet bulunması için kurulmuş ama bunu başarmak imkansız tabii.
Yine de içerideki 18 bin tür epey etkileyici, zaten bu kadarını bile tek tek görmek yoruyor, akılda tutmak ise insan becerisinin ötesinde.
Lisboa Card ile ücretsiz girilebiliyor, yoksa 15 euro ücret talep ediliyor.
Her sabahta dokuzda açılıyor ve yazın sekizde, kışın altıda kapanıyor. Metronun Rato istasyonundan ulaşabilirsiniz.
Özgür Sular Kemeri (Aqueduto das Aguas Livres) iki asırlık bir yapı ve dünyanın en büyük taş kemerini barındırıyor.
Suyun Annesi (Mãe d’Água) isimli sarnıç da dünyanın en büyük su rezervi ve kemer ile yaşıt.
Artık kullanımda değil ama Su Müzesi (Museu da Água) içerisinde gezilebiliyor.
1990 yılında Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ne layık görülen bu müze, tam da Belem Kulesi’nin hizasında, biraz iç kısımda bulunuyor.
Giriş ücreti sadece 2 Euro olan müze Pazar ve Pazartesi günleri kapalı. Salı’dan Cumartesi’ye dek saat 10:00 ile 17:30 arası gezebilirsiniz.
Sadece 5 Euro karşılığında gezebileceğiniz Fundação Arpad Szenes / Vieira da Silva Müzesi de iki asırlık bir ipek fabrikasının içine kurulması nedeniyle sergisinin yanı sıra binasıyla da göz dolduruyor.
Portekiz’in yakın tarihli iki ünlü ressamı olan ve müzeye adını veren Arpad Szenes ile Maria Helena Vieira da Silva’nın eserleri sergileniyor.
Pazar günleri 10:00 – 18:00, diğer her gün 11:00 – 19:00 arası açık.
Biraz yol gitmeyi ve 19 Euro bilet parası ödemeyi göze alanlar Lizbon Akvaryumu (Oceanario de Lisboa), Avrupa’daki en geniş ikinci akvaryum.
İçinde 450’den fazla tür barındırıyor.
Yaz aylarında sabah on ile akşam sekiz, kış döneminde ise sabah on ile akşam yedi arası açık.
Uluslar Parkı’nın (Parque das Nações) içinde bulunuyor, gelmişken burayı da gezebilirsiniz.
Metronun Oriente durağı üzerinden gidebilirsiniz.
500 yıl önce Portekiz Kraliçesi tarafından kurulan Döşeme Müzesi (Museu Nacional do Azulejo) ise sadece konuya ilgi duyanların ilgisini çekecektir.
Pazartesi günleri kapalı, diğer günler 10:00 ile 18:00 arası açık. Giriş ücreti 5 Euro.
Ulaşmak için Rossio’dan nehir kıyısına çıkın ve Belem yönünde değil de Alfama yönünde, yani yüzünüzü nehre dönüp sola doğru yürüyün, on dakikada varırsınız.
Zaten burayı da gezerseniz Lizbon’un her köşesini görmüş olmakla övünebilirsiniz bence. İyi bir seyahat dileklerimle…