Her semti Avrupa’nın bir şehrinin tamamı kadar büyüleyici olan İstanbul hakkındaki yazılarıma Beşiktaş ile devam ediyorum.
Ayrıca Ortaköy, Yıldız ve Dolmabahçe’den de bahsedeceğim, ne de olsa hepsi birbirine yakın.
Beşiktaş çok merkezi bir semt olduğundan ulaşım oldukça kolay. Anadolu Yakası’ndan çok sayıda vapur hattı Beşiktaş İskelesi’ne geliyor.
Taksim’de ise AKM’nin çaprazındaki sarı dolmuşlar hemencecik sizi Beşiktaş’a getiriyor.
Bahsedeceğim diğer yerlere ise yine Beşiktaş’tan ulaşabilirsiniz, onların içinde bahsedeceğim.
Beşiktaş bu bölgenin ana ulaşım noktası olduğundan bu iskele her zaman kalabalık ve canlı. Başka bir yere gitmek isterken bile yolunuz düşmüş olabilir.
Yanlış hatırlamıyorsam, Organize İşler filminde bir arabaya arkadan çarpıp sonra da çaldıkları sahne de burada çekilmişti.
Vapurdan iner inmez, daha caddeye ulaşmadan, sırtınızı boğaza vererek sağa doğru yürürseniz birkaç adımda Beşiktaş Sahili’ne ulaşacaksınız.
Binaların ve kalabalığın arasında girişi gözden kaçabiliyor. Seyrine doyum olmayan boğazın kenarında oturmak için uygun bir nokta.
İskelenin olduğu meydanda Barbaros Parkı bulunuyor. Parkın içinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın heykeli, yanında ise türbesi bulunuyor. Ayrıca birkaç eski top da açık havada sergileniyor.
Midilli Adası’nda bir sipahinin oğlu olarak doğan ve gerçek adı Hızır olan bu denizciye başarılarının ardından Hayrettin yani “dine hayrı olan” ismini bahşeden ise Yavuz Sultan Selim’in ta kendisi. Barbaros lakabı ise İtalyanca “kızılsakal” anlamına geliyor.
Kaptan-ı Derya yani bütün deniz kuvvetlerinin başındaki kişi olarak Osmanlı’ya hizmet eden, Kuzey Afrika kıyılarında hakimiyet sağlayan ve döneminde adeta Akdeniz’in her köşesinde Türk gemilerinin egemen olduğu Barbaros Hayrettin Paşa, Osmanlı denizciliği açısından Piri Reis ile birlikte en önemli iki kişiden biri.
Konuyu merak edenlere Osman Necmi Gürmen’in Mühtedi adlı kitabını okumalarını öneririm.
Barbaros Parkı’nın yanında, paşanın şanına yaraşır biçimde Deniz Müzesi bulunuyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı olan müzenin göçebe bir tarihi var.
İlk olarak 1897 yılında Kasımpaşa’da eskiden Osmanlı Donanması’nın gemilerinin üretildiği tersanede açılmış.
Savaş yıllarında eserleri korumak için her şey Ankara’ya taşınsa da 1946’da yeniden İstanbul’a getirilmişler ve bir süre Dolmabahçe Camii’nde sergilendikten sonra 1961 yılında buraya, Barbaros Hayrettin Paşa’nın yanına getirilmişler.
Üç katlı ve oldukça büyük olan müzede padişahların Haliç’te dolaşmak için kullandıkları altın varaklı saltanat kayıkları restore edilmiş halleriyle sergilenirken bir de kadırga yani Osmanlıların en çok kullandığı ufak savaş gemisi bulunuyor.
Diğer gemi tiplerinin ise maketlerini görebiliyorsunuz. Haliç’i kapatmakta kullanılan zincir olduğu düşünülen bir eser de var.
Ayrıca Osmanlı Bahriyesi yani deniz kuvvetlerinden kalma sancaklar, haritalar, elyazmaları gibi birçok eser mevcut.
Denizciliğe meraklı olanlara mutlaka tavsiye ederim.
Giriş ücreti sadece 90 lira ve öğrencilere ücretsiz. Pazartesi günleri kapalı, öteki günlerde yazın 10:00-18:00, kışın ise 09:00-17:00 arası gezebilirsiniz.
Müzeden çıkıp da yolun karşısına geçerseniz karşınıza Mimar Sinan tarafından adaşı olan Sinan Paşa namına 1555 yılında inşa edilen Sinan Paşa Camii çıkacak.
Yanındaki Uğur Mumcu Parkı’ndan devam edip içeriye doğru ilerlediğinizde kendinizi meşhur Beşiktaş Çarşısı’nda bulacaksınız.
Son dönemde buradaki kahvaltıcılar epey ünlenmiş durumda, eğer sabah saatlerinde gelirseniz siz de kahvaltınızı burada yapmayı tercih edebilirsiniz.
Günümüzde popüler kültürde önemli bir yer tutan Beşiktaş Kültür Merkezi’ni de burada bulabilirsiniz.
Özellikle Beşiktaş taraftarı olan gezginlerin mutlaka uğramak ve önünde kartal pozu vermek isteyeceği dev Kartal Heykeli de burada yer alıyor.
Bu alanın ilk olarak 1. Ahmet döneminde padişaha ait araziler olan Hasbahçe topraklarına katıldığı düşünülüyor.
Yaklaşık iki yüz yıl sonra 3. Selim, annesi için buraya Yıldız adında bir köşk yaptırınca bu isimle anılır hale gelmiş.
Günümüzde parkın içine ücretsiz olarak girip gezebiliyorsunuz, özellikle sincaplar çok sevimli.
Yalnız çocukluğunuza dönüp ağaçlara tırmanmaya kalkarsanız dikkatli olun, ben inerken baya zorlandım!
Parkın içinde, biraz yukarıda yer alan Malta Köşkü ise günümüzde restoran olarak hizmet veriyor. Osmanlı mutfağından seçkiler sunan restoranda “Matbah-ı Amirede Dana Yanak”, “Topkapı-i Hassa Kuzu İncik” ve elbette hünkarbeğendi gibi lezzetlerden tadarak bir saatliğine saltanat sürmek mümkün. Fiyatlar ortalamanın azıcık üzeri fakat yer bulursanız Boğaz’a yukarıdan bakan manzara mükemmel.
Bazen karıştırılabiliyor ama Yıldız Parkı ile Yıldız Sarayı’nın girişleri ayrı.
Parka girmek için Beşiktaş İskelesi’nde indikten sonra Beşiktaş Caddesi’ne çıkar çıkmaz, sırtınızı boğaza vererek sağa doğru, yani Ortaköy yönünde yürürseniz en fazla on beş dakikada ulaşırsınız. Yorulmak istemeyenler bu yönde giden herhangi bir otobüse de binebilirler.
Yıldız Sarayı ise dıştan büyük ama sade, içeriden ise oldukça etkileyici bir bina. Kendine has bir tarzı olan Topkapı Sarayı’nın aksine Yıldız’ın Avrupa’daki saraylara oldukça benzediğini söyleyebilirim.
Özellikle 2. Abdülhamit döneminde eskiden parkın içinde bulunan Yıldız Köşkü’nün çevresine ek binalar yapılmış ve burası devletin yönetim merkezi haline gelmiş.
Şimdi park ile müzenin girişi ayrı.
Sarayın içinde kendi tiyatrosu yer alıyor ki o da şahane bir salon. Müze olarak gezilebiliyor ve mutlaka gitmenizi tavsiye ederim.
Çok iyi korunmuş ve Osmanlı’nın son dönemi hakkında çok önemli anlara ev sahipliği yapmış bir yer.
Müzekart sahipleri ücretsiz girebiliyor, müzekartı olmayanların ise sadece 50 TL ödemesi gerekiyor ki bence böyle bir müze için gayet makul bir ücret.
Sabah dokuzda açılan müze yaz döneminde akşam yedide, kış döneminde ise beşte kapanıyor. Pazartesi günleri ve bayramların ilk gününde ise sabah değil de öğlen 13:00’da açılıyor.
Yıldız’a ulaşmak için Beşiktaş Meydanı’ndan kalkan neredeyse her otobüse binebilirsiniz veya tabanınıza güveniyorsanız boğaza sırtınızı vererek Barbaros Bulvarı’ndan yukarı gidecek biçimde yürüyebilirsiniz.
Yürüyenlerin benim gibi yol üzerinde Yahya Kemal Parkı’nda bir soluklanma molası vermesi mümkün.
Ayrıca parkın köşesinde bulunan Yıldız Saat Kulesi de tarihi bir eser, gözünüzden kaçmasın.
Hemen yanında yer alan Yıldız Hamidiye Camii de yine 2. Abdülhamit tarafından 1885’te yaptırılmış. Tarihi açıdan önemi ise 1905 yılında tam da bu caminin önünde, ayrılıkçı Ermeni örgütleri tarafından düzenlenen bombalı saldırı ile padişaha suikast girişiminde bulunulmasından kaynaklanıyor. Sultan saldırıdan kurtulsa da yirmi altı kişi hayatını kaybetmiş ve elli kişi yaralanmış.
Dağ evi anlamına gelen Şale de müze olarak gezilebiliyor, kale burçlarını andıran sekizgen kısımları oldukça ilginç. Sedefli Salon da görülmesi gereken bir yer.
Beşiktaş ile Nişantaşı arasında bulunan bu şahane kasrı görmenizi kesinlikle öneririm.
Eğer Yıldız Sarayı’nı gezdiyseniz çıkışta yine Barbaros Bulvarı’na dönüp yaklaşık yirmi dakikada yürümeniz mümkün.
Saraya uğramadan Beşiktaş iskelesinden doğrudan buraya gelmek için ise 30M otobüsüne binebilirsiniz.
Yıldız’dan bir asır sonra, 3. Ahmet döneminde Hasbahçe olarak düzenlenen bu alana yaklaşık yüz elli yıl sonra Sultan Abdülmecit’in emriyle Ihlamur Kasrı inşa edilmiş.
Dolmabahçe’ye benzeyen işlemeli bir ön yüzü olması tesadüf değil yani. İşlemeleriyle, sütunlarıyla, çift merdivenli şık girişiyle yine Dolmabahçe gibi Avrupa’daki köşkleri örnek alan ama onları aşmayı başaran bir mimari şaheser.
Bahçedeki havuzun kenarında bir çay molası vermek de dinlenmek için iyi bir fırsat.
Verem hastalığı nedeniyle henüz sadece 38 yaşında iken vefat eden Sultan Abdülmecit’in son nefesini verdiği yer de Ihlamur Kasrı’dır.
Beşiktaş İskelesi’nde inince cadde üzerinde duraktan 22RE veya U1 otobüsüne binerek ulaşabileceğiniz gibi, aynı cadde üzerinde sırtınızı boğaza verip sağa doğru yönelerek yürürseniz de tarihi Arnavut kaldırımları üzerinden, Çırağan Sarayı’nı, Galatasaray Üniversitesi’ni ve Kabataş Lisesi’ni süzerek en fazla yarım saatte Ortaköy’e varabilirsiniz.
Özellikle trafiğin sıkışık olduğu saatlerde otobüs ile ulaşım daha bile uzun sürebiliyor, hatta yolcular inip yürümeyi tercih edebiliyor. Benim gibi yürümeyi seven biriyseniz size de hiç otobüsle uğraşmayıp yürümenizi öneririm.
Ortaköy denince günümüzde çoğu insanın aklına yan yana dizilmiş çok sayıda kumpirci ve wafflecı geliyor tabii. Siz de yürüyüş yorgunluğu bunlardan birini alıp boğaz kenarında yiyerek atabilirsiniz. İkisi de benim çok sevdiğim yiyecekler olduğundan ben üst üste yedim ve epey tıkandım, siz de ikisini birden tatmak isterseniz hiç değilse arada biraz zaman bırakmanızı öneririm!
Burada yer alan Büyük Mecidiye Camii, daha sık kullanılan adıyla Ortaköy Camii, artık İstanbul’un simgesi olmuş bir eser. Birçok yabancı filmde veya ülkemizi anlatan gazete-dergi yazılarında arkasında Boğaz Köprüsü görünecek şekilde fotoğrafının konması adeta olmazsa olmaz hale gelmiş durumda.
Aslında yerinde daha eski bir cami bulunsa da Lale Devri’nde ekonomik ve siyasi çalkantılar sonucu ortaya çıkarak İstanbul’da nice benzersiz köşkün yıkılıp devletteki ilerleme sürecinin tıkanmasına neden olan Patrona Halil İsyanı sırasında yıkılmış.
Sonra Sultan Abdülmecit tarafından 1853 yılında yeniden inşa ettirilmiş ve onun isminden dolayı Büyük Mecidiye adını almış.
Yüksek ve sade duvarların üzerinde yükselen tek kubbesiyle Barok mimari tarza sahip, özellikle arkasında manzarayla birlikte çok etkileyici görünen bir yapı.
Boğaz tarafındaki yüzünde pencereler ve çevresindeki işçilik de köşelerdeki kare sütunların üzerindeki minicik kulelerle birlikte göz kamaştırıcı.
Sultan Abdülmecit döneminde devlet yönetiminde istenen ilerleme tüm çabalara rağmen başarılamamış olsa da şahane mimari eserler bıraktığı kesin!
Caminin hemen yanında göreceğiniz, sadece kaba inşaat halindeymiş izlenimi veren heybetli yapı ise aslında Esma Sultan Yalısı. Sultan Abdülaziz tarafından kızı Esma Sultan’a düğün hediyesi olarak verilmiş ve elbette o zamanlar çok şık haldeymiş. İnsan padişah olunca hediyesi de ona göre oluyor tabii!
Daha sonra birçok defa el değiştiren yalı maalesef 1975 yılında yanmış ve metruk biçimde kalmış. Şimdi Marmara Oteli tarafından satın alınmış ve çelik konstrüksiyonlar ile sağlamlaştırılarak kırılmaz cam takılmış durumda, çeşitli etkinlikler için kullanılıyor.
Güneri Civaoğlu’nun sunduğu Şeffaf Oda adlı program da burada çekiliyor.
Eskiden sadece Ayios Fokas Manastırı ve çevresinde tek tük Rum evleri bulunan Ortaköy’e Türklerin yerleşimi Kanuni Sultan Süleyman döneminde gerçekleşmiş.
Manastır günümüze kalmasa da aynı isimli kilisenin madeni kulesi ilginç yapısıyla hemen dikkat çekiyor. Ayrıca burada Etz Ahayim Sinagogu da bulunuyor. Bu iki yapı halen ibadet yeri olarak Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından kullanılıyor.
Ayrıca köprünün ayağının dibinde bulunan Hatice Sultan Yalısı da geçmişten günümüze bozulmadan gelmeyi başarmış nadir yalılardan biri. 2. Abdülhamit tarafından yeğeni Hatice Sultan’a düğün hediyesi olarak yaptırılmış. Anlayacağınız bu düğün hediyesi olarak yalı verme durumu epey yaygın, padişahlar için çeyrek altın takmaya denk geliyor sanırım!
Son olarak, yol üzerinde görebileceğiniz Galatasaray Üniversitesi’nin binasının eskiden Feriye Sarayı olduğunu ve Osmanlı Hanedanı tarafından kullanıldığını da belirtmek isterim.
Sarayın tarihi önemi, darbeyle tahttan indirilen Sultan Abdülaziz’in burada ölmesinden kaynaklanıyor. Traş olmak için çekildiği banyoda bilekleri kesilmiş halde bulunan sultanın intihar mı ettiği yoksa suikaste mi uğradığı hala tartışılıyor. Banyo penceresinin açık bulunması, tekrar iktidara dönmesinden çekinen rakipleri ve 2. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’nda yapıldığı için Yıldız Mahkemeleri diye anılan duruşmaların ardından birçok kişiyi Abdülaziz’in cinayeti nedeniyle cezalandırmasından dolayı benim düşüncem suikastten yana.
Ayrıca 2. Abdülhamit’in kendisi de suikaste uğramaktan çok çekinmiş ve Dolmabahçe’ye kıyasla daha güvenli bulduğu Yıldız Sarayı’na da bu nedenle taşınmış.
Hadi kendimi tutamayıp bir bilgi daha vereyim, ağabeyi Abdülmecit’in aksine batı kültüründen hiç hoşlanmayan Abdülaziz bu özelliğine karşın Osmanlı tarihinde Avrupa seyahatine çıkan tek padişahtır (tabii bu seyahate keyif için değil ülkenin diplomatik gücünü artırmak umuduyla çıkmıştır).
Hani Barbaros Parkı’ndan Deniz Müzesi’ne gitmiştiniz ya, işte aynı yönde yürümeye devam ederseniz Dolmabahçe Caddesi üzerinden Dolmabahçe Sarayı’na ulaşacaksınız.
Mustafa Kemal Atatürk fotoğraflarıyla süslü olan bu cadde boyunca yürürken sol yanınızda sarayın duvarlarını da seyredebilirsiniz. Mesafe de yakın olduğundan kesinlikle yürümenizi tavsiye ederim.
Özellikle sarayın bu caddede yer alan kapısı muazzam süslemeleri nedeniyle önünde durup uzun uzadıya seyretmek isteyeceğiniz bir şaheser.
Dolmabahçe’yi tarihi açıdan önemli kılan nokta, Fatih Sultan Mehmet’in gemileri karadan yürütmeye buradan başlaması.
Belki de bu olayın hatırına, Osmanlı Devleti’ni eski ihtişamına döndürmeye kararlı olan ve daha on yedi yaşında ordunun başında Polonya üzerine sefere çıkan Sultan 2. Osman, nam-ı diğer Genç Osman zamanında buradaki körfez doldurularak bir yazlık saray yapmak istenmiş.
Sefer sırasında Yeniçeri Ocağı’nın ne kadar yozlaştığını gören Genç Osman, devşirme sistemine son verip sadece Türk askerlerden oluşacak bir ordu kurmayı düşünmeye başlamış ve bunu çevresindekilerle konuşma hatasında bulunmuş.
Henüz on sekiz yaşındayken, hacca gitme hazırlığı yaptığı sırada, dönüş yolunda Anadolu’dan toplayacağı bir orduyla İstanbul’a gelip silah zoruyla ocağı kaldırmasından korkan yeniçeriler tarafından öldürülmüş ve Dolmabahçe’ye yapılacak saray tasarısı da uzun süre unutulmuş.
Benim tahminime göre önce Genç Osman’ın, ardından Sultan 3. Selim’in Topkapı Sarayı’nda öldürülmesi; daha sonra 2. Mahmut adıyla saltanata kavuşup Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldıracak olan Şehzade Mahmut’un 3. Selim’i öldüren aynı yeniçeriler tarafından Topkapı Sarayı’nın çatısına dek kovalanması ancak takipçilerinin başına buradan söktüğü kiremitleri fırlatarak Alemdar Mustafa Paşa’nın gelip onu kurtarmasına dek oyalanmasından dolayı Osmanlı Hanedanı kötü anılarla dolmaya başlayan görkemli saraydan taşınmayı ciddi biçimde düşünmeye uğraşmış.
İlk olarak Sultan 2. Mahmut, Çırağan Sarayı’nı yaptırarak yılın büyük bir kısmını burada geçirmeye başlamış ancak resmi açıdan saray hala Topkapı kalmış.
Bu noktada devreye bu yazıda, hatta İstanbul hakkındaki tüm yazılarımda ismini sık sık gördüğünüz bir isim devreye giriyor: Sultan Abdülmecit.
Yeni bir anlayışa geçmeye kararlı olan ve babası sayesinde artık onu engelleyecek bir yeniçeri ocağı bulunmayan Abdülmecit, 1843 ile 1856 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı’nı inşa ettirmiş ve resmen devletin merkezini buraya taşımış ve 2. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’na taşınmasına dek Osmanlı Devleti buradan yönetilmiş.
Günümüzde saraya ayrı bir anlam katan durum ise Mustafa Kemal Atatürk’ün son nefesini burada vermiş olması. Yatağında ise Türk Bayrağı serili.
Mükemmel işlemelere sahip olan sarayın girişinde yer alan saat kulesi de bir o kadar güzel ve etkileyici.
Tek bir mimari üsluba sahip olmayan, adeta tüm mimari anlayışların bir araya geldiği saray bu birleştirici yönüyle de başlı başına ilgi çekici ve benzersiz. Tavanları, avizeleri, sütunlu girişleri, ikili merdivenleri, halıları, mobilyaları ve hamamı ile tek başına bir yazı konusu olacak kadar dolu bir mekan.
Uzun uzadıya tasvir etmekten özellikle kaçınıyorum çünkü en iyisi hepsini kendi gözlerinizle görmeniz. Ben bir gününüzü tamamen sarayı gezmeye ayırmanızı öneririm. Emin olun o bile zar zor yetecek ve kapanış saati geldiğinde daha fazla kalmak isteyeceksiniz.
Dolmabahçe Sarayı’nın en kötü yanı ise Müzekart’ın geçerli olmaması. Sadece Selamlık için 90 TL, Harem bölümüyle birlikte gezmek için 150 TL vermeniz gerekiyor ki ben böyle yapmanızı öneririm. Paranızın karşılığını alacağınızdan da şüpheniz olmasın, üstelik öğrenciler için biletler yarı fiyatına iniyor.
Pazartesi ve Perşembe günleri kapalı, ona göre gezinizi planlayın. Öteki günlerde 09:00 ile 16:00 arası gezebiliyorsunuz.
Saraydan çıktığınızda özellikle Beşiktaş taraftarlarının görmek isteyeceği BJK Vodafone Park hemen karşınızda yer alacak. İçinde BJK Müzesi de bulunuyor.
Sahilden yürümeyi sürdürmeniz halinde ise Dolmabahçe Camii’ne ulaşacaksınız. Esas adı Bezmialem Valide Sultan Camii olan bu ibadethanenin inşaatı 1855’te annesine namına Sultan Abdülmecit tarafından tamamlanmış. Ben Ortaköy Camii’ne çok benzettim. Beşiktaş’taki yerine taşınmadan önce Deniz Müzesi de burada yer alıyormuş.
Kıyıdan yürümeyi sürdürmeniz halinde İstanbul’un önemli iskelelerinden biri olan Kabataş’a ulaşabilirsiniz. Semtin ismi burada hala görebileceğiniz Hadika Taşı’ndan geliyor. Nerede konaklarsanız konaklayın buradan kalkan bir toplu taşıma ile ulaşabileceğinizi tahmin ediyorum.
Beşiktaş ve çevresinde gezilecek yerlerin sonuna gelmiş olsak da İstanbul hala bitmedi.
Eğer sizin bu kadar yoğun bir gezinin ardından hala vaktiniz kaldıysa Dolmabahçe’den Taksim’e çıkmanız mümkün. Ben ise İstanbul’un bu kısmından bir sonraki yazımda bahsedeceğim.
İyi gezmeler!