İstanbul öyle bir şehir ki, Yahya Kemal’in dediği gibi “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer”. Haliç’in (veya buraya ilk yerleşen Yunan kolonicilerin verdiği isimle Altın Boynuz’un) iç kısmında yer alan Eyüp semti de hem tarihi hem de doğasıyla İstanbul’un görülmesi gereken bölgelerinden biri.
Evliya Çelebi’nin yazdıklarına göre Eyüp eskiden “İstanbul’a iki saat mesafede” bulunuyormuş ve tımar toprağıymış. O zamanlar “İstanbul” diye isimlendirilen yer Sarayburnu’ndan ibaret tabii. Saltanata kavuşan padişahlar ise kılıç kuşanmaya Eyüp Sultan Camii’ne gelirken Haliç üzerinden kayıkla gelip at sırtında dönerek hem denizde hem de karada hüküm süreceklerini ilan ederlermiş. Günümüzde şehrin merkezinde sayılıyor ve ulaşım zor değil. Taksim’den 55T veya 37T otobüsleri ile gelebilirsiniz. İlçeye adını veren Eyüp Sultan’ı ise aşağıda detaylı biçimde anlattım.
İçindekiler
İlk olarak 1459 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış olsa da uzun yıllar içerisinde hasar gördüğü için 1800 yılında, Sultan 3. Selim’in emriyle kapsamlı bir tamirattan geçmiş. Zaten camiyi önemli kılan şey yapım yılı veya mimarisi değil, burada yer alan Eyüp Sultan Türbesi.
Tam adı Ebu Eyüp el-Ensari olan Eyüp Sultan, Hazreti Muhammed’i hicret sırasında evinde misafir eden önemli bir sahabe. Üstelik misafir deyince öyle bir gece falan sanmayın, yedi ay boyunca peygamberimizi konuk etmiş. O sırada Mekkeli putperestlerin oluşturduğu tehlike de göz önünde bulundurulursa çok önemli bir davranış. Daha sonra deniz yoluyla gelip İstanbul’u kuşatan Müslüman Ordusu’ndaki komutanlar arasında yer alan Eyüp Sultan, şehit düşmüş ve vasiyeti üzerine burada toprağa verilmiş. Mezarının yerinin uzun süre boyunca bilinmediği ve 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in lalası Akşemsettin tarafından bulunduğu rivayet ediliyor.
Osmanlı döneminde de şimdi olduğu gibi büyük ilgi gösterilen türbe, padişahların sefere çıkmadan önce ziyaret ettiği bir yer. Ayrıca türbenin içinde saklanan bir sancağın da Eyüp Sultan’ın yer aldığı Müslüman kuvvetlerine ait olduğu düşünülüyor. Bu önemli sahabeye yakın bir yerde ebediyete uğurlanmak isteyen müminlerin çokluğundan dolayı eskiden beri burada geniş bir mezarlık bulunuyor. Sokollu Mehmet Paşa, Fevzi Çakmak ve Necip Fazıl Kısakürek burada defnedilen ünlü şahsiyetlerden sadece birkaçı. Çoğunuzun lise edebiyat derslerindeki “Merdiven” şiirinden hatırlayacağı, benim çok sevdiğim ve hak ettiği değeri görmediğini düşündüğüm, “meali anlamayan nesle aşina olmayan” Ahmet Haşim’in kabri de burada yer alıyor.
Sultanahmet Camii’ni yaptıran ve adını veren 1. Ahmet, Osmanlı tahtına çıktığında kılıç kuşanma merasimini de bu türbede gerçekleştirmeyi tercih etmiş. Diğer padişahlar ise Osmanlı gelenekleri uyarınca Eyüp Sultan Camii’nde kılıç kuşanarak saltanatlarını ilan ederlermiş. Bu geleneği başlatan ise İstanbul’un fethinin ardından Osmanlı sosyal yaşamını düzenleyen ve saray teşrifatı hakkında ilk yazılı kuralları koyan Fatih Sultan Mehmet’in ta kendisi, üstelik örnek olsun diye bizzat burada Akşemsettin’in elinden kılıç kuşanmış (tabii o zaman çoktan padişah zaten). Sonraki padişahlara kılıcı sunan ise şeyhülislam olmuş. Yine Fatih Sultan Mehmet’in emriyle buradaki imaretten günde iki kere muhtaç kimselere yemek dağıtılırmış.
Türk dostu olmasıyla bilinen, Sultan Reşat ile sarayında görüşmüş ve TBMM’den teşekkür mektubu almış, Avrupa kamuoyunda her zaman Türkiye’yi savunmuş olan Pierre Loti için “Fransız yazar” demeye bile dilim varmıyor, “Fransız asıllı Türk yazar” demek daha doğru olabilir. Bir dönem Eyüp semtinde yaşayan Pierre Loti’nin ilk romanı Aziyade’nin konusu da burada yaşadığı bir aşktan geliyor. Daha sonra da Türkiye’nin sıkıntılarını anlatan bir kitap yazmış.
Gerçek adı Julien Viaud olsa da mahlasıyla tanınan Pierre Loti, bu tepede yer alan kahvenin daimi müşterilerinden olduğundan hem tepe hem de kahve artık onun ismini taşıyor. Siz de burada oturup manzaraya karşı bir çay içerseniz nasıl olup da Fransız bir deniz subayının bu tepeye aşık olduğunu eminim anlayacaksınız! Ulaşım için de Eyüp-Piyerloti Teleferiği’ni kullanabilirsiniz.
Eyüp Sultan Camii’nin yanında bulunan bu medrese de Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Cafer Paşa’nın desteğiyle 1587 yılında inşa edilmiş. Kırımi Tekkesi de deniyor. O zamanlar burada Hadis eğitimi verilirmiş. Halen de Eyüp Belediyesi’ne bağlı biçimde Kültür ve Sanat Merkezi olarak eğitim vermeyi sürdürüyor. Cafer Paşa’nın tarihi anlamda en önemli özelliği ise Kanuni devrinin mühim çarpışmalarından Zigetvar Muharebesi sırasında silahtar olarak hizmet etmesi.
Mimar Sinan tarafından 1577 yılında yapılan bu cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Zal Mahmut’un bağışlarıyla yapılmış. Değişik bir görünümü var, yan cephesi çok katlı bir apartmanı andırıyor, kubbesi ise bu apartmanın çatısına kondurulmuş çok yassı ve basık bir ek gibi duruyor. Mimar Sinan’ın en estetik eseri olmasa da en ilginci diyebilirim. Epey engebeli bir araziye inşa edildiğinden farklı mimarisini buna borçlu olabilir. Ayrıca camiye adını veren vezir ile eşinin türbeleri de burada bulunuyor, sekizgen planlı yapının pencereleri de sekizgen şeklinde yapılmış. Eyüp Sultan Cami’nin bir alt sokağında bulunuyor, oradan kolayca yürüyebilirsiniz. Merak edenler için ekleyeyim, “zal” sözcüğü Farsça’da “ak sakallı, ak saçlı, ihtiyar” anlamına geliyor. Anlaşılan Mahmut Paşa kariyer basamaklarını tırmanırken biraz yıpranmış!
Ağabeyi 2. Abdülhamit’in devrilmesinin ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin desteğiyle Osmanlı tahtına çıkan 5. Mehmet, meclisin önünde anayasaya bağlılık yemini etmesiyle Osmanlı Devleti’nde meşrutiyetin güçlenmesinin simge ismidir. Daha çok Mehmet Reşat veya Sultan Reşat diye anılır. Eyüp semtini oldukça seven, buradaki camilere, türbelere ve mevlevihanelere sık sık uğrayan Sultan Reşat’ın türbesi de burada bulunuyor. Türbe sultan daha hayattayken onun isteği üzerine devrin en önemli mimarı olan Mimar Kemalettin tarafından 1913 yılında yapılmış. Eyüp Sultan Türbesi’ne yakın olmak istediği için ebedi istirahat yerinin burada yaptırdığını tahmin etmek güç değil. Zaten türbesi de hemen sokağın karşısında, Eyüp Sultan Camii ile Haliç arasında bulunuyor. Sultan Reşat ise 1914 yılında kalp yetmezliği nedeniyle hayatını yitiriyor ve taht 6. Mehmet’e, daha çok bilinen ismiyle Vahdettin’e geçiyor.
Bir tarihçi gözüyle bakıldığında Sultan Reşat’ın saltanatının nispeten arka planda, İttihatçıların gölgesinde geçtiğini söylemek mümkün ama turistik açıdan türbesi oldukça etkileyici. Yekpare bir kubbe gibi yükselen türbe, tek sıra da olsa ağaçlarla çevrili ve bu sayede şehirden izole, kendi başına bir ulviyet içinde var olan bir köşe gibi görünüyor. Girişi Haliç’e bakan türbe eskiden denize sıfırmış ama şimdi aradan yol geçiyor. Sekizgen planlı olan türbenin merdiveni ve kapısı ise beyaz mermerden yapılmış. Üstelik Sultan Vahdettin sürgüne gittiği için Sultan Reşat’ın türbesi İstanbul’da inşa edilen son padişah türbesi olma özelliğine de sahip. Eyüp’e yolunuz düştüğünde görmenizi mutlaka tavsiye ederim.
Ülkemizde Disneyland yok belki ama bu özellikle çocukların eğleneceği büyük tema parklarının bulunmadığı anlamına gelmiyor.
Eyüp ilçesi içerisinde bulunan Vialand merkezden biraz uzak olduğundan gitmek isteyenler ancak özel araçla rahat edecektir. Aynı adı taşıyan dolmuşlarla veya 39Y ve 99Y otobüsleriyle ulaşmak da mümkün.
Eğer roller coasterlara meraklıysanız çocuğunuz yoksa bile gitmek isteyebilirsiniz. Haftaiçi 10:00 ile 18:00, haftasonu ise 10:00 ile 22:00 arası açık, giriş ücreti ise 99 TL (14 yaş ve altına 89 TL).
Biraz yol gitmeye üşenmeyenler için Eyüp ilçesine bağlı olan güzel mesire yerleri de mevcut. Bana sorarsanız hiçbiri Haliç Sahili’nin yerini tutmaz o ayrı mesele. Göktürk Göleti İstanbul’un kuzeyine yakın ve göl kenarında olmasıyla diğerlerinden ayrılıyor ancak 48 nolu otobüsle iki saatlik bir yolculuk yapmanız gerekiyor.
Azizpaşa Mesire Alanı da gölete varmadan az önce, ormanın içinde yer alıyor. İkisinden birine gitmek isterseniz ben kesinlikle özel aracınızla ulaşmanızı öneririm.
Eyüp’te bir de Osmanlı Devleti’nde yenilik alanında önemli adımlar atan, kurduğu Nizam-ı Cedit yani “yeni düzen” ordusu ile yenilmez sanılan Napolyon’a ilk mağlubiyetini tattıran ancak çıkarlarını korumak isteyen yeniçeriler tarafında saraya düzenlenen baskında katledilen Sultan 3. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi bulunuyor. Yarım daire biçimindeki sütunlu sebiliyle ve iki asırdır bölge halkı tarafından iyi bakılmış mermeriyle görülesi bir nokta.
Eyüp’ün tarihi anlamda önemli bir diğer noktası ise Feshane. 1835 yılında orduya fes üretmek için kurulan bu fabrikanın özelliği ülkemizde açılan ilk fabrika olması. Fabrikadan geriye kalan bina günümüzde belediye tarafından kongre merkezi olarak değerlendiriliyor.
Karyağdı Ali Baba Tekkesi ise aynı isimli Karyağdı Mahallesi’nde bulunuyor. Eskiden içerisinde bir matbaa bulunması nedeniyle tarihi bir önem taşıyor. Osmanlı’daki göçebe yapılar arasından biri diyebileceğim Bahariye Mevlevihanesi ise aslında Beşiktaş’ta yer alıyormuş ama Çırağan Sarayı’nın inşası nedeniyle oradan Maçka’ya taşınmış. Buraya da kışla yapılacağı için son olarak Eyüp sahilindeki Bahariye’ye yerleşmişler. Hatuniye Tekkesi, diğer adıyla Kariler Tekkesi ise ilk kadın sığınma evlerinden biri olarak görülüyor, üstelik Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasında önemli bir rol oynamış. Son olarak, Kaşgari Murteza Efendi Tekkesi ise Türkistan ile aramızdaki manevi bağ açısından önemli, ahşap dış yüzeyiyle hoş bir mekan. Özbek Tekkesi olarak da isimlendiriliyor.
Buralara da uğrarsanız aşağı yukarı bu civardaki tüm önemli yerleri gezmiş olursunuz diye düşünüyorum ama İstanbul’un her sokağında bir başka sürpriz gizli olduğunu da unutmayın!