Daha önce Edinburgh ve Glasgow hakkında detaylı bilgiler aktarmıştım. Bu yazımda ise İskoçya’nın doğu kıyısında yer alan St Andrews ve Dundee hakkında bilmeniz gerekenleri anlatacağım. Bir sonraki yazımda ise İskoçya’nın kuzeyindeki kentlerden bahsedeceğim.
İskoçya’da tren ağı da, kentler arası otobüs ulaşımı da epey gelişmiş durumda olduğundan rahat rahat gidilebiliyor. Eğer vaktiniz olursa günübirlik gezilere çıkıp buraları da görmenizi öneririm.
Vatikan’ın ve Katolik inancının kurucusu denebilecek Aziz Peter’in kardeşi olan Aziz Andrews, kendisi de balıkçı olduğundan bütün balıkçıların ve eskiden İskoçya’ya hükmeden Pict halkının koruyucu azizidir. Zaten İskoçya bayrağındaki haçın dik değil de çapraz olmasının nedeni de bu Aziz Andrews’un bu şekilde yapılmış çapraz bir çarmıha gerilerek öldürülmesidir.
Onun adını taşıyan St Andrews da İskoç Katolik Kilisesi’nin başkenti. Bu nedenle burada hem koca bir katedralden geriye kalan yıkıntılar var hem de üniversitenin içinde beş asırlık St Salvator Şapeli bulunuyor.
St Andrews şehri İskoçya’daki en eski üniversiteye ev sahipliği yapıyor, şehrin ismini taşıyan üniversite 1413 yılında kurulmuş.
Yarısı öğrenci olan 18 bin kişilik nüfusuyla Kuzey Denizi’nin kenarında yemyeşil, şirin, sakin bir kent. Tüm evler İskoçya’nın o gri taşlarından yapılmış ve bahçe içerisinde müstakil.
Burası aynı zamanda golf sporunun icat edildiği yer ve hala ünlü golf sahalarına ev sahipliği yapıyor.
Son zamanlarda kent başka bir özellikle de ön plana çıkmış durumda: Çok sevilen kraliyet çifti Prens William ile Kate Middleton burada öğrenci iken tanışmışlar. Onların buluştuğu kafede hala fotoğrafları duruyor.
Ben Braga gibi St Andrews’a da planlı olarak değil, buradaki bir konferansta sunum yapmak için gelmiştim ama çok beğendim. Bir ucundan diğerine yürünebilen, sakin, huzurlu, temiz, yaşanılası bir yer. Sizin de bir gelip görmenizi öneririm.
Edinburgh’tan alacağınız 13.90 Sterlinlik gidiş – dönüş tren biletiyle bir saatte ulaşılan Leuchars isimli tren istasyonunda inip on dakikalık (ve 3 Sterlinlik) bir otobüs yolculuğu yaparak şehre varıyorsunuz. İşte size buraya gelmeniz için birkaç neden:
Denizi gören bu tepeye 800 yılı civarında aslen bir balıkçı olan Aziz Andrews adına ilk kilise inşa edilmiş.
İskoçya’da Hristiyan nüfusun artması ve şehrin zenginleşmesini takiben 1160 yılında genişletilen bu kilise bir katedrale çevrilmiş. Sonradan 1318’de kapsamlı bir inşaat faaliyetiyle büyütülmüş.
Bu son haliyle bina, Braveheart filminden hatırlayabileceğiniz İskoçya’nın efsanevi kralı Robert the Bruce’un da katıldığı bir törenle yeniden açılmış.
Daha sonra Protestan mezhebinin yaygınlaşıp gücü ele geçirmesinin ardından yıkılmış ve zaman içerisinde günümüzdeki harabeye dönüşmüş. Aslında bu farklı bir güzellik katmış desem umarım ayıp olmaz, çünkü geriye kalan kemerli ve kuleli yapının arasından denizin manzarası muhteşem.
Ücretsiz olarak gezilebiliyor. Nisan ile Eylül arasında 09:30 – 18:30, kış döneminde ise 09:30 – 16:30 saatlerinde her gün açık. Temmuz ayına özel Salı ve Perşembe günleri 20:00’da kapanıyor.
St Rule Kulesi ise bir bütün halinde geriye kalan yegane yapı, dikdörtgen prizması biçiminde ve oldukça sade. Eğer upuzun spiral merdivenleri tırmanmayı gözünüz kesiyorsa üst kata çıkıp engin bir deniz manzarası seyretmek mümkün.
Ayrıca katedralin bir de müzesi bulunuyor ve burada binanın tarihi anlatılarak bölgede bulunan eserler sergileniyor.
Kule ve müze için 5 Sterlin ödemeniz gerekiyor, öğrenciler için 4 Sterlin.
Katedralin bahçesi ise mezarlık olduğundan mezar taşları ile kaplı.
Katedrali arkanıza, denizi önünüze alıp kıyıdan sol tarafa yürüyerek beş dakikada ulaşabileceğiniz bu kalenin sadece külahlı bir burcu iyi korunmuş. Önündeki deniz ise dev kayalarla dolu ve nedense İskoçlar onların üzerinde dolaşmayı pek bir seviyor.
Altı asırlık bu kalede, dini yönetim nedeniyle, katedralin başpapazı kalırmış. Zindan olarak da kullanılmış ve mezhep çatışmaları sırasında burada Protestanlara işkenceler yapılmış. Bunun da etkisiyle Protestanların gücü ele geçirmesinin ardından terk edilmiş.
Ziyaret saatleri katedral ile tamamen aynı, Temmuz boyunca Salı ve Perşembe günleri geç kapanması dahil. Giriş ücreti 6 Sterlin, öğrenciler için 4.80 Sterlin.
St Rule ile buranın biletini birlikte alınca indirim olabiliyor, en iyisi gitmeden önce kentteki turizm danışma bürosu olan icentre’a sormak olacaktır (büroların ismi VisitScotland diye de geçebiliyor). Kentin ana caddesi olan Market Street (Pazar Sokağı) üzerinde yer alıyor ve katedrale yakın.
Kalenin önündeki The Scores adlı sokaktan yürümeye devam ederseniz az sonra sağ tarafınızda göreceğiniz St Andrews Üniversitesi Müzesi (Museum of University of St Andrews – MUSA) iki katlı, hoş bir binada bulunuyor. İçinde geçmişten bugüne ders araçları, üniversitenin tarihiyle ilgili nesneler ve fotoğraflar var.
Buradan mezun olan ve bir dönem burada rektör olmak için adaylığını da koyan ünlü komedyen John Cleese’in öyküsü ilginçti.
Giriş ücretsiz, diğer yerler gibi her gün 10:00 ile 17:00 arası açık.
Aynı sokaktan yrümeye devam ederseniz koca bir sahil olan West Sands ile Kraliyet Golf Sahası’na geleceksiniz. Burada oturup denizin dalgalarını izleyeceğiniz bir park bulunuyor, içi martı dolu. Denize girmek ise Ağustos ayında bile mümkün değil tabii, insan bankta oturup sadece seyredirken bile üşüyor. Birkaç İskoç’un yüzdüğünü,onlar alışık nasıl olsa, geriye kalanların ise kumsalda koşuşturduğunu göreceksiniz. Geçmişte dönemin ünlü filmi “Chariots of Fire” için bazı sahneler de bu sahilde çekilmiş.
Parkın içinde bir de akvaryum (adı basitçe Aquarium) bulunuyor. Aslında sadece balık değil, sürüngenler de barındırdığından teknik bakımdan teraryum kısmı da mevcut. Giriş ücreti 6 Sterlin.
Britanya Golf Müzesi (British Golf Museum) ise adının hakkını veriyor ve golf hakkında bilmek istediğiniz her şeyi, üstüne biraz daha fazlasını içeriyor. Kraliyet Golf Sahası’nın girişinde yer alıyor, yukarıda bahsettiğim parkın hemen birkaç adım ilerisinde. Pazar hariç her gün 09:30 ile 17:00 arası açık, Pazar günü ise tek fark kapının sabah onda açılması. Giriş ücreti 5 Sterlin (öğrenciler için 4 Sterlin).
Şehrin diğer tarafındaki Kinburn Parkı’nın içinde yer alan St Andrews Müzesi (St Andrews Museum) içeriğiyle tipik bir şehir müzesi ama minyatür bir şato olan binası muhteşem ve sırf onu görmek için bile gidebilirsiniz. İçeride kentin geçmişini anlamanızı sağlayan eserler sergileniyor. Ayrıca sanat sergileri de bulunuyor. Ücretsiz olarak her gün gezilebiliyor. Yaz döneminde 10:00 – 17:00, kış aylarında ise 10:30 – 16:00 arası açık.
St Andrews Koruma Vakfı Müzesi (St Andrews Preservation Trust Museum) de benzer bir içeriğe sahip, eskiden bir balıkçıya ait olan üç asırlık şirin bir evin içine kurulmuş. Çiçeklerle bezeli bir bahçesi de var. Giriş ücretsiz, her gün 14:00 ile 17:00 arası açık. Katedral ile kalenin arasındaki North Street (Kuzey Sokağı) üzerinde bulunuyor.
St Andrews Botanik Bahçesi, ağaçlar ve türlü türlü çiçeklerin kapladığı genişçe bir park. Dünyanın birçok bölgesinden bitki türlerine ev sahipliği yapıyor.
Böcek yiyen etobur bitkilere ayrılmış bir köşe var, kaktüsler ise parkın koca bir kısmını kaplıyor. Bu kadar kuzeyde, çok yağış alan bir yerde kaktüs görmek şaşırttı doğrusu.
En ilginç yer ise bahçenin içinde bir serada bulunan Kelebek Kulübesi oldu. İçinde çok sayıda iri kanatlı tropik kelebek bulunuyor ve çevrenizde kelebekler uçuşup üzerinize konarken istediğiniz kadar gezebiliyorsunuz. Yaklaşık otuz farklı kelebek türüne ev sahipliği yapıyor. Kelebeklerin alışık olduğu tropik ortamı yaratmak için kulübeyi epey sıcak tutuyorlar yalnız, kazakla terledim biraz. Bence güzel bir deneyimdi.
Botanik bahçesi yıl boyunca her gün açık, Nisan’dan Eylül’e dek 10:00 – 18:00, Ekim’den Mart’a dek 10:00 – 16:00 arası gezilebiliyor. Zaten yukarıda da belirttiğim üzere İskoçya’ya mutlaka yaz aylarında gelin.
Her ayın ilk Cuma günü ücretsiz, ayrıca 18 yaşından küçüklere ve çocuklara da ücretsiz. Bu kriterlere uymayanların ise 6 Sterlin ödemesi gerekiyor maalesef. Kelebek Kulübesine giriş ise ayrıca 2.95 Sterlin ödemenizi gerektiriyor.
Fazladan zamanınız varsa ve 16 Sterlinlik bilet ücretini bütçeniz kaldıracaksa koruma altındaki bu adaya bir kısa bir gemi yolculuğu yapabilirsiniz.
Fokların ve “puffin” isimli şirin deniz kuşlarının doğal yaşam alanı olan adada sadece belgesellerde karşılaştığımız bu hayvanları yakından görebilirsiniz. Şanslı olanlarınız yaz aylarında balina bile görebilir!
Böylece yazının St Andrews kısmının sonuna geldik. Katedraldeyken kale tarafına değil de deniz kenarından diğer yöne yürürseniz iskelede güzel bir yürüyüş de yapabilirsiniz.
St Andrews yemek ve eğlence için de birkaç iyi seçenek sunuyor. Kentteki donut dükkanı olan Fisher & Donaldson’a uğramayı da bence ihmal etmeyin. Tabii öncesinde denize nazır banklarda fish & chips veya İskoçların çok sevdiği biftekli ve peynirli sandviç atıştırabilirsiniz. Yalnız martılara dikkat edin insanlara fazlasıyla alışıklar ve sınır tanımıyorlar!
St Andrews Brewing Company ise kendi ürettikleri birayı servis eden bir pub. Kentin tek gece kulubü olan Lizard ise hala yorulmamış olanları North Street üzerinde bekliyor olacak.
Tüm bunların ardından St Andrews’a doyduysanız otobüse atlayıp Dundee yoluna koyulma vakti geldi:
St Andrews’un kuzeyinde, Tay Nehri’nin (Türkçe’deki tay değil, İngilizcesi böyle) hemen karşı yakasında, İskoçya’nın dördüncü büyük kenti Dundee bulunuyor.
99 nolu otobüs ile St Andrews’dan yarım saatte gelebilirsiniz, bilet 5 Sterlin. Glasgow ve Edinburgh’dan trenle gelmek de mümkün.
Komşusu St Andrews’un tarihi dokusuna kıyasla daha endüstriyel bir kent, bu nedenle fazlaca göç de almış. Örneğin ben gezerken üç ayrı Türk restoranına denk geldim.
Nehir kıyısındaki The Quay aynı zamanda şehirdeki turizm danışma bürosuna da ev sahipliği yapıyor, buradan harita alabilirsiniz.
Zamanında Britanya’daki en uzun demiryolu köprüsü olan Tay Rail Bridge’den geriye kalanları da kıyıdan gözlemleyebilirsiniz.
Dundee’de görülecek yerler ise şunlar:
İskele anlamına gelen The Quay’e zamanında nehir üzerindeki gemiler yanaşırmış. Şimdi burada Güney Kutbu’nu keşfetme yarışında ikinci gelmesi ve dönüş yolunda hayatını yitirmesiyle tanınan Kaptan Scott’un meşhur gemisi Discovery bir “yüzer-müze” olarak halkın hizmetine sunulmuş.
1901 yılında inşa edilen gemi Antarktika kıyılarının haritalandırılmasında önemli rol oynamış.
11.25 Sterlin (öğrenci için 8.75) olan bilet fiyatı cep yakıyor.
Nisan ile Ekim arasındaki dönemde Pazar hariç her gün 10:00 – 18:00, Pazar ise 11:00 – 18:00 arası gezilebiliyor. Kasım ile Mart arasında aynı saatlerde açılıyor ama 17:00’da kapanıyor.
Frigate Unicorn da bir diğer yüzer-müze. 1824 tarihinde yapılmış bir donanma fırkateyni olan Unicorn’u gezebiliyorsunuz. Çok iyi korunmuş olan gemiyi gezerken kendinizi bir bahriyeli veya korsan olarak hayal edeceğiniz kesin. Nehir kıyısında, The Quay’e göre köprünün diğer tarafında yer alıyor. Nisan ile Ekim arasında her gün 10:00 ile 17:00 arası açık, diğer aylar ise yalnızca Perşembe gününden Pazar’a dek 12:00 – 16:00 arası hizmet veriyor. Bilet 6.50 Sterlin, öğrenciler için 5 Sterlin.
İskoçya’nın doğasının ne kadar iyi korunduğundan daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Tren ve otobüs yolculuklarında camdan dışarıyı seyrettiğinizde meralarda otlayan çok sayıda koyun ve dana göreceksiniz. Ayrıca çok sayıda lavanta çiçeği de var ve eflatun bir yama gibi yeşili donatıyorlar. Benim yolculukta karşılaştığım favori görüntüm ise çok sayıda yılkı atı oldu.
Camperdown ise bunların ötesine geçiyor ve koruma altındaki türlere ev sahipliği yapıyor. Özellikle boz ayılar ve su samurları dikkat çekici (ama ayılara dikkat edin tabii). Dünyanın çeşitli köşelerinden lemur ve wallaby gibi hayvanlar da getirilmiş. Tabii çeşit çeşit kuş da öterek yürüyüşünüzü şenlendiriyor.
En kötü yanı ulaşımın zor olması. 28 nolu otobüs ile yirmi dakikada varılıyor.
Giriş ücreti 5.50 Sterlin, öğrenci iseniz 4.40 Sterlin ve Mart ile Eylül arasında 10:00 – 16:30, diğer aylarda 10:00 – 15:00 saatlerinde açık.
İki katı kaplayan sekiz salonu bulunan bu geniş müzenin yarısı tarihi ve modern sanat eserlerine, bir kısmı arkeolojiye, kalanı ise doğa tarihine adanmış.
Girişin ücretsiz olması nedeniyle Dundee’nin pahalı müzelerinden ayrılıyor.
Pazar günü 12:30 ile 16:30, diğer günler 10:00 ile 17:00 arası gezilebiliyor.
Şehrin göbeğinde olduğundan ulaşım kolay, tren garına ve otobüs terminaline yürüyerek 10 dakika mesafede.
Aslen Hindistan’da yetişen jüt (veya jute) dokuma için kullanılan kalın lifli bir bitki. Sert lifleri örülecek kadar yumuşatmak için gereken tekniği bilmediklerinden uzun süre Avrupalılar bu üretim için Hindistan’a bağımlı kalmışlar.
Daha sonra Dundee’de bir mucit, balina yağı sürerek bitkinin yeterince yumuşatılabileceğini ve dokuma yapılabileceğini keşfetmiş. Böylece Dundee Britanya’da dokuma sanayiinin en önemli şehri haline gelmiş.
İşte bu müze de jüt endüstrisine ve kentteki gelişimine adanmış durumda.
Giriş ücreti 11.25 Sterlin, öğrencilere 8.75 Sterlin yani epey pahalı. The Quay ile ortak bilet alırsanız toplam 18.25 Sterlin (öğrenci 15.50) ödüyorsunuz.
Pazar günü 11:00, diğer günler 10:00’da açılan müze Nisan’dan Eylül’e dek 18:00, kış döneminde ise 17:00’da kapanıyor.
Kent merkezinde, Dundee Merkez Camii’nin hemen yanında bulunuyor (evet yanlış okumadınız, dediğim gibi Dundee epey göç almış ve Türk nüfus çok).
Altı asırlık olmasına rağmen iyi korunmuş, fazla heybetli olmasa da göze hoş görünen, surları ve ana binasıyla etkileyici bir kale. Tam olarak nehrin denize kavuştuğu noktada bulunduğu için manzara muhteşem. Aklıma Boğaz kenarındaki hisarları getirmedi değil.
Yürüyerek gelmek keyifli olduğu gibi gezmekten yorgun düşenler için kendi adını taşıyan istasyonu da var.
İçinde yer alan müzede kalenin tarihi anlatılıyor ve eski çağlardan silahlar sergileniyor.
Girişin ücretsiz olması da mutluluk verici.
Nisan ayından Eylül’e dek Pazar günü 12:30 – 16:00, diğer her gün 10:00 – 16:00 arası ziyaret edilebiliyor. Kış döneminde ise Pazartesi günü kapalı ama diğer günler saatler aynı.
Dundee şehir merkezinde birbirine çok yakın konumda iki müze daha yer alıyor. Dundee Tren İstasyonu’nun kuzeyinde yani nehre göre diğer tarafındalar. Dundee Science Centre (Dundee Bilim Merkezi), özellikle robotların gelişimi üzerine yoğunlaşmış bir müze. Sanırım bunda kentin endüstriyel yapısının payı büyük. Her gün 10:00 – 17:00 arası açık, giriş 8.25 Sterlin (öğrenci 7.25).
Dundee Contemporary Arts ise modern sanat eserlerinin sergilenmesine adanmış. Her gün 10:00 ile 24:00 arası açık, ücret gezeceğiniz sergiye göre değişiyor. Beş katlı binanın her katında farklı bir sergi yer alıyor.
Kente hakim olan bu eski yanardağa çıkıp şehrin, nehrin ve denizin panoramik bir manzarasını seyretmek gerçekten çarpıcı.
Yanardağ dediğime bakmayın, o kadar yüksek değil, olsa olsa “yanartepe” olur aslında. Üzerinde bir de savaş anıtı yer alıyor.
Şehir merkezinden yarım saatlik bir yürüyüşü göze alırsanız veya 22, 28, 29, 57 ve 59 nolu otobüslerle yakınına gelip on dakika yürürseniz buraya ulaşabilirsiniz.
Günümüzdeki ismi epey yanıltıcı, aslında eski dilde tepe anlamına gelen “Hlaw” sözcüğünün bozulmasından kaynaklanıyor.
Dundee’de gezebileceğiniz bir yer daha kaldı. Örneğin İskoçya’nın her şehrinde olduğu gibi Dundee’nin de tarihi bir mezarlığı var: The Howff. Dört asırlık bir geçmişe sahip bu mezarlıktaki heykeller burayı adeta bir açıkhava müzesine dönüştürüyor. McManus Müzesi’nin hemen yanında yer alıyor.
Son bir not ile kentin ilginç isminin kökenini de açıklamak istedim. Aslında eskiden “Dun Deagh” yani Deach Kalesi şeklindeymiş. Zaman içerisinde nehrin adı Deagh’tan Tay’e, şehrin adı da Dundee’ye dönüşmüş. Böylece bu iki şehir anlatacaklarım da tamamlanmış oldu. Keyifli bir seyahat dileğiyle…