Almanya’nın en büyük ikinci kenti olan Hamburg, resmi lakabı olan “Dünyaya Açılan Kapı” unvanının hakkını veren devasa bir liman kenti. Üstelik tüm bunları denize kıyısı olmamasına rağmen başarmış!
Elbe Nehri’nin ağzına oldukça yakın bir noktada kurulduğundan gemiler buradaki limanda Kuzey Denizi’nin başına buyruk hoyratlığından uzakta güven içinde tutulabiliyor.
Üstelik Elbe Nehri şehre ulaşmadan az evvel iki kola ayrılıp tam liman civarında geri birleştiğinden ortada geniş bir ada oluşmuş şimdi Hamburg’un güzel Wilhelmsburg mahallesine dönüşmüş durumda.
Coğrafi olarak bana Paris’in göbeğindeki, Notre Dame Katedrali’nin bulunduğu Ile de la Cite’yi hatırlattı.
Ülkenin ekonomisi için olduğu kadar donanma açısından da önem taşıyan bu liman şehri, İkinci Dünya Savaşı sırasında yüksek miktarda bombardımana hedef olduğundan eski yapılar ne yazık ki bir hayli tahrip olmuş. Bunların hepsi restore edilmiş ama bir kilise savaşın vahşetini herkesin görebilmesi açısından harap biçimde bırakılmış.
Hamburg’a geldiğinizde hem kozmopolit bir endüstriyel liman, hem de Almanya’nın federatif yapısı içerisinde özerkliğini muhafaza etmiş bir şehir devletinin tarihi kısımlarını bir arada görebiliyorsunuz.
Bu yazımda sizlere Hamburg geziniz için bilmeniz gereken her şeyi aktarmaya çalışacağım.
İçindekiler
Hamburg’a gitmek için Schengen Vizesi almanız gerekiyor.
Almanya’ya yapılacak vizeler için başvuru sürecinden daha önce Berlin Gezi Rehberi adlı yazımda uzun uzadıya bahsetmiştim, oradan bakabilirsiniz.
Almanya’nın priz sistemi ise bizim ülkemizdeki ile aynı, dolayısıyla buradan götürdüğünüz elektronik aletleri rahatça kullanabilirsiniz.
Almanya’nın kuzeyinde yer alan Hamburg buna rağmen denize olan yakınlığı nedeniyle konumundan bekleyeceğiniz kadar soğuk değil. Onun yerine yıl boyu yağış alan, biraz Britanya’yı andıran bir iklime sahip. Yaz aylarında sıcaklık ortalaması on yedi derecenin üzerine çıkıyor.
Temmuz ve Ağustos ayları gezmek için en ideal dönem, kot pantolon veya öteberinizi ceplerinde rahatça taşıyabileceğiniz bir kargo pantolon üzerine giyeceğiniz tişört ve gömlek kombosuyla ya da ince bir sweatshirt ile rahatça gezilebiliyor. Hatta bu aylarda epey güneş de aldığından gözlük ve şapka bile götürmenizi öneririm ama yağmur ihtimali nedeniyle şemsiye ve yağmurluk da valizinizden eksik olmasın. Güneş gözlüğü takarken birkaç saat sonra sağanağa yakalanabiliyorsunuz.
Kış aylarında ise sıcaklık bir derece civarında seyrediyor ve zaman zaman kar yağıyor. Belki de ben bu mevsimi sevmediğim içindir ama diğer her yerde olduğu gibi Hamburg’a da kış aylarında gelmenizi pek önermiyorum. Ayağınızda kalın botlar, üstünüzde kat kat kıyafet ile soğuktan titreye titreye gezmenin pek tadı yok.
Önemli bir metropol olan Hamburg, sadece turistik değil iş nedeniyle de çok sayıda kişi tarafından ziyaret edildiğinden oldukça büyük bir uluslararası havalimanına sahip ve burası kentin adını taşıyor.
Siz de obilet.com üzerinden Hamburg’a uygun fiyatlı uçuşlar bulabilirsiniz. Aşağıdaki linklerden sefer, zaman ve fiyat bilgilerine ulaşabilir, bilet alımı gerçekleştirebilirsiniz:
Havalimanından şehir merkezindeki ana istasyona, yani Almanya’nın her kentinde olduğu gibi Hauptbahnhof’a ulaşmak için banliyö treni olan S-Bahn’ın S1 hattını kullanabilirsiniz. On beş dakikada bir tren kalkıyor ve yarım saatte merkeze ulaşıyor. Tek yön bilet 3.20 Euro.
Aynı hattı şehirden havalimanına gelirken de kullanabilirsiniz ama en öndeki üç vagona binmeye çok dikkat edin, arkadaki vagonlar yol üzerinde bir durakta ayrılıp Hamburg’un banliyö mahallelerine gidiyor.
Gece 12 ile 4 arası tren olmadığından aynı güzergahta giden otobüse binmeniz gerekiyor ama genelde bu saatte uçuş olmadığından böyle bir sorun yaşayacağınızı sanmam. Zaten otele giriş ve çıkışlarda da bu saatler sorun yaşamanıza sebep olabilir.
Hamburg içerisinde toplu taşıma sistemi kalburüstü her Alman kenti gibi çok gelişmiş durumda. 24 saat boyunca otobüsler çalışıyor.
Şehrin ana otobüs durağı, aşağıdaki Görülecek Yerler kısmında bahsedeceğim, oldukça güzel bir bina olan Rathaus ile görmeniz gereken bir diğer adres olan Petrikirche arasında yer aldığından kentin en fazla gezeceğiniz bu tarihi kısmına her yerden rahatça ulaşabiliyorsunuz.
Metro sistemi ise hafta sonu dışında geceleri kapalı oluyor. Özellikle banliyö trenlerinde kapılar genellikle otomatik olarak açılmıyor, yandaki düğmeye basmanız gerekiyor.
Venedik gibi kanallarla bezeli bir kent olan ve içinden Elbe Nehri akan Hamburg’da altı adet vapur hattı da var ve aynı toplu taşıma bileti ile kullanılıyor, yolunuz üzerinde denk gelirseniz onları da tercih edebilirsiniz. Özellikle 62 nolu vapur hattında yapacağınız yolculuk, bizim Boğaz vapurları gibi hoş bir Hamburg manzarası sunuyor.
Biletinizi isterseniz metro istasyonlarında ve bazı otobüs duraklarında bulunan makinelerden alabileceğiniz gibi doğrudan otobüsün içinde de alabiliyorsunuz. Kısa mesafe bilet, tek binişlik normal biletten daha ucuz o yüzden otobüse binerken ineceğiniz durağı söylerseniz ona göre bilet kesecektir.
Çoğu kentte tek bir sistem olan şehir kartının aksine burada hem Hamburg Card hem de Hamburg City Pass olmak üzere iki farklı turistik indirim kartı bulunuyor. İkisi de ücretsiz olarak toplu taşıma sunmasının yanında farklı noktalarda indirim sağlıyorlar. Yazının içerisinde indirim oranlarından bahsedeceğim. Turizm Danışma Bürosu’ndan kartları satın alabiliyorsunuz ve daha fazla bilgi edinebiliyorsunuz.
Hamburg Card bütün toplu taşıma bileti makinelerinde ve hatta otobüsün içinde şoför tarafından bile satılıyor. 1 ile 5 arasında değişen gün sayısı içerisinden istediğinizi seçebiliyorsunuz, tek günlük 10.50 Euro, beş günlük 41.90 Euro ve diğer gün sayıları da bunların arasında fiyatlara sahip. Müzelerde değişen oranlarda, en fazla %50 olacak biçimde indirim sağlıyor. Bunun dışına tekne turlarında %30 indirim ve bazı mağazalarda indirim sağlıyor.
Hamburg City Pass ise daha pahalı ama tüm müzelere ücretsiz girebiliyorsunuz, üstelik sıra beklemeden VIP girişinden giriyorsunuz. Kartın ücreti de VIP ama! Tek günlük 39.90 Euro ve beş günlük 109.90 Euro, iki ve üç günlük seçenekler de var. Bana epey pahalı geldi ancak tüm müzelere girmeye kararlıysanız değebilir. Görülecek Yerler kısmından bir liste yaparak hesaplayabilirsiniz.
Hamburg şehrinin merkez noktası, şehir meclisinin bulunduğu Rathaus.
Yeşil çatılı bu geniş binanın yapımı 1886 ile 1897 yılları arasında on bir yıllık bir sürecin sonunda tamamlanabilmiş.
1842 yılında Hamburg’un büyük kısmını yok eden yangın felaketinin ardından yapımına karar verilmiş ve bunu simgelemek amacıyla içinde Anka Salonu adı verilen bir salon bulunuyor. Ortasından yükselen kule özellikle etkileyici.
Maalesef sadece özel rezervasyon ile içini gezmek mümkün çünkü aktif olarak şehir idaresinde kullanılıyor.
Alman geleneklerine göre meclislerin açık havada toplanması gerektiğinden meclis salonunun tavanının camdan yapıldığını not düşeyim.
Meydanda yer alan Hygieia Brunnen de çok şık bir çeşme, bir fotoğraf çektirmeden geçmeyin!
Hamburg’da yer alan en eski ibadethane olan Aziz Peter Kilisesi (Petrikirche), Rathaus’un az ilerisinde bulunuyor.
Oldukça yüksek olan sivri kulesi zaten uzaktan da görülebiliyor, rahatça bulursunuz. Bu kule sonradan, 1516 yılında eklenmiş.
Kilisenin kendisinin ne zaman inşa edildiği ise tam olarak bilinmiyor ama 1195 yılından kalma belgelerde bile ismi geçiyor. 1842 yılındaki yangını da muhtemelen taştan yapılmış olmasının etkisiyle nispeten az hasar görerek atlatmış.
Önemli bir alışveriş durağı olan Mönckebergstrasse’ye yakınlığı sayesinde burada hem gezi hem alışveriş yapabilirsiniz.
Hafta içi her gün 10:00 ile 18:30 arası içini gezebiliyorsunuz, hatta Çarşamba günleri 19:00’a dek açık. Cumartesi günleri ise 10:00 ile 17:00 arası girilebiliyor. Pazar günleri 09:00 – 20:00 arası açık ama sabah onda ayin düzenleniyor, o sırada gezemiyorsunuz. Girişlerin ücretsiz olması büyük bir artı.
Petrikirche’deyken Rathaus’un olduğu yana değil de tam öteki tarafa doğru bakarsanız Hamburg göğünü delen bir sivri kule daha göreceksiniz. Bu kule Aziz Jacob Kilisesi’ne (Jacobikirche) ait.
Zaten iki kilise arasında yukarıda bahsettiğim Mönckebergstrasse’den yürüyerek mağazaların vitrinlerine baka baka gidebilirsiniz.
Yedi asırlık bu kilise, Hamburg’daki neredeyse her bina gibi hem 1842 yılındaki yangında hem de yüz yıl sonraki İkinci Dünya Savaşı sırasında harap olmuş ama iki sefer de özenle restore edilmiş.
Afili iç dekorasyonuyla dikkat çeken Jacobikirche’de 1693 yılında yapılan Arp Schnitger kilise orgu en fazla ilgi gören nesne. Ayrıca her biri beş yüz yaşının üzerinde olan bir hayli ihtişamlı üç ayrı altar bulunuyor.
Pazar günleri ayine ayrıldığından diğer günlerde Nisan ile Eylül arasında 10:00 – 17:00, Ekim ile Mart arasında 11:00 – 17:00 saatlerinde gezilebiliyor. Giriş ücretsiz.
Yapımı kendi başına bir belgesele konu olan, iç dizaynı hem akustik bilimi hem de mimari açısından (özellikle belgeseli izleyince anlıyorsunuz ki aynı zamanda iş ahlakı açısından da) başlı başına ders niteliğinde olan Elbphilharmonie Hamburg binası 2017 yılında tamamlanmış çok yeni bir yapı ama bence şimdiden tarihteki yerini garantilemiş durumda.
Düz sıralardan ibaret klasik oturma planlarına bilimsel bir meydan okuma niteliğindeki iç tasarımını görmek için paraya kıyıp konser bileti almanız gerekiyor ama dışarıdan da oldukça şık olduğunu söyleyebilirim. Koca bir blok halinde, camdan bir kale gibi yükselen heybetli binanın çatısına denizin dalgalarını andıran biçimler verilmiş.
Cumartesi ve Pazar günleri saat beşte, 6 Euro karşılığında özel tura katılarak hem bahsettiğim belgesel dahil olmak üzere yapım sürecini anlatan sergiyi hem de salonun içini gezmeniz mümkün.
Limanın yer aldığı Hafen City kısmının güneybatı ucunda, Elbe Nehri’nin içine doğru uzanmış vaziyette bulunuyor.
Elbphilharmonie binasının oldukça yakınında bulunan Speicherstadtmuseum, 1888 yılından kalma bir liman deposunun içine kurulmuş.
Bence koyu kırmızı tuğlaları ve açık yeşil çatısıyla bu eski binanın kendisi bile başlı başına görülmeye değer nitelikte.
Büyük kısmı interaktif olan bu müzenin sergisi Hamburg Limanı’ndaki ticari faaliyetlere odaklanmış. İçine girip girmemek ne kadar vaktiniz olduğuna ve konuya duyduğunuz ilgiye kalmış ama binayı bir görün derim.
4 Euro karşılığında girilen müze hafta içi her gün 10:00 ile 17:00, hafta sonu ise 10:00 – 18:00 saatleri arasında açık. Aralık ayından Şubat ayına dek Pazartesi günleri kapalı ve diğer günler 10:00 – 17:00 arası açık ama yukarıda da belirttiğim gibi özel bir işiniz yoksa bu tarihlerde Hamburg’a gelmenizi önermem zaten.
Hamburg’da yer alan bir diğer tarihi yapı ise Azize Katerina Kilisesi (Katharinenkirche).
Limanın hemen kenarında bulunması sebebiyle özellikle denizciler ve tüccarların sıkça geldiği bir kiliseymiş, bilhassa yolculuk öncesi uğur getirsin diye mutlaka uğrarlarmış (tabii denizci can derdinde tüccar ise mal derdinde!).
1250 yılında tamamlanan bina bu nedenle Hamburg’un kültürü ve tarihiyle iç içe geçmiş vaziyette.
Savaşta ciddi anlamda harap olsa da özgün haline uygun biçimde restore edilmiş.
Hafta içi 10:00 – 17:00 ve hafta sonu 11:00 – 17:00 saatlerinde ücretsiz olarak gezebilirsiniz.
Rathaus ile Azize Katerina Kilisesi arasında yer alan Aziz Nikola Kilisesi (Mahnmal St. Nikolai) ise 1943 yılındaki bombardıman sırasında mahvolan bir diğer yapı.
Ötekilerin aksine onarım yapılmadan harap halde bırakılmış ve onun yerine Hamburg’un dış mahallelerine aynı isimli bir kilise inşa edilmiş. Binanın özgün yerindeki kalıntılar ise anıt olarak korunmuş ki herkes savaşın ne kadar vahşi bir şey olduğunu gelip görebilsin.
Kilisenin bunca şeye rağmen hala ayakta duran kulesi ise 147 metrelik boyuyla kentteki en yüksek çan kulesi olma özelliğini koruyor, hatta dünya sıralamasında da beşinci.
Cam bir asansör ile 76 metre yükseklikte seyir platformuna çıkıp Hamburg’a bir de bu açıdan bakmanız mümkün, zaten giriş ücretine de dahil olduğundan mutlaka çıkın derim.
Harabenin içinde ise bombardıman sırasında ölen otuz beş binden fazla insanı anmak için hazırlanmış bir sergi var, ayrıca kiliseden geriye kalan duvarlardaki yanmış işlemeler de etkileyici.
Her gün ziyaret edilebilen bu açıkhava müzesi Mayıs ile Eylül arasında 10:00 – 18:00, Ekim ile Mart arasında 10:00 – 17:00 arası açık. Giriş ve cam asansörle kuledeki seyir platformuna çıkma ücreti olarak 5 Euro alıyorlar, Hamburg Card sahiplerine 4 Euro.
Eğer Rathaus’tan buraya yürüyecekseniz Trostbrücke’den geçip 3. Adolphus’un heykelini de mutlaka görün.
Yeni şehir yani Neustadt civarında olmasına karşın üç yüz elli yılı aşkın bir tarihe sahip olan Aziz Michaelis Kilisesi, ya da halk arasında kullanılan ismiyle Michel, 1641 yılındaki inşasının ardından iki kez yıkılmış ve sonuncusu 1912 yılında olmak üzere yeniden yapılmış. İçinde kilisenin bu facia dolu tarihini anlatan bir sergi de mevcut.
Siyaha çalan rengi nedeniyle pembe – kırmızı ana binadan oldukça farklı görünen, yaklaşık yüz metre yüksekliğe sahip çan kulesinin platformuna çıkıp liman ile birlikte bütün Hamburg’un panoramik manzarasını seyretmek de mümkün. Gündüz daha geniş bir alanı görebiliyorsunuz, akşam ise ışıkların eşliğinde daha romantik bir manzara sunuyor. Artık hangisini tercih ederseniz!
Mayıs ile Eylül ayları arasında 09:00 – 20:00, Ekim ayında 09:00 – 19:00 ve diğer aylarda 10:00 – 18:00 saatlerinde gezebilirsiniz. Giriş ücreti kule için 5 Euro, ölülerin gömüldüğü mahzen için 4 Euro ve ikisi birlikte ortak bilet 7 Euro. Bence kuleye çıkmak yeterli. Hangi bileti alırsanız alın Hamburg Card ile 1 Euro değerinde indirim yapılıyor.
Hamburg Müzesi, diğer şehir müzeleri gibi, kentin tarihini milattan sonra 800 yılında burada sadece ufak bir manastır ve kalenin bulunduğu dönemden günümüze dek gözler önüne seriyor.
1908 yılında açılan müze kagir bir binada yer alıyor. İçindeki sergi Hamburg tarihinin dönemlerine bölünmüş, örneğin Prusya için ayrı, Nazi yönetimi için ayrı, savaştan sonraki toparlanma dönemi için ayrı kısımlar var.
Giriş 9 Euro ama Hamburg Card ile 5 Euro, dolayısıyla buraya gelmek istiyorsanız Hamburg Card almak akıllıca bir hamleye dönüşebiliyor. Pazartesi günleri kapalı. Diğer her gün sabah onda açılan müze Pazar günleri akşam altıda, diğer günler beşte kapanıyor.
Michel’in biraz daha batısında bulunuyor.
Hamburg’un ortasında yer alan Alster Gölü ise aslında yapay bir göl. Yedi yüz yıldan fazla bir süre önce, o zamanlar buradan Elbe’ye dökülen Alster Çayı’nın önüne baraj yapılması nedeniyle oluşmuş.
Şimdi Hamburgluların gözde eğlence noktalarından biri. Kenarında yürümeyi de, gölde kanoyla gezmeyi de pek seviyorlar.
Çevresi geniş bir park şeklinde olduğundan özellikle güzel havalarda epey kalabalık oluyor.
Ayrıca göl kıyısında sıralanmış kafeler ve restoranlar da mevcut.
Alster Gölü’nün batı yakasında bulunan Hamburg Antropoloji Müzesi (Museum für Völkerkunde) konuya ilgi duymamın da etkisiyle benim çok hoşuma gitti.
İçeride insan kültürünün gelişimine ışık tutan, dünyanın her köşesinden toplanmış yüz binlerce irili ufaklı nesne mevcut. Zaten dünyadaki sayılı antropoloji müzelerinden biri. Konuya azıcık bile ilginiz varsa mutlaka uğrayın bence.
Pazartesi günleri kapalı olan müzeye diğer günler sabah ondan itibaren girilebiliyor, Perşembe akşamı dokuzda diğer akşamlar altıda kapanıyor. 8.50 Euroluk giriş ücreti can sıkıcı ama Cuma saat dörtten itibaren 4 Euro karşılığı girilebiliyor, biraz hızlı gezmeniz gerekecektir ama iyi bir indirim. Hamburg Card sahipleri için giriş ücreti 6.50 Euro.
Hauptbahnhof’un hemen yanındaki Hamburg Sanat ve Ticaret Müzesi (Museum für Kunst und Gewerbe) dünyanın her köşesinden getirilen, uluslararası ticarete konu olmuş el işi sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor.
Örneğin Çin’den gelmiş porselenler, bizim buralar dahil her yerden tekstil ürünleri ve hatta bir dönem çok popüler olan Antik Mısır’dan kaçırılmış tarihi eser ticaretinden kalma biblolar bile var.
Pazartesi günleri kapalı olan müzeye giriş ücretinin 10 Euro olması nedeniyle insan gitmeden önce iki kez düşünüyor açıkçası. Neyse ki Hamburg Card ile 7 Euro. Diğer her gün 10:00 ile 18:00 arası açık, Perşembe günlerine özel olarak akşam dokuza dek gezilebiliyor. Ayrıca Hamburg Card almayacaksanız Perşembe akşam beşten itibaren de 7 Euro karşılığı girilebiliyor.
1911 ve 1913 yıllarında inşa edilen ve dönemin tarzına uygun biçimde adeta bütünüyle cam ve çelikten oluşan iki binaya dağılmış haldeki Deichtorhallen Sanat Galerisi, hem binalarıyla hem de içeriğiyle vakti bol olan gezginlerin uğramaktan pişman olmayacağı bir adres.
Binaların biri modern tablolara ayrılmış, diğerinde ise fotoğraf sergileri bulunuyor.
İki binayı da kapsayan biletin fiyatı 12 Euro maalesef ama Hamburg Card ile 8 Euro. Pazartesi günleri kapalı, diğer her sabah on birde açılıyor ve altıda kapanıyor.
Hauptbahnhof’a yakın.
Az ilerideki Kunstverein Hamburg da bir diğer önemli sanat galerisi. 1817 yılından beri açık olan bu galeri çok sayıda Alman sanatçının tanınmasında önemli bir rol oynamış, hala da bilindik sanatçıların yanında genç isimlerin çalışmalarını da sergiliyor.
Üstelik burada giriş ücreti 5 Euro ve Perşembe günleri akşam beşte ücretsiz girilebiliyor. Pazartesi hariç her gün 12:00 ile 18:00 arası açık.
Yazının buraya kadar kısmından da anladığınızı tahmin ettiğim üzere Hamburg şehri ile limanı ayrı ayrı düşünmek mümkün değil. Tam olarak limanın ortasında bulunan Hafenmuseum yani Liman Müzesi de bu yüzden kenti anlamak için oldukça önemli.
Sergide şimdiye dek limanda kullanılmış çok sayıda vinç gibi iş aleti kullanılıyor, ayrıca rehberler size kah aletlerin kendisi kah diyagramlar üzerinden limanın nasıl çalıştığını anlatıyorlar.
Rehberler sadece hafta sonu orada oluyor ama diğer günler de kendiniz gezebiliyorsunuz.
Gemi yapımını anlatan bir kısım da mevcut.
Açık havada yer alan sergiler nedeniyle sadece 16 Nisan’dan Ekim ayının sonuna dek açık. Pazartesi günleri kapalı, diğer her gün 10:00 – 18:00 arası gezilebiliyor. Giriş ücreti 5 Euro.
Hauptbahnhof ile Alster Gölü’nün kesiştiği noktada yer alan Kunsthalle, sekiz asırlık bir koleksiyona ev sahipliği yapan bir sanat galerisi.
Belle Epoque döneminin Fransız ustaları olan Cezanne, Degas, Monet, Renoir ve Manet’in eserlerine bir köşe ayrılmış. Ayrıca Goya ve Liebermann’ın yapıtları da yer alıyor. Bir kanat ise tamamen modern sanata ayrılmış durumda.
Pazartesi günleri kapalı, öteki günler 10:00 ile 18:00 arası açık. Giriş ücreti 14 Euro, Hamburg Card ile 11 Euro. Perşembe günleri ise akşam dokuza dek kapanmıyor ve saat 17:30’dan sonra 8 Euro ödeyip girilebiliyor.
Limandaki müzelere doymayanlar Uluslararası Denizcilik Müzesi’ne (Internationales Maritimes Museum Hamburg) de gidebilirler.
Her gün 10:00 ile 18:00 arası açık ve giriş 13 Euro. Hamburg Card ile 9 Euro’ya girebiliyorsunuz.
Pembeye çalan kırmızı tuğlalı binası, farklı mimarisiyle oldukça şık. İçeride ise üç bin yıllık denizcilik tarihi adım adım anlatılıyor. Gemi maketleri ve denizcilikte kullanılan araç gereçler var.
Civarda, biraz iç kısımda ise Prototyp Automuseum yer alıyor ve adından da anlayabileceğiniz üzere eski arabaların, özellikle de yarış arabalarının prototip olarak üretilmiş versiyonları bulunuyor. Araba meraklılarının bayılacağı kesin, gerçekten çok ilginç arabalar var.
Ancak eğer konu pek ilginizi çekmiyorsa girmek için 10 Euro verdiğinize değmeyebilir. Pazartesi hariç her gün 10:00 ile 18:00 arası açık.
Miniatur Wunderland de Hamburg’a gelen turistlerin çok ilgi gösterdiği bir yer. Adı üzerinde minyatür bir dünya kurmuşlar.
Karayollarında araçlar, demiryollarında trenler işliyor. Cruise gemilerinin yanaştığı bir liman ve uçakların hareket ettiği bir havalimanı bile var.
Bence daha çok çocukların ilgisini çekecektir. Her gün sabah sekizden gece yarısına dek açık. Giriş ücretinin 15 Euro olması üzücü.
Liman kısmında yer alıyor, Elbphilharmonie’ye yakın.
Futbolseverler Rathaus ile Jungfernstieg’in köşesinden S3 hattına binerek Hamburg Futbol Kulübü’nün maçlarını oynadığı Volkspark Stadı’na gidebilirler.
Yol yaklaşık yarım saat sürüyor.
Burada oldukça kapsamlı bir müze de mevcut, kulübün 130 yıllık tarihi detaylı biçimde anlatılıyor.
Her gün 10:00 ile 18:00 arası açık, 12:00, 14:00 ve 16:00 saatlerinde başlayan turlara katılıp rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz.
Müze ve stadyum için ortak giriş ücreti 12 Euro, Hamburg Card ile 8 Euro. Özellikle fiyatı nedeniyle herkese göre olmadığı kesin.
Son olarak, hem içeriği hem de fiyatı nedeniyle bana hiç hitap etmese de Hamburg Zindanı’ndan bahsetmeden geçmek istemedim.
Limanda bulunan eski bir binanın içini zindan gibi dekore etmişler ve içinde tiyatrocular sanki işkenceci ve mahkummuş gibi davranıyor.
Her sabah onda açılıyor ancak 25 Euroluk bilet fiyatı el yakıyor, cep deliyor!
Alster Gölü’ne giden yol üzerinde yer alan Jungfernstieg, geziniz sırasında muhtemelen içinden geçeceğiniz bir alışveriş noktası.
Buradaki mağaza ve tezgahlarda hatıra olsun diye kendinize veya eşe dosta hediye alabileceğiniz çok sayıda ufak tefek eşya bulabilirsiniz. Ayrıca tanınmış markaların şubeleri de var.
Alışveriş yapma niyetiniz olmasa bile bir uğrayıp içinden yürümenizi tavsiye ederim, Hamburg turizminin olmazsa olmaz duraklarından biri. Bunun tek nedeni mağazalar değil üstelik, bölgenin Hamburg tarihi açısından da önemli bir yönü var.
Eskiden Hamburglu aileler bekar kızlarını süsleyip püsleyip Pazar günleri burada yürüyüşe çıkarmış, adı da oradan geliyor. Bir nevi umumi görücüye çıkma yeri yani. Hala da Hamburglu gençleri burada bir yukarı bir aşağı yürürken görmeniz mümkün.
Özellikle Neuer Wall kısmı (Alman kaleci ile alakası yok!) ve paralel uzanan Grosse Bleichen en lüks markaların bulunduğu kısım.
Görülecek Yerler kısmında da bahsettiğim Mönckebergstrasse ise kentin havalı alışveriş caddesi, Hamburglular bu uzun isim yerine kısaca “Mö” diyorlar (tabii Türkçede epey komik oluyor!).
Oldukça merkezi bir konumda bulunuyor, illa ki gezerken buradan geçeceksiniz.
İlginç hediyelik ve hatıralık nesnelere denk gelebilirsiniz.
Otobüs durağına da yakın olduğundan en son alışverişiniz yapıp doğrudan otele geçebilirsiniz.
Hamburgerin adı bu kentten gelse de icat edildiği yer burası değil, Amerika’ya göçen Hamburglular tarafından icat edilmiş ve memleketlerinin adını vermişler.
Burada ise Frikadelle ismi verilen bir yiyecek var, hamburgerin atası olup olmadığı tartışılıyor ama bence epey farklı. Yumurta da içeren bir köfte olan Frikadelle, bence daha çok bizim Dalyan Köfte’ye benziyor ve onun gibi yanında sebze garnitürle servis ediliyor.
Yılan Balığı Çorbası yani Aalsuppe de Hamburg’un ünlü yemeklerinden ama benim damak tadıma pek hitap etmedi.
Bir de bacon, armut ve bezelyeden yaptıkları yemek var adı da tam olarak bu listeden oluşuyor: Birnen, Bohnen und Speck.
Bizim damak tadımıza daha uygun yemeklere geçecek olursak, Bratkartoffeln bir nevi patates kızartması. Şaşırtmıyor ama doyuruyor.
Pannfisch de benzer biçimde kızarmış balık. İkisini birlikte yiyince kendinizi İngiltere’de Fish and Chips yiyor sanabilirsiniz!
Labskaus ise denizcilerin Hamburg mutfağına kazandırdığı, dana eti ve patates gibi sebzeler içeren bir tür yahni. Beklentinizi düşük tutun derim.
Hamburg’a özgü bir hamur işi olan Franzbrötchen’i ise daha çok beğendim. Milföyden yapılıyor ve içinde tarçın, esmer şeker ve kuru üzüm bulunuyor. İsminin anlamı “Fransız Ekmeği” ve milföy ile yapıldığından kruvasana benzetiliyor ama ben daha çok Cinnamon Roll’a benzettim.
Michel’in biraz kuzeyinde yer alan Laeiszhalle Hamburg, çok şık bir konser salonu. 1908 yılında yapılan bu muhteşem binadan Richard Strauss, Maria Callas gibi efsane isimler geçmiş.
Artık Elbphilharmonie’nin gölgesinde kalsa da halen konser salonu olarak kullanılıyor.
Yola çıkmadan önce internet sitesinden programa bakmanızı öneririm, ilginizi çeken bir şov olabilir. Unutmayacağınız bir deneyim olacağı kesin.
Hamburg’un banliyösü olan Sankt Pauli’de yılda üç kez Dom adında büyük bir panayır düzenleniyor. Mart ve Kasım ayında olanlara denk gelmeniz zor ama Ağustos’ta düzenlendiği sırada burada olabilirsiniz. Her türlü eğlence bulunuyor, çeşitli yemek tezgahları da mevcut. Koca bir günü bile sıkılmadan geçirebilirsiniz. Hamburg şehir merkezinden banliyö treni ile ulaşmak mümkün.
Ağustos ayında gelecek olanlar aynı zamanda Wutzrock isimli açık hava rock müzik festivaline de denk gelebilirler, genelde ayın son haftası düzenleniyor. Eskiden ayrı bir kent iken artık Hamburg tarafından “yutulmuş” olan Bergedorf mahallesinde düzenleniyor, Hamburg merkezden S21 hattıyla gelmek mümkün. Üstelik festival kapsamındaki konserler ücretsiz, dolayısıyla çok ünlü gruplar olmuyor ama eğlence gırla!
Esas büyük isimler ise Hamburg’a çok uzak sayılmayacak Wacken festivalinde sahne alıyor, yalnız onun biletleri el yakıyor ve çıktıktan kısa bir süre sonra tükeniyor.
Azize Katerina Kilisesi ile Rathaus arasında kalan Gröninger Privatbrauerei, Almanya’ya gelmişken bir birahane görmeden dönmek istemeyenler için ideal tercih. 250 yıldan uzun süredir burada kendi biralarını hem üretiyorlar hem de servis ediyorlar.
Hamburg’un en ünlü caz barı olan Cotton Club ise Michel Kilisesi’nin bir sokak kuzeyinde yer alıyor. Akşam dokuzdan sonra canlı müzik başlıyor.
Yazılarımı takip edenler bilir, genellikle her gün yol gidip gelerek yorulmaktansa şehrin turistik merkezinde kalmayı öneririm.
Hamburg’da ise durum biraz farklı. Eski şehir merkezi olan Altstadt’ta da, gece hayatının merkezi olan Sankt Pauli’de de otel sayısı da, kalitesi de düşük. Dolayısıyla rahatsız bir konaklama için yüksek fiyatlar ödemek gerekiyor.
Onun yerine azıcık uzaklaşıp Alster Gölü’nün batı yakasında kalan Rotherbaum ve Harvestehude mahallelerinde bir otel bulmak daha akıllıca olacaktır.
İlki şehir merkezine nispeten daha yakın, kendine güvenenler göl kıyısında hoş bir yürüyüş yaparak Jungfernstieg’e ve görülecek yerlerin büyük kısmına yürüyerek ulaşabilir.
İkisinden de toplu taşıma ile ulaşım epey kolay, özellikle Hamburg Card alacaksanız toplu taşıma ücretsiz olacak zaten.
Trenler de otobüsler de Alman dakikliğinde işliyor, o yüzden düzgün bir otel bulursanız yolculuk da gece konaklamanız da rahat geçer ve dinlenmenin verdiği enerjiyle bol bol gezebilirsiniz.
İyi tatiller!