İstanbul’a giden gezginleri bu koca metropole sadece bir saat uzaklıkta yer alan şirin, sakin adalar bekliyor.
Yaklaşık bir saat süren, oldukça keyifli bir vapur yolculuğuyla ulaşabileceğiniz Prens Adaları, araç trafiği olmamasının da etkisiyle sakin, sessiz, huzurlu yerler.
Gerçi yaz aylarında, özellikle de hafta sonları, adalarda ciddi bir turist kalabalığı olabiliyor.
Kabataş’tan, Kadıköy’den veya Bostancı’dan bineceğiniz şehir hatları vapuru ile ister denizi seyredip yüzünüzü yalayan rüzgarın tadını çıkarın, ister artık neredeyse hiçbir yolculuktan eksik olmayan vapur müzisyenlerini dinleyin, ister martılara simit atın…
Adalara gitmek bile başlı başına bir macera. Hatta yolculuklarda eski usul bir işportacıya rastlamanız bile mümkün, ürünlerini tanıttıkları sırada ister istemez Neşeli Günler filminde Şener Şen’in canlandırdığı Ziya karakterini hatırlayacaksınız.
Prens Adaları arasından dördünde yerleşim ve turizm yüksek ölçekte yapılıyor, onları aşağıda tek tek inceleyeceğiz.
Diğer adalardan Sedef Adası doğasıyla dikkat çekiyor, Sivriada ise Roma yönetiminden kalma harabeler barındırıyor.
“Kayıp Ada” olarak adlandırılan Vordonisi ise Bizans döneminde bir manastıra ev sahipliği yapsa da sonradan büyük bir depremin etkisiyle sular altına gömülmüş. Bostancı açıklarında bulunan ada, Maltepe Belediyesi tarafından dalış turizmine açılmaya uğraşılıyor.
Vordonisi de, diğer adalar da Bizans yönetimi boyunca iktidarla çatışan din adamlarının ve diğer politik rakiplerin sürgüne yollandığı manastırlara ev sahipliği yapmış.
Tavşan Adası da üzerinde yerleşim olmayan bir kara parçası olarak Prens Adaları’na dahil.
Taht üzerinde iddiası bulunan birçok hanedan mensubunun iktidardan uzak tutmak amacıyla buraya gönderilmesi nedeniyle de adaların ismi Prens Adaları olarak kalmış.
Osmanlı yönetimine geçmeleri ise İstanbul Kuşatması sırasında gerçekleşmiş.
Otantik iskelesinde inip birkaç fotoğraf çektirdikten sonra dondurmanızı alıp kıyı boyunca yürüyüş yapabilirsiniz.
Büyükada’da sağlığı izin verenlerin bisiklet kiralamaları mümkün ancak iki büyük tepeden oluşan adada bolca yokuş tırmanmanızın gerekeceğini hatırlatayım.
Kumsallar ise buraya sabahtan gelip akşama kadar denize giren ve sonra evine dönen şanslı İstanbullularla dolu.
Adada yer alan Aya Yorgi Kilisesi ise kültür turizminin en yoğun yaşandığı nokta. Özellikle Paskalya Bayramı sırasında Hıristiyan akınına uğruyor.
Zaten kilise, Efes’teki Meryem Ana Kilisesi ile birlikte Hıristiyanların hacılık ziyaretlerinin önemli duraklarından biri.
Yalnız kiliseye çıkmak için dik ve uzun bir yokuş tırmanmak gerektiği aklınızda bulunsun.
Tepeden göreceğiniz Marmara Denizi ve İstanbul kıyılarının manzarası muhteşem.
1751 yılında inşa edilen kilisenin estetik görünümüyle dikkat çeken taştan oyma çan kulesi ise 1905 yılında yapılmış.
İnce işlemelere sahip bir sunağı bulunan kiliseyi her gün 08:30 ile 18:00 arası ücretsiz olarak ziyaret etmeniz mümkün ancak Pazar sabahı ayin nedeniyle kapıları kapanıyor.
Hamidiye Camii de görülmesi gereken bir yer.
1893 ile 1895 yılları arasında inşa edilen bu caminin alt katı da okul olarak kullanılmış.
Dışarıda tek şerefeli bir minaresi bulunuyor. Bu dönemde adadaki Müslüman nüfus az olduğundan caminin boyutu da ona göre.
Adaya inşaat malzemelerinin taşınmasındaki zorluğunda etkisi var tabii.
Sade, işlevselliği ön planda tutmuş bir bina.
Tabii Büyükada’nın kendisi başlı başına ilgi çekici. Eski havasını koruyan sakin sokaklarda bir oraya bir buraya yürümekten keyif alabilirsiniz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün her yaz ziyaret ettiği yat merkezi Anadolu Kulübü de Büyükada’da yer alıyor.
Kulübün binası çok şık görünüyor ancak üye olmadan giremiyorsunuz.
Hatırla Sevgili dizisinin bazı sahneleri de burada çekilmiş.
Aya Nikola’da yer alan Adalar Müzesi ise Büyükada’da vakit ayırıp gezmenizi önerdiğim en önemli yer.
İskeleden itibaren tabelalar mevcut ama yürümek için biraz kuvvet gerekiyor. Yine de yukarıda da belirttiğim üzere adada yürümek buranın dokusunu hissetmek açısından önemli, o yüzden sağlık engeliniz yoksa yürümenizi öneririm.
Müze kış boyunca 10:00 ile 17:00, yaz döneminde ise 09:00 ile 18:00 arası açık; zaten adalara genel olarak yaz mevsiminde gitmenizi tavsiye ediyorum.
Giriş ücreti 80 TL, öğrencilere 40 TL, Çarşamba günü ücretsiz. Her gün açık.
Adalar Belediyesi tarafından işletilen müzede Prens Adaları hakkında merak ettiğiniz her şeyi öğrenebileceğiniz kesin.
Tarihi ve doğasının yanı sıra adaların tahmini geleceğine bile bir bölüm ayırmışlar.
Ayrıca zaman zaman açılan geçici sergilerde çağdaş sanat eserleri de görülebiliyor.
Büyükada doğumlu olan Fenerbahçe’nin ve Türkiye Milli Takımı’nın efsane golcüsü Lefter Küçükandonyadis’in kabri yine bu adada yer alıyor.
Ayrıca ada, genelde Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ilkokula gittiği yer, yazarın kız kardeşi ve önemli Türk ressamlardan olan Fahrelnisa Zeyd’in de doğum yeri.
Sovyetler Birliği’nin kurucularından Lev Troçki de sürgüne gönderildiği ilk dört yıl olan 1929 ile 1933 arasında Büyükada’da ikamet etmiş.
Adada ayrıca Reşat Nuri Güntekin’in yaşadığı ev de görülebiliyor.
Adanın dondurmacısı meşhur, ayrıca sahilde kahvaltı da edebileceğiniz restoranlar bulunuyor.
Mayo getirmeyi unutmadıysanız plaja bir uğramanız da mümkün.
Yunanca eski adı Halki olan adada 1844 yılında açılan bir Ortodoks Ruhban Okulu bulunuyor.
Yanındaki Kutsal Üçlü Manastırı ile birlikte bu ruhban okulunun varlığı, Cumhuriyet’in kurulmasının ardından Türkiye ile Yunanistan arasında çeşitli tartışmalara sebep olmuş.
Sonunda orta yol bulunmuş ve manastır arazisi Türkiye’ye devredilmiş ve Ruhban Okulu faaliyete devam etmiş.
1971 yılında çıkan kanunun ardından okul kapanmış ancak hala manastır yönetimine bağlı ve tarihi eser olarak korunuyor.
Çam ağaçlarıyla çevrili bir tepede yer alan manastırın binası da, tepeden görülen manzara da oldukça güzel.
İsmet İnönü 1924 yılındaki rahatsızlığının ardından temiz havasından şifa bulmak umuduyla bir yıl Heybeliada’da yaşamış, evi halen müze olarak değerlendiriliyor.
İlginç çatısı ve pembe çizgileriyle şık bir ev.
Pazartesi günleri kapalı olan müzeye diğer günler 10:00 ile 18:00 arası ücretsiz olarak girebilirsiniz.
Paşanın denize çivileme atladığı o meşhur fotoğraf da bu adanın sahilinde çekilmiş.
Adada önemli yazarlarımızdan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın da evi bulunuyor.
Burada yer alan Bahriye Okulu’nu ise önünden vapurla geçerken doya doya seyretmeniz mümkün.
1773 yılında Mühendishane-i Bahr-i Hümayun yani Padişahın Deniz Mühendisi Yetiştirme Okulu olarak kurulmuş.
Okul halen Deniz Kuvvetleri Lisesi olarak kullanılıyor.
Okulun ünlü mezunları arasında ise Nazım Hikmet bulunuyor (ta Osmanlı döneminden, 1913 ile 1918 arası).
Ayrıca Aziz Nesin de adanın müdavimleri arasında.
Adada yer alan 1857 tarihli Aya Nikola Kilisesi’ni de ziyaret edebilirsiniz, içerisi özenli biçimde dekore edilmiş.
Adını Büyük İskender’in ölümünün ardından krallığın bu bölgesini yöneten Demetrius’un yaptırdığı kaleden alan Burgazada için Sait Faik Abasıyanık ile özdeşleşmiş desem yanlış olmaz.
Öykülerinde sıklıkla bu adayı anlatan Sait Faik, Türk edebiyatının nevi şahsına münhasır yazarlarından biri.
Burgazada’da iken yaşadığı iki katlı, cumbalı beyaz köşk şimdi müzeye dönüştürülmüş durumda, Çayır Sokak’ta yer alıyor ve Pazartesi hariç her gün açık, üstelik yazarın vasiyeti gereği giriş ücretsiz.
İçeride Sait Faik’in kişisel eşyaları yer alıyor.
Ayrıca bu önemli yazarın Kalpazankaya üzerindeki bronzdan heykeli de ziyaretinizi bekliyor.
Gelmişken buradan günbatımını seyretmenizi de öneririm.
Sait Faik’in tüm malvarlığını Darüşşafaka’ya miras bıraktığını da not düşeyim, zaten müzenin denetimi de vakıf tarafından yapılıyor.
Adada yer alan Aya Yani Kilisesi de görülmesi gereken çok şık bir yapı.
Aslında buradaki ilk kilise milattan sonra 842 yılında inşa edilmiş ama depremde harap olduğundan dolayı şimdi göreceğiniz bina 1899’da yapılmış.
İnce uzun bir kubbesi, üçgen çatılı bir kulesi ve geometrik işlemeleri var.
Eskiden bir manastırın yer aldığı Bayraktepe adanın en yüksek noktası ve manzarası nedeniyle ziyaret edilebilir. Ayrıca Aya Yorgi Garibi Manastırı da görülebilecek tarihi yerlerden biri.
Adada yer alan Marta Koyu buradaki ve diğer adalardaki şezlong kaplı plajlara kıyasla doğal bir kumsal olmasıyla dikkat çekiyor.
Ayrıca burada kamp yapmanız da mümkün.
İsmini ise burada intihar ettiği rivayet edilen Madam Marta’dan alıyor.
Eskiden demir ve bakır madenlerine ev sahipliği yapan adanın toprağı da bu nedenle kırmızıya çaldığından bu şekilde isimlendirilmiş.
Tarihte en önemli konuğu, 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’nda aldığı yenilgiden sonra Sultan Alparslan tarafından serbest bırakılan ama memleketine döndüğünde tahttan indirilip bir eşeğin sırtında İstanbul sokaklarında halka teşhir edilerek aşağılanan ve bu adadaki Metamorfoz Manastırı’na sürgüne gönderildikten sonra burada ölen Bizans İmparatoru Romen Diyojen.
Manastır ise sonradan 4. Murat tarafından yıktırılmış.
Ayakta kalan tek manastır olan Hristos Manastırı’nın yer aldığı tepeden hem İstanbul’u hem de Prens Adaları’nı seyretmek mümkün. Üstelik burada Bizans İmparatorlarından 5. Leon’un mezarı bulunuyor.
1964 yılında inşa edilen Kınalıada Camii ise camlı üçgen çatısıyla çok modern bir mimariye sahip.
Bir dikilitaşı andıran üçgen tabanlı piramit şeklindeki minaresi de aklınızda kalacak bir tasarım.
Panayia Rum Ortodoks Kilisesi’nin ise ahşaptan şık bir sunağı var.
İstanbul’un birçok eski mahallesi gibi burada da birçok inanç ve kültür yan yana yaşıyor.
Adadaki Ayazma Kumsalı’nın bir kısmı özel “beach” olarak işletilirken kalanı halk plajı olarak kullanılıyor.
Ermeni nüfusun yoğun olduğu adada 1857 yılında yapılmış Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi de bulunuyor.
İskeleden iner inmez göreceğiniz ikiz Sirakyan Evleri ile biraz yürüyerek görebileceğiniz Taş Köşk de ada mimarisinin zarif örneklerinden.
Kınalıada’yı diğerlerinden ayıran en önemli özellik ise oldukça küçük olduğundan dolayı adada fayton bulunmaması.
Adaların hepsini bir günde gezmek isteyenlerin çok ama çok yorulacağını ve illa ki bazı yerlerin eksik kalacağını söyleyebilirim.
En iyisi her birine tam bir gün ayırıp rahat rahat tüm sokaklarını dolaşmak, Marmara size soğuk gelmezse denize girmek, öğlen vakti tarihi dondurmacılara uğrayıp akşam restoranlarda güneşin batışını izlerken bir ziyafet çekmek.
Üstelik tüm bunları İstanbul’da konaklayarak bile yapabilirsiniz, tabii adalarda da butik otel ve pansiyonlar mevcut. Buralarda kalanlar sahildeki şezlong ve şemsiyelerden de ücretsiz olarak yararlanabiliyor.
Bence Prens Adaları’nın en güzel yanı; İstanbul’un dibinde size deniz tatili yaşatması ve araba trafiğinden, egzoz kokusuyla korna gürültüsünden uzak sakin sokakları. Umarım siz de benim kadar keyif alırsınız. İyi bir tatil dileklerimle…