Kategoriler MarmaraYurt İçi

Kadıköy ve Moda Gezi Rehberi

Bir yazıya sığmayan, taşı toprağı altın şehir İstanbul’u anlatmaya devam ediyorum. Bu sefer karşı kıyıya geçiyoruz.

Anadolu Yakası’nda, Boğaz’ın güney ucunda yer alan Kadıköy kültürüyle, Moda ise mükemmel Marmara Denizi manzarasıyla dikkat çekiyor.

Kadıköy’ün Tarihi

Eski adı Kalkedon olan Kadıköy’de yerleşim, aslında karşı kıyıdan çok daha önce başlamış. Milattan mnce 3000 yılından kalma eserler dahi bulunmuş durumda.

Abartıya kaçmayı seven Herodot’un yazdığına göre, daha sonra şimdiki Tarihi Yarımada’ya yerleşen Yunan koloniciler burası dururken Kadıköy’de ancak körlerin yaşayacağını düşündüğünden buraya Körler Ülkesi anlamında Caecorum demişler de o zamanla Kalkedon’a dönüşmüş.

Bana çok daha mantıklı gelen bir iddia ise eskiden civarda bakır madeni yer aldığından bu ismin verilmiş olması çünkü “Kalk-” kökü bakır anlamına geliyor.

Ayrıca bizim şimdi Kurbağalıdere dediğimiz, Yoğurtçu Parkı ile Kalamış arasında kalan ve yazları kuruduğunda kötü kokabilen ufak akarsu da o zamanlar coşkun bir kaynakmış ve onun adı Kalkedon olduğundan bölge bu şekilde isimlendirilmiş (gördüğünüz gibi tarih bazen karışık olabiliyor).

Hatta Antik Dönem yazarlarından Strabo’ya göre burada ufak timsahlar bile bulunuyormuş ama ne kadar inandırıcı olduğuna siz karar verin.

Fatih’in Tarihi Yarımada’yı fethinden çok daha önce, Orhan Gazi tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ve Üsküdar’a bağlı olarak yönetilmiş. Daha sonra Fatih buranın yönetimini Kadı Hızır Bey’e verince de şimdiki adını almış.

Kadıköy İstanbul’un önemli merkezlerinden biri olduğundan ulaşım çok kolay. Birçok vapur hattı ile karşı kıyıdan gelebileceğiniz gibi eğer hali hazırda Anadolu Yakası’ndaysanız metronun M4 hattına binebilir, otobüsle gelebilir veya sarı dolmuşları kullanabilirsiniz. Aşağı yukarı her yol Kadıköy’e çıkıyor. Tabii bundan dolayı da epey kalabalık.

Yolculukta bunaldıysanız hemen denize doğru yürüyüp biraz ferahlayın ama önce rıhtımda yer alan Başöğretmen Atatürk Heykeli’ni görmeden geçmeyin.

İşte Kadıköy Gezilecek Yerler yazımıza başlıyoruz!

Kadıköy’de Gezilecek Yerler

Moda Sahili ve Tarihi İskele

Arkanıza Boğaz’dan gelen esintiyi alarak Marmara Denizi kıyısında yürümek benim çok hoşuma gitti. Bir yandan deniz kokusunu solurken güzel bir günde güneş de kemiklerinizi ısıtıyor.

Kıyıda karşılaşacağınız kutu gibi ufak beyaz bina ise Tarihi Moda İskelesi. Mimar Vedat Bey tarafından 1917 yılında yapılmış. Fırtınada hasar görse de yakın zamanda restore edilmiş. Bir göz atmakta fayda var.

Deniz havasına doyum olmaz biliyorum ama ufak bir mola vermenizi ve Moda Aile Çay Bahçesi’ni görünce içeriye doğru yönelmenizi ve Osman Zeki Üngör Sokağı’nı takip etmenizi öneririm. Böylece Moda Caddesi’ne ulaşacaksınız.

Hemen sol yanınızda kalacak olan Ali Usta, Türkiye’nin en meşhur dondurmacılarından biri. Lezzet konusunda tek rakibi olsa olsa Bebek yazımda bahsettiğim mini dondurma olabilir. Denemenizi kesinlikle tavsiye ederim.

Caddenin biraz daha yukarısında yer alan Moda Çikolata Dükkanı ise el yapımı gurme çikolataları ile haklı bir üne kavuşmuş durumda. Klasik lezzetlerin yanı sıra portakallı hatta yeşil limonlu çikolata gibi ilginç seçenekler mevcut (ama onlar pek benim damak tadıma göre değil).

Barış Manço Evi

Dondurmanızı bitirince hemen sağdan ilk sokağa, yani Şinasi Efendi Sokağı’na girip iki blok ilerleyin.

Önünüze Türkiye’de müzik denince akla gelen ilk isimlerden, bir yandan da televizyon programlarıyla bize dünyayı gezdiren ve Adam Olacak Çocuk programı ile yaşıtlarımın hafızasına kazınmış “Barış Abi”nin evi çıkacak.

Kendisinin de hep hatırlattığı gibi burasının adresi “Moda 81300”. Şimdi ise müze olarak gezilebiliyor.

Resmi, dini bayramlar ve pazartesileri dışında her gün 9:00-17:00 arasında açık. Bahçede sizi “Adam olacak çocuklar” heykelleri karşılıyor ve bahçe kapısı 16:45’te kapatılıyor.

Müzenin girişinde Barış Abi piyanosunun başında sıcacık bir şekilde karşılıyor ziyaretçilerini. Plakları, kıyafetleri, dolaplara sığmamış ödülleri ise evin her yerinde.

Masanın ortasına dikkatlice bakarsanız, üzerine çıkacağı konserleri not aldığı ajandasını da görebilirsiniz.

Kendimi tutup daha fazla detay vermiyorum ama Barış Manço’yu seven herkes bu sanat dolu eve uğramak isteyecektir diye düşünüyorum (zaten sevmeyen olduğunu da sanmıyorum).

Barış Manço Evi hakkında daha detaylı bilgi için linke tıklayabilirsiniz.

Moda Parkı

Elbette iç kısımdan da gezmek mümkün ama ben deniz kıyısını çok sevdiğimden Şair Nefi Sokağı’nı takip ederek hemen kıyıya döndüm.

Burada Moda Parkı ve Yürüyüş Yolu bulunuyor, ortam da epey Avrupai bir havaya bürünüyor (Anadolu Yakası’nda olmanıza rağmen!).

Çimlere oturmuş denize karşı gitar çalan gençler, basketbol potaları, çocuk parkları ile oldukça canlı ve neşeli bir bölge.

Aynen Bebek’te olduğu gibi buraya da insanın göçüp yerleşesi geliyor!

Yoğurtçu Parkı

Kıyıyı takip ederek bu keyifli yürüyüşü sürdürmenizi öneririm. Uzun olmasına karşın bittiğinde üzüleceğiniz bir yürüyüşün ardından Yoğurtçu Parkı’na ulaşacaksınız.

Bu ince uzun park, ağaçların sağladığı gölge nedeniyle deniz kenarında yananlara ilaç gibi gelecektir.

Parkın ortasında ise Türk Halk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olan Yunus Emre’nin heykeli yer alıyor.

Şükrü Saraçoğlu Stadı

Yoğurtçu Parkı’nın sonuna geldiğinizde karşınıza Şükrü Saraçoğlu Stadı çıkacak.

Stada ismini veren kişi Türkiye’nin eski başbakanlarından, ayrıca Fenerbahçe kulübünün de başkanlığını yapmış.

Hemen parkın az ilerisinde Fenerbahçelilerin hoşuna gidecek iki de heykel yer alıyor: Lefter Küçükandonyadis ve Alex de Souza.

İkisi de kulübün formasını uzun yıllar başarıyla terletmiş olan bu futbolcuların heykelleri ile her Fenerbahçe taraftarı fotoğraf çektirmek isteyecektir.

Büyükada doğumlu olan Lefter, Yunanistan’dan gelen ısrarlı tekliflere rağmen Türkiye Milli Takımı’nı tercih etmiş ve büyük katkı sağlamış bir golcü.

Eğer deniz kenarında yürümeye doymadıysanız kıyıya dönüp Kalamış’a, bir tatlı huzur almaya gidebilirsiniz. Benim anlatacağım rota ise Kadıköy’ün iç kısımlarına yöneliyor.

Boğa Heykeli

Alex’in heykeline sırtınızı verip Kuşdili Caddesi boyunca yürüyün. Yorulduysanız bir dolmuşa binmeyi de tercih edebilirsiniz. Caddenin bu hoş ismi eskiden buraya Kuşdili Çayırı denmesinden geliyor, hatta bu çayırda futbol maçları da oynanırmış.

Caddenin sonuna geldiğinizde heykeli gözden kaçırmanız mümkün değil, endişelenmeyin. Bu heykel Kadıköy’deki herkesin buluşma noktasını oluşturuyor. Siz de gittiğinizde etrafı eminim kalabalık olacaktır. Fotoğraf çektirmek için boş bir an yakalamak bile epey zor.

Bu gezgin heykelin hikayesi de oldukça ilginç, göçebe sanat eseri desem yanlış olmaz. Saldırmaya hazır görünen bu öfkeli heykel, Fransız heykeltraş Isadore Bonheur tarafından 1860 yılında yapılıp Alsace-Lorraine bölgesine dikilmiş ancak Almanlar bölgeyi ele geçirince yakın tarihin en önemli politik figürlerinden Otto von Bismarck heykele el koyup buradan götürmüş.

Ardından Kayser 2. Wilhelm, o sırada Osmanlı ile yakınlaşmak istediğinden heykeli İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne hediye etmiş (Kayserin Osmanlı’yı etkilemek için gönderdiği bir diğer hediye olan Alman Çeşmesi’nden Tarihi Yarımada’da Gezilecek Yerler Rehberi’nde bahsetmiştim. İşte böyle böyle Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’na sokmuşlar ne yazık ki).

Tabii o zamanlarda İttihat ve Terakki demek Enver Paşa demek, o da heykeli alıp Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesine koymuş. Oradan Yıldız Sarayı’na taşınan heykel ardından Enver Paşa’ya ait Bilezikçi Çiftliği’ne nakledilmiş.

Related Post

Sonradan burada “keşfedilen” heykel, Hilton Oteli’nin bahçesine yerleştirilmiş, ardından Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nin önüne konulmuş ve oradan da Taksim Gezi Parkı’na taşınmış.

Nihayet 1970 yılında Kadıköy’e getirilen heykel de önce Şehremaneti’nin önünde sergilendikten sonra 1987 yılında günümüzde bulunduğu Altıyol’a yerleştirilmiş.

Avrupa’daki birçok heykelin hala yapıldığı yerde durduğu göz önünde bulundurulursa bir heykelin bu kadar gezmesi ona ayrı bir anlam katıyor ama umarım artık hep burada kalır, ne de olsa artık Kadıköy’ün simgesi haline gelmiş durumda (hatta Fenerbahçe e-spor kulübünün amblemi de boğa şeklinde ve futbol kulübü için de böyle bir öneri mevcut).

Belirtmeden geçmeyeyim, ikinci bir iddiaya göre heykeli Sultan Abdülaziz ısmarlamış ve Rouillard yapmış, özgün adı da Dövüşen Boğa’ymış.

Adı geçmişken anlatayım, ismi “popüler” padişahlara kıyasla günümüzde pek anılmasa da Abdülaziz de Osmanlı’yı çağdaşlaştırarak toparlamaya uğraşmış fakat darbeyle tahttan indirilmiş önemli bir padişahtır.

Üstelik hayatının oldukça trajik bir sonu vardır: Traş olurken intihar ettiği söylense de hazır banyoda yalnız kalmışken suikaste uğradığı ve intihar süsü verildiği iddiası ağır basmaktadır ve 2. Abdülhamit bu suikast ile suçladığı paşaları mahkemede yargılayıp Fizan’a (lafın gelişi değil gerçekten Libya’da yer alan Fizan kentine) sürmüştür.

Heykelin kaynağı konusunda ben iki ihtimale de eşit mesafedeyim açıkçası. Abdülaziz tarafından Fransız heykeltraş Rouillard’a 24 adet hayvan heykeli ısmarlandığı biliniyor, sadece bu heykel onlardan biri mi o kesin değil.

Rouillard ile Isadore de aynı dönemde çalışmış olan ve stilleri birbirine benzeyen iki heykeltraş dolayısıyla o tarzına bakarak bir ayrım yapmak mümkün değil. Ben iki heykeltraşın da diğer çalışmalarıyla karşılaştırdım ve eğitimsiz gözlerimle anlayabildiğim kadarıyla heykel ikisinin de elinden çıkmış olabilir.

Süreyya Opera Binası

Boğa Heykeli’nden sonra Bahariye Caddesi’ni takip ederek iç dekoruyla kendi başına sanat eseri sayılabilecek bu sanat binasına ulaşabilirsiniz.

İnşaatı 1927 yılından tamamlanan opera binasının adı, o yıllarda İstanbul’dan milletvekili olan Süreyya İlmen Paşa’dan geliyor.

Kendisinin ayrıca Yoğurtçu Parkı’nın sonunda bir heykeli de bulunuyor.

Operayı seven paşa, Türkiye’de bu sanata ilgiyi artırmak umuduyla bu binayı yaptırmış. Dışarıdan çok özel bir tarafı olmasa da binanın içi muazzam.

Vuran ışığa göre pembe ya da kırmızı görünen duvarları var ve beklerken tablo niteliğindeki tavanını seyretmek sıkılmanızı engelliyor.

Ne yazık ki bina yapıldıktan sonra hiç opera oynanamamış çünkü sahnede orkestra kısmı yetersizmiş. Uzun yıllar sinema olarak kullanılmış.

Neyse ki yakın zamanda Kadıköy Belediyesi tarafından restore edilince seksen yılın ardından ilk kez opera sahnelenerek açılmış.

Kadıköy’ün Sokakları ve Biraz da Alışveriş!

Süreyya Opera Binası’nın yer aldığı Bahariye Caddesi oldukça hareketli bir cadde ve sadece yayalar olduğundan burada rahatça dolaşıp alışveriş yapabilirsiniz.

Buradan Sakız Gülü Sokağı’na girip ünlü Rexx Sineması’nı görünce sola dönerseniz çıkacağınız yer ise Kadife Sokak. Barlar sokağı da denen bu sokak ise gece hayatı ile ünlü olduğundan uğrayabilirsiniz.

Haluk Bilginer’in Oyun Atölyesi de burada yer alıyor, bu özel tiyatroda kaliteli oyunlar sergilendiğinden İstanbul’da geçirecek akşamlarınız için programa bir göz atmak isteyebilirsiniz.

Rexx’in önünden düz devam edip Sakız Sokak’a girerseniz ise Tellalzade Sokağı’na ulaşacaksınız. Burası ise antikacılarıyla ünlü. Bir göz gezdirebilir, hatta ilginiz çeken bir şey olursa alabilirsiniz.

Sokağın sonunda yer alan Çiya Sofrası da karnınızı doyurmak için tercih edebileceğiniz ünlü ve lezzetli bir adres. Yakında yer alan Yanyalı Fehmi Lokantası da leziz güveçleri ile meşhur.

Ayrıca Sanatçılar Sokağı’nda ressamlar tablolarını satıyorlar, bir uğramanızı öneririm.

Son olarak, adını duyduğunuzu tahmin ettiğim Akmar Pasajı da Kadıköy’de yer alıyor. Sahafların yer aldığı bu pasajda uzun süredir aradığınız kitapları ve plakları bulmanız mümkün.

Kadıköy’de her inanç yan yana yaşıyor. Yüz yıldan daha uzun bir tarihi olan Hemdat İsrael Sinagogu, üç asırlık Ayia Efimia ve yüz yıllık Aya Triada Rum Ortodoks Kiliseleri ile yine yüz yıllık Surp Levon Ermeni Katolik Kilisesi; Osmanağa Camii, Sultan Mustafa İskele Camii burada bulunuyor. Anlayacağınız, Türkiye Mozaiği’nin tek başına minyatür bir formu olan Kadıköy’de yok yok.

Bahsettiğim Osmanağa Camii, esasen 1612 yılında yapılsa da 1878’de yanmış ve sonra yeniden inşa edilmiş. Yine de yüz yıldan daha eski yani.

Bahçesindeki koca çınar da kendisiyle yaşıt ve görülmeye değer. Söğütlü Çeşme Caddesi üzerinde bulunuyor, Tellalzade Sokağı’ndan biraz kuzeye yürüyerek kolayca ulaşabilirsiniz.

Sultan Mustafa İskele Camii ise değişik mimarisi ile dikkat çekiyor. Osmanağa Camii’ne yakın, Söğütlü Çeşme Caddesi’nde rıhtıma doğru yürürseniz kısa sürede ulaşabilirsiniz. 3. Mustafa tarafından yaptırılan camii, yaklaşık 100 yıl sonra yanınca Sultan Abdülaziz tarafından aynı yere 1858 yılında yeniden inşa ettirilmiş.

Ayrılmadan Önce Son Birkaç Durak

Artık yorulmuşsunuzdur diye tahmin ediyorum. Birkaç yer kaldı.

Eğer geziniz Salı veya Cuma gününe denk geliyorsa Tarihi Salı Pazarı’na uğrayabilirsiniz. Yüz yılı aşkın geçmişiyle “tarihi” sıfatını hak ediyor. Gerçekten burada her şeyi uygun fiyata bulmanız mümkün ama bunaltıcı bir kalabalığa hazır olun.

İskele Sokak üzerinde yer alan Valpreda Apartmanı ise aşağıda bahsettiğim Haydarpaşa Garı’nın inşaatında çalışan Alman ve İtalyanlar için yapılmış. Yüz on yaşını geçmiş olan bu apartman da artık tarihi eser niteliğinde. Onu geçtikten sonra yine Boğaz kıyısına çıkıp son durağımız olan gara ulaşaksınız.

Haydarpaşa Garı

Buraya gelmişken Haydarpaşa Garı’nı görmemek olmaz. Ne yazık ki çıkan yangının tamiratı hala sürdüğünden ben bu satırları yazdığım sırada içine girilemiyordu ama dışarıdan bakmak için geldiğinize bile değer bence.

Zaten bu talihsiz bina, açıldığından bu yana yangınlardan çok çekmiş. İlk kez 1917 yılında, yani Birinci Dünya Savaşı sırasında bir İngiliz casusun cephane nakliyatını sabote etmesi sırasında yanmış. Her tamir edildiğinde de sonradan bir başka sorunla karşılaşmış.

1908 yılında inşaatı tamamlanan gar, o sırada demiryolunu Almanlar kurup işlettiği için iki Alman mimar tarafından tasarlanmış ve bu nedenle Klasik Alman Mimarisi’nden izler taşıyor.

Özellikle deniz tarafından görünümü muhteşem olduğundan Kadıköy’e Avrupa tarafından vapurla gelecek olanların doya doya seyretmesini öneririm.

Garın ismi ise o dönemde bölgenin adının Haydarpaşa olmasından geliyor (Semtin ismi ise Selimiye Kışlası’nın yapımında emeği olan Haydar Paşa’dan geliyor).

Maalesef bu güzel binanın satılması ve ardından yıkılıp “modern” bir proje yapılması ihtimali sürekli olarak gündemde yer buluyor. Dolayısıyla İstanbul’a gittiğinizde fırsatı kaçırmadan mutlaka görün derim.

Yeşilçam filmlerinden bilirsiniz, Haydarpaşa’dan çıkıp merdivenlerinde dikilerek Boğaz’a bakmak karakterin Anadolu’dan İstanbul’a geldiğini simgeler. En azından o güzel filmlerin hatırına siz de gelip bir Boğaz’a bakın, tarihimizin önemli anıtlarından bu gara bir uğrayın.

Yaşı bana yakın olanların illa ki hatırlayacağı “On İki Dev Adam” reklamı da Haydarpaşa Garı’nda çekilmişti.

Bağdat Caddesi

Kadıköy ile özdeşleşmiş bir diğer yer ise Bağdat Caddesi ve orayı da görmek isteyeceğinizi tahmin ediyorum.

Bu koca caddeyi, sizi Bağdat Caddesi üzerinden Göztepe’ye yöneltip ardından Anadolu Yakası’nın güney kısmında kalan önemli yerleri anlatacağım başka bir yazıma sakladım.

Dolayısıyla, Haydarpaşa’ya geldiğinde yorulmuş olanlar bu oldukça merkezi noktadan otellerine dönebilirler; hala gezecek enerjisi olanlar ise diğer yazıma bakabilirler.

İyi gezmeler!

Paylaş
Kerem Alp Usal

Adana’da doğan yazar, Ankara Fen Lisesi, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü mezunudur. ODTÜ Enformatik Enstitüsü’nde Bilişsel Bilimler Bölümü’nde doktora çalışmalarını sürdürmektedir. Yazın hayatına kaleme aldığı öykülerle başlamış ve öyküleri çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Yazarın yayımlanmış 9 adet kitabı bulunmaktadır. Çok bilmenin tek yolunun hem çok okumak hem de çok gezmek olduğunu düşünüp ikisini de bol bol yaptığından gezdiği yerleri anlatan seyahat yazıları yazmaya başlamıştır.