“Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” sorusu yıllardır kafamızı kurcalarken, seyahat konulu kitaplar yazımız sayesinde hem okuyup hem de gezerek bilgi düzeyinizi en üst seviyeye çıkarabilirsiniz.
Okumayı da gezmeyi de çok seven birisi olarak seyahat ile ilgili kitaplar listesini günümüzden geçmişe doğru kronolojik bir sırayla hazırlayıp, sizleri geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarmak istedim.
Sizin de hem okurken hem de bahsedilen yerleri gezerken en az benim kadar keyif almanız dileğiyle…
Seyahat İle İlgili Okunması Gereken Kitaplar
İçindekiler
Bu kitap Mario Levi’nin yedi kitaplık bir seri olarak yazmayı planladığı “Gördüklerimiz Göremediklerimiz” serisinin ilk kitabı olarak karşımıza çıkıyor.
Kitap yazarın Gazete Kadıköy’de yazdığı yazıların bir derlemesi gibi aslında. Sevgili Levi bizlere Kadıköy’de geçen bir Cuma gününü anlatıyor ve gösteriyor.
Kitapta anlattığı yerlerin siyah beyaz fotoğraflarına yer verip bu güzel yerleri gözümüzde canlandırmamızı kolaylaştırıyor.
Ayrıca yazar bize bu fotoğraflarda günlük hayatı hızlı bir şekilde yaşarken kaçırdığımız küçük detayları yakaladığını söylüyor.
Belki de biraz durup bakınca hayatı daha anlamlı ve doygun bir hale getirebileceğimizi hatırlatıyor. Kitapta sadece mekanlar değil insan hikayeleri de bulunuyor.
Yazar hem geçmişten gelen hem de günümüzden Kadıköy ile özdeşleşmiş insanların hayatlarına ışık tutuyor, onların kesişen yaşamlarını gösteriyor.
İstanbul’un en güzel semtlerinden biri olan Kadıköy’ün büyüleyici hikayesini okumak isteyen herkesin göz atmak isteyeceği bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kitabı anlatmaya başlamadan önce biraz yazarından bahsetmek istiyorum.
Onur Ataoğlu, 2002-2006 yılları arasında Tokyo Büyükelçiliği’nde görev yapmış. Bu dört yılda Japonya’da edindiği deneyimlerini derleyerek tam üç kitap yazmış: “Japon Yapmış”, “Japon Ne Yapmış” ve “Japon Yapmış Türk Gezmiş”.
Sizlere bahsedeceğim sonuncu kitap tam bir Japon kültürü ve seyahat kitabı. Sadece seyahat demedim çünkü yazar Japon kültürüne ait çok güzel detayları anlatarak bizi aydınlatmış.
Kitabın seyahat kısmı kesinlikle çok kapsamlı. Sadece Tokyo ve Osaka gibi büyük şehirler değil, Japonya’nın gizli kalmış diğer şehirleri de anlatılıyor. Mesela Nara bunlardan bir tanesi ve en güzellerinden diyebilirim.
Ben kitabı maalesef Japonya’yı gezdikten sonra okuma fırsatı buldum ama size önerim tabii ki seyahatinizden önce okumanız. Her şehir için nereler gezilmeli, hangi yemekler yenmeli, nerelerde alışveriş yapmalı ve ne tarz otellerde kalınmalı soruları ayrıntılı ve bir o kadar da gerçekçi bir dille yanıtlanmış.
Fakat kitap sadece önerilerin verildiği basit bir kitap değil, yazarın bizimle Japon kültürü ile ilgili deneyimlerini anlattığı, sohbet havasında geçen sıcacık bir kitap.
Ayrıca üslubu da çok içten, bazı yerler sizi çok eğlendirirken, bazı yerler de (özellikle 2. Dünya Savaşı trajedisini yaşamış insanlarla ilgili kısım) sizi gerçekten üzebiliyor.
Kitabı o kadar çok beğendim ki bu kitap eşliğinde Japonya’yı tekrar doyasıya gezmek istiyorum.
Bir Dinozorun Gezileri kitabını okumaya başlar başlamaz anlıyorsunuz ki yazar, küçük mutluluklardan büyük zevk alan bir insan.
Doğayla kucaklaşmak, yakamozlar eşliğinde yüzmek, lezzetli bir yemeği afiyetle yemek onun vazgeçilmezlerinden.
Denize olan tutkusu o kadar fazla ki deniz kabuklarının rüyalarına bile girdiğini söylüyor. Gezi notlarına ise eski ve yeni Bodrum’u anlatarak başlıyor. Buranın gelenek, göreneklerini ve yaşam tarzını anlatıyor.
Yazarın maceraları mavi yolculukla devam ediyor, koyların tadına vararak geziyor.
Kitabın sonraki bölümlerinde ise yazar Anadolu, Paris, İngiltere, İtalya, Sovyet Rusya ve Amerika’ya yaptığı gezileri eğlenceli bir dille aktarıyor.
Kullandığı “dinozor” terimi ise yazarın tüm bu gezileri az bir parayla gerçekleştirdiğini anlatmak için kullanılmış. Yani size de hayalinizi kurduğunuz gezileri ekonomik bir biçimde yapabileceğinizi söylüyor.
Buket Uzuner, bu kitapta hepimizin hayalini kurduğu şeyi yapmış aslında. Sırt çantasını alıp dünyayı gezmiş, birçok insanla tanışıp farklı ülkelerin kültürlerini öğrenmiş.
Gezdiği yerler arasında Norveç, İsveç, Finlandiya, Amerika, Cezayir, Danimarka ve Rusya yer alıyor. Bu yüzden kitap kısa da olsa anlatılan yerler açısından çok kapsamlı olduğunu söyleyebilirim.
Aslında bu kitap yazarın yarattığı Günsu Bertan karakterinin Varlık Dergisi’nde çıkan gezi anılarının bir derlemesi. Kitap yazarın 1979-1987 yılları arasında üç kıtanın kuzeyinde yaşadıklarını anlatıyor.
Kitabın isminde yer alan “siyah saç” diğer bir deyişle “kara kafa” yazarın saç rengine atıfta bulunmak için değil, Kuzey ve Batı Avrupa ülkelerinin saklı kültürel ırkçılığını eleştirmek amacıyla yazılmış.
Ayrıca yazar sadece gezdiği yerlerin değil tanıştığı insanların hikayelerini de kitapta anlatıyor ve yaptığı bu gezilerin onu nasıl değiştirdiğini ve kendini keşfetmesini sağladığını bize aktarıyor.
Bu kitap her ne kadar bir biyografi olsa da “Çöl Kraliçesi” lakaplı Gertrude Bell’in Arabistan çöllerini gezmesini ve bu bölgelerdeki arkeolojik kazılarını anlatıyor.
Tüm bunları yaparken de oradaki kültürü tanıyor ve yaşıyor. Bu yüzden yöre halkı tarafından çok seviliyor. Çünkü onlara yukarıdan bakan İngiliz halkından biri gibi değil Gertrude, sanki onlardan biri.
Kendisi aslından en iyi bilgiyi orada yaşayanlardan alabileceğinin farkında. Tüm bu sebeplerden dolayı bölgede siyasi olarak da etkin bir yaşam sürüyor. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz istihbarat servisinin için çalışıyor.
Arabistanlı Lawrence olarak bilinen T.E. Lawrence‘a akıl hocalığı yapıyor.
Savaştan sonra da Arabistan’daki yaşamını sürdürerek günümüz Orta Doğu’sunun biçimlenmesinde büyük rol alıyor.
Kitabın filmi Çöl Kraliçesi – Queen of the Desert de 2015 yılında çekilmiş, Gertrude Bell’i ise Nicole Kidman canlandırmıştı.
Film izlemeyi sevsem de her zaman kitap okumayı yeğleyen biri olarak bu kitabı da listeye eklemek istedim.
Bu kitap çoğumuzun yapmaya cesareti olmadığı bir şeyi yapmayı başaran genç bir insanın öyküsü.
Banka hesabındaki 25,000 doları bir hayır kurumuna bağışlayıp, arabasını da çölün ortasına bırakıyor Christopher McCandless.
“Sahip olduğun şeyler sonunda gelir sana sahip olur” diyerek sahip olduğu şeylerden kurtuluyor. Cüzdanındaki tüm parayı da yakarak yollara düşüyor ve otostop çekerek Alaska’ya varıyor.
Doğada tek başına yaşam mücadelesi veriyor. Yani bir bakıma modern yaşamı reddedip eskilere dönmeye çalışıyor genç adam.
Ormanda avlandığımız, yiyecek topladığımız zamanlara dönüp şimdiki zamanın kariyer, aile ve toplumsal yükümlülüklerinden kaçıyor bir anlamda.
Ama kitabı okurken bunu başarmanın çok da kolay bir şey olmadığını anbean hissediyoruz.
2007 yılında Sean Penn tarafından sinemaya da uyarlanan ve ilham veren seyahat filmlerinden biri olan Into the Wild (Yabana Doğru), yaşamı sorgulatacak cinsten bir eser.
Motosiklet Günlükleri, Che’nin 23 yaşında arkadaşı Alberto Granado’yla birlikte bir motosikletle çıktığı ilk Güney Amerika yolculuğunda tuttuğu günlüklerden oluşuyor.
And Dağları, Atacama Çölü ve Amazon havzasını kapsayan bu yolculuk 8000 kilometreden uzun sürüyor.
Che Guevara gezilerini yaparken gördüğü sosyal adaletsizlikten çok rahatsız olup halktan yana taraf oluyor. Onlarla sohbet ediyor, dertlerini dinliyor ve futbol oynuyor.
Kendisinin kaleci olduğunu da bu kitaptan öğreniyoruz. Ayrıca bir doktor olan Che, Güney Amerika’daki ülkelerdeki hastanelerde yatan cüzzamlı hastaları ziyaret ediyor.
Kitap üst-orta sınıf bir ailede doğan Guevara’nın, yoksullar için savaşma isteğini ve birleşik bir Latin Amerika görme hayalini belirterek sona eriyor.
Motosiklet Günlükleri’nin filmi de 2004 yılında çekiliyor ve Gael García Bernal başarılı bir şekilde Che’yi canlandırıyor.
Film ile ilgili ayrıntılı inceleme için Güney Amerika’da Motosiklet Turu: Motosiklet Günlükleri Film İncelemesi yazımıza göz atabilirsiniz.
Gazeteci ve yazar olan Murat Belge çok kapsamlı bir İstanbul Gezi Rehberi hazırlamış. Kitapta her semte ayrı ayrı yer verilerek tarihleri ve hikayeleri ile birlikte aktarılmış.
Yazarın kendisi de kitabın gezerken kullanılabilecek bir rehber biçiminde yazıldığını söylüyor. Bu yüzden bu kitap, inanılmaz bir tarihi dokusu olan taşı toprağı altın şehir İstanbul’u nasıl gezeceğini kestiremeyenler için çok güzel bir kaynak.
Gezilecek mekanlarda gerçekleşen olaylar ve orada yaşayan insanların hikayeleri de var kitapta. Ayrıca İstanbul’un yaşadığı tarihi değişime de yer verilmiş.
Bu kitabı bir çırpıda okumayıp İstanbul’u gezerken okursanız kitap keyfinizin bir kat daha artacağını düşünüyorum.
Kitap Tanpınar’ın sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’a dair denemelerini içeriyor.
Milli mücadele sonrası Anadolu’nun içinde bulunduğu koşulları usta bir dille anlatıyor yazar.
En kısa bölümü Ankara’ya, en uzunu ise İstanbul’a ayırsa da Ankara’yı milli mücadele ile ilişkilendirerek kendisine her zaman destansı bir biçimde göründüğünü söylüyor.
Erzurum’a üç kez giden yazar, şehri sadece tarihiyle değil sosyokültürel yapısıyla da ele alıyor ve kişisel anılarına daha fazla yer veriyor.
Konya’yı bir bozkır şehri, Selçuklu sultanlarının şehri olarak tanımlıyor ve Selçukluların tarihini anlatıyor.
Bursa’nın da ne kadar değişime maruz kalırsa kalsın hala kuruluş çağının havasını sakladığına değiniyor.
İstanbul ise yazarın gözünde birçok farklı unsurun birleşiminden oluşmuş bir şehir olarak çıkıyor karşımıza. Kitabın bu kısmında daha şiirsel bir dil kullanıyor yazar.
Tanpınar, “Beş Şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir” diyerek kitabını özetlerken yeni ve eskinin birbiriyle nasıl uyum içinde bulunabileceğini gösteriyor bizlere.
Kitapta Ahmet Haşim’in Paris gezisi izlenimlerinden oluşan ve İkdam gazetesinde çıkan köşe yazılarının derlemelerinden oluşuyor.
Kitabı okurken anlıyorsunuz ki yazar aslında bu seyahate çıkmayı çok istemeyen, evine düşkün birisi. Fakat bir şekilde bu deniz yolculuğuna çıkmış ve yaşadıklarını çok gerçekçi ve iğneleyici bir dille anlatıyor. Bu farklı tarzı da kitabı bence özel bir yere getiriyor.
İlk olarak Napoli’ye varan Haşim bu şehri “yapraklar ve çiçekler içinde bir şehir” olarak tanımlıyor ve şehirden ayrılırken yüreğinin sıla özlemine benzer bir acı duyduğunu söylüyor.
Paris’te ilk gün hayvanat bahçesini gezip, hayvanlar için üzülüyor. Sonraki gün o zamanlar da bile Paris’in çok kalabalık olduğunu, Fransız kadınları hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. Yazarımız gerçekçi demiştim ya, kendisi Paris’i neşesiz bulduğunu söylüyor.
Paris’te çeşitli tiyatroları ve restoranları gezip deneyimlerini ayrıntılı bir şekilde aktarıyor bize. Ayrıca Paris’in sadece sanat değil aynı zamanda bir üniversite şehri olduğunu da vurguluyor.
Bilim kurgunun büyük üstadı Jules Verne bu kitabında gazeteci Cladius Bombarnac’ın Hazar Denizi kıyısından başlayıp Çin’e kadar uzanan yolculuğunu anlatıyor.
Cladius, bindiği Asya postası treninde karşısına çıkan Avrupalı ve Asyalı insanları gözlemlerken olayların pek de göründüğü gibi olmadığının farkına varıyor.
Sıradan bir gezi kitabı olmayan bu kitabı okurken hem yeni yerleri ziyaret edecek hem de yolcuların sırlarını çözme fırsatı bulacaksınız.
Tüm bunları yaparken de kendinizi gazeteci Cladius ile özdeşleştirip heyecanınızı en üst seviyede tutacağınıza eminim.
Bunda da Jules Verne’in başarılı yazım tarzının etkisi çok büyük. Yine bir solukta bitirebileceğimiz bir kitap armağan etmiş bizlere.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu kitap çok nahif bir kitap. Çünkü hikaye dokuz yaşındaki bir çocuğun gözünden anlatılıyor.
Eğitim almak için köyünden ayrılıp dayısıyla yolculuğa çıkan Yegoruşka’nın hayatının ilk yolculuğunu okuyoruz.
Ukrayna bozkırlarında geçen bu seyahatte Rus toplumundaki farklı tipteki insan gruplarını tanıyor, kendimizi küçük yavrunun yaşadığı şaşkınlıkla özdeşleştiriyoruz.
Ayrıca yer yer tasvirini bulacağımız bozkırda kaybolup, güzelliğine hayran oluyoruz. İnsanın ve bozkırın nasıl birlikte var olduğunun farkına varıp doğanın değerini takdir ediyoruz.
Bu sıcacık kitap herkese yaşamındaki ilk yolculuğunu hatırlatıp yüzünde bir gülümseme bırakacaktır diye düşünüyorum. Çehov’un gerçekçi üslubu da işinizi kolaylaştıracak bu konuda.
Kitap yazarın günlüklerinden yararlanılarak 1786-88 yılları arasında İtalya’ya yaptığı seyahati anlatıyor.
Hayatın sorumluluklarından yorulan Goethe, 3 Eylül 1786 gecesi sabaha karşı kimselere söylemeden çocukluğundan beri hayal ettiği İtalya’ya gitmek için yola çıkmış.
Goethe, İtalya’yı sıcak, tutkulu ve renkli manzaraların bulunduğu bir ülke olarak görürmüş. Bu yüzden, İtalya’ya yapacağı yolculuğun körelen yaratıcılığına iyi geleceğini düşünmüş ve yakınlarına bile nerede olduğunu söylememiş. Tanınmamak için ismini bile değiştirmiş.
Neredeyse iki yıl süren bu yolculuk sırasında İtalya’nın coğrafyasını, insanlarını ve kültürünü incelemiş.
Üç parçadan oluşan kitapta, ilk bölümde Venedik, Roma, Floransa gibi şehirlere yer verilirken ikinci kısımda Napoli ve Sicilya, son bölümde de ikinci Roma ziyareti anlatılıyor.
Anlaşılan herkes gibi Goethe de Roma’yı gezmeye doyamamış.
Otobiyografi özelliği de olan bu kitabı okurken İtalya’nın güzelliklerini bir de Goethe’nin gözünden görmüş olacaksınız.
Fransa krallık bahçelerinin bitki bilimcisi Tournefort, Kral 14. Louis tarafından Kraliyet Botanik Bahçesi’ne yeni bitkiler getirmekle görevlendirilir.
Tournefort da 1700 yılının ilkbaharında yanında bir ressam ve bir doktorla Yakın Doğu’ya doğru seyahate çıkar. Bu kitap da gerçekleştirdiği gezinin notlarını içeren iki ciltlik bir seyahatnamedir.
Birinci cilt Ege adalarının neredeyse eksiksiz bir incelemesini içerir. Otuz beş ada ve adacığı ziyaret eden yazar bu adalardaki yaşamı ayrıntılarıyla anlatır.
İkinci cildin başında ise İstanbul’a uzun bir biçimde yer verilir. Yazar sonra Anadolu’ya geçerek başta Tokat, Trabzon, Kars, Ağrı, Amasya, Ankara, Erzurum, Bursa ve İzmir’i gezer.
Buradan da Tiflis ve Erivan’a kadar gider ve ona kendisine çok farklı gelen bu toprakları anlamaya gayret eder.
Bu geziler esnasında İran’ı Batıya bağlayan ve Anadolu boyunca uzayıp giden büyük kervan yollarını kullanır.
Yazar kitabında ayrılmaz bir ikili olarak gördüğü Doğu ve Batı dünyaları arasındaki güçlü bağın önemini vurgulamaya çalışırken bizlere eşsiz bir tarihi kaynak sunuyor.
Seyahat ile ilgili okunması gereken kitaplar arasında ilk sırada olabilecek kitaplardan biri olan ve on ciltten oluşan Seyahatname ilk olarak 1848’de yayımlanmış ve her ciltte farklı yerler anlatılmış. Bu yüzden eserin çok kapsamlı olduğunu belirtmek isterim.
Osmanlı coğrafyası ve dönemin konuşulan Türkçe ve ağız özelliklerine ayrıntılı bir biçimde yer verilmiş.
Evliya Çelebi gittiği yerlerin tarihi ve halkının özellikleri hakkında ayrıntılı gözlemler yapıp bizlere aktarmış.
Ayrıca Osmanlı toplumundaki müslüman-gayrimüslim ilişkilerini de incelemiş.
Bu değerli kaynak, Haziran 2013’te UNESCO Dünya Belleği Listesine dahil edilmiş.
Sadece bir gezi kitabı olmayan, aynı zamanda tarihe de ışık tutan bu seyahatnameyi okumak bizler için çok güzel bir biçimde geçmişe yolculuk yapma fırsatı sunuyor.
Bu kitap Osmanlı Kaptan-ı Deryası Piri Reis’in hazırladığı Akdeniz kıyılarına ait ayrıntılı bir harita ve kılavuzdan oluşuyor.
Kitab-ı Bahriye’nin iki versiyonu bulunuyor, birincisi 1521 tarihli ve denizcilerin kullanımı için yazılmış. Bu kitapta denizcilere Akdeniz kıyıları hakkında faydalı bilgiler veriliyor.
İkincisi ise 1526’da Kanuni Sultan Süleyman’a sunulmak üzere hazırlanmış daha ayrıntılı ve süslü bir eser. Bu kitabın birinci bölümünde fırtınalar, pusula, liman haritaları, yıldızlarla yön bulma ve Avrupalı kâşiflerin seyahatleri hakkında bilgiler yer alıyor.
İkinci kısım ise Çanakkale Boğazı ile Sultaniye Kalesi ve Kilitbahir Kalesi‘nin anlatımı ile başlıyor.
Ayrıca Ege Denizi adaları ve kıyıları, Yunanistan kıyıları, Mora Yarımadası, Adriyatik kıyıları, İtalya kıyıları, Sicilya, Sardunya, Korsika adaları, Fransa kıyıları, İspanya kıyı ve limanları, Kanarya Adaları, Kuzey Afrika kıyıları, Mısır ve Nil nehri, Doğu Akdeniz kıyıları, Girit ve Kıbrıs, Gelibolu ile Saros Körfezi anlatılıyor.
Piri Reis’e ait biyografik bilgilerin de bulunduğu kitapta gezilen yerlerdeki önemli anıt ve binaların çizimlerine de yer verilmiş.
Battuta, kitabında Fas’tan yola çıkıp tüm İslam dünyasını dolaşıyor.
Gezdiği yerler arasında Mısır, Arap Yarımadası, Irak, İran, Anadolu, Deşt-i Kıpçak, Bizans (İstanbul), Orta Asya, Hindistan, Maldivler, Çin ve Endülüs yer alıyor.
Yazar devlet ve toplum yapılarını, insanların inanç ve yaşayışlarını doğal bir dille anlatıyor.
Kendisi kitabını “Tuhfetü’n-Nuzzar fi Garaibi’l-Emsar ve Acaibi’l-Efsar” (İlginç Ülkeleri ve Macera Dolu Yolculukları Merak Edenlere Armağan) diye adlandırsa da kitap yaygın olarak “Rıhle” diye biliniyor, bizim dilimizde de “İbn Battuta Seyahatnamesi” olarak geçiyor.
Çok kapsamlı bir isim de olsa uzun olması yüzünden pek benimsenmemiş anladığım kadarıyla.
Yazar Anadolu’da Ahiler’in evinde ağırlanıyor ve misafirperverliklerinden çok hoşnut kaldığını anlatıyor.
Battuta, Bursa’ya geldiğinde Orhan Gazi şehirde olmadığı için eşi Nilüfer Hatun kendisini karşılamış. Çünkü Orhan Gazi sadece şehirde oturmayıp 300 kalesini teftiş ediyormuş sürekli olarak.
Yazar o zamanlar şehrin idaresinin bir kadında olmasından çok etkilendiğini anlatıyor kitabında.
Ayrıca Anadolu’da gezerken yöredeki kadınların diğer Müslüman ülkelerdeki kadınlara göre daha fazla bir şekilde hayatın içinde yer almalarından etkileniyor.
700 yıl öncesinden ayrıntılı bilgiler sunan bu kitap tarihe meraklı olanlarınız için çok güzel bir kaynak olabilir.
Bu kitap Venedikli gezgin Marco Polo’nun 1276 – 1291 yılları arasında uzak doğuya yaptığı seyahatleri ve Kubilay Han’ın yanında geçirdiği yılları içeriyor.
Yazar gönderildiği görevler ve elçilikler sırasında Çin’in ve Hindistan’ın büyük bir bölümünü gezmiş.
25 yıl süren bu geziden dönerken bir savaşta Cenevizlilere esir düşen yazar, 1298 – 1299 yılları arasında hapishanede tutsak kaldığı sırada yaşadığı maceraları hücre arkadaşı Rustichello da Pisa’ya anlatmış ve “Harikalar Kitabı” diye adlandırdığı kitabı dikte ettirmiştir.
Kitap, 1300 yılında ilk yayımlandığında Pamir, Japonya, Endonezya gibi ülkelerin ve kömür, petrol ve kâğıt para gibi nesnelerin Avrupa’da ilk defa duyulması nedeniyle çok ünlü olmuş.
Bu önemli kitabı Kristof Kolomb da okumuş ve notlar almış. Onun bu kitaptan ilham alarak 1492’de gemilerinin burnunu Batıya çevirdiği söylenmektedir.
Eserde geniş bir biçimde yer verilen İpek Yolu, Türklerin anayurdu, Orta Asya’da yaşayan Türkler konuları kitabı bizim halkımız için de önemli bir yere taşıyor.
Ksenophon’un en önemli eserlerinden olan ve Yunanca’da “Tırmanış” anlamına gelen Anabasis, MÖ 401 yılında geçiyor. Kitap ayrıca “On Binlerin Dönüşü” ismiyle de biliniyor.
Pers Kralı Artakserkses’in kardeşi Kyros’un ağabeyine karşı savaşmak için toplanan Yunan paralı askerlerin hakkında pek bilgi sahibi olmadıkları Anadolu topraklarında geçen maceraları anlatılıyor.
Orduyu yöneten Ksenophon önderliğinde Babil’den Karadeniz’e ve oradan da Yunanistan’a dönen ordudaki güç çekişmeleri ve lider olmanın zorlukları da anlatılıyor.
Bu kitaptaki bilgiler o kadar değerli ki Büyük İskender Pers seferinde kaynak olarak kullanmış.
Tarih ile farklı mekanları birleştiren bu kitap tarih severler için güzel bir seçenek olabilir.
Homeros’un eseri olarak tanınsa da Sicilya’da yaşayan bir kadın ozan tarafından yazılıp zaman içinde o sırada çok daha tanınmış biri olan Homeros’un adı ile anılageldiği iddia edilen bu destanda, Yunan kahramanı ve İthake Kralı Odysseus’un Truva’nın düşmesinden sonra evine yaptığı dönüş yolculuğu anlatılıyor.
Öldüğü varsayılan Odysseus’un yokluğunda ise karısı Penelope ve oğlu Telemakhos, Penelope ile evlenmek isteyen bir grup işgalci taliple mücadele etmek zorunda kalıyorlar.
Odysseus on iki gemisi ve yoldaşlarıyla yola çıksa da Truva’da yaptıklarından dolayı üzerine çöken lanet nedeniyle üç yıl boyunca denizlerde maceradan maceraya sürükleniyor.
Sonrasında Ogygie Adası‘nda, Kalypso tarafından yedi yıl esaret altına alınıyor. Kitap, Odysseus’un adadan kaçması ve evine dönüş yolculuğu ile devam edip karısının taliplerini öldürmesiyle sonlanıyor.
Burada çok kısa bir özetini yapmaya çalıştığım bu kitap, Yunan mitolojisinden birçok karakter içermekte olduğundan konuya ilgisi olanlar için okuması çok eğlenceli bir kitap olacaktır.