Paris’te gezilecek yerleri anlattığım yazımdan sonra, artık adeta gelenekleştiği üzere, bir de Paris yolculuğunuz için önemli bilgileri içeren bir yazı hazırladım.
İlk olarak belirteyim ki yeşil veya gri pasaport sahiplerinin Schengen Vizesi alması gerekmiyor, doğrudan Paris’e uçabilirler. Benim gibi bordo pasaportu olanlar ile turistik vize başvurusunda bulunmak zorunda. Ayrıca başvurunuz sırasında parmak izi kaydınız da alınıyor ama son beş yıl içerisinde Schengen Vizesi aldıysanız, yani zaten parmak iziniz önceden kaydedildiyse, buna gerek kalmıyor.
Önemli bir not: Başvurunuzu yola çıkacağınız tarihten en fazla üç ay önce yapabiliyorsunuz, yani fazla tez canlı davranmayın! Vizeniz en geç 2 hafta içinde çıkıyor.
Vize başvurunuz için Fransız Konsolosluğunun vize başvuru formunu İngilizce veya Fransızca olarak doldurmanız gerekiyor. Ben İngilizce linkini koyuyorum:
http://www.fransakonsoloslugu.com/asset/19/fransa-vize-basvuru-formu-ing.pdf
Bu formu eksiksiz biçimde doldurmanız ve şu evraklar ile birlikte teslim etmeniz gerekiyor:
Başvurular doğrudan Fransız Konsolosluğuna yapılmıyor, belgelerinizi konsoloslukla resmi anlaşması bulunan bir acenteye teslim etmeniz gerekiyor. Örneğin aşağıdaki linkten kentinizdeki şubeleri öğrenebilirsiniz:
Tüm bu vize belgelerini hazırlamak yorucu ve bunaltıcı olabiliyor. Paris’e gitme arzunuzu harlandırmak ve keyfinizi yerine getirmek için size iki film önereceğim.
İlki muhtemelen izlediğiniz bir yapım: Midnight in Paris. Woody Allen’ın yazıp yönettiği bu 2011 filminin en iyi özgün senaryo Oscar’ı bulunuyor. Sadece size güzel bir Paris turu attırmakla kalmıyor, bir de üstüne sanat dünyasının geçmişinde yolculuğa çıkarıyor. Başrolde Owen Wilson ve Woody Allen’ın özgün mizahı yer alsa da Adrien Brody’nin canlandırdığı Salvador Dali rolüne dikkat!
İkinci film ise Midnight in Paris’i izlemiş olanlar için: French Kiss. 1995 yapımı bu filmin başrollerinde Meg Ryan, Kevin Kline ve Jean Reno bulunuyor. Tipik bir Meg Ryan filmi diyebilirim (bilen bilir). Tabii benzerlerinden farkı arka plandaki muhteşem Paris çekimleri.
Paris’te üç havalimanı yer alsa da kuzeyde yer alan Beauvais’e Türkiye’den uçuş bulunmuyor. Zaten en uzak ve en küçük havalimanı bu olduğundan bir kayıp sayılmaz. Diğer iki havalimanı olan Charles De Gaulle ve Orly’ye obilet.com üzerinden uçak biletinizi uygun fiyata kolayca satın alabilirsiniz.
Önceki yazımda size Christopher Moore’un Kutsal Mavi adlı romanını önermiştim. Paris’te geçen bir diğer muhteşem eser ise daha çok Koku adlı romanıyla tanınan Patrick Süskind’in Güvercin (die Taube) isimli kısa romanı. Çantanıza atın, uçakta rahatça okuyup bitirebilirsiniz.
Charles de Gaulle Havalimanı’nda 3 terminal var. 2 ve 3 nolu terminallerden bineceğiniz RER treninin B hattı yaklaşık kırk dakikada Paris’e ulaşıyor (1 nolu terminal ise ücretsiz otobüs aracılığıyla sizi 3 nolu terminale götürüyor ama genelde Türkiye’den uçuşlar 2 nolu terminale indiğinden bunları çok da dert etmenize gerek yok). Tren bileti 10 Euro, yaklaşık olarak 10 dakikada bir hareket ediyor. Bileti çıkışta da okutacağınız için atmayın, yanınızda bulunsun. Ayrıca, ben denk gelmedim ama trenlerde hırsızlık yaşandığına dair uyarılar mevcut, kendinize dikkat edin. Trenin en büyük sorunu gece çalışmaması, 23.55’ten sonra sabah 05.00’a kadar tren yok. Bu durumda yarım saatte bir kalkan N143 kodlu otobüse binerek 7 Euro’ya Paris’e ulaşabilirsiniz. Parası çok olanlar ise taksiye binebilir, ücret 55 Euro olarak sabitlenmiş (yani sizin uzun yoldan götürüp kazıklamaları gibi bir durum söz konusu değil).
Orly Havalimanı’na inenler ise 12 Euro karşılığında Le Bus Direct adlı shuttle otobüsüne binebilirler (Bir şirket adı ancak bu kadar Fransız olabilir!). Diğer alternatif ise önce GO C Paris otobüsüne binip Pont de Rungis Garı’nda trene binmek ama bavullarınızla birlikte vasıta değiştirmekle uğraşmanızı önermem.
Paris içerisinde ulaşımın en güzel yolu ise elbette metro. Biletinizi yolculuk sonuna kadar saklamayı burada da ihmal etmeyin, sık sık kontrol yapıp ceza kesiyorlar. Ayrıca tek bilet 1.90 Euro ama 10 biletlik “carnet” yani karne alırsanız 14.50 Euro veriyorsunuz, üstelik bilet otobüslerde de geçerli. Tatiliniz sırasında toplu taşımayı çok kullanma planınız varsa kazançlı çıkarsınız. Tabii yakın yerlere yürümeniz Paris sokaklarını görmenin en güzel yolu. Versailles Sarayı ve Disneyland gibi uzak yerlere ise RER adlı banliyö trenleri ile gidiliyor, güzergaha göre RER-A, RER-B, RER-C şeklinde kodlanmış. İlginç bir alternatif ise bisiklet kiralamak. Paris’e yayılmış olarak çalışan birçok bisiklet kiralama şirketi mevcut, bir şubede kiralayıp diğerine bırakmak da mümkün.
Paris ülkemize göre kuzeyde kalıyor ve nispeten daha soğuk. O yüzden gitmek için ideal zaman kesinlikle yaz, özellikle de ağustos ayı. 20-25 derece arasındaki sıcaklıkta, güneşli ama terletmeyen yaz günleri Paris sokaklarında gezmek ve fotoğraf çekmek için ideal. Öyle ülkemizdeki gibi sıcak çarpar, yürüyemeyiz falan diye düşünmeyin. Baharlık giysilerinizle keyifli yürüyüşler yapabilirsiniz.
Diğer aylarda yağmur ihtimali çok yüksek ve öyle altında romantik bir yürüyüş yapıp Frank Sinatra’yı anacağınız türden değil de sırılsıklam olup otele koşacağınız türden sağanaklar şeklinde. Sağlam bir bot, en azından yağmurluk (benim gibi kolay üşüyenlerdenseniz kalın bir mont) ve mutlaka şemsiye taşıyın. Kar ise kış aylarında bile nadir ama denk gelirseniz mükemmel fotoğraflar çekebilir, kar tanelerinin peşinde çocuklar gibi şen biçimde koşturabilirsiniz (düşmemeye dikkat edin!).
Fransız mutfağının ne kadar meşhur olduğunu anlatmama gerek yok sanırım. Paris’te gezilecek yerleri anlattığım önceki yazımda da belirttiğim gibi kruvasan kahvaltı için en iyi seçenek. Ara öğün olarak ise her yerde rastlayacağınız krepçileri denemenizi mutlaka öneririm. Birkaç ek seçenek ise şunlar:
İsmiyle başlı başına ilgiyi hak eden bu tarihi pastane Paris’in kuzey bölgesinde, St Martin Kanalı’nın yakınında bulunuyor. Oteliniz bu civarda ise muhteşem hamur işlerinden tatmak için kesinlikle uğramanızı öneririm.
Adından da anlaşılabileceği üzere Ekler üzerine uzmanlaşmış bir pastane. Paris’in her mahallesinde bir şubesi olduğundan dolaşırken illa ki rastlarsınız. O kadar farklı çeşitte ekler yapıyorlar ki emin olun seçmekte zorlanacaksınız. Esas şubesi ise birçok müzenin yer aldığı Marais bölgesinde.
Fransızların meşhur tatlısı macaron için en iyi adres. Özellikle Dünya Macaron Günü olan 20 Mart’ta gitmeyi başarırsanız sürprizlere hazır olun. Louvre yakınlarında iki, Lüksemburg Bahçesi (Le Jardin du Louxembourg) civarında ise bir şubesi bulunuyor.
Burası da adından anlaşılabileceği gibi profiterol odaklı bir pastane. Çok taze olan profiterolleri çeşitli aromalarda deneyebilirsiniz. (Ben yine İnci profiterol taraftarıyım o ayrı). Notre Dame Katedrali’nin kuzey yakasında, birçok müzeye yakın.
Praluline adlı kendilerine özel kekleri var. İçinde badem bulunan hafif bir kek. Kahvaltı için denenebilir. Notre Dame Katedrali’nin güney yakasındaki Saint-Germaine (evet futbol takımı olan) bölgesinde bulunuyor.
Bir tatlı düşkünü olduğumu buraya dek anlamışsınızdır. Merak etmeyin sizin için birkaç da normal yemek adresi hazırladım:
Louvre Müzesi’ne yakın olan bu restoran sade bir yer, servis de aynen öyle. Bizdeki esnaf lokantaları gibi düşünebilirsiniz. Sadece 11 Euro’ya Fransız spesiyallerinden kızarmış ördek yiyebileceğiniz için bence ortama çok da aldırmayın.
Grands Boulevards metro durağının hemen karşısında yer alan bu restoran 1896’dan beri ayakta ve artık resmen bir tarihi anıt kabul ediliyor. Belki daha da önemlisi, sadece 12 Euro’ya Paris usulü biftek servis ediyor.
Hemen Notre Dame’ın güneyinde, Seine Nehri’ne oldukça yakın mesafede bulunan bu restoran da uygun fiyata karnınızı doyurabileceğiniz yerlerden. Yemek fiyatları 15 Euro’nun çevresinde dolaşıyor. Merkezi konumu en önemli özelliği. Louvre civarında bir şubesi de var.
Adında gurme yazdığına bakmayın, burası da oldukça sade bir mekan. Ördek kızartması veya Paris usulü biftek gibi restoran yemekleri bizdeki hamburgerciler gibi kağıt üzerinde patates kızartması ile servis ediyor. Fiyatlar 12-15 Euro arasında.
Size Paris gezinizi anımsatacak ufak bir eşya veya tanıdıklarınıza getirecek minik hediyeler arıyorsanız en kolay bulabileceğiniz adres hemen Notre Dame Katedrali’nin karşı kıyısında, Saint-Germain tarafında yer alıyor. Bölgedeki turist yoğunluğu nedeniyle hediyelik eşya dükkanları da buraya konuşlanmış. Benzer bir adres de Montmartre’daki Tertre Meydanı. Elbette Eyfel ziyaretiniz sırasında uygun fiyata minicik Eyfel maketleri satan işporta tezgahları ile de karşılaşacaksınız, hatta ben Türkçe konuşabilenine bile rastladım, biraz klişe ama Paris deyince akla gelen ilk şeye de Eyfel sonuçta!
Paris modasını takip etmek isteyenleri ise Euro üzerinden şişkin fiyatlar bekliyor. Özellikle Camps-Elysees’de yürürken birçok dükkana denk geleceksiniz. Neyse ki Fransa Cumhuriyeti’nin çok ilginç bir huyu var: İndirim tarihleri resmi olarak düzenleniyor! Mağazalar düzenli olarak her yıl Ocak ve Temmuz aylarında indirime giriyor. Ocak ayında seyahat biraz zor ama Temmuz indirimine denk gelirseniz kalabalık bir Fransız topluluğu arasında raflarda şansınızı deneyebilirsiniz.
Şahsen benim gece hayatıyla hiç ilgim yoktur, tüm gün gezdikten sonra iyice dinlenmeyi tercih ederim. Yine de siz gece kuşları için tavsiye edebileceğim üç yer var, yalnız öncesinde şu uyarıyı yapayım ki Montmartre bölgesindeki kabare kulüplerinden uzak durun. Özellikle Pigalle Sokağı’nda yer alanlar hesap şişirmeleri ve ödemeyen müşterilerden döve döve tahsil etmeleriyle ünlü. Fransa’da pavyon anısı edinmeyin derim!
Harry’s Bar
Paris’in tarihi barlarından olan Harry’s, 1911 yılında jokeylikten emekli olup New York’tan buraya taşınan Harry MacElhone tarafından kurulmuş. Bloody Mary başta olmak üzere birçok kokteyl burada icat edilmiş. Hem tarih hem kokteyl meraklısı olanlar için ideal. Opera metro durağının hemen karşısında yer alıyor.
Kong
Tercihini clubbing’den yana kullanacaklar için. Pont Neuf köprüsüne yakın olan bu club’a aynı isimli metro durağı ile ulaşmanız mümkün. Tamamen cam konseptli ve Seine Nehri’nin manzarası karşısında dans edip eğlenebiliyorsunuz.
Paris Jazz Club
Caz sevenler içinse üç ayrı mekan önereceğim. Üçü de aynı cadde üzerinde olan (hatta ikisi yan yana) ve yaklaşık kırk yıllık tarihe sahip üç bar, isimleriyle Le Baiser Sale, Duc des Lombards ve Sunset-Sunside, bir araya gelip Paris Jazz Club adında bir oluşum kurmuşlar ve ortak olarak aylık tanıtım bülteni basıyorlar. Louvre Müzesi’ne yakın olan bu üç bardan hangisi hoşunuza giderse ona girebilirsiniz.
Paris büyük bir şehir, o yüzden merkezi bir otelde kalmakta fayda var. Notre Dame Katedrali’ni merkezi nokta kabul edip etrafında bir çember hayal ederek otelinizin turistik yerlere olan uzaklığını zihninizde canlandırabilirsiniz. Seine Nehri’nin batı yakasındaki Latin Mahallesi akademik ortamıyla, Saint-Germain ise daha bohem ve turistik tarzıyla dikkat çekiyor ve fiyatlar nispeten daha uygun. Eyfel yakınlarındaki Grenelle bölgesi ise daha lüks ve havalı ama cep yakıyor. Nehrin doğu yakasında kalan Bastille ise gece hayatının en canlı olduğu bölge olduğundan geç saatlere kadar eğlenmeyi sevenler otele dönmeyi daha kolay bulabilir.
Paris hakkında yazılacak ne varsa yazdım diye düşünüyorum. Yola çıkıp bu güzel kentin sefasını sürmek ise size kalıyor!