Malbork’ta yapabilecekleriniz, bir günden fazla zamanınızı almayacaktır ama o bir günü ömür boyu unutamayacağınıza emin olabilirsiniz; yeter ki Malbork Kalesi’ni görmeden dönmeyin! Malbork Polonya’nın kuzeyinde Gdańsk’ın güneyinde Nogat Nehri’nin kıyısında 40 bin nüfusa sahip bir şehir/kasaba.
Şehirle aynı isme sahip Malbork Kalesi, hakkıyla gezmesi 4-5 saatinizi alacak büyüleyici bir destinasyon. 1200’lerin sonlarında Töton Şövalyeleri tarafından inşa edilen bu kale dünyanın en geniş yüz ölçümüne sahip kalesi olma özelliği taşıyor. Devasa hisarı, avluları, kuleleri ve gezilecek sayısız odası ile birlikte bir kez girdiğiniz zaman kolay kolay içinden çıkamayacağınız bir alan.
Bir gece iki günlük bir Malbork seyahatim oldu. Şehre Gdańsk’tan tren yolculuğu ile ulaştım. Mevsim tercihim biraz zamansız olsa da yazın çok daha muhteşem bir hale gelen kaleyi sonbaharda deneyimleme fırsatı buldum. Sizinle de bu etkileyici tecrübemi paylaşmak istedim. Gelin şimdi birlikte bu orta çağ şehrine ve dünyanın en büyük kalesine doğru bir yolculuğa çıkalım.
İçindekiler
Malbork Kalesi, Töton Şövalyeleri tarafından inşasına başlandığı 13. yüzyıldan bu yana hem Polonya’nın hem de tüm Avrupa’nın en namlı kalelerinden biri olma özelliği taşıyor. Aynı zamanda tuğla gotik mimarının en eşsiz ve aşikar örneklerinden. Peki kimdir bu şövalyeler, hikayesi oldukça ilginç. 1100’lerin sonunda Kudüs’te ortaya çıkan bu tarikatın dini bir altyapısı var. Ancak Katolik şövalyelerden oluştuğu için sadece dini değil aynı zamanda askeri bir yapılanma.
Kutsal Topraklara hastane yapmak amacıyla yola düşen hacı Hristiyanlar tarafından oluşturuluyor. Ardından Hristiyanlığı yaymak adına Haçlılarla birleşerek daha askeri bir biçime kavuşuyor.
Günümüzde hâlâ Totan Şövalyeleri mevcut. “Grand Masters” denen Büyük Üstadlar dünyanın bir yerlerinde yaşamaya ve kendi komünlerine vaaz vermeye devam ediyor.
Malbork Kalesi Nogat Nehri kıyısında heybetiyle bir kartpostal gibi uzanıyor. Nehrin öte yanından özellikle de gün batımında ona bakınca, yaklaşmakta olan akşamın sudaki aksi sanki bir anlığına bu kalenin masalsı turuncusunda kaybolur. Kendinizi onun surları içinde, kalenin dışından bile görülebilen upuzun ağaçların arasında bulursunuz. Bu öyle bir görsel şölendir ki, insana işte böyle edebiyat yaptırır! Daha tarihi bir açıdan ele alırsak kalenin asıl ismi Marienburg. Bu, “Mary’nin Hisarı” anlamına geliyor. 13. yüzyılda Töton Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş ve aynı zamanda manastır görevi görmüşse de 15. yüzyılda, 30 Yıl Savaşları sırasında Polonya Kralı IV. Kasimir’e satılmış. Ondan sonra hem bir kraliyet yerleşkesi hem de askeri üs olmuş.
Tabii, bu dönemde kaleye çeşitli ekler yapılmış – ki doğumu 13. yüzyıl olsa da bu kale, tıpkı bir insan gibi, her geçen çağda büyüyüp serpilmiş. Onca savaş gören bu ilginç kale için en sarsıcı zaman ise kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı zamanı imiş. Tüm dünya gibi Malbork Kalesi de İkinci Dünya Savaşı sırasında yerle yeksân olmuş.
Savaş boyunca Nazilerin kontrolünde bulunan kale savaştan sonra Polonya’ya verilmiş ve bir restorasyon süreci geçirmiş. Bu restorasyon öyle başarılı olmuş ki kalenin bugünkü hâlini görenlerin Orta Çağ havasını solumaması, surlarında Töton Şövalyelerinin, Tötonik Düzen’in, Polonya kraliyet ailesinin ve kanlı savaşların izlerini görmemesi imkansız. Kale 1961’den bu yana müze olarak işliyor. Bu müzede eski sanatlara, kraliyete, bilimsel çalışmalara, Tötonik Düzen’e dair pek çok şey görmek mümkün. Avrupa’nın önde gelen müzeleri arasında sayılan Malbork Kalesi Müzesi’nde yaklaşık 40 bin parça sergileniyor. Müzede sergilenen en önemli parçalardan biri şüphesiz dünyada eşine benzerine rastlanmayan güzellikteki kehribar sanat eserleri…
Malbork Kalesi’nin tarihinden ve müzesinde bulundurduklarından kısaca bahsettik ama bir de bizzat kendisinden bahsedelim: Malbork Kalesi’ni bir araya getiren tüm kuleler, tüm Avrupa’da gotik mimarinin tuğla gotik üslubuna dair en güzel örneklerden sayılıyor. Özellikle Töton Şövalyeleri’nin yönetiminde inşa edilen bu ufaklı büyüklü kuleler, mimariyle ilgilenen herkesin dikkatini çekecek ama gotik mimariye meraklı olanların aklını başından alacak çarpıcılıkta.
Malbork Kalesi nasıl bir hesapla dünyanın en büyük kalesi sayılıyor? Bu hesapta, hem kalenin içi hem de kaleyi içinde barındıran devasa kompleks göz önünde bulunduruluyor. Elde edilen sonuç ise gösteriyor ki kale, 143,591 metrekarelik bir alanı kaplıyor. Yani Malbork Kalesi’ni gezmek için en aşağı 4 saatinizi ayırmanız şart; yalnız uyarayım, ayaklarınıza kara sular inecek! Kalenin içinden bahsedecek olursak, öncelikle şunu söylemeliyim ki kalenin gezilmesi gereken odalarına ulaşana kadar uzun bir yol kat edeceksiniz. Hisarlar, köprüler, bahçeler derken sonunda biletinizi görevliye göstereceğiniz bir kapıya geliyorsunuz. Asıl macera, işte burada başlıyor.
Biletinizi gösterdikten sonra önce devasa bir avluya giriyorsunuz. Bu avlunun etrafı hem hediyelik eşya dükkanları, hem geçici sergiler hem de kalenin mutlaka bir sesli rehberle gezmeniz gereken tur alanıyla çevrili. İlk olarak günümüzde adlandırıldığı adıyla Yüksek Kule inşa edilmiş. Bu tarih 1276’ya denk geliyor. Malbork Töton Şövalyelerinin ana merkezi olunca kale genişletilmiş ve 1309 yılından sonra Orta Kule inşa edilmiş.
En son olarak da Kısa Kule şato alanına eklenmiş ve etraf savunma için geçilemez şekilde duvarlarla çevrelenmiş. Zindanlar en son eklenmiş. Malbork Kalesi’nin avlusuna bir köprü yardımıyla giriyorsunuz. İlk çıktığınız alan ise Orta Kule. Sesli rehber sizi ilk olarak Büyük Üstadların devasa karşılama salonuyla tura başlatıyor. 12 Büyük Üstadın gömülü olduğu Aziz Anne Şapeli de yine bu rotada karşınıza çıkıyor.
Ardından bir başka köprüyle Büyük Kule’ye doğru ilerliyorsunuz. Büyük Kule’ye giderken geçtiğimiz bahçeyi, sarmaşıkların kapladığı devasa kale duvarlarını hiç unutmuyorum. Çok etkileyici ve biraz da puslu havadan dolayı ürkütücü bir manzaraydı. Büyük kule kesişlerin günlük hayatlarını sürdürdüğü mutfak, dua alanı gibi yerleri içeriyor. Kalenin içinde o kadar çok dolaştık, bir geçitten bir geçide o kadar gezindik ki ayrıntısıyla neyin nerede olduğunu hatırlamıyorum. Fakat kalede Şövalyelerin ve Büyük Üstadların günlük hayatlarını geçirdikleri odalardan, önemli toplantıların gerçekleştiği büyük salonlara kadar birçok mekana uğruyorsunuz. Kalenin kendi içerisinde yüzlerce ibadethane var.
İlginç döşenmiş salonlar, girdiğinizde tüylerinizi diken diken edecek tuhaf konseptler mevcut. E daha fazla ayrıntı vermeyeyim de sizin de merakınızı canlı tutayım. Son olarak Kale’ye girişin fiyatından bahsedelim. Sesli rehber ile normal bilet 45, indirimli bilet 35 zloti. Kale 10:00 – 16:00 arası ziyaret edilebilir.
Ben Malbork’a Kasım ayında gittim ve size soğuktan donduğumu söylemeliyim. Fakat ocak ayındaymış gibi giyinip giderseniz pek sorun yaşamayacağınıza eminim.
Yine de, Malbork’a kesinlikle yaz mevsiminde gitmelisiniz. Güneşli havada kalenin Nogat Nehri üzerine düşen yansıması muhteşem bir manzara sunuyor. Kendinizi adeta farklı bir çağda hissediyorsunuz. Göğün mavisi, kalenin turuncusu ve etraftaki ağaçların yeşil bir araya gelince dünya bir anlığına çiçekdürbününe dönüşüyor.
Sırf bu eşsiz manzarayı görmek için bile Malbork’a güneşli havaların daha sık olduğu bir mevsimde gitmek en iyisi.
Malbork küçük bir kasaba olduğu için oraya ancak Polonya’nın Gdańsk şehri üzerinden ulaşabilirsiniz. İki şehir arasındaki mesafe, 70 km. Gdańsk’in birçok yere uzanan meşhur tren hatlarıyla Malbork’a varmanız tam 1 saat sürüyor.
Ben tren biletini sadece 1 hafta önce aldım ve 20 lira ödedim. Ancak aynı gün almaya çalışsanız bile indirimli biletlere denk gelebilirsiniz. Yolunuz Gdańsk’a ya da Kuzey Polonya’ya düşerse mutlaka Malbork’a uğramalısınız.
Bir gecelik kısa Malbork ziyaretimde kasabanın en güzel otelinde kaldığımı söylemeliyim. Hem yoğun turizm sezonunun dışında olduğumuz hem de sadece bir gece kalacağım için bütçemi çılgınca harcamaktan çekinmemeye karar vermiştim. Fakat buna rağmen o bir geceyi geçirdiğim, epey fotoğrafik dağ evinde çok makul bir fiyata konakladım.
Kaldığım otel, dağ evi olarak geçen Magnolia Pokoje Gościnne’ydi. Walowa, numara 10’da yer alıyor. Yeşil bir ova ve ufak bir göletin kenarına dizilmiş sıra sıra ufak dağ evleri. Karşısında ihtişamlı Malbork Kalesi ve Nogat Nehri. Malbork ziyareti için daha güzel bir kombinasyon olamaz diye düşündüm ve haklıydım da.
Dağ evi, aşma katlı, içerisinde mutfağı ve bir sürü mutfak gereci de bulunan bir evdi. Özellikle üst kattan evin alt katına doğru çektiğimiz fotoğraflar muhteşem oldu.
Malbork’a gitmişken Malbork Kalesi’nin sınırları dahilindeki Restauracja Piwniczka’ya uğrayabilirsiniz. Burada adeta bir orta çağ şölenindeki bir şövalye ya da bir soylu gibi hissedeceksiniz. Restoranın tüm dekorasyonu ve menü seçimi buna yönelik düzenlenmiş. Nitekim menüye göz attığınızda ‘şövalye tabağı’, ‘şölen sofrası’ gibi tanımlamalar görebilirsiniz.
Nogat Nehri kenarındaki U Flisaka da konumu itibarıyla keyifli bir mekan. Kışın da kapalı alanda soba eşliğinde hizmet veriyor. Burada kiełbaşa olarak anılan izgara sosis ve yanına garnitur, golonka adı verilen domuz ayağı (pek benlik değil) ve ızgara et tadılabilir. Daha ‘risksiz’ bir şeyler yemek istiyorsanız, salaş görünüme sahip fakat leziz pizzalar yapan Pizzeria Castello’yu kesinlikle öneririm. Adama Mickiewicza, numara 84’te yer alıyor.
Bir başka pizzacı önerim ise güzel dekorasyona ve daha geniş bir menü seçeneğine sahip olan Restauracja Pizzeria Rotatoria Cafe. Yazın havalar güzelken kalenin devasa avlusunda, adeta bir fuaye alanındaki gibi, yemek alanları kuruluyor. Burada meşhur Polonya lezzetlerini güneşin altında, çimler üzerindeki banklarda deneyimleyebilirsiniz. Bunlardan en meşhuru “Şövalyenin Odası” anlamına gelen “Karczma Rycerska”.
Devasa kazanlarda pişenler arasında elbette meşhur Polonya lezzeti ‘bigos’ da var. Bigos et ve Lehlerin favori besini lahanadan oluşuyor. Yanında genelde fırınlanmış patatesle servis ediliyor. İçkili mekan konusunda ise Malbork çok da zengin değil ama ilginç pub’lara ve barlara rastlayabiliyorsunuz. Bunlardan biri, beni de favorim, Pub Baszta. Malbork Kalesi’nin bir kulesinin kopyası gibi inşa edilmiş bir binada bulunan bu salaş pub’da canlı müzik eşliğinde ucuza lezzetli bira içebilirsiniz.
Tren istasyonunun hemen yanındaki Spizarnia ise eski Kuzey Avrupa tavernaları gibi döşenmiş, salaş ama mutlaka deneyimlemeniz gereken bir başka pub.
Malbork konusunda benden bu kadar. Umarım dünyanın bu en büyük kalesine gitmek için sizi biraz da olsa heveslendirmişimdir!