15 dakikalık şehir nedir? İngiltere’de yer alan Çevre Yönetimi ve Değerlendirme Enstitüsü’nün yayın merkezi Transform’da bu soruları cevapladı ve bir analiz yayınladı.
Dünyanın bir kısmının geride bıraktığı, bir kısmının da yeni öğrenmeye çalıştığı “15 dakikalık şehir” kavramını bizde mercek altına alalım.
Dr. Emily Gould 2020 yılında ofis çalışanlarının, hibrit veya home office çalışma sistemine geçmesiyle beraber, tüm gözler şehirlerin rahatlığı, refahı ve toplulukları destekleyecek şekilde yeniden inşa edebileceği fikrine yöneldi. Çünkü birçok birey şehrin küçük bir bölümünde vaktinin büyük çoğunluğunu geçiriyor olacak.
Covid-19 salgını mekan temelli çözümler ve hiper-yerel yaşam hakkında daha fazla araştırma yapılmasına imkan sağladı. Ayrıca ekonomik ve sosyal esnekliğin çift taraflı olarak birbirine bağlı olduğunu kanıtladı. Akıllara şu soru geliyor, kentleri uzun süreli olarak merkeziyetçilikten çekip almak istiyor muyuz?
Bu bölgelerin elastik yaşam türlerini tamamlayan ve yerel üretkenliği canlı kılan dijital bağlanabilirdik sunan çok yönlü ortak alanlarla donatılmaları gerekiyor. Tüm bu anlatılanlar, daha kullanılabilir sokak alanı, yolların yeniden inşası, faal yolculuk için daha avantajlı olanaklarla birleştiğinde daha etraflı, topluluk odaklı bir ekonomiye destek verecektir.
İçindekiler
“15 dakikalık şehir” kavramı güncel bir şey değil fakat yakın dönemde C40 Şehirler İklim Liderliği Grubu aracılığı ile COVID-19 pandemi sonrası yeşil bir çevrenin kurtuluşu olarak tavsiye edildi.
Paris Sorbonne Üniversitesi’nden Profesör Carlos Moreno tarafından ortaya atılan “15 dakikalık şehir” projesi, insanların evlerinden kısa mesafeli bir yürüyüş ya da bisiklet mesafesi içinde gereksinimlerini karşılayabilmelerini hedefliyor. Bu ihtiyaç listesi içerisinde okullar, sağlık tesisleri, Wi-Fi, iş ve dükkanlar yer alıyor.
Paris Belediye Başkanı’nın akıllı şehirler özel temsilciliğinde de görev almış olan Profesör Carlos Moreno proje detaylarını şöyle aktarıyor: “Bir kentliyi mutlu eden altı adet madde var: boş zaman, eğitim, refah, iyi şartlarda çalışmak, yaşamak için temel şeylere yeterli olacak kadar kazanmak”. Yaşam üzerindeki kalite değerini arttırmak için sunulan bu işlevlerle erişim yarıçapının azalması gerekir.
Paris belediye başkanı Anne Hidalgo’nun 15 dakikalık şehir projesi, 2020’deki seçim çalışmalarının ana merkezi haline geldi. Ayrıca, Hidalgo bu projenin bir parçası olarak 2024’e kadar bütün Paris yollarını bisiklet dostu haline getirmeyi Paris halkına vadetti.
Melbourne’da Planlama Bakanı, şehrin hemen hemen hepsinde “20 dakikalık mahalle” randımanını test etmek için 2018 Ocak ayında “20 dakikalık Mahalle Pilot Programını” aktif hale getirdi. Sunulan bu projede yerel olanakların ve altyapının aynı lokasyonda planlanmasının zorunlu olması gerektiği belirtildi.
Melbourne Planı şu an “altyapı projelerine 20 dakikalık mahalleler fikrini de dahil etmek. Devlet ve yerel koordinasyonlu altyapı projesinden çevredeki toplulukların da yararlanmasını istiyor.” Gelen bir habere göre Sidney de “30 dakikalık şehir” kavramı üzerinde çalışmalarını yürütüyor.
İrlanda’nın Güney Bölge Meclisi, Avrupa Bölgeleri arasında ulaşım kullanımını arttırma ve karbon salınımını azaltmaya yönünde sürdürülebilir politikalarını nasıl geliştirdiklerine göz attı. 2020 Eylül ayında, topluluk hizmetlerine ve tesislerine evlerden 10 dakikalık bisiklet, yürüyüş ya da toplu taşıma ile ulaşılmasını teklif eden “10 Dakikalık Şehirler İçin Ulaşılabilirlik ve Taslak” önergesini paylaştı. Yayınlanan bu önerge yerleşim alanları ile ortak kullanım alanlarını arasındaki bağlantıyı güçlendirmeye odaklanmıştır ama araba kullanımını azaltmaya ve diğer ihtiyaçlar için çözümler sunmaya yönelik çabalara ihtiyaç vardır.
Kendine yetebilen mahalle kavramı, kentlerin gereksinim duyduğu referansları yerel olarak üretebilmeleri gerektiği düşüncesinden gelir. Bu konuda örnek vermek gerekirse Pekin’den 100 km uzakta bulunan Xiong’an New Area, Avrupa bloklarını, Çin kulelerini kent çiftliği ile birleştirerek “ekolojik medeniyet” oluşturmuştur. Şehir kendi ihtiyaçlarına yetebilecek enerji, malzeme ve besin üretmek için yenilenebilir enerji kaynakları kullanarak biyo-ekonomiye katkı sağlayacak.
Gündelik satılacak ürün üretilmesi için hızlı prototip makinaları ve 3D yazıcılar sunarak, 5G bağlantısı ile çalışan “dijital fabrikalar” üretecek. Pekin ve Tianjin’de bağlanan iki farklı kanal ve dört adet yüksek hızlı şehir ulaşımını sağlayacak. Tasarımı sadece yayalar ve bisiklet kullananlar için tasarlanan yollar belirliyor ve trafiğin rahatlaması için insansız hava araçlarının kullanımı tavsiye ediliyor.
The New Area, COVID-19 sürecinde yaşanan sokağa çıkma yasağının getirmiş olduğu gündelik hayat kesintilerini en aza indirmeyi ve salgın sonrası farklı bir yaşam dönemi oluşturmayı amaçlıyor.
Fakat, bunun gibi değişimler mono kültürel sorununa çözüm önerisi getirmeye çalışırken, ayrılmış yaşamlar ve kamusal alanlar aracılığı ile, kültür ve eşitliğe kısıtlama getirilebilir mi?
Kentlerden ne beklediğimiz ve hareketli, şehir alanlarını, büyüyen mahallelerin çekimi üzerine düşünülmesi gerek.
Oxford Üniversitesi’nde alanında kendini geliştirmiş araştırma görevlisi Kate Raworth’un geliştirdiği lokma ekonomisi, “insanlar ve tüm gezegenlerin ölçülü biçimde değiştiği bir dünya’’ hayalini kuran ve Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile uyumlu çalışan bir ekonomi yaklaşımıdır. Kentleri daha hümanist hale getirecek olan bu değişimin teşvik etme amacı “Gelişen Şehir Portresi” olarak uyarlanmıştır.
Gelişen Şehir Portresi (Thriving City Portrait), kentlerin alternatif politika girişimlerini yansıttığı avantajlar ve zorluklar üzerinde fikir alışverişi yapmalarını sağlar ve güncelliği teşvik etmek için şehrin kapsayıcı bir fotoğrafını oluşturur.
Büyük merkezli ve kendine yetebilen şehirler sürdürülebilir, yerel ve erişebilir hizmet ağını karşılayan benzeri terimlerdir. COVID-19 salgını, birden fazla insanı gereksinimleri ve yaşam kalitesini tekrar değerlendirmeye yöneltti ve iş ve ev arasında yaşanan ulaşımın kolaylığından ziyade yerel fırsatları ön plana çıkardı.
Fakat bahsettiğimiz bu çok merkezli şehirler yalnızca bir apartman topluluğun içerisine bir kafe koymaktan ibaret değildir, kentleri tasarlama tarzınızı mahalle üzerinde yapacağı esneklik ve üretkenliği tekrar düşünmenize itiyor.
Lokma kent modeli kavramı, ekolojik hedefler ile toplumsal hedefleri ve kültürel özlemleri küresel sorumluluklar ile aynı kefeye koyan bir kent modeli aslında.
Bazı araştırmacılar, çok merkezli kentlerin seyahat sorunlarını ortadan kaldırarak işe duyulan erişimin arttıracağını ifade ediyor ancak bu çok yalın bir açıklama olur. Kimi insanlar iş hayatı ya da başka sebeplerden dolayı uzun mesafeler gitmeye devam edecek.
Çok merkezli kentler ve kendine yetebilen kentler projesinin özel bölgeler ve kuruluşların amacını ve üstlendiği rolleri farklı topluluklar üzerindeki yansımasını değerlendirmesi gerekir. Fazla yakınlık, binlerce yıllık kent projelerinin yanı sıra şehir merkezlerine ve oldukça kalabalık yaşama yön veren ekonomik ve toplumsal kalıpların yıkılması gerekecek.
SLA Architects’in tasarım sorumlusu ve ortağı olan Rasmus Astrup, 10 Şubat 2021 tarihinde gerçekleşen Nippon Paint, lansman konuşmacıları arasında yer alıyordu. Etkinlik içerisinde yer alan konuşmalarda, İstanbul hakkında şu sözlere yer vermişti:
Genç nesiller, geleceğimize yön verdikleri için oldukça önemlidir. Onları, yalnızca yerel tarzda tasarımcılardan değil, birbirleri arasında da mümkün olduğunca ilham almalarını tavsiye ediyorum. İstanbul mimarisi ve insanları düşünüldüğünde muhteşem bir şehir. Ancak hiyerarşiye ihtiyaç duyuyor, kentin doğası ile bağlantıda olacak bir şehir kurmanız gerekiyor, İstanbul’un 15 dakikalık şehir projesi için harika olacağını düşünüyorum.
Bu model İstanbul’un birden fazla mahallesinde uygulanıyor. Sizin tek yapmanız gereken kentin doğasına odaklanmak…
COVID-19 pandemisinin ilk etkileri çalışma hayatı üzerinden oldu. Dijital değişim olarak da adlandırabileceğimiz bu değişim farklı iş modellerini de beraberinde getirdi. Bu süreçte hiyerarşik kalıpları bir kenara bıraktık ve işveren ve çalışan arasındaki ilişki düşünülmeye başlandı.
Pandemi süreci bir nevi sorumluluk almamızda da etkili oldu. Bu da bizlere kişisel sorumluluk yönünde gelişmeye ihtiyaç duyduğumuzu ifade ediyor. İş dünyası içerisinde olan herkesin ilişkileri yeniden düzenlenmeli; yeni bir sosyal ağ oluşturmalıyız.
Geçmiş yıllarda 15 dakikalık şehir kavramı bilim kurgu klasiği olarak görülse de, şimdilerde oldukça dikkat çeken bir model haline geldi.
Semt ve mahalle ölçeğinde sokakların ve caddelerin daha hareketli ve işlevsel olması. Böylece kentin ekonomisinin sokak bazında kalkındırılması hedef alınıyor.
Eşitlik hakkı ve kapsayıcılık kamusal alanlarda aranması gereken ilk maddeler arasındadır.
15 dakikalık şehir modeli ile en savunmasız kişileri de ele alarak, sokaktaki aktif hareketliliği arttırmaktadır.
Sonuç olarak sosyal bağlar artmakta ve toplum içinde olmak, toplum ile yüz yüze gelmek için bir kamusal alan oluşturulmakta.
Bulunulan mekanda aktif olarak hareketliliğin artması ve yeşil alanların mesafesinin kısaltılması hedeflenmektedir.
İhtiyaç duyulan alanların mesafesinin azalması, günlük hayatta kullanılan otomobil, otobüs gibi araçların yerini yürüyüş, koşu ve bisikletin alması beklenmektedir.
Bu durum beraberinde daha fazla yeşil alan ve ağacı getirmektedir. Yaşanacak doğal afetlerin de önüne geçilebilir.
15 dakika şehir modeli gereksiz araç kullanımını azaltırken aynı zamanda yeşili ve doğayı arttırmak için temiz bir proje önerisidir.
Sonuç olarak yaşanılan COVID-19 süreci, mahalle ölçeğinde ulaşılmak istenen ihtiyaçları, en kısa mesafede erişim sağlamanın, ekonominin yerel olarak gelişim göstermesini, sosyal alanların kullanımını ve yeşil alanlarının gerekliliğini bir kez daha kanıtlamış oldu.
15 dakikalık şehir konsepti ise bu ihtiyaçların yokluğunun altını çizerek yaşam ve hizmet alanlarının mahalle kapsamında erişebilir mesafelere uyarlayıp yaşanacak pandemi durumlarında daha dayanıklı mekanlar inşa etmeyi amaçlamaktadır.
Fakat olaylara gerçekçi bir perspektiften baktığımızda, bu durum birçok şehir için oldukça zor görünüyor. 15 dakikalık şehir modelleri, alışılagelen kent modellerine göre daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Yine de şimdiler de bu modele yakın şehirler görüyoruz. Kopenhag ve Amsterdam bunun bir örneği olabilir.