Paris denilince ilk akla gelenlerden sokakları aşk kokan, sanatın, dünyaya yön veren modanın ve stil sahibi kadınların yaşadığı üzerine hayaller kurulan bir şehir olduğu. Neredeyse her köşesinde sanatsal değer taşıyan veya tarihi bir özelliği olan bir yapı görebilmek mümkün.
İnsanın ömrü boyunca bir kez olsun görmesi gereken şehirlerin başında gelen Paris romantizmin başkenti olduğu kadar pahalı olmasıyla da ünlü bir yer.
Avrupa’da pahalı olmasıyla bilinen şehirler arasında yer alan Paris’te yeme içme, alışveriş ve müze ziyareti gibi turistik etkinlik bütçenizi sarsabilir.
Biz de hem Paris’in tadını çıkarabileceğiniz hem de bütçe dostu önerilerimizi sizler için derledik.
Paris’teki en büyük ikinci park olma özelliğine sahip olan Lüksemburg Bahçeleri toplamda 60 dönümlük bir alan üzerine kurulu.
1611 yılında Marie de Medici tarafından yaptırılan bu devasa park Rönesans döneminin bahçe düzeni anlayışına göre tasarlanmış.
Lüksemburg Bahçeleri’nde çok sayıda heykel, çeşme ve anıtı bir arada görebilirsiniz. Ayrıca burada Bartholdi’nin yaptığı Özgürlük Anıtı’nın ilk modelini bulabilirsiniz. Burası öyle huzurlu bir yer ki gününüzün çoğunu burada geçirmek isteyeceğinizden eminiz.
Hiçbir ücret ödemeden giriş yapılabilen bu yeşil alanda yürüyüş yapabilir, göl kenarındaki manzara eşliğinde dinlenebilir ve piknik yapabilirsiniz.
Lüksemburg Bahçeleri’nde dolaşırken etrafta genç yaşlı çok sayıda insanın piknik yaptığını, kitap okuyup çimlere uzandığını, satranç oynadığını görebilirsiniz.
Yılın belirli zamanlarında açık hava konserlerinin de düzenlendiği bu bahçede halk bütçesini sarsmadan keyifle zaman geçirebiliyor.
Ayrıca dilerseniz mitolojik unsurlarla bezenmiş olan Medici Çeşmesi’nin yaydığı serin havada soluklanabilirsiniz.
Paris’in 18. bölgesinde konumlanan Montmarte aynı zamanda ressamlar tepesi olarak da biliniyor.
Paris’in en yükseğinde bulunması sayesinde şehrin eşsiz güzellikteki manzarasını buraya gelerek izleyebilirsiniz. Burayı gezmek için seyahatinizin 1 gününü ayırmanız gerekli. Çünkü tarih kokan daracık sokakları, Arnavut kaldırımlı yolları, tarihi kilisesi, elinde kitabı ve kahvesiyle çok sayıda insanın zaman geçirdiği huzurlu meydanlarıyla Montmarte Tepesi para harcamadan bu şehrin ruhunu yaşayabileceğiniz en iyi yerlerden birisi.
Renoi, Vincent Van Gogh, Picasso ve Salvador Dali gibi dünyaca ünlü sanatçıların hayatlarının bir dönemi bu bölgede geçirip eşsiz eserler ürettiği biliniyor. Buraya ressamlar tepesi denmesinin nedeni de bu.
Günün belirli saatlerinde Montmarte Tepesi’ne ücretsiz yürüyüş turları düzenleniyor. Siz de rehber eşliğinde yapılan bu turlara katılarak keyifle şehri keşfedebilir, manzaranın birbirinden güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz.
Paris’in kalbinden geçen ünlü nehir Seine dünyanın dört bir yanından insanların akınına uğrayan bir bölgesi olarak öne çıkıyor.
Berges de Seine nehrin güney kesiminde bulunuyor. Burada her yaştan insanların keyifle vakit geçirdiğini görebilirsiniz.
Hiçbir ücret ödemeden giriş yapılabilen bu alanda yapılacak çok şey var. İsterseniz Seine Nehri kıyısında uzanıp güneşlenebilir, düzenlenen ücretsiz konserlere katılabilirsiniz. Nehrin kıyısına koyulan masalarda satranç oynayabilir, yanınızda getirdiğiniz yiyecekleri yiyebilirsiniz.
Paris’te adeta bir buluşma noktası olan Berges de Seine’e gelerek bu şehrin pahalı mekanlarına gitmek yerine bütçenize yük olmadan huzur ve mutluluk içerisinde zaman geçirebilir, Paris’in ruhunu yakalayabilirsiniz.
Eğer eski eşyalara meraklıysanız Paris’in bu ünlü bit pazarı tam da size göre. Oldukça büyük bir alan üzerine kurulu olan Marche St Ouen bit pazarına hiçbir ücret ödemeden giriş yapabilirsiniz.
Bit pazarına ulaşmak için 4 numaralı metro hattını kullanabilirsiniz. 4 numaralı metronun kuzeydeki son istasyonunda indiğinizde bit pazarıyla karşılaşmış oluyorsunuz.
Bit pazarından alışveriş yapabilecek kadar bütçe ayırmamış bile olsanız Paris’in ruhunu keşfetmek, geçmişten gelen hatıralara şahitlik edebilmek ve bu şehre kimliğini verene kültürünü görebilmek için bit pazarında dolaşmanız gerekli.
Bazı parçalar sahip olduğu antika değeriyle orantılı olarak pahalı olsa da bit pazarında küçük bütçelere de hitap eden hediyelik eşyaları bulabilirsiniz.
Bu park Paris’in iki önemli simgesi ile çevrelenmiş bir konumda. Kuzey tarafında Eyfel Kulesi’nin güney tarafında da Ecole Militaire yani Askeri Akademi’nin yer aldığı Le Champ de Mars Parkı’nı mutlaka görmelisiniz.
Mars Alanı anlamı taşıyan bu parkın ismi herkesin ilk aklına gelecek olan gezegeni değil de Antik Roma’daki savaş tanrısından ileri geliyor.
Geçmişte bir dönem tarımsal alanken daha sonra da askeri amaçlara hizmet eden bu alan günümüzde yemyeşil bitkilere, heybetli ağaçlara ve upuzun yürüyüş parkurlarına ev sahipliği yapıyor.
Tahmin edeceğiniz gibi Eyfel Kulesi’ne çıkmak için belirli bir miktar ücret ödenmesi gerekiyor. Tabi ki Paris’in simgesi olan Eyfel’e çıkmak ve şehre bir de oradan bakmak buraya gelindiğinde yapılacakların başında geliyor. Ancak eğer bütçe kısıtınız varsa ve yine de Eyfel Kulesi’nin atmosferini solumaktan da mahrum kalmak istemiyorsanız yapmanız gereken tek şey Champ de Mars Parkı’na gelmek olmalı.
Hiçbir ücret ödemeden parka giriş yaparak yeşilliklerin üzerine uzanıp Eyfel’in eşsiz manzarasını seyre dalabilirsiniz.
Parkta Eyfel Kulesi’ne karşı yanında getirdiği peynir ve ünlü Fransız şaraplarıyla piknik yapan çok sayıda insanla karşılaşabilirsiniz. Siz de yanınızda getireceğiniz yiyeceklerle bütçenizi zorlamadan kendinize Eyfel Kulesi manzaralı bir ziyafet çekebilirsiniz.
Mezarlıkta zaman geçirme fikri kulağa pek hoş gelmese de Pere Lachaise Mezarlığı için bu durum geçerli değil. Jim Morrison, Oscar Wilde, Balzac ve Proust gibi dünyaca ünlü sanatçıların mezarları burada yer alıyor.
Uçsuz bucaksız yeşillilerin arasında dünyaca ünlü kişilerin mezarlıklarını görebilmek için binlerce kişinin buraya akın ettiğini söylemek yanlış olmaz.
Mezar taşına rujlu öpücüklerin bırakıldığı Oscar Wilde ile sigara ve alkolün bırakıldığı Jim Morrison’ın mezarlarını özellikle görmenizi tavsiye ediyoruz.
Bir şehrin mutfak kültürünü tanımak istiyorsanız o şehirde kurulan pazarlara mutlaka gitmelisiniz. Marche d’Aligre de işte böyle yerlerden birisi.
Bu pazarda Fransız peynirleri, ünlü Bordeaux şarapları ve baget ekmekleri bulabilirsiniz. Bunların yanı sıra ayak üstü Fransız mutfağına ait olan atıştırmalıkların da tadına bakabilirsiniz.
Pazar yerinde birbirinden lezzetli yerel tatları deneyimlerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyeceksiniz.
Latin Mahallesi diğer ismiyle Latin Quarter konum olarak Sorbonne’a oldukça yakın bir yerde bulunuyor. Bu nedenle de burada Sorbonne’un etkilerini görebilmek mümkün.
Küçük bir yüzölçümüne sahip olan Latin Mahallesi’nde geçmişte dünyaca ünlü yazarların yaşadığı biliniyor. Buraya gelerek siz de tarih kokan atmosferde zaman geçirebilirsiniz.
Bir küçük kahve ücreti ödeyerek mahalledeki şirin kafelerden birine oturarak Latin Quarter’da Paris’in kozmopolit yönünü keşfedebilirsiniz.
Paris köklü bir tarihi ve kültürel mirasa ev sahipliği yapan bir şehir. Bu nedenle de şehrin neredeyse her köşesinde bir tarihi bina veya müze yer alıyor. Bu şehre geldiğinizde müzeleri dolaşmak için bütçenizin önemli bir kısmını ayırmanız gerekiyor.
Museum Pass adlı kartı edinilse bile yine de yüksek miktarda müze giriş ücreti ödenmesi söz konusu.
Ancak eğer yılın belirli dönemlerini takip ederseniz hiçbir ücret ödemeden müzelere kolayca giriş yapabilirsiniz.
Bazı müze, tarihi anıt ve sanatsal yapıya 12 ay boyunca her ayın ilk Pazar günü, bazılarına da 12 ay değil de yalnızca Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart aylarının ilk Pazar gününde ücretsiz bir şekilde giriş yapılabiliyor. Bu avantajdan pek çok turistin yararlandığı biliniyor.
12 ay boyunca her ayın ilk pazar gününde ücretsiz giriş yapılabilen müzeler arasında Centre Pompidou, Orangerie Müzesi, Orsay Müzesi, Mimarlık Müzesi, Picasso Müzesi, Göç Tarihi Müzesi, Ulusal Seramik Müzesi, Orta Çağ Ulusal Müzesi yer alıyor.
Buna ek olarak Ekim’den Mart ayının sonuna kadarlık zaman diliminde her ayın ilk Pazar günü ücretsiz olan müzeler ise Rodin Müzesi, Pantheon, Zafer Takı, Versay Sarayı, Vincennes Şatosu, Sainte Chapelle, Maisons Lafitte Şatosu, Pierrefonds Şatosu olarak biliniyor.
Bu şekilde ayın belirli günleri ücretsiz olan müzeleri ziyaret ederek Paris seyahatiniz süresince 50 ile 100 Euro arasında değişen tutarda bütçe tasarrufu yapabilirsiniz.
Paris’in Montmarte Bölgesi’nde konumlanan Sacre Coeur Bazilikası beyaz mermerden oluşan görünümüyle göz kamaştırıyor.
Bazilikanın dünya üzerindeki en ağır kilise çanına sahip olduğu biliniyor.
Hiçbir ücret ödemeden bazilikaya giriş yaparak bu tarihi atmosferi soluyabilirsiniz.
Yukarıdaki Paris manzarasını da görmek istiyorsanız kuleye çıkmanız gerekli. Ancak kuleye çıkışın belirli bir ücrete tabi tutulduğu biliniyor.
Paris şehir tarihini aktaran bu müzeye hiçbir ücret ödemeksizin giriş yapabilirsiniz.
Müzeye ulaşmak için metro hattını kullanarak Saint Paul veya Chemin Vert istasyonunda inebilirsiniz.
Yüzden fazla odada Paris’in antik çağlardan günümüze kadar geçen süredeki yaşadığı değişimlere ayna tutan müzede 600,000 tarihi eser ve sanat eseri sergileniyor.
1880’de açılan müze birbiriyle birleşik iki tarihi evden ve evlerin avlusundaki geniş bahçeden oluşuyor.
Paris’in en güzel manzaralarından birini vadeden Buttes Chaumont Parkı’na giden yol yorucu olsa da buna değer.
Alabildiğine yeşil doğası, içinden akan şelalelerin verdiği huzur ve etrafta uçan kuş sesleri bu parkı Paris’in içerisinde adeta bir vahaya dönüştürüyor.
Pahalı kafe ve restoranlarda bütçenizi zorlayacak harcamalar yapmak yerine Buttes Chaumont Parkı’na yanınızda getirdiğiniz şarap ve atıştırmalıklarla gelerek az para harcayarak keyifli zaman geçirebilirsiniz.
Jean Paul Sartre, Samuel Beckett ve Simone de Beauvoir gibi dünyaca ünlü isimleri mezarları burada bulunuyor.
Yeşillikler içerisindeki bu mezarlıkta yürüyüş yaparak dünya edebiyatına damgasını vurmuş isimlerin anıtsal mezarlarını görebilirsiniz.
Eğer mezarlık yürüyüşü yapmak size uzak geliyorsa Monceau Parkı’nda dolaşmak sizin için uygun bir seçenek olabilir.
Yemyeşil ve huzurlu bir ortamın hakim olduğu parkta Chopin ile Guy de Maupassant gibi sanatçıların heykelleri ziyaretçileri karşılıyor.
Burası aynı zamanda ressam Monet’nin de ilham kaynağı olan bir yer. Ressamın sık sık buraya gelerek geçmişte birbirinden güzel resimler yaptığı biliniyor.
Saint Martin Kanalı günün neredeyse her saati piknik yapan kimi zaman da suyun verdiği dinginlikle dinlenen insanlarla dolup taşan bir yer.
Günün büyük çoğunluğunda kanalın kenarından geçen çok sayıda şık giyimli Parisliyi izlemek turistlerin ilgisini çeken aktivitelerden biri.
Siz de kanalın kenarında piknik yapabilir, manzara eşliğinde dinlenebilir ve Paris’in kent kültürünü gözlemleyebilirsiniz.
Pompidou Merkezi’nde konumlanan Brancusi Atölyesi’nde buraya adını veren heykeltıraşın elinden çıkan eserlerini ücretsiz bir şekilde görebilirsiniz.
M.S 1. yüzyıl döneminde inşa edilen Lutece Arenası’na geldiğinizde Roma İmparatorluğu dönemindeki görkemli arena etkinliklerini anımsayabilirsiniz.
Burası aynı zamanda Antik Roma döneminde inşa edilmiş olan en büyük amfitiyatro olma özelliğini de elinde tutuyor.
Mouffetard Caddesi haftanın yedi günü Paris’in kalbinin attığı fazlasıyla canlı olan bir yer olarak biliniyor.
Arnavut kaldırımlı bu cadde üzerinde birbirinden lezzetli peynir dükkanları, fırınlar ve Paris’e özgü tatlıcıların sıralandığını görebilirsiniz.
Mouffetard Caddesi’ne gelerek siz de bu şehrin yerlisi gibi zaman geçirerek Paris ruhunu iliklerinize kadar hissedebilirsiniz.
Fransız entelektüellerinin uğrak noktalarından biri olan Lucernaire Tiyatrosu’nu mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Girişinin ücretsiz olduğu bu tiyatroda aynı zamanda halka açık fotoğraf sergileri de bulunuyor.
Ünlü Fransız şarkıcı Edith Piaf’ın Belleville’de doğduğu biliniyor.
Oldukça kozmopolit bir nüfusa sahip olan Belleville’e gelerek Paris ruhunu yaşayabilirsiniz.