Kategoriler AvrupaYurt Dışı

Roma Gezilecek Yerler

Başlıca turistik kentlerin hepsini gezmiş biri olarak tereddüt etmeden söyleyebilirim ki en beğendiğim yer kesinlikle Roma oldu. Tabii bunda benim bir tarih sevdalısı olmamın da payı büyük.

Diğer şehirlerde ancak müzelerde görebileceğiniz iki bin yıllık eserler (ki onların da çoğu dünyanın başka köşelerinden, genellikle de bizim buralardan götürülmüş oluyor) Roma’da şehrin göbeğinde, eskiden oldukları yerde duruyorlar.

Sezar’ın bizzat yürüdüğü kaldırımları adımlamak, Colosseum’un arenasına bakıp dövüşen gladyatörleri ve haykıran kalabalıkları hayal etmeniz mümkün.

Hatta, eğer cosplay meraklısıysanız lejyoner üniformanızı veya toganızı kuşanıp antik kentin sokaklarında gezinirken hiç garip durmazsınız. Oldu olacak turistlerle 5 dolar karşılığı fotoğraf da çektirin de makarna paranız çıksın, tabii bu işten geçinen İtalyanlar size engel olmazsa!

Roma’yı bence herkes için çekici kılan özellik ise her zevke hitap eden bir albenisi bulunması. Romantik çiftlerin dilek tutacağı muhteşem çeşmeler, meraklıları cezbedecek mimari eserler, boğazına düşkün olanlar içinse İtalyan mutfağı var.

Çoğu turistik yer aynı bölgede, yani eski kentte; dolayısıyla yürüyerek gezmeniz mümkün.

Yalnız yaz mevsiminde gidecekseniz Roma’da iklimin İzmir, Antalya gibi olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Yanınızda ince giysiler, şapka, güneş gözlüğü ve güneş kremi mutlaka bulunsun.

Hava gerçekten sıcak ama neyse ki Roma’dasınız, yani gelato’nun anavatında! Ülkemizde adıyla müsemma “Roma Dondurması” diye anılan bu hafif dondurmadan neredeyse her köşebaşında bulabilirsiniz.

Hatta size dondurmanın bir Roma İmparatoru tarafından icat edildiğini bile anlatabilirler. Kimi Sezar’ın Alplerden geçerken karla şerbeti karıştırarak ilk dondurmayı ürettiğini, kimi Caligula’nın bir delilik anında tatlı olarak tüketebileceği karlı bir dağ ısmarladığını, kimi de Nero’nun Roma yangınını seyrederken sıcaktan bunalıp mutfaktaki buzları şerbetle karıştırıp yemeye başladığını öne sürecek. Elbette bu uçuk iddiaları destekleyen hiçbir tarihsel bulgu yok, o yüzden siz he deyip geçin.

Görmeniz gereken en önemli yerleri tek tek tanıtmadan önce şunu da belirtmek isterim ki turistik bölgedeki oteller de, restoranlar da “turistlere özel” fiyatlara sahip. Bütçesini zorlamak istemeyenler merkezin dışında kalıp metro ve otobüslerle de ulaşım sağlayabilir, gayet dakik çalışıyorlar.

Yalnız İtalyanların keyfine düşkün insanlar olduğunu ve akşam olduğunda dükkanlarını kapatıp evlerine gittikleri aklınızda bulunsun. Şehrin en hareketli merkezi olan Piazza Venezia bile akşam 8’den sonra ıssızlaşıyor, öyle İspanya’daki gibi canlı geceler beklemeyin. Akşam yemeği için restoranlar hala açık ama kafeler ve dilim pizzacı gibi bütçeye uygun alternatifler kapanabiliyor.

Araştırmanızı yaparken ve İtalya seyahatiniz sırasında dinleyebileceğiniz en güzel İtalyan şarkılarını da sizin için derledik.

Roma’da Görülmesi Gereken En Güzel Yerler

Forum

Dünyanın neredeyse her yerinde antik kentlerin harabeleri güncel yerleşimlerden ayrıdır, örneğin Efes, Aspendos, Perge, Aphrodisias gibi yerler il merkezlerine uzak kalıyor.

Roma’da ise kalıntılar hala yerleşimin göbeğinde yer alıyor. Mitolojiye göre kentin kurucusu Romulus’un ilk evi kurduğu Palatine tepesi ile ilk Jüpiter tapınağını inşa ettiği Capitoline tepesi arasında kalan harabeler, tarih boyunca Roma defalarca yağmalanmış olmasına rağmen gayet iyi korunmuş. Çok sayıda bina, bilgilendirici tabelalarla birlikte sizi bekliyor.

İçeri girmek ücretli ancak aldığınız bilet Colosseum ve Palatine tepesi turlarını da kapsıyor, 12 Euro ücreti var ve ard arda 2 gün kullanılabiliyor.

9:00-18:00 arası açık, Pazar günleri ise 13:00’da kapanıyor.

Özellikle Colosseum’da bilet sırası çok uzun olduğundan önce burayı ziyaret edip biletinizi almanızı, ertesi gün erkenden Colosseum ya da Palatine tepesine yönelmenizi tavsiye ederim. Ayrıca biletleri online satın alıp yazdırmanız da mümkün, böylece onu okutup çabucak girebilirsiniz.

Palatine Tepesi ve Colosseum

Palatine Tepesi Roma’nın başlangıç noktası olarak kabul edilse de yakındaki Forum ve Colosseum’a kıyasla daha az korunmuş. Yine de Colosseum’a girmeden önce bir uğramanızı tavsiye ederim, zaten içeriden Colosseum’a geçiş var ve sıra daha az oluyor. Burada antik çağ senatörlerinden kalma villaları görebilirsiniz.

Meşhur Colosseum’u ise elbette duymuşsunuzdur, tabii tüm dünyanın duymuş olduğunu da aklınızdan çıkarmayın! Her gün her saat kalabalık olan Colosseum, tüm bu sıkıntıya katlandığınıza değiyor. MS 80 yılında tamamlanmış olsa da heybeti günümüzdeki stadyumlarla yarışan bu bina hala gladyatör dövüşlerinin olduğu günler kadar kalabalık ve canlı. Yaz döneminde her gün 9:00-19:00 arası açık, diğer aylarda daha erken kapanıyor.

Hemen yakındaki Constantine Kemeri’ni görmeyi de ihmal etmeyin. İstanbul’u kuran İmparator Konstantin tarafından taht için ona rakip olan Maxentius’u yenmesinin anısına dikilen bu kemer de üstündeki işlemelerle tam bir sanat abidesi. Üstelik komşularının aksine onu görmek bedava!

Pantheon

Aslında Romalılar arenalar dışındaki binaları, özellikle de tapınakları köşeli olarak inşa etmeye önem vermeleriyle bilinir ancak kompleks mimarisiyle Pantheon nevi şahsına münhasır bir yapı. Alışıldık biçimde sütunlardan oluşan üçgen çatılı dikdörtgen bir girişi olan binanın kendisi ise daire şeklinde. Üstelik tepesinde kocaman bir delik var!

İçeri girmeden önce bu yapının hala kilise olarak kullanıldığını bilmenizde fayda var; biraz özenli davranmanız isteniyor.

Aslında tüm Roma tanrılarına ithafen inşa edilmiş (Pan:hepsi, theo:tanrılar) olan binanın özellikle kubbesi çok etkileyici.

Ayasofya’nın inşasına dek dünyanın en geniş kubbesi olan bu yapı halen de en geniş 3. kubbe olma özelliğini koruyor, yaşını düşününce muazzam bir durum (Linkten Ayasofya ve Tarihi Yarımada yazıma da bakabilirsiniz!). 1900 yıl önce bu kadar geniş bir kubbeyi nasıl yapabildiklerini anlamak bir hayli zor.

Ortasındaki delikten gökyüzünü seyretmek ise çok keyifli! İnsan “Şimdi ben içeride miyim yoksa dışarıda mı?” diye düşünmeden edemiyor.

Her gün 8:00-19:00, Pazar günleri ise 9:00-18:00 arası açık.

Biraz kafein alıp canlanmak isteyenlere hemen Pantheon’un yan sokağında yer alan Sant Eustachio Cafe’yi önerebilirim, ne de olsa İtalyanların kahvesi meşhurdur! Yalnız kolay kolay masa bulamayabilirsiniz, tabii Romalılar gibi kahvenizi ayakta ve çabucak içmeyi de tercih edebilirsiniz.

Campo de Fiori

Enerjinizi topladıktan sonra çevre sokaklarda gönlünüzce gezinmenizi öneririm, bırakın tesadüfler sizi ummadığınız bir güzelliğe yönlendirsin.

Kentin eski kısmında her sokak bir “piazza” yani meydana çıkıyor ve her meydanda heykeller ile çeşmeler sizi bekliyor. Yine de en meşhur iki piazzanın Campo de Fiori ve Navona olduğunu belirteyim, özellikle Navona’da yer alan Dört Nehir Çeşmesi bir Bernini eseri ve ortasında Mısır’dan gelmiş bir dikilitaş yer alıyor. Çeşme dört büyük nehri ve o zaman bilinen dört kıtayı simgeliyor (Afrika-Nil, Amerika-Plata, Asya-Ganj, Avrupa-Tuna).

Trevi Çeşmesi

Roma’da geçen her filmin olmazsa olmazı olan bu çeşme, aslında binalarla çevrili ve pek geniş olmayan bir alanda bulunuyor.

Ülkemizde “Aşk Çeşmesi” adıyla da biliniyor. Zaten adı da “Üç Yolun Birleştiği Çeşme” demek. Dolayısıyla biraz sıkışık bir yer ve çevresi gece gündüz turistlerle dolu ancak bu görkeminden hiçbir şey eksiltmiyor.

Neredeyse herkesin çeşmeye para atıp dilek tuttuğunu göreceksiniz, aslında bu geleneğin çıkış noktası para atan kişinin dileğinin gerçek olacağı yönünden değil de sadece bir gün Roma’ya döneceği şeklinde. Hatta bir para atmak Roma’ya tekrar döneceğinizi, iki para atmak Roma’da tanışacağınız bir kişiye aşık olacağınızı, üç para atmak ise bu kişiyle Roma’da evlenip Roma’ya yerleşeceğinizi öne sürüyor. Ve tüm bunlar paraları çeşmeye sırtınızı verip sağ elinizle sol omzunuzun üzerinden geçecek şekilde atarsanız oluyor, dikkat edin de attığınız paralar başkasının kafasına denk gelmesin.

Neyse ki bu gelenek iyi bir amaca hizmet ediyor: Çeşmeye atılan paralar toplanarak hayır kurumlarına bağışlanıyor.

250 yaşını doldurmuş olan çeşme, daire şeklindeki benzerlerinin aksine yarı sütunlu, heykellerle bezeli bir duvar ve onun önünde yer alan, şekli elipsi andıran bir havuzdan oluşuyor. Bu etkileyici duvarın merkezinde ise deniz tanrısı Neptün’ün haşmetli bir heykeli var.

San Pietro Bazilikası (Vatikan)

Aslında Vatikan, Roma kentinin bir parçası değil; kendi başına bir ülke. Elbette bu Roma’yı gezen turistleri burayı görmekten alıkoymuyor.

Roma’dan Vatikan’a geçerken kenarı heykellerle ve işlemelerle süslü köprüler üzerinden yürüyüp Tiber Nehri’ni aşıyorsunuz.

Öncesinde, nehrin Roma yakasındaki çeşitli restoranlarda karnınızı doyurabilirsiniz ama fiyatların “turistik” olacağını aklınızda bulundurun.

İtalyanları pizzayı bizim gibi karışık değil de Margarita olarak yani olabildiğince sade (domates sosu ve mozzarella, belki biraz fesleğen) yemeyi tercih ederken “al dente” yani biraz sert olarak tükettikleri makarnaları ise çeşit çeşit malzemeyle yiyebilirsiniz – aman “bu makarna az pişmiş” deyip geri göndermeyin!

Genel olarak İtalyanların turistler hakkındaki duyguları doygunluk, hatta bıkkınlık düzeyinde; öyle “turizm bacasız fabrikadır, yeter ki ekonomiye sıcak döviz girsin” falan diye düşünmüyorlar; restoranlarda veya dükkanlarda turistlere fırça atabiliyorlar.

Related Post

Tiber Nehri’ni aşarken kalabalıktan fırsat bulursanız köprüde bir fotoğraf çektirip Vatikan’a ulaşıyorsunuz.

San Pietro Bazilikası’nın önündeki meydan oldukça geniş ama kalabalık nedeniyle olduğundan daha basık görünüyor. Çevredeki sütunlar da kalabalığı kucaklıyor gibi görünmesi için özellikle tasarlanmış. Bazilikaya giriş ücretsiz ama güvenlik kontrolleri nedeniyle biraz sıra bekleyeceksiniz.

İçeride en dikkat çekici eser girişte hemen sağda yer alan Michelangelo’nun Meryem Ana’yı tasvir ettiği La Pieta heykeli.

Bazilika oldukça büyük, yirmi bin kişiyi ağırlayabiliyor. Devasa kubbesine çıkıp Roma manzarasına bakmak ise ücretli.

Bazilika 07:00-19:00 arası, kubbe ise 08:00-18:00 olarak ziyaret edilebiliyor.

Ayrıca altında Aziz Peter’in mezarı yer alıyor.

Önemli bir not, hem San Pietro hem de Sistine Şapeli ziyareti sırasında omzu açık giysiler ve mini şortlar-etekler yasak.

Castel Sant’Angelo

Hazır buradayken hemen civarda bulunan Castel Sant’Angelo da ziyaret edilebilir. İlk olarak Roma İmparatoru Hadrian tarafından kendi mozolesi olması amacıyla inşasına başlanan kale daha sonra Papalık tarafından savaş durumunda korunma, barış döneminde ise zindan olarak kullanılmış.

Vatikan ile arasında yer altı tüneli mevcut, böylece Papa bir saldırı durumunda kaçıp buraya sığınabiliyor. Şu anda müze olarak hizmet veriyor. Giriş 10.50 Euro, Pazartesi hariç her gün 09:00-19:00 arası açık.

Sistine Chapel ve Vatikan Müzesi

Meşhur, çok meşhur Sistine Şapeli’ni görmek için Vatikan Müzesi’ni ziyaret etmeniz gerekiyor.

Bilet 16 Euro, Pazar hariç her gün 9:00-18:00 arası açık.

San Pietro gibi burası da epey kalabalık (her gün yaklaşık 25 bin kişi şapeli geziyor). Sıra beklemeye, itiş kakışa, “yasak” olmasına rağmen bir türlü dinmeyen gürültüye kendiniz hazırlayın.

Müzeyi toplulukla birlikte, hep aynı yönde ilerleyerek gezmeniz gerekiyor, kafanıza göre dolanamıyorsunuz. En azından bu sayede Sistine Şapeli’ne varmadan önce diğer eserleri de görmüş oluyorsunuz.

Michelangelo’nun beş asırlık eseri ise o kadar güzel ki tüm bu curcunaya değdiğini söylemek mümkün.

Ünlü Alman yazar Goethe şapelin tavanını ve duvarlarını süsleyen çizimleri “Bir insanın tek başına üretebileceği en muhteşem eser” olarak nitelendirmiş.

Şapel, Papa’nın özel ibadet yeri olması amacıyla inşa edilmiş ve dışarı açılan kapısı yok, sadece Vatikan’ın diğer bölümlerinden ulaşılabiliyor.

Tabii günümüzde o “Papa’ya özel” halinden eser kalmamış, içeride izdiham var. Ayrıca yeni Papa seçimleri için de kullanılıyor.

Palazzo Massimo ve Diocletian Hamamı

Roma Ulusal Müzesi dört farklı binaya bölünmüş durumda, bir biletle (7 Euro) hepsini gezebiliyorsunuz. Bu müze binalarından biri olan yüz otuz yıllık Palazzo Massimo, adı üzerinde büyük saray, kendi başına bir sanat eseri.

Özellikle ikinci katta yer alan freskleri muhakkak görmelisiniz. Müzedeki ayrıca mozaikler, heykeller, işlemeli taş mezarlar ve antik sikkelerle mücevherler de bulunuyor.

Pazartesi kapalı, diğer günler 9:00-19:45 arası ziyaret edebilirsiniz.

Palazzo Massimo’ya yürüme mesafesinde bulunan Diocletian Hamamı da Roma Ulusal Müzesinin bir parçası.

İmparator Diocletian tarafından 1700 yıl önce yaptırılan hamam Antik Roma’da türünün en büyük örneği. Hamam kompleksi o kadar büyük ki inşaatı sekiz yıl sürmüş ve daha tamamlandığını göremeden imparator hastalığın yorgunluğuyla tahttan çekilmiş.

Hamamdan geriye kalanların ufak bir kısmı gezilebiliyor olsa da bahçesinde çok sayıda sanat eseri görebilirsiniz.

Pazartesi kapalı, diğer günler 9:00-19:30 arası açık.

İspanyol Merdivenleri

Piazza di Spagna yani İspanyol Meydanı’nda bulunan bu merdivenler de Roma’nın ünlü turistik yerlerinden. Papa bile yılda bir kez ziyaret ediyor!

135 basamaktan oluşan merdivenler zamanında İspanyol Elçiliği ile Vatikan’ı bağlaması için inşa edildiğinden böyle anılıyor.

Meydanda yine Bernini imzalı bir çeşme var ama yanılmayın, bu çeşmeyi yapan Bernini, Trevi Çeşmesi’nin mimarının babası.

Aynı zamanda meydanda bir de Meryem Ana’ya adanmış dikilitaş bulunuyor. 3 sezonluk bir diziye ve daha da önemlisi Niccolo Macchiavelli’nin çok ünlü kitabı Prens’e konu olmuş Borgia ailesinin villası da bu civarda ve müze olarak hizmet veriyor.

Merdivenlere oturmak ise 2019 yılından itibaren yasaklanmış durumda. Yani bu güzel merdivenlere oturup arkadaşlarınızla muhabbet etmeniz ne yazık ki mümkün değil. Fakat İspanyol Merdivenleri’nin çevresindeki espresso cafe’leri her daim sizi bekliyor!

12.50 Euro ücret talep eden müze, pazartesi günleri kapalı; diğer günler 9:00-19:00 arasında açık.

Roma’nın Diğer Güzellikleri

Roma öyle anlatarak bitirmesi mümkün olan bir şehir değil, daha yapılacak çok şey var. Örneğin artık ülkemizdeki alışveriş merkezlerinde plastikten örneği bulunan, ağzına elini sokan biri yalan söylerse elini ısıracağına inanılan Bocca del Verita heykeli de önünde uzun bir sıra oluşturan turistlerin ilgisini çekiyor ama antik bir rögar kapağına elimi sokmak içimden gelmedi açıkçası.

Vittoriano Anıtı (resmi adı Altare della Patria) ise o kadar merkezi bir noktada, o kadar büyük ve beyaz mermerden yapıldığı için o kadar parlak ki bir noktadan diğerine giderken illa ki göreceksiniz.

Başka bir macera da bir 7D sinemaya girip Roma’nın kuruluşunu ve tarihini anlatan filmi izlemek, bu deneyim özellikle tarih sevenlerin ilgisini çekecektir.

Eğer tatiliniz yeterince uzunsa benim tavsiyem planlara ve haritalara çok aldırmadan serbestçe dolaşmanız.

Zaten tarihi merkezde göreceğiniz her bir ev başlı başına eser niteliği taşıyor. Yorulsanız da her sokakta bir ufak bir restoran, dilim pizzacı, kahveci veya dondurmacı İtalyan damak tadını size sunmayı bekliyor. Kim bilir, yeterince gezinirseniz belki bir piramitle bile karşılaşırsınız!

Roma’ya gidecekseniz öncesinde Roma Seyahat Rehberi yazımı da muhakkak okumanızı tavsiye ederim.

Ayrıca:

Yazılarından İtalya’daki diğer şehirlerde görmeniz gereken yerler hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz!

Paylaş
Kerem Alp Usal

Adana’da doğan yazar, Ankara Fen Lisesi, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü mezunudur. ODTÜ Enformatik Enstitüsü’nde Bilişsel Bilimler Bölümü’nde doktora çalışmalarını sürdürmektedir. Yazın hayatına kaleme aldığı öykülerle başlamış ve öyküleri çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Yazarın yayımlanmış 9 adet kitabı bulunmaktadır. Çok bilmenin tek yolunun hem çok okumak hem de çok gezmek olduğunu düşünüp ikisini de bol bol yaptığından gezdiği yerleri anlatan seyahat yazıları yazmaya başlamıştır.