Tren yolculuğu yapmak baştan sona özel ve ayrıcalıklı bir deneyim. Öyle ki jet uçaklarıyla dünyanın altını üstüne getirme lüksüne sahip dolar milyonerleri bile hayatlarında en çok tren ile seyahat etmeye özlem duyduklarını dile getiriyorlar.
Eğer daha önce tren seyahati yapma fırsatınız olduysa bilet alma aşamasından gardaki koşuşturmaya kadar birçok detayın hafızanızda tüm canlılığıyla durduğunu siz de fark edersiniz.
Yol boyu karşınıza çıkan şahane manzaralar, her durakta yola yeni katılanlar, vagonda kurulan arkadaşlıklar ve paylaşılan yemekler de cabası elbette.
Nostalji ve romantizm gibi tüm özlenen değerler, trenlerde tıpkı o eski günlerdeki gibi varlıklarını sürdürüyor.
Dünyanın her yerindeki bu emektar ulaşım araçları; zamanı yavaşlatarak şehir hayatının stresine ve kavga gürültüsüne adeta meydan okuyor. Şunu rahatça söylemek mümkün: Biraz yavaşlamak, kendi iç sesinizi dinlemek ve bu sırada yeni kültürler keşfetmeye devam etmek için trenle dünyayı gezmekten daha iyi bir fırsatınız olamaz.
Dünyanın her yerinde, demir makinelere ev sahipliği yapan şahane tren istasyonları var. Kimi neredeyse tarihi eser sayılıyor; uzun yıllardır yangınlara, depremlere ve savaşlara göğüs gererek şehrin en merkezi meydanındaki yerini korumaya devam ediyor.
Kimi tren istasyonları ise; iç ve dış cepheleri ile birer modern mimari örneği. Mühendisler ve mimarlar, kamu hizmetine açık durumdaki bu özel alanların tasarımında tüm yeteneklerini konuşturmaktan asla geri kalmıyor.
Her koşulda, turist olarak bir şehirde bulunuyorsanız; o yerin dokusunu anlamak için tren garına da uğramanız mutlaka gerekli diyebiliriz. Bir şehrin ya da ülkenin gelişmişlik seviyesi; hiçbir şeyden değilse bile, yolcularını ilk kez karşıladığı yerden anlaşılıyor.
Özellikle Interrail gibi birden fazla Avrupa ülkesini aynı rotaya sığdırabileceğiniz bir yolculuk modelini deneyimlerseniz tren istasyonlarının güzelliği ile ünlü duraklara mutlaka göz atın.
Tabii listede Hindistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar dünyanın daha uzak uçlarından noktalar da var. Bu gibi yerlerde ise, garın içine girip çıkan yolcuları izlerken bile tam anlamıyla bir kültür tutulması yaşayacağınızı garanti edebiliriz.
Her biri nefes kesici güzellikteki tren istasyonlarını gezgin ruhunuzla bir araya getirmek için aşağıda tek tek listeliyoruz.
İçindekiler
İspanya’nın başkenti Madrid; sahip olduğu Atocha Tren İstasyonu ile ilk durağımız olmaya hak kazanıyor.
Adını bulunduğu mahalleden alan Arganzuela semtindeki tren istasyonu; 8 Şubat 1851 yılından bu yana işleyen bir demir yolu hattına sahip. Burası Madrid’in de tarihinde görülen ilk tren istasyonu.
Garın geçmişinde büyük bir yangın ve bir terör saldırısı da olduğu için dünya için de bu durağın büyük bir önemi var. 1892 yılında geçirdiği yangın felaketi nedeniyle yeniden inşa edilen bina; El Kaide Terör Örgütü örgütünün en kanlı saldırılarından birine ise ne yazık ki 2004 yılında sahne oldu.
Şu anda gari ziyaret ettiğinizde göreceğiniz gri ve silindir biçimindeki anıt, hayatını kaybeden 190’ın üzerinde kişiye ve 1800’den fazla yaralıya adanmış bulunuyor.
Bugün tren istasyonundan Cordoba, Barselona, Toledo ve Sevilla gibi birçok İspanyol şehrine doğru hareket edilebilir. İstasyon dahilindeki seferler, devlete ait demir yolu hizmetlerini işletmekte olan RENFE tarafından düzenleniyor.
İstasyonun en ilginç özelliklerinden biri de; ana bina sınırları içinde bir tropik bahçeyi ağırlaması. 4 bin metrekare alana sahip bu bahçede, bitki ve hayvanların rahat etmesi için tüm ısı ve nem koşulları sağlanmış durumda.
Gardaki bekleme salonu ve yeme içme mekanları da bu güzel, yeşil manzaradan nasiplerini alıyor.
Şehrin ikonik Sol Meydanı (Puerta Del Sol) yönünden Atocha Tren İstasyonu’na yalnızca 15-20 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz. Ayrıca buraya kadar kullanabileceğiniz bir metro hizmeti de bulunuyor.
Finlandiya’da bulunan tüm tren hatlarının son durağı; başkentteki Helsinki Tren İstasyonu’na çıkıyor desek herhalde hata olmaz.
Helsinki ilinin Kluuvi mahallesinde konumlanan bu istasyonda hemen hemen her gün hem yerli halktan hem de uzun yoldan gelen yabancılardan oluşan bir kalabalık sahneye çıkıyor.
Stockholm, Londra ve Oslo gibi farklı ülkelere bağlı şehirlerden de bu istasyona çok yoğun erişim var.
1919 yılında kullanıma açılan bina; mimari alanında her daim örnek gösterilen ikonik yapılardan da biri. Yapımın tamamlanmasından önce de Helsinki Tren İstasyonu’na harcanan ciddi bir mesai bulunuyor.
Mimaride hem kubbe şeklindeki giriş hem de binanın üzerine oturtulduğu sütunlar son derece akılda kalıcı. Girişin her iki yanında, ellerinde ışıklı küreler tutmakta olan asker heykelleri yer alıyor.
Ünlü mimar Eliel Saarinen tarafından hayata geçirilen istasyon tasarımında Art Nouveau tarzının benimsendiği biliniyor.
Garın hemen yanında 48 metre yüksekliğindeki Saat Kulesi de var.
Tramvay ya da metro kullanarak tren istasyonuna ulaşabilirsiniz. Burası trene binmeyecek olsanız bile; turistik Helsinki gezilerinin de vazgeçilmez bir parçası.
Helsinki Tren İstasyonu; ünlü televizyon kanalı BBC tarafından da güzelliğiyle listelenmeye layık bulunan bir bina.
Helsinki’den Lapland’e gece treniyle geçebileceğinizi hatırlatıp bu rotayı Noel Baba’nın memleketi Finlandiya’da deneyimlemek için en güzel mevsimin kış, en güzel ayın ise aralık olduğunu hatırlatırız.
Antwerp, Antwerpen ya da Anvers olarak farklı isimler altında anılan, bu nedenle de bir miktar kafa karıştıran Belçika şehrindeki merkez istasyon; “saray gibi” ifadesinin hakkını tamamıyla veren yerlerden biri. Belçika üç resmi dile sahip olduğundan, ülkedeki her şehir de bu üç dilden en az ikisiyle anılıyor ve tabelalara bu şekilde yazılıyor. Antwerpen şehrin Felemenkçe; Anvers Fransızca adı. Antwerp de İngilizce versiyonu. Ülkenin 3. resmi dili olan Almanca ise yüzde olarak çok az kullanıldığından şehirlerin isimlerini etkilememiş.
1895 ile 1905 yılları arasındaki 10 yıllık zaman diliminde inşası tamamlanan bu görkemli tarihi eser, hacim bakımından da dünyadaki benzerleri arasında ilk ona rahatlıkla giriyor. 2009 yılında burası, Amerikan Newsweek dergisi tarafından bu alanda dördüncü ilan edildi.
Binanın uzunluğu 185 metreyi bulurken yüksekliği de 44 metre. Kubbesinin yüksekliği ise 70 metreyi geçiyor.
Yapımında taşların ve mermerlerin ağırlıklı olarak kullanıldığı binayı özellikle gece ışıklandırması ile görmelisiniz. Gündüz saatlerinde de burası her daim aydınlık ve ferah.
Antwerp Merkez Tren İstasyonu; NMBS adlı ulusal demir yolu şirketi tarafından işletiliyor. Brüksel’den sonra 45 dakikalık bir tren yolculuğu ile istasyona ulaşabiliyorsunuz.
Tren istasyonu turistlerin de mutlaka uğradıkları bir yer.
Meir adlı alışveriş caddesi; gardan sonra kısa bir yürüyüş mesafesinde. Şehre kadar gelmişken ayrıca ünlü ressam Rubens Huis’e adanan müzeyi görmek isteyebilirsiniz. Pazartesileri kapalı olan müze, diğer günler 10.00 ile 17.00 arasında gezilebiliyor.
Şehirde ayrıca, Grote Markt (Büyük Pazar) adlı bir buluşma noktası ve panayır alanı da mevcut. Burayı dolu dolu gezerken meşhur Belçika çikolatalarından da kendiniz ve sevdikleriniz için depolamayı ihmal etmeyin.
Baş döndüren Hindistan trafiğinden sonra biraz tren yolculuğu yapmak ilk anda iyi bir fikir gibi gelebilir. Tabii burada da başka bir trafik olduğunu hatırlatalım: 2004 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası korumasında olan bu taşıma merkezi için günde 1250 kadar tren seferinden, yaklaşık üç milyon yolcudan ve 18 farklı platformdan söz ediliyor. Buranın içi de dışı da insanla dolu. Her bir köşede farklı yaşanmışlıklardan oluşan manzaralar buraya ayrı bir değer katıyor.
Dıştan baktığınızda ise gotik mimarinin güzel bir örneği olan bir tarihi eser ile karşılaşıyorsunuz.
Terminalin tarihi 1878 yılına kadar dayansa da; adının Chattrapati Shivaji olarak anılması henüz sadece 1994 yılına rastlıyor.
Mumbai’ye kadar gelmişken kendinizi kültür bakımından dev bir zenginliğin içinde bulacağınızı da hatırlatalım. Burada 7 Oscar ve 3 Altın Küre ödüllü meşhur Slumdog Millionaire filminin çekildiği gecekondu mahalleleri de var; Mumbai’nin Manhattan’ı olarak anılan iş merkezleri ve gökdelenler de.
Bollywood, plajlar ve tapınaklar derken gezi listeniz o kadar uzun ki en az 4-5 gününüzü Mumbai’de geçirmeyi planlamadan yola çıkmamalısınız.
Geleneksel bağ ile modern dokunuşların bir araya gelişinin en güzel örneklerinden biri; Kanazawa’da yer alan tren istasyonunda mevcut.
2005 yılında tamamlanan camlı, çeltik çatılı ve kubbe görünümlü giriş geleceğin mimarisine bir atıf gibi. Öte yandan; Tsuzumi adlı geleneksel Japon davullarını andıran figürler de istasyon için ayrı bir giriş kapısını oluşturuyor.
abii hem gelenekselcileri hem de modern mimariyi destekleyenleri aynı anda mutlu etmek pek de mümkün olmadığı için bu stilin bazı çevrelerden eleştiri aldığını da buraya not düşelim.
Japonya’nın başkenti Tokyo’ya 2 saatlik bir demir yolu mesafesinde bulunan bu lokasyon; başkentin kuzeybatısında kalıyor.
Japonya’ya kadar gelmişken sadece başkentle yetinmek istemezseniz, Kanazawa yerinde bir seçim. Bu şehir aynı zamanda, İşikawa Vilayeti’nin de yönetim merkezi. Dolayısıyla her an ciddi anlamda kalabalık bir yolcu kitlesiyle karşılaşmanız mümkün.
Tren istasyonu çıkışında, meşhur bir Japon köyü olan Shirakawa-go için de otobüs bileti satın alabilirsiniz. Doğal yaşama ve köy hayatına dünyanın neresinde olursa olsun özlem duyanlar için her yanı ağaçlarla kaplı bu yerleşim gerçekten de görülmeye değer. Köyden ayrıca doğal ürünler satın alma ya da tadım yapma gibi şanslarınız da var.
Afrika kıtasının güneydoğusunda yer alan ve Hint Okyanusu kıyılarında bir liman ülkesi olan Mozambik; başkenti Maputo’daki tren istasyonu ile “dünyanın en iyileri” listesinde karşımıza çıkıyor.
Mozambik’te ilginizi çekecek o kadar detay var ki; Maputo Tren İstasyonu sıralamada kendisine biraz zor yer bulabilir: Burası dost canlısı insanlardan, yıllar boyu sömürgecilere karşı verilen bağımsızlık savaşının izlerinden, çeşitliliğiyle efsaneşen pazar yerlerinden ve sahil kenarında keyifli canlı müzik mekanlarından oluşan bir ülke.
Yine de uğramak isterseniz Gustav Eiffel’in eseri olan tren istasyonu, sizin için Mozambik gezinizden güzel bir hatıra olabilir.
Denize kıyısı olmayan tüm komşu Afrika ülkeleri ve şehirleri de Mozambik’in başkentine demir yolu ile gelerek feribot kullanabiliyor ya da deniz ticaretinden nasiplerini alabiliyorlar. Dolayısıyla burası; sadece mimari açıdan değil lojistik anlamında da önemli bir merkez.
Mint diye de tabir edilen nane yeşili bir bina rengine sahip olan istasyonda bazı geceler canlı müzik de yapılıyor. İçeride ayrıca küçük bir sanat müzesi de mevcut.
Leonardo Di Caprio’nun başrolde yer aldığı Blood Diamond (Kanlı Elmas) filminde de bu tren istasyonu fonda gözünüze çarpabilir.
Hiçbir şey yapmadan sadece bir köşede oturarak Mozambik halkının bir gününü izlemeye niyet ettiyseniz, direksiyonu istasyona çevirerek kesinlikle doğru bir şey yaptığınızı söyleyebiliriz.
En güzel tren istasyonunun hangisi olduğu belki tartışılabilir; ancak Avrupa’nın en yüksek tren garı tartışmasız olarak İsviçre’de yer alıyor.
Interlaken’e yakın konumuyla dikkat çeken istasyon; deniz seviyesinden tam 3500 metre yükseklikte konumlanmasıyla şaşkınlık verici. Zirvede ayrıca manzarayı doyasıya izleyebileceğiniz bir gözlem evi de mevcut. Burası sıklıkla “Avrupa’nın en yüksek tepesi” olarak yerli ve yabancı turistlere yönelik pazarlandığı için fiyatlar da ona göre oldukça yüksek.
Yolculuğun yaklaşık iki saatinin karla kaplı Alp Dağları’nda ve eteklerinde geçtiğini söylemek dışında ise bu maceraya ekleyeceğimiz bir şey yok. Dikkatli bakarsanız yol üstü manzaralarında Heidi’ye bile rastlamanız mümkün!
Türkiye’deki Kars Doğu Ekspresi manzaralarının ne kadar sevildiği düşünülürse; Jungfraujoch Tren İstasyonu kar sevenler için bir tür yüksek lisans seviyesi sayılabilir.
Dünyanın her ülkesinden yabancı turistlerin buraya akın ettiği düşünüldüğünde sabah erken saatlerdeki trenlerin hem daha sakin hem de fiyat olarak daha avantajlı olduğunu belirtebiliriz.
Yılın her mevsiminde İsviçre Alpleri ziyaretçilerine farklı bir deneyim sunsa da kış aylarının yarattığı büyünün bir başka olduğunu da hemen belirtelim.
Almanca’da Hauptbahnhof, Merkez Tren İstasyonu anlamına geliyor.
Başkent Berlin’deki Merkez Tren İstasyonu; 26 Mayıs 2006 yılında inşası tamamlanan modern bir yapı. Burası tarihi bir arazi üzerinde inşa edilirken ülkede aynı yıl düzenlenen Dünya Kupası’na da yetişmesi hedeflendi. İnşa tarihine bakıldığında, dünyanın en güzel istasyonlarından oluşan uzun listedeki en yeni ve en modern binanın bu olduğunu söylemek de herhalde yanlış olmaz.
Almanya gibi dev bir ülkenin doğu ve batı yönleri arasındaki ulaşım zincirinin en geniş halkası, tam da burası.
Mimari detaylarda binanın aydınlatılmasının her şeyin önünde tutulduğu görülüyor. Bu sayede; istasyonun yer altı bölümleri bile rahatça ışık alabiliyor.
Halihazırda binada 8 yer altı ve 6 yer üstü olmak üzere 14 peron mevcut. 70 bin metrekare alana yayılan garın bir bölümü alışveriş merkezi niteliğine sahip.
Bina yapımında harcanan beton ile rahatlıkla kısa da olsa bir otoban inşa edilebileceğini belirtmek mümkün.
Berlin Merkez Tren İstasyonu; sürpriz olmayan bir biçimde tüm Almanya’da görebileceğiniz en kalabalık ulaşım merkezlerinden de birini oluşturuyor.
İstasyondaki trenler Deutsche Bahn adlı devlet firmasının yönetimi altında. Garın hizmete girmesi sayesinde; Almanya’daki demir yolu mesafelerinin bazı rotalar için kısaldığını da rahatlıkla belirtebiliriz.
Rotanıza uydurabiliyorsanız, dostlarınıza “Berlin’i gezip gördüm” diyebilmek için bu istasyonu da mutlaka deneyimlemenizi tavsiye ederiz.
Amerika Birleşik Devletleri’nin demir ağları üzerinde yer alan en güzel duraklardan birinde sıra. Chicago’da bulunan Union Tren İstasyonu, güzellikte ve ferahlıkta Avrupa’daki tren istasyonlarını aratmıyor.
West Adams Caddesi ile West Jackson Bulvarı arasında konumlanan tren istasyonu; 1925 yılından bu yana Chicago, Illinois’te önemli bir ulaşım merkezi olma özelliğini koruyor.
Burası 1881 yapımı tarihi binaya bir alternatif olarak geliştirilse de bugün kendisi de bir tarihi eser olma özelliğine sahip. Bu binanın yapımı aşamasında harcanan paranın dolar cinsinden değeri bugün abartısız bir biçimde 1 milyar doları buluyor.
Gar haftanın her günü açık olsa da; gece 01.00 ile sabaha karşı 05.00 saatleri arasında kapalı tutuluyor.
Tren istasyonunun içinde hem yeme içme ihtiyacınızı giderebileceğiniz çok çeşitli mekanlar; hem de farklı konseptte mağazalar var. Özel günlerde de birçok Chicago yerlisinin bu tarihi yapıya yöneldiğini belirtebiliriz.
Garın içinde film platosu olarak kullanılabilen alanlardan özel konferans salonlarına kadar birçok güzel detay saklı.
Tren istasyonundan çıktıktan sonra Illinois sokaklarında geze geze yürüyerek kendinizi şehrin ünlü parkı Millenium Park’ta bulabilirsiniz. Parktaki siyah granitten oluşan Crown Fountain özellikle görülmeye değer. Burası aynı zamanda; tüm şehrin nefes aldığı keyifli bir açık hava hazinesi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ziyaret edilebilecek bir diğer demir yolu ulaşım merkezi; bu kez siyasetin kalbi Washington’da yer alan Union Tren İstasyonu.
Yılda 40 milyon kişi tarafından ziyaret edildiği bilinen istasyon; Chicago’daki benzerinden de daha eski. Bu garın yapımı 1907 yılına dayanıyor. Üstelik yapımda kullanılan malzemeler arasında; mermer ve maunun dışında altın da var.
Daniel H. Burnham imzası taşıyan tren istasyonunun hem iç hem de dış görüntüsü gerçekten çok şık.
Burada Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal tren firması olan Amtrak tarafından neredeyse tüm kıtaya seferler düzenleniyor.
Washington Union Tren İstasyonu içinde yeme içme ve alışveriş alternatifleriniz öyle çok sayıda ki belki de tüm gününüzü burada tren beklemeye ayırsanız bile sıkılmayabilirsiniz.
Tabii şehirde görmeniz gereken yerlerin, Beyaz Saray’dan Amerikan Kongre Binası’na ve Lincoln Anıtı’ndan Ulusal Sanat Galerisi’ne kadar o kadar geniş bir çerçevesi var ki vaktinizi yine de olabilecek en verimli biçimde harcamaya gayret edin.
Dünyanın en iyilerinden bahseden bir listede İngiltere olmaz olur mu hiç? Londra’da bulunan St. Pancras Uluslararası Tren İstasyonu; İngiltere’nin başkentindeki en nadide duraklardan biri.
Camden semtinde yer alan istasyon, hemen Euston Caddesi üzerinde konumlanıyor. 2000 ve 2007 yıllarında yenileme çalışmalarından geçen yapının asıl inşa tarihi ise 1868 yılını işaret ediyor.
Neogotik mimarinin de en güzel örneklerinden biri olan St. Pancras için yerli halk “demir yollarının katedrali”, “dünyanın en güzel tren istasyonu” ve “Avrupa’nın son durağı” gibi iddialı söylemler kullanmaktan geri kalmıyor.
Victoria döneminden bugüne kalan en önemli eserlerden olan binayı tüm görkemiyle karşınızda bulduğunuzda ise, elbette siz de bu iddialara karşı tepkisiz kalamayacaksınız.
Adından da anlaşılabileceği gibi uluslararası özelliği olan istasyon; bir Eurostar üyesi. Paris, Brüksel, Lyon, Rotterdam ve Amsterdam gibi Avrupa şehirlerine buradan yüksek bir hızla ulaşabiliyorsunuz. Cambridge, Nottingham ve Brighton gibi ulusal seferlerin sıklığından ise söz etmiyoruz bile!
Dünyadaki diğer başarılı örneklerde olduğu gibi; St. Pancras Garı sınırları içinde yeme içme ve alışveriş ihtiyaçlarınızın tamamını karşılayabiliyorsunuz. Şampanya barlarından suşi gibi özel lezzetlere kadar farklı konseptler gar içinde faal durumda.
Burada edebiyattan müziğe kadar sanatın farklı dallarında da birçok etkinlik düzenleniyor. Dolayısıyla İngilizlerin asil ruhuna bir adım daha yaklaşmak için; hiç tren kullanmayacak olsanız bile buradaki etkinlik takvimine bir göz atmak isteyebilirsiniz.
Tüm dünya Paris’e; Paris’te yaşayan Fransız halkı ise Metz’e hayran. Aynı şekilde; Gare de Metz-Ville yani Metz Tren İstasyonu da Paris Tren İstasyonu’na göre Fransızlar tarafından çok daha fazla seviliyor.
1908 yılında inşa edilen tren istasyonunun hemen yanı başında, her geçen yıl güzelliğine güzellik katan bir de saat kulesi var. Burası yıllandıkça lezzetlenen bir mimari güzellik.
Ülkenin kuzeydoğusunda yer alan mütevazı Metz kenti; Türkiye’den hareket eden turizm şirketlerinin de giderek daha fazla biçimde turlarına dahil ettikleri bir durak.
Ekler ya da kruvasan gibi lezzetli Fransız atıştırmalıklarını kahveyle birlikte doyasıya tatmak ya da Metz nehrinin çevresinde uzun ve sakin yürüyüşler yapmak da yolu Fransa’ya düşenler için kesinlikle iyi bir fikir.
Burası Eiffel, Disneyland ya da Notre Dame Katedrali gibi ikonik yerlerin ve yapıların her birinde sıra bekleyip büyük turist gruplarıyla karşı karşıya geldikten sonra Metz sınırlarındaki huzur ortamı size ilaç gibi gelecek.
Buradan Fransa’nın istediğiniz bölgesine kolayca bağlanmanız mümkün.
1864 yılında inşası tamamlanan istasyonu Geçmişi Olmayan Adam (The Bourne Identity) adlı Hollywood filminden de hatırlamanız muhtemel.
Paris Tren İstasyonu’nun yıllık yolcu kapasitesi ise dudak uçuklatacak cinsten. Yılda ortalama 200 milyon kişinin bu garın kapısından içeri girdiği sanılıyor. 1889 yılından başlayarak 1960’a kadar süren uzun süreçteki genişletme çalışmaları da buna işaret.
Söz konusu Fransa’nın kalbi ve Eiffel Kulesi’nin ana vatanı olunca buraya duyulan ilgiye elbette şaşırmamak gerekiyor. Paris’te metronun da ne kadar köklü ve güçlü olduğunu biliyoruz; dolayısıyla burası demir yollarının hakkını veren en medeni Avrupa başkentlerinden biri sayılabilir.
Garın yakın çevresinde değerlendirebileceğiniz çok sayıda konaklama alternatifi var. Bunlar çoğunlukla üç yıldız seviyesinde olduğu için fiyat avantajı bakımından da bu bölgeyi kendiniz için yeterli bulabilirsiniz.
Çevrede gezip görmeniz gerekenler arasında ise Seine Nehri’nden Louvre Müzesi’ne Champs Elysees’ten Eiffel Kulesi’ne kadar nice alternatif olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Mona Lisa ile selamlaşırken ya da Fransızların Leydisi Notre Dame Katedrali ile sohbet ederken; gündeminize bu şahane tren istasyonunu almayı da ihmal etmeyin.
Gardan ayrıca Amsterdam, Londra gibi şehirlere bağlanabiliyorsunuz. Londra’daki St. Pancras gibi bu gar da uluslararası Eurostar konseptinin en güçlü parçalarından biri.
Belçika; Avrupa üzerindeki stratejik konumuyla büyük şehirleri birbirine bağlayan lokasyonlardan biri. Hal böyle olunca; Belçika’nın Liege kentinde yer alan ünlü Guillemins Tren İstasyonu da, sadece Belçikalılara değil Fransa ve Almanya’dan hareket eden transit yolculara da büyük ölçüde hitap ediyor.
2009 yılında bu yapının, Santiago Calatrava adlı ünlü mimar tarafından yeniden inşa edildiğini söyleyebiliriz. Yapıda yaya geçitlerinden yürüyüş yollarına ve peronlara kadar her şey sonsuz bir uyum içinde.
Şehrin dokusu iki ayrı parçaya bölünürken; mimar tasarımında bu dokuları birleştirmeyi hedeflemiş. Cam ve çeliğin bir araya gelmesiyle oluşan binada ışık her bir köşeye rahatça sızabiliyor.
Valon Bölgesi’nin en büyük şehri olan Liege’de alışverişten yeme içmeye kadar yapabileceğiniz çok şey var. Burası aynı zamanda tüm Belçika’nın da en büyük üçüncü şehri konumunda.
Liege’de, kendinize leziz bir waffle ziyafeti vermeyi de düşünebilirsiniz.
Müzelerin, katedrallerin ve doğal güzelliklerin yanı sıra; Liege sınırlarında bulunan üniversitenin de buraya ciddi bir çekim ve genç nüfus kazandırdığını söylemeden geçmeyelim.
Dünyaca ünlü tren istasyonlarını kapsayan listenin en eski ve en köklü üyelerinden biri; 1862 yılında yapımı tamamlanan Yaroslavskaya Tren İstasyonu. Burası ilk kez Rusya silüetine katıldığı günden bu yana tam 3 ayrı kez uzun süreli bakıma alınmış durumda.
Rus tarihinde yaşanan birçok olayda, buna savaşlar da dahil olmak üzere, garın da sahneye çıktığını görüyoruz. Burası hem haberleşme hem de ulaşım için önemli bir üs olma özelliğini yıllar boyunca korumuş ve korumaya da devam ediyor.
Sadece Rusya içinde değil, Rusya çevresinde de yolculuk edecekseniz; başkent Moskova’daki tren istasyonunu kalkış için kullanmanız mümkün. Çin, Kuzey Kore ya da Moğolistan gibi farklı rotalar sizi bekler.
Garın bir özelliği de Trans Sibirya Demir Yolu hattının başlangıç noktası olması. Bu listede ikinci kez Kars Doğu Ekspresi’ni anmış oluyoruz ancak; İsviçre dışında Sibirya da gerçekten Kars’ta güzelliğine hayran kaldığınız manzaraların birkaç katını ayağınıza getirebilir.
Gara ev sahipliği yapan meydanın adı, Rus halkı tarafından Komsomolskaya olarak anılıyor.
Şehirde düzenlenen müzik ağırlıklı çeşitli festivaller kapsamında Yaroslavskaya Tren İstasyonu’nun bir konser alanı olarak da hizmet verebildiğini hatırlatalım.
Yolunuzu Moskova’ya düşürmeden önce şehrin geleceğindeki etkinliklere bir göz atsanız kesinlikle fena olmaz.
Monarşi özlemini yenemeyenler için bu kez Malezya’dan bir saray daha var sırada. Kuala Lumpur’da yer alan tren istasyonu, tüm ihtişamıyla bir gardan daha fazlası olduğunu ortaya koyuyor.
Garın yapım yılı olarak 1910 senesini işaret edebiliriz.
Malezya için ünlü bir mimar olan Hubbock; garın tasarımında imzasını bulunduruyor.
Malezya sıcaklarına rağmen trenlerin oldukça konforlu, hatta bazen fazla bile soğuk olduklarını söyleyebiliriz. Trenler şehrin içinde büyük bir ulaşım kolaylığı sağlıyor.
Kuala Lumpur’a kadar gelmişken görmek isteyebileceğiniz yerlerden de kısaca söz edelim. KL Tower, Göl Bahçesi, Ulusal Anıt, Altın Üçgen ve Bağımsızlık Meydanı’ndan oluşan listeyi tanımladıktan sonra Malezya’dan dönmeye artık hazır olabilirsiniz.
Burada yerli halkı yakından gözlemlemek bile, size keyif vermesi muhtemel bir eylem. Dolayısıyla boş kalan vakitlerinizi Kuala Lumpur Tren Garı’nda geçirmek isterseniz; bu kimsenin reddedemeyeceği güzel bir seçim olur.
Dağları, denizleri aştıktan; en yüksek, en eski, en modern ya da en geleneksel yapıları gördükten sonra artık başka bir yarım küredeyiz.
Avustralya’nın güzel şehri Melbourne’de yer alan Southern Cross Tren İstasyonu, bölgesinin en işlek turistik lokasyonlarından da biri.
Nicholas Grimshaw imzalı mimari tasarım ise, en az Sidney’deki Opera Binası kadar aklınızda yer edebilir. Binanın çatısı bir dalgayı andırıyor desek belki tarif etmek için yeterli olur.
Görselliğin olduğu kadar işlevselliğin de ön planda tutulduğu kamu alanında, son derece başarılı bir ışıklandırma ve havalandırma sistemi mevcut. Buranın dizaynında fütüristik düşünceden ilham alındığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
İsviçre’de yer alan Jungfraujoch Tren İstasyonu’ndan söz ederken; buranın Avrupa’nın en yüksek demir yolu noktası olduğundan da bahsetmiştik. Gelelim İsviçre bu şekilde ciddi anlamda turist çekerken, dünya birinciliğini elinde bulundurmakta olan asıl zirveye…
Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı Tibet Özerk Bölgesi’nde yer alan Tanggula Tren İstasyonu, deniz seviyesinden tam tamına 5 kilometre yüksekte. Bu açıdan bakıldığında Tanggula üzerinden seyahat etmenin cennete doğru bir yolculuk yapmak anlamına geldiğini söyleyenlerin sayısı hiç de az değil.
Hayat boyu unutamayacağınız bir deneyim olarak neredeyse 2 bin kilometre süren Şangay ile Tibet hattına bir tren bileti satın alabilirsiniz. Tüm rotayı baştan sona trenle almak istediğinizde, yolculuk 21 saat kadar sürüyor.
Bu yolculuğun her gün aynı rotada hareket eden trenleri var. Yola başta karar vermeniz ve ineceğiniz durağa göre bilet almanız gerekli. Son durak’ta inmek istediğinizde yol sizi Tibet’in başkenti sayılan Lhasa’ya kadar ulaştırabilir.
Portekiz’in en güzel şehirlerinden biri olan Porto’da Sao Bento Tren İstasyonu var. 1916 yılından bu yana ayakta durmakta olan yapı; işlek bir lokasyon olarak değer gören Almeida Garret Meydanı üzerinde.
Portekiz Demiryolları tarafından işletilen istasyon için, ülkesinin en güzel yerlerinden biri olduğunu söylemek yerinde olur.
İstasyonun iç yüzeyi büyük ölçüde “azulejo” adı verilen özel seramiklerle kaplanmış durumda. Döşemede kullanılan seramik parçalarının toplam sayısının ise 20 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Duvarlarda; 1900’lü yılların başına kadar şehirdeki ve ülkedeki ulaşımın nasıl geliştiğini özel canlandırmalar yoluyla izleyebilirsiniz.
Porto’nun bu önemli transfer noktası; içindeki el işlerinin ve emeğin karşılığını bol bol turist çekerek de fazlasıyla alıyor. Buranın bir özelliği de gün ışığını iyi kullanması ve her ziyaret ettiğiniz anda ışıl ışıl olmayı başarması diyebiliriz.
Listenin sonunda Türkiye’den de sürpriz olmayan iki adres var. Bunlardan ilki; İstanbul’da yer alan Sirkeci Tren Garı.
İstanbul’un Fatih ilçesinde yer alan Sirkeci semtinin en önemli noktası kesinlikle burası. Gar binası; 1890 yılında ilk kez hizmete girdiğinde aynı zamanda bölgenin en modern yapısıydı. Bugün ise, burası hem halen aktif bir yaşam merkezi hem de tarihi eser olarak varlığını sürdürüyor.
Sirkeci Tren İstasyonu’nda hem Fransız hem de Osmanlı mimarisinden esintiler var. Binanın üç cephesinde Paris’ten getirilen kare kadranlı saatler mevcut. Eğer İstanbul’da yerli turist olarak bulunuyorsanız; sadece iç ve dış cephede saklı güzellikleri incelemek için bile bu turist çekim noktasına biraz vakit ayırabilirsiniz.
Yeşilçam filmlerinde nice buluşmaya ve ayrılığa ev sahipliği yapmasıyla hatırladığımız gar; sınırları içinde mutlaka görülmesi gereken bir demir yolu müzesi de barındırıyor. Bu müzenin gördüğü ilgi oldukça yüksek; yıllık ziyaretçi sayısı neredeyse 100 bin kişiye dayanıyor. Salı’dan Cumartesi’ye 09.00-12.30 ve 13.00-17.00 saat aralıklarında müzenin ziyaretçilerinden biri de siz olabilirsiniz.
Yeşilçam filmlerinden bahsetmiş ve her ülkenin ikonik tren istasyonlarını anmışken Haydarpaşa Tren İstasyonu’nu es geçmek olmaz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Bağdat ile İstanbul arasındaki demir yolu bağlantısının ilk ayağı olarak tasarlanan Haydarpaşa Garı; bugün işlevinden çok daha fazlasını temsil ediyor.
1976 ve 1983 yılında tren istasyonunun yenilenmesi ve onarılması adına yapılan büyük çaplı çalışmaların olduğu biliniyor.
Avrupa’daki katedralleri andıran dış mimaride, iki Alman mimarın imzası var.
İçinde bulunduğumuz günlerde Haydarpaşa Tren İstasyonu ne yazık ki uzun bir restorasyon süreci altında olsa da yıllarca İstanbul’a ayak basan herkesin şehri selamladığı yer burası. Haydarpaşa Tren İstasyonu’nun merdivenlerinde durup, elinde bavuluyla İstanbul’a bakan kahramanlara; olaylar kendi başımızdan geçmişçesine aşinayız.
Boğazın Asya yakasında, İstanbul’un Kadıköy ilçesinde yer alan Haydarpaşa Garı’nda son durum; ne yazık ki 28 Kasım 2010’da yaşanan büyük yangının izlerinin halen silinmediğini gösteriyor. Bu yangında çatının tamamen çöktüğü ve dördüncü katın kullanılamaz hale geldiği bilgisi halkla paylaşılmıştı.
Binada restorasyon çalışmaları devam ederken şu anda Haydarpaşa’yı ziyaret ettiğinizde en azından kulelerin yapımının tamamlandığını görebilirsiniz.
Yakın gelecekte Haydarpaşa’yı müze olarak ziyaret etmek de söz konusu olabilecek ihtimaller arasında.
Her ne olursa olsun; hem İstanbullular hem de Türkiye’nin her yerinden şehre gelenler için burası, 1908 yılında İstanbul silüetine hediye edilen paha biçilemez bir tarihi mirası.