Kategoriler AvrupaYurt Dışı

Madrid’de Gezilecek Yerler

İspanyol ateşinin başkenti, Londra ve Berlin’den sonra Avrupa Birliği’nin üçüncü büyük şehri ve nüfusta İstanbul’la bile yarışabilen, kalabalığıyla tanıdık gelen, kültürünü Akdeniz’le paylaşan bir adres… Karşınızda İspanya’nın en güzeli Madrid!

Gelişmiş Avrupa ülkesinin siyaseti ve ekonomisi bu güzeller güzeli şehirden sorulduğu gibi İspanyol kültür varlıklarının ve tarihi eserlerin birçoğuna da yine bu adreste rastlanıyor.

Madrid, yürüyerek rahatlıkla ve keyifle keşfedebileceğiniz bir yer olmasıyla da büyük avantaja sahip. Toplu taşıma koşulları da başta metro hattı olmak üzere, neredeyse tüm turist noktalarının kapısına kadar erişiyor. Bu bakımdan Madrid hem çocuklu aileler hem de genç çiftler için oldukça yeterli diyebiliriz. Madrid’de bir hafta geçirmek insanı asla sıkmasa da kısa bir hafta sonu kaçamağında da verimli bir rota izlenebilir. İstanbul’dan düzenlenen günlük seferlerin sıklığı ve farklı hava yollarının çeşitliliği Türk turistler için yüz güldürüyor.

Vize evrakları ve ödemeleri ile uğraşmak can sıkıcı olabilse de eğer bir şekilde elinizde Schengen vizeniz varsa kendinizi bir anda farklı bir dünyada bulmak için her an bir Madrid gezisi düzenleyebilirsiniz. Aksi halde de, Madrid’de geçireceğiniz güzel günlerin hatrına biraz koşuşturmacayı göze almakta tereddüt etmeyin.

Gurme gezilerden keyif alanlar için, tapas adı verilen meze türlerinin çeşitliliği Madrid’i daha da cazip kılıyor. Sangria adlı İspanyol şarabı ise, sadece burada ya da en fazla Barselona gibi diğer İspanyol şehirlerinde tadabileceğiniz bir başka özel lezzet.

Genç nüfus yüksek olunca, Madrid halkı eğlenmeyi de iyi biliyor. Burada canlı müzik dinleyebileceğiniz mekanlar, alışveriş konusunu abartabileceğiniz caddeler ve gece gündüz demeden her an dolup taşan meydanlar var. En başından uyaralım; dağları, denizleri aşıp Flamenko dansı izlemeden Madrid’den dönmek de; pek kabul gören bir şey değil.

Eğer yeterince planlı ve programlı olabilirseniz, içinizde tek bir ukde kalmadan bu şehri “ölmeden önce görülmesi gereken yerler” listenizden keyifle eleyebilirsiniz.

Vizeler, pasaportlar ve tabii valizler hazırsa; küçük notlarla işe başlayıp adım adım ilerleyebiliriz. Madrid’de gezilecek yerler, güncel açılış saatlerinden giriş ücretlerine kadar tüm detaylarıyla şimdi burada.

Meydanlar

Madrid denildiği zaman İspanya’nın her yerinden gelen kişiler için bir buluşma merkezi anlaşılıyor. İspanya için Madrid her zaman; sosyal, siyasal ya da sanatsal olayların tam kalbinde yer alıyor. Dolayısıyla da şehrin silüetinde meydanların ve açık hava alanlarının önemi çok büyük.

Meydanların bu kadar kıymetli olmasının bir diğer avantajı da; şehri gezmenin son derece ekonomik olması. Düşünsenize, herhangi bir giriş ücreti ödemeden bir marketten ucuz yollu bir alışveriş yapıp saatlerinizi açık havada geçirebileceksiniz. Ağırlıkla öğrencilerden oluşan genç nüfus; işte bu nedenle Madrid’i cazip buluyor ve buraya mutlaka yolunu düşürüyor.

Puerta Del Sol (Sol Meydanı)

Orta yerinde ağaçtan meyve yiyen bir ayı heykeliyle sizi karşılayan meydan; Madrid için en önemli gezi noktalarından biri. Burası bir Sıfır Kilometre Levhası’na da sahip; dolayısıyla ülkedeki diğer her yere olan mesafeyi bu levhadan hesaplayabilirsiniz. Bu bakımdan İspanya gezisine başlangıç için kesinlikle doğru yerde olduğunuzu hemen belirtelim.

Günlük hayat burada akıyor; turist grupları gezilerine burada bir araya gelerek başlıyor.

Eski Madrid olarak anılan tarihi bölümün merkezini oluşturan Puerta Del Sol, birebir Türkçe çeviride Güneş Kapısı anlamına geliyor. Her an cıvıl cıvıl bir halde olan meydanın şekil olarak yarım bir daireye ya da doğmakta olan güneşe benzediğini söyleyebiliriz. Meydanın her yöne açılan sokakları ise, güneş ışınları gibi düşünülebilir.

Konser ya da performans sanatları gibi geniş çaplı gösteriler çoğunlukla burada düzenleniyor; İspanyol halkı için özel kabul edilen günler de Puerta Del Sol’da kutlanıyor.

En başta bahsettiğimiz El Oso y El Madrono (Ayı ve Kocayemiş Ağacı Heykeli), meydanda görebileceğiniz tek heykel değil. Ayıların çevrede bir zamanlar bolca bulunmasının bu heykele ilham verdiğini not düşelim.

Madrid adının da ilham kaynağı olan Madrano isimli Kocayemiş ağaçlarını da aynı anda simgeleyen heykel dışında; bu meydanda eski İspanya Kralı III. Carlos’un at sırtındaki heykeline de rastlayabilirsiniz.

Çevrede çok sayıda kafe ve restoran olması burayı güzel bir dinlenme yeri ve mola alanı haline getiriyor.

Plaza Mayor (Ana Meydan)

Madrid geçmişinde bu yerin Ana Meydan olarak anılmasının nedeni; idamlar, taç giyme törenleri, kraliyet düğünleri, azizler için düzenlenen törenler, senfoniler, pazarlar ya da boğa güreşleri gibi birçok sosyal olaya buranın ev sahipliği yapmış olması. O tarihlerde Plaza Mayor’a sayısı 50 bine varan kalabalıkların doluştuğundan söz ediliyor. Neyse ki şu anda burada yalnızca elinde fotoğraf makinesi ile gezmekte olan turistlerden oluşan bir kalabalık var. Aralarda da en fazla pandomim gösterileri ya da akustik konserler düzenleniyor.

Tarihi 16. yüzyıla dayanan Plaza Mayor; hacim olarak da Puerta Del Sol’dan daha büyük. İki meydan arasındaki mesafeyi yürüyerek ve tabii çevredeki güzellikleri gezip görerek aşabiliyorsunuz.

Meydandaki kafelerde oturup mimariyi ve kültürü izlemek kesinlikle keyifli olsa da fiyatların turistik olduğu konusunda uyarmadan geçmeyelim. Tapas barlar bakımından da yerli halkın seçimi bu turistik lokasyonlar değil.

Üçgen biçimindeki meydanın çevresini saran 3 katlı, 9 kapılı ve tam 237 balkonlu yapı ise görülmeye değer. Geçmişte saray için çalışan memurların yaşadığı daireler bugün kiralanabiliyor. Tabii bunun için bin euronun üzerinde bir bütçe ayırmayı göze almalısınız.

Meydanda gece belirli bir saatten sonra pek hareketlilik yok, gece yarısı buradan el ayak çekiliyor desek herhalde yanlış olmaz.

Plaza De Espana (İspanya Meydanı)

Madrid için önemli meydanlardan biri de; tam ortasında bulunan Cervantes heykeli nedeniyle Plaza De Espana. Türkçe tercümesiyle İspanya Meydanı olarak adlandırabileceğimiz bu meydan; dünyanın en çok okunan romanlarından biri olan Don Kişot’un yazarını sonsuza kadar ağırlamasıyla gerçekten kıymetli. Heykelin hemen yanında eşek sırtındaki yaver Sancho Panza da emre amade.

26 katlı, ikonik Edificio Espana binası da İspanya Meydanı’nda. Plaza De Espana’nın bir diğer özelliği de; Madrid’in ünlü Gran Via Caddesi’ne bağlanması. Caddenin sadece alışveriş tutkunlarını değil; kültür sanat meraklılarını da bir hayli mutlu edeceğini belirtelim. Arkadaş grubunuzla birlikte seyahat ediyorsanız; caddedeki çok sayıdaki kafeden birinde sosyalleşmeyi de tercih edebilirsiniz. Aslında yalnız bile olsanız; buradaki çılgın kalabalığı izlerken kahvenizi yudumlamak hoşunuza gidebilir.

Fiyatların mağazalarda ya da yeme içme mekanlarında ortalamaya göre bir miktar daha yüksek olabileceği konusunda da uyarmış olalım. Ne de olsa bu cadde, tüm İspanya’daki en turistik alternatiflerden biri.

Tarihi Eserler ve Kültür Varlıkları

Söz konusu monarşik geçmişi ile dikkat çeken İspanya olunca; Madrid’de sarayların ve kraliyete ait binaların sonu gelmiyor. Bugün bile Madrid’de kraliyetin varlığı devam ederken, aksini düşünmek de hata olur.

Dolayısıyla da incelikle işlenmiş, yapımında birden fazla çeşit değerli taş kullanılmış mimari eserlere hazırlıklı olun. Özellikle mimari fotoğraf çekmekten hoşlanıyorsanız bu binalar size ihtiyacınız olan arka planı fazlasıyla verecektir.

Palacio Real De Madrid (Madrid Kraliyet Sarayı)

Sadece Madrid’in ya da İspanya’nın değil Avrupa’nın en çok ziyaret edilen noktalarından biri de 18. yüzyıldan günümüze miras kalan Madrid Kraliyet Sarayı. 135 bin metrekareye yayılan alanı ve iki binden fazla odasıyla tüm Avrupa’da hacim bakımından en iddialı saray da 1735 yılından başlayarak neredeyse 30 yılda inşa edilen bu kraliyet evinden başkası değil.

Sarayın çevresindeki ormanlık alan ayrıca dikkate değer. Burası günümüzde devlet törenleri için kullanılmasının yanı sıra müze gibi de gezilebiliyor. Birbirinden değerli porselenler, oymalar, freskler, altın ve gümüşten eşyalar burada sizi bekliyor.

Tarihi Kraliyet Sarayı, Plaza de Oriente (Doğu Meydanı) üzerinde bulunuyor. Saraya Opera ya da Sol adlı metro istasyonlarından birinde inerek rahatça ulaşabilirsiniz. Ayrıca 3, 25, 39 ve 148 numaralı otobüsler de bu güzergahtan geçiyor.

Saraya girişlerde tablet kiralayabiliyorsunuz, burada 16 farklı dil desteği var. Aynı uygulamayı daha saraya gelmeden telefonunuza da indirip önden bilgi alabilirsiniz.

Kişi başı 4 euro ücretle kalabalık gruplar için rehber de sağlanıyor; ancak bunu garanti edemedikleri için gişede tekrar sormanız gerekiyor. Giriş ücretleri ve açılış kapanış saatleri yüksek ya da düşük sezonda farklılık göstermekte. 31 Mart’a kadar 11 euro seviyesinde olan genel girişler, 1 Nisan’dan sonra 13 euroya yükseliyor. Eylül ile birlikte ise bu kez kişi başı 12 euro ile saraya giriş yapabilirsiniz. 5 yaşından küçük çocuklardan ve engellilerden giriş ücreti alınmıyor. Engelliler için burada tekerli sandalye gibi hizmetler de var. Ayrıca belirli gün ve saat aralıkları, Avrupa Birliği vatandaşları için ücretsiz.

Saat olarak; her gün açık olan sarayı sabah saat 10.00’da gezmeye başlayabilirsiniz. Kapanış saati ise, Ekim ile Mart arasındaki kış döneminde 18.00’e, kalan yaz günlerinde ise 20.00’ye kadar uzuyor.

Son olarak eğer İspanya Kralı ve ailesini yakından görmek gibi bir niyetiniz varsa ne yazık ki buranın doğru adres değil olmadığını belirtelim. Kraliyet ailesi günümüzde yaşamak için Madrid dışındaki Zarzuela Sarayı’nı tercih ediyor.

Casa De La Panaderia (Fırıncının Evi)

Plaza Mayor ziyaretiniz sırasında karşınıza çıkacak olan Casa De La Panaderia ya da Türkçe tercümesiyle Fırıncının Evi, adını Orta Çağ’daki kullanım amacından alıyor. O tarihlerde burası Fırıncılar Loncası’nın karargahı olsa da; bugün bir turizm danışma bürosu niteliğine sahip.

Yapının ön cephesinde bulunan freskler buraya ayrı bir hava katıyor. Yunan Mitolojisi’ne atıfta bulunan bu mimari eserlerin ilk günkü gibi korunduğunu söylemek zor. Geçmişte meydana gelen bir yangından sonra bu fresklerin yandığını ve yenilendiğini söyleyebiliriz. Binanın dış cephesi de yenileme çalışmalarına tabi tutulmuş durumda.

Casa De Correos (Postane Binası)

Puerta Del Sol Meydanı’nda tarihi eser niteliğinde sayılan en önemli yapı ise Casa De Correos. Burası geçmişte Kraliyet Postanesi olarak kullanılan ve şu anda meydandaki Sıfır Kilometre Levhası’nın hemen arkasında yer alan bir yapı.

Binanın ön tarafında bulunan saat ise; özellikle yılbaşına İspanya Madrid’de giriyorsanız mutlaka dikkatinizi çekecektir. İspanyolların şöyle bir adeti var: Her sene 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece saat tam 00.00’ı gösterdiğinde 12 üzüm yiyerek yeni yılı karşılıyorlar. 12 saniye içinde yenilebilen 12 üzüm; önlerinde mutlu geçeceğine inandıkları 12 ayı simgeliyor. Eğer bu tarz ritüellerden hoşlanıyorsanız; Noel heyecanını da içine alacak biçimde Aralık ayında bir Madrid gezisi organize edebilirsiniz.

Catedral De La Almudena (Almudena Katedrali)

Neogotik tarzı temsilen, İspanya’nın başkenti Madrid’de görebileceğiniz en değerli yapılardan biri; inşası 20. yüzyılın sonlarında tamamlanan Catedral De La Almuneda. Burası özellikle Katolikler için büyük öneme sahip olan ve 1993 yılında bizzat Papa II. Jean Paul tarafından hizmete açılan bir yer. Madrid Başpiskoposluğu’nun yönetim merkezi olarak da yine Almudena Katedrali işaret ediliyor.

Kraliyet Sarayı’na kadar gelmişken hemen yakınındaki katedrali görmeden olmaz. Katedralin tasarımında göz yoran detaylar yok, hatta klasik ve gotik tarzların zıtlığını temsil eden mütevazı bir dış cephe mimarisinin olduğunu söyleyebiliriz.

Her gün sabah 09.00 ile akşam 20.30 arasında açık tutulan katedralin giriş çıkış saatleri, Temmuz ve Ağustos aylarında 10.00-21.00 olmak üzere güncelleniyor.

Katedral alanına girişte herhangi bir resmi ücret talep edilmiyor.

Buraya yaklaşık 20 dakikalık bir zaman dilimi ayırmanız yeterli olur. Pazar günleri içerde ayinlere denk gelmek mümkün ancak bunlara giriş kısıtlı. Tamamı İspanyolca olan bu törenler; 10.30, 12.00, 13.30 ve 19.00’da düzenleniyor.

Palacio De Cibeles (Kibele Sarayı)

Ömür biter; İspanya’da saraylar bitmez. Plaza de Cibeles yani Türkçe adıyla Kibele Meydanı üzerinde yer alan saray, Neo-klasik mimarinin en güzel örneklerinden biri.

Meydanda ayrıca yine Cibeles adıyla anılan ve Ventura Rodrigues tarafından tasarlanan bir de ikonik çeşme var. Çeşmede tanrıça Kibele, iki aslan tarafından çekilen arabasıyla resmediliyor. Çeşme, heykel ve saraydan oluşan Cibeles üçlüsü, turistlerin de favori gezi istikametlerinden biri olmuş oluyor.

Geçmişte milli postane olarak da kullanılan 6 katlı saray binasının içi, şu anda bir kültür merkezi gibi değerlendirilmekte.

Centro Centro adı verilen bu merkez Pazartesi günleri kapalı; onun dışında sabah 10.00 ile akşam 20.00 arasında açık. Kapanışa 15 dakika kala gezi alanları boşaltılıyor, dipnot olarak burada dursun. Biletler yetişkinler için kişi başı 3 euro ancak 65 yaşın üstündeki yaşlılar, 7-14 yaş aralığındaki çocuklar ve engelliler 1,5 euroluk indirimli biletlerden faydalanabiliyor. 0,5 euro fark ödeyerek biletinizi online satın alabileceğiniz bir siteye yönlendirilme şansınız da var. 6 yaş ve altındaki çocuklara giriş ücretsiz.

Merkezde çeşitli geçici sergilere ve etkinliklere denk gelme ihtimaliniz oldukça yüksek.

Mimariyi fotoğraflamak için, turist yoğunluğunun daha az olduğu sabah saatlerini tavsiye edebiliriz.

Sarayın en üst kattaki terasından ise, Madrid’in geri kalanını seyretmek ve fotoğraflamak mümkün.

Müzeler

Tarihi eserler ve kültür mirası bakımından unutulmaz bir zenginlik sunan Madrid’de müzelerin de bol olması kaçınılmaz bir sonuç. Burada hem sahip olunan katmanlı geçmişi sergileyen hem de sanatın her dalının hakkını veren müzeler var.

Müzelere dolu dolu 1 gün zaman ayırmak sizin için yerinde olur. Aksi halde, her yere yetişme telaşı içinde kaçırdığınız eserler olabileceği konusunda uyarmış olalım.

Madrid’deki üç önemli müzenin birbirine yakın olması büyük avantaj, bu nedenle de vaktinizi yollarda harcamayacaksınız. Bahsetmek üzere olduğumuz üç müze; hem yerli halk hem de sanatseverler tarafından yıllardır Madrid’in Altın Sanat Üçgeni adıyla da anılmaya devam ediyor.

Prado Müzesi

Klasik sanat denildiğinde İspanya Madrid için ilk akla gelen adres; Prado Müzesi.

2019  yılında bu müze; dünyada tam 200 yılı deviriyor.

Adını üzerinde bulunduğu Prado Sokağı’ndan alan müze, daha önce ziyaret ettiyseniz, size Paris’teki Louvre Müzesi’ni andırabilir. Koleksiyonların yarışması pek mümkün olmasa da bu müzede de beş binin üzerinde çizim, iki bin kadar baskı ve binin üzerinde metal ve kağıt para ya da madalyalar var. Koleksiyona ayrıca heykeller ve mobilyalar da dahil.

Müzede mutlaka görülmesi gerekenlerin de uzun bir listesi mevcut. Louvre’daki Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sı gibi; burada da Velazquez’in Las Meninas ve Bosch’un The Garden of Earthly Delights adlı eserleri büyük ilgi görüyor. Dürer’den Adam and Eve; Rubens’ten The Three Graces ve Goya’dan The Naked Maja ve Saturn Devouring His Child da görmeniz gereken eserler arasında.

Related Post

Müzenin içinde, Goya kapısının hemen karşısında parmakla gösterilen bir Goya heykelinin de olduğunu belirtelim.

Geçici sergilerden şansınıza Picasso bile çıkabilir.

Müzenin hemen dışında bir kafe alanı var; çıkışta biletinizi onaylatmak koşuluyla buraya gidip müzeye geri dönebileceğinizi hatırlatalım.

Ayrıca müze gezisi sırasında eşyalarınızı yanınızda taşımak da iyi bir fikir değil. Bunun yerine sembolik bir ücretle eşyalarınızı kasaya kilitleyebilirsiniz.

Bir günlük müze gezinizin büyük bölümü Prado’da geçecek ve eserlerin hem sayısından hem de derinliğinden ayaklarınıza kara sular inecek. Bizden söylemesi.

Reina Sofia Ulusal Müze ve Sanat Merkezi

Ünlü Atocha Tren Garı yakınındaki aynı adlı metro istasyonundan sonra rahatlıkla yürüyerek ulaşabileceğiniz Reina Sofia Müzesi; Madrid gezinizin bir başka olmazsa olmazı.

Buraya kişi başı 10 euro karşılığında giriş yapabiliyorsunuz; eğer elektronik bir rehber de kullanmak isterseniz fiyat kişi başı 15 euro olmak üzere güncelleniyor.

Müzeyi ziyaret edebileceğiniz saatlerin ve günlerin kısıtlı olması ise; program yapmaya buradan başlamanın iyi olacağını gösteren bir işaret.

Müze Salı günleri kapalı, Pazartesi’den Cumartesi’ye kadar diğer günlerde ise sabah 10.00’dan akşam 21.00’e kadar açık. Pazar günleri saatler değişiklik gösterebildiği için, önden bilgi almanızda fayda var.

Dört katlı müzenin koleksiyonu ise, resmen insanın ufkunu açan bir nitelikte. Burada Picaso, Salvador Dali ve Solana gibi dev ustaların eserleriyle de her an karşılaşabiliyorsunuz. Geçici sergilerde ise modern sanatın en çok kafa karıştıran örnekleri var.

Binada kütüphane ve konferans salonu gibi bölümlerin de bulunduğunu ve özellikle kütüphanede çok değerli kitapların yer aldığını da buraya not düşelim.

Thyssen Müzesi

Hem kalıcı koleksiyonun hem de geçici sergilerin güzelliği karşısında aklınızı yitireceğiniz, küçük hacmine göre son derece verimli bir müze daha. Bu kez adını Alman ve Macar asıllı koleksiyoner Baron Heinrich Thyssen’den alan Thyssen Müzesi’ndeyiz.

Baron’un 20’li yıllardan bu yana topladıkları, dönemin İngiliz Kraliyet Koleksiyonu ile yarışıyor. Devlet tarafından eklemeler de yapıldıktan sonra kalıcı koleksiyondaki toplam eser sayısı 1600 civarında denilebilir. Picasso’dan “Elindeki Aynasıyla Soytarı” adlı eseri ve Rubens’ten “Venüs’ün Hazırlanışı” nı bir kenara not etmek isteyebilirsiniz.

Bu aşamada güzel de bir haberimiz var. Dilerseniz bu müzenin biletini online olarak hem de şu ana kadar bahsettiğimiz, Prado ve Reina Sofia müzeleriyle birlikte satın alabiliyorsunuz. Art Walk yani Türkçe tercümesiyle Sanat Yürüyüşü diyebileceğimiz bu uygulama; birbirine yürüme mesafesindeki müzelerin tümünü gezmeye özendirmek için düşünülmüş. Ödemenizi web üzerinden yapabilmeniz bir avantaj. Üç müze için yapmanız gereken toplam ödeme ise kişi başı 30.40 euro. Dönemsel sergilerin fiyatı değişebilmekle birlikte; tekli girişte yapmanız gereken ödeme ise 13 euro civarında.

Burada ayrıca, resmi siteden kontrol edebileceğiniz çok çeşitli konseptler var. Örneğin akşam yemeği ile geçici bir sergiyi birleştirmeniz ya da koleksiyonun yalnızca bir bölümü için elektronik rehber kiralamanız gayet mümkün.

Pazartesi günleri kapalı olan Thyssen Müzesi’ni Salı’dan Pazar’a sabah saat 10.00 ve akşam saat 19.00 tarih aralığında ziyaret edebiliyorsunuz. Temmuz ve Ağustos aylarına denk gelirseniz; özellikle geçici sergiler saat 23.00’e kadar da açık tutulabiliyor.

Parklar ve Doğal Güzellikler

Madrid, bir Avrupa başkenti olarak kendisinden beklenen medeniyet seviyesini konuklarına fazlasıyla sunuyor. Bir meydandan diğerine sokak müzisyenleri, pandomim sanatçıları ya da sadece neşeyle hareket eden gençler eşliğinde yürümek bile çok keyifli.

Öte yandan bu şehirde; şu ana kadar bahsettiğimiz gibi çok sayıda da müze ve tarihi eser var. Peki ya doğal güzellikler, ağırlıkla yeşilden ve maviden ilham alan mola durakları? Bu ihtiyacınızın de cevapsız kalmadığını belirtip hemen konuya girelim.

Templo de Debod (Depod Tapınağı) ve Oeste Park

Sadece Madrid’de değil, tüm İspanya’da görebileceğiniz en farklı turist noktasındasınız. Çevrenize daha dikkatli bakın çünkü Avrupa’nın orta yerinde antik bir Mısır tapınağı olan Depod ile karşı karşıyasınız. İspanya başkentinde Mısır tapınağının ne işi var diye düşünmeniz gayet doğal. Depod’un gerçek yuvası aslında tahmin ettiğiniz gibi Mısır’da; ancak bu tapınak teşekkür amaçlı olarak 1968 yılında İspanyol arkeologlara hediye edilmiş ve Mısır hükümeti tarafından Madrid’e bağışlanmış. Nil Nehri üzerinde bulunan Aswan Barajı’nın yapımı sırasında, bölgedeki tapınakların sular altında kalmaktan kurtulması da, bu sayede bir Mısırlı tapınağın yolunun İspanya’ya düşmesi de güzel haberler. Size de sadece, ayağınıza kadar gelen dünya mirasını gidip gezmek kalıyor.

Mısır toprakları dışında; antik Mısır eserlerini görebileceğiniz yerler oldukça sınırlı. Depod’dan başka yalnızca Hollanda’da görebileceğiniz Taffa Tapınağı, New York’ta Dendur Tapınağı ve İtalya’da El-Lessiya Kaya Mezarlığı var.  İspanya’daki Depod hazinesi bu kadar nadide olması nedeniyle de çok kıymetli.

Depod’u doğal güzellikler arasında anmamızın da elbette bir nedeni var. Tapınağın çevresi sulardan ve bahçelerden yana oldukça cömert. Burada Parque Del Oeste (Oeste Park) olarak bilinen açık alanın muhteşem bahçeleri bulunuyor. Özellikle gece ışıklandırması sahneye çıktığında burayı mutlaka görmelisiniz.

Halkın büyük çoğunluğu gün batımından itibaren Depod Tapınağı’na ve Oeste Park’a akın etmeye ve ferah manzaranın tadını çıkarmaya başlıyor. Sadece köpeklerini gezdiren, bisiklete binen ya da yürüyüş yapan İspanyolları sıradan bir günde izlemek için bile bu parka yolunuzu düşürmeye değer.

El Estanque ve El Retiro Parkı

El Estanque, İspanyolca’da “gölet” anlamına gelen bir kelime. El Retiro Park içerisinde yer alan bu sevimli gölet; onlarca yıldır yerli halkın vakit geçirmeyi en çok sevdiği yerlerden biri.

Göl kenarında 15 bin çeşit bitki olduğundan söz ediliyor.

Park ve gölet geçmişte yalnızca kraliyet ailesine açıkken şu anda tüm yerli halka ait. Sokak müzisyenleri, öğrenciler, çocuklar ve yaşlı çiftler burada; herkes kendi halinde.

Park ve gölet aynı zamanda Reina Sofia, Prado ve Thyssen gibi ünlü müzelerin hemen karşısında yer aldığı için; turistler de burada mola vermeyi ve çektikleri fotoğraflara bakmayı bir fırsat olarak görüyor.

Parka ulaşımda; İbiza, Retiro ya da Atocha gibi metro durakları geliş yönüne göre tercih edilebilir.

Parkın sürprizi ise, neredeyse tam ortasında yer alan Kristal Saray. Yeral adıyla Palacio de Cristal olarak anılan bu yapı; 1887 yılında inşa edilen ve hali hazırda sanat galerisi olarak kullanılan orijinal güzellikte bir bina.

Saray manzarasına karşı tekne kiralamak da hiç fena bir fikir değil.

Sarayın kristal camlarıyla güneş ışınlarının buluşması; karşınıza her an gökkuşağını andıran manzaralar çıkarabilir.

Madrid Rio Parkı

Mısır’dan sonra şimdi de Brezilya’dan bir hediye olabilir mi yoksa sırada? Şaka bir yana, bu park adını içinden geçen Rio Manzanares (Manzanares Nehri) dolayısıyla alıyor. Son 10 yılda Madrid’in en çok yatırım yapılan ve dolayısıyla da en çok ilgi çeken yeri burası olabilir.

Tam 92 kilometre uzunluğundaki nehrin bir bölümüne yapılan yatırım, basketboldan voleybola bisikletten kayağa kadar çok çeşitli alternatifler sunuyor. Bisikletim yok diye üzülmeyin; park içinde kiralama yapabiliyorsunuz.

Eğer metro kullanıyorsanız; Principle Pio adlı metro durağında inerek parka ulaşabilirsiniz.

Eğlence Mekanları

Her ne kadar gençlerin bu şehri sevdiğini en başından söylemiş olsak da, Madrid’e memur kenti diyenler ve Ankara’ya benzetenler yok değil. Bu başlık, Madrid’i düzenli yapılaşması nedeniyle sıkıcı ilan edenler için.

Madrid’de güzel vakit geçirmek isteyenler için; her zaman çeşitli etkinlikler var. Eğer özellikle de stres atmak için Madrid’e geldiyseniz; uğrayabileceğiniz bazı durakları karşınıza çıkaralım.

Santiago Bernabeu Stadyumu

Biri futbol mu dedi? Barcelona ve Real Madrid gibi dünya şampiyonu takımların ülkesinde; elbette efsane bir futbol stadı var. Burada herhangi bir maça ya da etkinliğe denk gelebilmek kesinlikle ömürlük bir deneyim olur. 85 bin izleyici kapasitesiyle bu stadyum; ünlü Real Madrid futbol takımının evi durumunda. Dünyanın en büyük stadyumlarından biri olan Santiago Bernabeu; özellikle de erkek gezginlere hitap ediyor diyebiliriz. Aynı adlı metro durağında inerek rahatça stadyuma ulaşabiliyorsunuz.

Burası hizmete açıldığı 1947 yılının Aralık ayından beri bölgesinin en gözde durakları arasında. Stadyumun içinde, ağırlıklı olarak Real Madrid’e ait kupaların sergilendiği bir müze alanı da var. Real Madrid baskılı hediyelikler için de burayı ziyaret etme düşünceniz olabilir.

Hem stadyumu gezmek ve fotoğraflamak; hem de müzede zaman geçirmek isterseniz resmi sitede turların satışta olduğunu belirtelim. Yetişkinler için kişi başı 25 euro (elektronik rehber ile 30 euro) ve 14 yaş altı çocuklar için 18 euro (elektronik rehber ile 23 euro) gibi yüksek ücretlerin geçerli olduğunu belirtelim.

Şampiyonlar Ligi maçlarına bilet bulmak pratikte pek mümkün olmasa da maç takvimini kontrol ederek ve yerli turlarla iletişime geçerek bu alanda da şansınızı deneyebilirsiniz elbette.

Las Ventas Arenası

Tamam kabul; Madrid halkının eğlence anlayışı biraz ilginç. Boğa güreşleri için inşa edilen tarihi arena Las Ventas, halen, üstelik de aynı ilkel amaç için kullanımda. Ancak itiraf etmek gerekirse bu aktivitenin İspanyol kültüründe en başından beri önemli yeri var.

Mart ayından başlayarak yüksek turizm sezonunda burada sık sık güreşlerin düzenlendiğine şahit olabilirsiniz. Bunun bir parçası olmak istemezseniz, turlar kapsamında arenayı gezme şansınız da var.

Arena’nın hemen yakınında, Taurino adlı müzede, matadorların hayatı ve hikayeleri anlatılıyor.

Las Ventas takvimini yakından takip etmenin bir diğer avantajı ise; bu devasa alanda konserlerin de düzenlenmesi. Konserler özellikle yazın düzenleniyor; fiyatlar etkinliğe göre fark gösteriyor.

İsmini arenadan alan Ventas adlı metro istasyonunundan buraya ulaşılabilir.

Mercado De San Miguel (San Miguel Pazarı)

Asıl eğlence alışverişte ve yeme içmede diyenler için; en leziz seçeneklerin de kolayca bulunabileceği San Miguel Pazarı bir tercih meselesi. İster öylece bir şeyler atıştırın, isterseniz uzun uzun kalın ama buraya uğramadan Madrid’den dönmeyin.

İspanya’nın ünlü tapasından yemek için de, turistik ve pahalı alternatiflere nazaran burası daha doğru bir yer. Sonuçta yerli halk burada vakit geçiriyor, öyle değil mi?

Deniz ürünlerini seviyorsanız, San Miguel konusunda o yönden de oldukça şanslı olduğunuzu söyleyebiliriz.

Bir pazarın bile 19. yüzyıldan kalma geçmişi olur mu, demir iskeletten binası yüzyıllara direnir mi? Söz konusu Madrid ise cevap evet! Tabii 1916 yılında inşa edilen yapının 2003 yılında bir restorasyon desteği aldığını itiraf edelim.

Eğer gıda dışı alışveriş yapmak istiyorsanız; rotanızın burası olması pek doğru değil. Daha önce bahsettiğimiz, Plaza de Espana’ya bağlanan Gran Via Caddesi’nde giyim ve hediyelik eşya yönünden daha çok seçenek bulabilirsiniz.

El Rastro Pazarı

Şimdi de ucuzcuları görmek isteriz. Burası ikinci el eşyaları ile ünlü, şehrin en bilinen bit pazarı. Söz konusu başkent Madrid olunca, yoksa ülkenin en ünlüsü mü deseydik? Burada sürpriz parçalarla karşılaşma ihtimaliniz az değil; bu nedenle de şansınızı denemekten çekinmeyin.

Eviniz için dekoratif eşyalar ya da dolabınız için koleksiyonunuza layık kolye ve küpeler… Hiçbir şey almasanız bile İspanyol halkının günlük rutini ile yan yana gelmiş olursunuz.

El Rastro’yu görmek; yerelliğe atılan bir adım sayılabilir. Meraklıları için El Rastro, en güzel zamanını Pazar günleri yaşıyor.

Teatro Real (Kraliyet Tiyatrosu)

Teatro Real, Real Theatre ve hatta Opera Theatre diye farklı isimler altında anabileceğiniz bu yer, başkentteki kültür ve sanat etkinliklerini takip edebileceğiniz yer.

Nihayet gerçek bir eğlence ile karşı karşıya olduğunuzu söyleyebiliriz, zira burası adını kraliyetin ilk opera binası olmasından alıyor.

Isabel Meydanı’nda yer alan binaya, metro hattı ile yine Opera adlı durakta inmek suretiyle ulaşmak mümkün. Metroda 5 ve 2 nolu hatları kullanmalısınız.

Pazartesi’den Pazar’a turlar kapsamında tiyatroyu gezebiliyorsunuz. Saat aralıkları 10.30 ve 16.30 olarak belirlenmiş durumda. Geziler en fazla 1 saat kadar sürüyor.

Onun dışında açıkçası burada İspanyolca olmayan bir etkinliğe denk gelmek biraz şans işi sayılabilir. Ancak müziğin dili olmadığı düşüncesiyle bu güzel fırsatı değerlendirebilirsiniz. Bu durum resitaller ve dans gösterileri için de geçerli elbette.

Tiyatro ve opera binası neredeyse 2 bin kadar kişiyi aynı anda ağırlama kapasitesine sahip; dolayısıyla size de rahatlıkla kapılarını açacaktır.

Paylaş
Ezgi Opan

Blogger, içerik yazarı, editör, besteci, söz yazarı, gitarist, turizmci, seyahat tutkunu, müzik ve kedilere hasta☺️