Ülkemize bağlı en büyük ada olan Gökçeada, 1970 yılından önceki adıyla İmroz, Çanakkale Boğazı’nın açıklarında yer alıyor ve Türkiye’nin en batı noktasını oluşturuyor.
Eskiden Rum nüfusun çoğunlukta olduğu ada, Lozan Görüşmeleri sırasında İngiltere’nin baskılarıyla özerk statüye geçirilmeye çalışılmış ama daha önce bu tuzağa Girit ve Kıbrıs’ta düşen Türk yönetimi neyse ki üçüncü kez kanmamış.
Osmanlı’nın bir zayıf anında Girit’in özerkliğini kabul ettirdikten sonra özerk yönetim önce bağımsızlık ilan etmiş, hemen ardından da Yunanistan’a bağlanma kararı almıştır. Aynı senaryoyu Kıbrıs için uygulamaya kalkmaları ise elli yıldır süren malum durumu yarattı.
Böylece Gökçeada, Çanakkale’ye bağlı bir ilçe haline gelmiş. Adadaki Rum nüfus ise aslında mübadeleden muaf tutulduğundan gitmeyip burada kalmış ama Kıbrıs’ta yaşanan olaylardan dolayı çıkan sıkıntılar neticesinde 1970 civarında adadan taşınmış.
Şimdi sadece dört Rum köyü bulunan adada geri kalan yerleşimlerde genelde ülkemizin doğu illerinden göçmüş kişiler oturuyor.
Ege Denizi’nin kuzey kısmında yer alan Gökçeada, düşük nüfus yoğunluğu sayesinde korunmuş doğası ve ada olmasının getirdiği çok sayıda kumsalı sayesinde turistler için cazip bir rota.
İster denize girmek, ister mehtaba karşı keyif çatmak için tercih edebileceğiniz bir yer. Gerçi deniz biraz soğuk, haberiniz olsun. Tabii özellikle serin sevenler de çıkacaktır!
Bu yazımda Gökçeada geziniz için bilmeniz gereken her şeyi inceleyeceğiz.
Gökçeada’nın iklimi için İstanbul ile İzmir’in ortası desem yanlış olmaz. Kışlar aslında ılıman geçiyor ama denize giremeyeceğiniz için sıkılmanız olası. Ayrıca nadiren olsa da fırtına çıktığında feribot seferleri iptal edilebilir ve tatil planınız aksayabilir.
Yaz ayları ise Akdeniz yöresinde olduğu kadar bunaltıcı değil. Deniz suyu soğuk olduğundan Temmuz ve Ağustos aylarında kendinizi dalgalara bırakıp serinlemek iyi geliyor.
İlkbahar, Haziran ve Eylül ile Ekim’de ise denize girmekten çok kültür turizmi için iyi bir durak olabilir. Ayrıca rüzgar sörfü yapacaklar da güneş daha az yakacağından bu ayları tercih edebilir.
Valizinizi hazırlarken çok özel bir hazırlığa girişmenize gerek yok. Mayonuz elbette eksik olmasın çünkü planlarınızda yer almasa bile denizi görünce bir batıp çıkmayı canınız çekebilir. Her zaman önerdiğim gibi şapka, güneş gözlüğü ve güneş kremi kullanmayı sağlığınız adına ihmal etmeyin.
14 Ağustos ile 16 Ağustos arasındaki üç günün Gökçeada için anlamı ise ayrı. Bu tarihte adada bulunan Rum köylerinde Meryem Ana Panayırı düzenleniyor. En büyük kutlama Tepeköy’de yapılıyor. Eğer ilginizi çekiyorsa bu tarihte gelmek isteyebilirsiniz.
Gökçeada’da 2011 yılında açılmış ufak bir havaalanı bulunsa da turistik uçak seferleri ya hiç yapılmıyor ya da o kadar nadir ki denk gelmek tamamen şans meselesi! Dolayısıyla havayolu ile ulaşmanız mümkün değil (tabii helikopteriniz yoksa!).
Hem yazının geri kalanından anlayacağınız üzere arabasız gelmeniz halinde adada zorlanacağınızdan arabalı vapur ile gelmeniz sizin için daha iyi olacaktır. Üstelik bence tuzlu rüzgar suratınızı okşarken dalgalar üzerinde zıplaya zıplaya gemi yolculuğu yapmak uçağın klima kokan kabinine sıkışmaktan çok daha keyifli.
Anlayacağınız adı üzerinde burası bir ada ve gelmek için feribot kullanmak en iyi yol. Çanakkale’ye bağlı olan Eceabat ilçesinde yer alan Kabatepe Limanı’ndan kalkan arabalı vapur ile gelmek en kolay yol.
Böylece Gökçeada içerisinde de rahat edersiniz. Plajlara gitmek ve Rum köylerini gezmek için özel arabanız ile gelmeniz kesinlikle en kolay yöntem olacaktır.
Eğer arabasız gelecekseniz Çanakkale Limanı’ndan kalkan deniz otobüsünü de kullanabilirsiniz. Kabatepe’den kalkan arabalı vapur yaz döneminde her iki saatte bir kalkıyor ve adaya da iki saatten biraz daha kısa sürede ulaşıyor. Deniz otobüsü ise daha hızlı olduğundan yolculuk süresi bir saati azıcık aşıyor. Kış aylarında ise deniz otobüsü hiç çalışmıyor ve arabalı vapurun sefer sayısı azalıp sadece sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez kalkıyor.
Arabalı vapur bilet ücreti ise otomobil için 450 TL + şoför hariç her yolcu için ek olarak 10 TL. Anadolu yakasından geliyorsanız, yani Çanakkale’den Eceabat’a arabalı vapur ile geçip oradan da Gökçeada’ya geçecekseniz Gökçeada bileti iki vapur yolculuğunu da kapsıyor. Biletinizi görevliye gösterip durumu anlatın.
İstanbullulara ise Tekirdağ ve Gelibolu üzerinden doğrudan Eceabat’a gelmelerini öneririm. İstanbul’dan Bandırma vapuruyla gelecekler ise Çanakkale’ye kadar inmeden Lapseki’den feribotla doğrudan Eceabat’a geçebilirler.
Özel arabası ile gelmeyenler ise Gökçeada içinde ulaşım için minibüs veya taksi kullanmak zorunda kalacak ama ikisi için de ne hesaplı ne rahat diyebilirim, ayrıca kolay bulunmuyorlar. Sadece deniz tatili yapacaksanız hiç sorun olmaz ama tüm köyleri gezip Gökçeada’yı köşe bucak görmek istiyorsanız biraz yıpranabilirsiniz. O durumda ilçe merkezindeki araba kiralama seçeneklerine bir göz atmanızı öneririm.
Aydıncık Plajı, eski adıyla Kefaloz Plajı, ilçe merkezine biraz uzak olsa da dolmuşla gidilebiliyor.
Çok uzun bir kumsal, üstelik ince kumdan bir sahili var. Deniz ise yukarıdan bahsettiğim gibi biraz soğuk ama derler ya “girince alışıyorsun”.
Bence en önemli eksisi epey rüzgarlı olması, bu benim gibi yüzmeyi çok sevenlerin işini biraz zorlaştırıyor ancak öte yandan adada Rüzgar Sörfü’nün gelişmesini sağlamış.
Denizi kaplayan rengarenk sörf yelkenleri insana Alaçatı’yı anımsatıyor. Buraya isterseniz günübirlik gelip şezlong kiralayabilir, daha deniz ağırlıklı bir tatil yapmak veya rüzgar sörfü yapmak isterseniz de buradaki pansiyonlarda konaklayabilirsiniz.
Adada denize girebileceğiniz bir diğer nokta ise Yıldız Koyu. Burası Türkiye’nin tek su altı milli parkı olan Gökçeada Sualtı Milli Parkı’nın bir parçası.
Aydıncık Plajı’ndan bir hayli farklı olan Yıldız Koyu dar bir alanda yer alıyor ve ince kum değil çakıl zemine sahip. Deniz ise bu sayede olağanüstü bir berraklığa sahip. Dolayısıyla şnorkel için harika bir yer. Rüzgarın etkisi de daha az hissediliyor.
Yıldız Koyu’nda da günübirlik olarak gelen turistler için şezlong kiralama ve restoran bulunuyor, ayrıca çok yakın olan Bademli Köy’de de kalabilirsiniz.
Bademli Köy’de konaklayanlar biraz daha uzağa gitmeyi göze alırlarsa Yıldız Koyu’nun doğusunda kalan Mavi Koy’a da gidebilirler. Daha az kişi oluyor, hatta yoğun dönemin dışında kalan aylarda bazen tüm koyda bir başınıza bile kalabiliyorsunuz. Tabii tesis de daha az.
Marmaros Plajı ise adanın kuzeybatı yakasında bulunuyor. Burası diğer plajlara göre daha tenha ve doğal. Plajdan iç kısımda ise iki ayrı şelale bulunuyor: Marmaros Büyük Şelale ve Marmaros Küçük Şelale.
Ulaşmak için yürümeniz gerekiyor ama emin olun buna değecek. Yeşilin ortasında çağlayan su gerçekten büyüleyici.
Kitesurfing’e ilgi duyanlar ise rüzgarın neredeyse hiç dinmediği Eşelek Koyu’na yöneliyor.
Eşelek Koyu, Aydıncık Plajı’nın hemen kuzeyinde kalıyor.
Bunlar dışında Gökçeada’da merkezden uzakta yer alan üç plaj daha var, üçü de epey sakin ve huzurlu.
Bunlardan Gizli Liman adının hakkını veren bir kumsal ve adanın en batı ucunda yer alıyor.
Uğurlu Plaj da onun hemen güneyinde ve bir o kadar güzel. Zaten birine gelmişken diğerini mutlaka görürsünüz.
Laz Koyu ise adanın güney kıyısında bulunduğundan genellikle kuzeyden esen rüzgardan korunuyor ve deniz çarşaf gibi olabiliyor.
Ayrıca adada minyatür bir Tuz Gölü de yer alıyor, adanın güneydoğu köşesinde Aydıncık Plajı ile Eşelek Koyu’nun arasında bulunduğundan bu sahillere gitmişken bir uğrayabilirsiniz.
Rumlar tarafından Aliki olarak adlandırılan bu gölün çamuru cilde (hatta genel olarak sağlığa) iyi geldiğine dair bir inanış nedeniyle toplanıp bir nevi bakım maskesi kullanılıyor.
Gökçeada ilçe merkezinde bulunan Çamaşırhane, turistlerin mutlaka uğradıkların noktaların arasında yer alıyor.
1909 yılında yapılan binanın iki yanı neredeyse tamamen açık. İçeride ise çamaşır yıkamak için kurulmuş düzen görülebiliyor.
Aslında adanın diğer mahalleleri ve köylerinde de benzer eski çamaşırhaneler mevcut, Özellikle Dereköy Çamaşırhanesi bir hayli büyük, zaten eskiden burası adanın yönetim merkeziymiş ve en büyük yerleşimiymiş.
Çamaşırhane’den birkaç dakikalık yürüme mesafesinde ise hala kullanımda olan 1835 yılında inşa edilmiş ufak Aya Panaya Kilisesi yer alıyor.
Eskiden merkez ilçesinin adı da Panaya imiş.
Adadaki Kaşkaval Koyu’nda bulunan Peynir Kayalıkları ise adının hakkını veren ilginç bir doğal oluşum.
Denizin kenarında üst üste sıralanmış katmanlardan oluşan, rengi beyaza çalan kayalardan oluşuyor. Görmek için tekne turuna katılmanız gerekiyor ne yazık ki.
Aydıncık Plajı ile Uğurlu Plaj arasında bulunan Kaya Mezarları ise kökeni henüz tam olarak aydınlatılamamış ilginç bir kalıntı.
Bademli Köy civarında bulunan Bademli Höyüğü de adadaki bir diğer tarihi alan. Bu höyük sayesinde adada yaklaşık beş bin yıldır insan yaşamı olduğu ve eskiden bu tepelerde çok sayıda geyik gezdiği anlaşılmış.
Adada yer alan Rum köyleri ise genellikle iç kısımlarda, tepelerin üzerinde bulunuyor. Bunun nedeni güvenlik. Eskiden korsanlar sahil kısmına sıkça saldırıyormuş.
Ayrıca Çanakkale Boğazı’na yakın konumu nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halinde olan devletlerin donanmaları tarafından da birçok kez işgal edilmiş.
Rum köyleri arasından en iyi korunmuş durumda olan Zeytinli Köy. Burası dibek kahvesi ile meşhur. Madam’ın Yeri’nde güzel bir kahve içebilirsiniz.
Adanın en yüksek noktasında bulunan Tepeköy ise birkaç hoş tavernaya sahip, Çınaraltı ise gölgede dinlenmek için ideal bir nokta.
Tepeköy’de ayrıca şarap üretimi de yapılıyor. Bademli Köy ise muhteşem bir Ege manzarası sunuyor.
Gökçeada mutfağı, doğallığı ve sadeliği ile dikkat çekiyor. Sabahları köy ekmeğinin yanında adanın meşhur keçi peyniri ve burada yetişmiş meyvelerden yapılmış reçeller ile enfes bir kahvaltı yapabiliyorsunuz. Birçok kafede sabahları kahvaltı mevcut, Kaleköy’de yer alan Mustafa’nın Kayfesi de bunlardan biri.
Keçi yetiştiriciliğin sürdüğü adada oğlak tandır da sevilen yemeklerin başında geliyor. Tabii taze balık da bol. Börekler ve Ege’nin kimi dağlardan toplanmış, kimi denizden gelen çeşit çeşit mezeleri de yemeğe eşlik ediyor. Ayrıca Cicirya denen, peynirli pide ile pizza arası farklı bir lezzet de mevcut. Öğle yemeği olarak bir defa denemenizi kesinlikle öneririm.
Ana yemek olarak adada en popüler adres adını muhtemelen daha önce duymuş olduğunuz İmroz Poseidon. Kaleköy’de yer alan bu işletmede Yunan tavernası atmosferi hakim. Deniz manzarası gerçekten muhteşem. Menüye balık hakim olsa da kırmızı et de tercih edebiliyorsunuz. Adı ise Herodot tarihinde Gökçeada’nın deniz tanrısı Poseidon’a ait olmasından geliyor. Ayrıca İmroz ismi Homeros’un İlyada Destanı’nda da geçiyor ve İmroz halkı Yunan işgalcilere değil de Anadolu’da yer alan Truva kentine destek veriyorlar.
Elbette hem kahvaltının, hem de yemeğin ardından bir dibek kahvesi şart! Zeytinli Köy’de yer alan Madam’ın Yeri ile yukarıda da bahsettiğim Mustafa’nın Kayfesi mutlaka uğramanız gereken iki adres. Zeytinli Köy’de yer alan Tatlıcı Barba Hristo ise Damla Sakızlı Muhallebi ile meşhur.
Gökçeada nihayetinde bir Ege adası ve elbette burada zeytin tarımı yapılıyor. Oldukça kaliteli zeytinler yetiştiğinden haliyle zeytinyağı da çok güzel oluyor. Almadan dönmeyin derim.
Zeytinyağı ile yapılan İmroza Sabunu da doğal ve sağlıklı. Kaleköy’de yer alan atölyesini gezebilirsiniz. Bir tane alıp deneyin bence, büyük ihtimalle bir daha başka sabun kullanmak istemeyeceksiniz.
Benzer biçimde Kuzey Ege’nin olmazsa olmazı kekik de adanın dağlarında doğal olarak bulunuyor. Taze taze toplanmış kekikten alıp evinize götürerek mutfağınızı Ege kokusuyla şenlendirebilirsiniz. Aynı zamanda adada üretilen keçi peyniri de oldukça meşhur.
Son olarak, Gökçeadalı bir Rum olan Madam Efi’nin özel tarifi ile üretilen Efibadem Kurabiyesi yörenin spesiyal yiyeceği. Buradayken ister dibek kahvesinin, ister çayın yanında bu bademli kurabiyeden birkaç adet tadın, zaten sonrasında kutu kutu alıp götürmek isteyeceksiniz. Gökçeada İlçe Merkezi’nde iskeleden bir sokak içeride konuşlanan Meydani Pastanesi’nde satılıyor.
İlçe merkezinde magnet, biblo gibi ufak tefek hediyelik eşya satan çok sayıda dükkan ve tezgah da mevcut. Dönüş yolunda feribot saatinden biraz önce gelip göz atabilirsiniz ya da akşam serinliğinde yemek sonrası yürüyüşünüzü tezgahlar arasında yapabilirsiniz.
Hareketli geceler geçirmek istiyorsanız yanlış yerde olduğunuzu söyleyebilirim.
Marmaris’in, Bodrum’un diskoları gibi yerler henüz Gökçeada’ya dek ulaşmamış durumda. Burası hala eski ada yaşantısını koruyor.
Tabii her köyde bir ya da iki adet taverna, meyhane, şaraphane bulunuyor. Bunların bir kısmında canlı müzik de var.
Akşamları genellikle bu şekilde meze ve rakı yahut şarap eşliğinde geçiriyorlar. Tabii özellikle Rum köylerinden sirtaki eksik olmuyor!
Gökçeada henüz dev oteller tarafından ele geçirilmiş değil. Az sayıda otel olsa da onlar adanın doğal halini bozmuyor.
Lüksten vazgeçemeyenlerin en rahat edeceği yer bu oteller olacaktır ama çıkıp adayı gezmeyi ihmal etmeyin.
Tatilciler en fazla pansiyonları tercih ediyorlar, böylece bir haftalığına Gökçeada’nın yerlisi gibi yaşayabiliyorsunuz. Adada yaşayan birçok insan, yaz dönemi boyunca evini pansiyon olarak değerlendiriyor, yani airbnb’yi yıllar evvel bulmuşlar!
Ayrıca adada hem Aydıncık Plajı’nın hem de Yıldız Koyu’nun yanında birer camping alanı mevcut. Çadırınızda doğa ile iç içe bir tatil de yapabilirsiniz. Artık tercih size kalmış.
Gökçeada Turizm Danışma Ofisi, ilçe merkezindeki Gökçeada Meydanı’nda yer alıyor. Buraya uğrayarak her konuda ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. Keyifli bir tatil dileklerimle…