Yazının en önemli kısmını en başta belirteyim ve müjdeyi vereyim: Japonya’ya gitmek için vizeye ihtiyacınız yok!
Bin tane belge hazırlamadan, acenteye ayrı konsolosluğa ayrı para vermeden, sonuç beklemeden doğrudan Tokyo’ya uçabilirsiniz. Bu sayede Avrupa ülkeleri hakkında hazırladığım rehberlerin aksine vize bölümümüz olmadan rahatlıkla ulaşıma geçebiliriz!
Avrupa ülkelerinden farklı olarak Japonya için bir de paradan bahsetmek lazım. Şu anda ben bu yazıyı yazarken 1 Amerikan Doları ile 125 Japon Yeni alınabiliyor, siz gittiğinizde de durum aşağı yukarı böyle olacaktır. Fiyatları hesaplarken iki sıfır atıp dolar üzerinden düşünebilirsiniz.
Yalnız her yerde para değiştirmek kolay olmayabiliyor, ben biraz sorun yaşadım. Size tavsiyem havaalanına inince gezi sırasında kullanmayı planladığınız kadar yen almanız. Havaalanındaki döviz büroları da bankalara bağlı olduğundan oran şehir merkezi ile fark etmiyor. Sonra benim gibi yana yakıla döviz bürosu arayıp gezi arkadaşlarınızla kavga etmeyin!
Para hakkında ufak bir not: Japonya’da herhangi bir yerde ödeme yaparken parayı insanların eline uzatmayın, biraz bozuluyorlar ve tezgahın üstündeki ufak tepsiyi işaret ediyorlar. Ödeyeceğiniz miktarı oraya bırakmalısınız. Tam tersi para üstünü verirken de tek tek sayarak avucunuza bırakıyorlar. Bu arada Japonca epey bir konuşuyorlar, ben hiçbir şey anlamadım ama tahminim tüm bu hesaplamaları saydıkları yönünde.
İçindekiler
Epey uzun bir gemi yolculuğu yapmak gibi bir niyetiniz yoksa elbette Tokyo’ya gitmenin yolu obilet.com üzerinden bir uçak bileti almak.
Tokyo’nun başat havalimanı Narita, ismiyle feci biçimde Naruto’yu çağrıştırıyor. İkinci havalimanı olan Haneda ise Tokyo Havalimanı olarak da anılıyor. Aradaki mesafe nedeniyle ikisine de direkt olarak değil de bir aktarma yaparak uçuluyor, örneğin ben Seul’de aktarma yaptım. İki havaalanından da şehir merkezine ulaşım gayet kolay.
Narita’dan merkeze ulaşmak için en uygun seçenek Keisei treni. Maalesef 1 saat 15 dakika sürüyor ama 1030 Yen olan fiyatı gayet makul. Daha hızlı ulaşmak isteyenler ise 2470 Yen vererek konforlu Skyliner treni ile 40 dakikada kente ulaşabilirler. İkisi de Tokyo’nun önemli istasyonlarından Nippori’de son buluyor. Buradan otelinize giden metro hattına geçiş yapabilirsiniz. Aşağıdaki başlıkta metro hakkında bilgi vereceğim.
Haneda’dan kent merkezine gitmek ise daha da kolay. Üç terminalde de durağı bulunan Tokyo Monorail’e binerek sadece 15 dakikada Tokyo’daki Hamamatsucho adlı zor söylense de her yere kolay ulaşım sağlayan metro istasyonuna varabilirsiniz. Sadece 470 Yen olması da cabası!
Japonlar toplu taşıma işini çözmüş insanlar. Size mükemmel metro ağından bahsedeceğim ama ondan önce esas olarak Japon halkını anmadan edemeyeceğim.
Toplu taşıma nasıl kullanılır diye kurs açıp bütün metropollerde ders verseler dünya daha huzurlu bir yer haline gelir. Siz de metro treninin gelmesini beklerken istasyon zemininde çizgiler fark edeceksiniz. Tokyolular gelip o çizgilerde tek sıra halinde beklemeye başlayacak. Tren geldiğinde de önce içeridekiler inecek, trenin en ucundan tek bir insan ağır ağır kapıya doğru yürüyor olsa bile dışarıdan hiç kimse hemen içeri saldırmıyor, efendi efendi bekliyorlar ve içerideki herkes inince ancak o zaman binmeye başlıyorlar. Binerken de öyle hep beraber dalalım, herkese omuz atalım, sandalye kapalım curcunası yok. Herkes tek sıra halinde biniyor.
Dolayısıyla Tokyo gezinizin en kötü yanı, daha sonra İstanbul veya Ankara’ya dönüp toplu taşıma kullanmaya çalıştığınızda yaşayacağınız buruk acı oluyor.
Tabii bir yandan da Türkiye’de insanlar metro onlar binemeden kalkıp gider diye acele ediyor o yüzden onlara da kızmak mümkün değil, Japonlar bu işi de çok güzel çözmüş: Her durakta üniformalı iki üç görevli bulunuyor ve binmek isteyen herkes bindikten sonra metroyu kullanan kişiye işaret ediyor, tren ancak o zaman hareket ediyor. Dolayısıyla treni kaçırmak gibi bir durum söz konusu değil. Böylece hem istihdam sağlamış hem de toplu taşımayı geliştirmiş oluyorlar.
Ayrıca trafik de İngiltere’deki gibi soldan akıyor, karşıdan karşıya geçişlerde dikkatli olmanızı öneririm.
Dikkat çekici bir diğer nokta ise trenin içinin reklam dolu olması. Japonya da her yerde renk renk reklamlar var. İnsanlar ise buna pek aldırmıyor. Oldukça yoğun çalışan, hepsi takım elbiseli Tokyolular metroyu tıka basa dolduruyor ve genelde ya telefonlarında oyun oynuyorlar ya da kitap okuyorlar.
İstasyonlarda (ve diğer her yerde) halkın epey yardımcı olduğunu da belirteyim. Sadece olduğunuz yerde dikilip elinizdeki haritaya ve çevreye şaşkın bakışlar atmanız bile bir iki kişinin yanınıza gelip size yardım etmeye çalışmasına yetiyor. Dolayısıyla kaybolmaktan falan korkmayın.
Metronun kendisinden bahsedecek olursak, tek tek bilet almak mümkün olsa da zor ve karışık, o yüzden kesinlikle bir IC kartı almanızı öneririm. Bizdeki Akbil ve Ankarakart gibi olan bu kart iki ayrı firma tarafından sunuluyor, Pasmo’nun kartı pembe iken Suica’nın kartı yeşil ve aralarındaki tek fark bu.
İki kart da tüm trenlerde geçiyor, ikisini de Japonya’dan ayrılırken iade edip depozitonuzu ve kalan paranız varsa onu geri alabiliyorsunuz, ikisinin de her istasyonda para yükleme noktası var. Artık ilk hangisine rastlarsanız veya hangisinin rengi hoşunuza giderse onu alın, gerektiğinde para yükleyip kullanın, tek tek bilet almaktan kat kat daha pratik.
Tokyo’da en sık kullanacağınız metro hattı ise JR Yamanote hattı, nam-ı diğer “loop”. Adını hak ediyor çünkü diğer hatların aksine bir uçtan diğerine işlemiyor, onun yerine biri saat diğeri ise saatin tersi yönünde olmak üzere iki tren sürekli olarak tüm istasyonlardan geçiyor. Yani son durak diye bir şey yok. İneceğiniz durak hangi yönde daha yakınsa ona biniyorsunuz, zaten tabelalarda bunu görebilirsiniz.
Tabela demişken, her yerde Japonca’nın yanında İngilizce de yazıyor, hiç sorun yaşanmıyor.
Bunun dışında birçok metro hattı da var tabii ama hepsini saymam imkansız. Önemli bir nokta şu ki her hattın kendi renk kodu var ve bu kod her yerde sabit. Dolayısıyla karışık isimler yerine sadece rengi aklınızda tutmanız mümkün. Loop için renk kodu yeşil mesela.
Ayrıca dil bariyerini aşarsanız Tokyolular da gayet yardımcı ve turistleri seviyor, hele ki Türk olduğumuzu duyunca bizimle ülkemizin gündemi hakkında sohbet edip sonra fotoğraf çektiren bile oldu. Avrupalılara kıyasla Türkleri daha çok sevdikleri şüphesiz.
Tokyo’nun iklimi ılıman olduğundan her mevsim ziyaret edilebilir ama kışın ortasında nadir bir kar fırtınasına denk gelirseniz tatilinizin mahvolma riski de mevcut.
Eğer izninizi ayarlayabilirseniz en güzel mevsim kiraz çiçeklerinin açtığı Sakura döneminde, yani mart sonu – nisan başı gibi gitmenizi öneririm ama çalışan için de, öğrenci için de zor bir tarih olduğunun farkındayım. Emeklilere ise pespembe bahçelerde serin yürüyüşler diliyorum!
Ben temmuz ayında gittim ve gayet memnun kaldım. Hava aşırı sıcak olmuyor, otuz dereceye bile nadiren ulaşıyor. Buna rağmen Meiji Tapınağı’na gittiğim gün hafif yağış vardı, Tokyo’da Görülecek Yerler adlı yazımda da bahsetmiştim.
Kültür olarak güneşi yücelten Japon halkının azıcık güneşli bir havaya verdiği tepkiyi görmek de çok keyifli: Çoğu kişi şemsiye ile gezerek bu aleti ismine uygun biçimde kullanıyor. Hatta bisiklet gidonlarında bile şemsiye asma yeri bulunuyor ve böylece insanlar güneşli havalarda bisiklet sürerken hep gölgede kalıyorlar!
Sonuç olarak Türkiye’de o mevsimde ne giyiyorsanız Tokyo’da da aynen o şekilde giyinebilirsiniz, özel bir bavul hazırlamanıza gerek yok.
Bu arada giysi demişken, Japonları ortalıkta kimono ve çorapla giydikleri parmak arası takunya ile dolaştığını da göreceksiniz. Tokyo’da nadir ama Kyoto’da adeta çoğunluğu oluşturuyorlar.
Japonya’nın kendine has bir yemek kültürü olduğu malumunuz. Gerçi ülkenin gastronomi başkenti Osaka kabul edilir ama dev bir şehir olan Tokyo’da da emin olun her şeyi bulabilirsiniz.
En başta şu notu düşeyim ki Japonya’da bahşiş bırakmak gibi bir alışkanlık yok. Ayrıca yemek çubuklarınızı noodle’ın içine saplamak hakaret kabul ediliyor, sakın yapmayın!
Tavsiyelerime geçmeden önce yine birkaç ilginç anekdottan bahsetmek istiyorum. Halk o kadar düzenli ki sokaktaki seyyar satıcıların önünde bile gayet düzenli biçimde sıraya girip uslu uslu bekliyorlar. Öyle kaynak yapmak, izdiham yaratmak yok!
Restoranlar ise ülkemizden oldukça farklı, büyük masalar nadir. Sushi mekanlarında ocakbaşı gibi tezgahta oturuluyor, fast food yerlerinde ise duvara monte bir masanın önüne tek tek sandalyeler dizili! Japonlar genellikle tek başına yemek yemeyi tercih ediyor, nadiren iki kişi yan yana oturup yemeklerini yiyor. Bizdeki gibi kalabalık grup halinde ziyafet çekme kültürü pek yok.
Son bir not, beni şaşırtan biçimde çoğu yerde insanların İngilizcesi zayıf, anlaşmak için bazen biraz çaba sarf etmek gerekiyor ama sonunda bir yol bulunuyor.
Tercihini ramenden yana kullanmak isteyenler için lezzetli ve uygun fiyatlı bir yer. Önündeki upuzun kuyruk da tavsiyemde yalnız olmadığımı size gösterecektir zaten.
Tsukemen denemenizi de öneririm.
İmparatorluk Bahçesi’nin köşesine yürüme mesafesinde, alışveriş bölgesi olan Ginza içerisinde.
Yılanbalığı (Unagi) Japonların ulusal lezzetlerinden. Kömür ateşinde tatlı-ekşi sosla pişirilip servis ediliyor.
Hemen Tokyo Tower’ın köşesindeki bu restoran da alanında başı çeken noktalardan ve ulaşım kolay.
Tokyo Dome’u ziyaret edecekseniz uğrayabileceğiniz bu restoran onun dışında muhtemelen ana rotanızdan uzak kalacaktır.
“Soba” diye isimlendirilen eski usul el yapımı noodle ve tempura yemek için iyi bir tercih.
Unlanıp kızartılmış deniz ürünü ve sebzeden oluşan tempura aslında bir Portekiz yemeği olsa da adaya gelen denizcilerden öğrenip geliştiren ustalar sayesinde artık bir Japon yemeği olarak anılıyor.
Shibuya’da yer alan Tamawarai de merkezi ve kaliteli bir alternatif.
Suşi hakkında bir şey yazmadan Tokyo yazımı bitiremeyeceğimin farkında olsam da size özellikle önerebileceğim, “mutlaka gidin” diyebileceğim bir yere rastlamadım.
Her sokakta bir suşi restoranı bulunuyor, içeride İngilizce konuşacak birini bulursanız oturup sipariş verebilir, suşinin gözlerinizin önünde hazırlanmasını izleyebilirsiniz.
En ünlü noktaların başında ise benim özellikle gitmediğim balık pazarı Tsukiji’de yer alan Sushiko bulunuyor.
Kolay ulaşılan, uygun fiyatlı ve otantik bir nokta ise Shibuya’daki Standing Sushi Bar; ancak pek alışmadığımız biçimde ayakta yemeniz gerekiyor (adı üzerinde!).
Japon usulü tavuk şiş olan yakitori için de iki iyi restoran mevcut, ikisi de merkezi konumda dolayısıyla gezi planınıza göre hareket edebilirsiniz.
Yalnız tavuğun aklınıza gelebilecek her yerini pişiriyor, siz sipariş verirken ne istediğinizi net olarak belirtmeyi ihmal etmeyin.
Hemen Shibuya istasyonunun Hachiko çıkışında bulunan Izakaya Nambantei de, altı metro hattının kesiştiği devasa Tokyo istasyonunun iki sokak yanında bulunan Isehiro Kyobashi de kaliteli yerler.
Tüm bu restoranlardan bağımsız olarak, bahsetmezsem çatlayacağım birkaç şey daha var. En önemlisi, Tokyo’da (ayrıca gördüğüm kadarıyla Osaka, Nara ve Kyoto’da, dolayısıyla büyük ihtimalle tüm Japonya’da) neredeyse her köşe başında içecek otomatı bulunuyor. Bozuk para ile çalışan, bazıları banknot da kabul eden bu otomatlarda su, her türlü gazoz ve diğer meşrubat bulunuyor.
Japonların soğuk çay (Ice Tea) anlayışı bizden epey farklı, bol su içeriyor ve neredeyse hiç çay tadı yok.
Çikolatalı sütleri de aynı şekilde yarı yarıya su gibi, dünyanın bu bölgesinde laktoz intoleransının yaygın olmasıyla bir ilgisi olabilir.
Benim favorim ise elbette ananas aromalı gazoz, neredeyse valizi doldurup getirecektim!
Bir diğer tavsiyem ise neredeyse her köşebaşında bulacağınız marketlerin unlu mamül reyonu. Japonların içi çikolatalı puding dolu muhteşem bir poğaçaları var, o kadar leziz ki bana kalsa günde üç öğün sadece onunla beslenirim. Mutlaka ama mutlaka deneyin.
Yanında kahve isterseniz de yine aynı marketler gayet uygun fiyata, lezzeti makul seviyede take-away kahve de satıyor (ben elbette ananaslı gazoz tercih ettim, kahve her yerde bulunuyor sonuçta).
Ginza bölgesi kentin temel alışveriş noktası ve butiklerle dolu. Kimono almak isteyenler göz atabilir ama göz korkutan fiyatlara kendinizi hazırlayın.
Shinjuku ise daha uygun fiyatlara rastlayabileceğiniz canlı bir alternatif.
Biraz daha genç işi giysiler peşindeyseniz Harajuku istasyonunun karşısındaki Takeshita Sokağı’na da mutlaka uğramalısınız.
Shibuya ise Japon müziği meraklıları için mağazalarla dolu.
Hediyelik eşyanın adresi ise Asakusa’da, tapınağa giden yol üzerinde yer alan ufak dükkanlar.
Son olarak, Akihabara bölgesi de elektronik alışverişin merkezi ve parlak renkli dev tabelalarıyla baş ağrıtıcı. Uzun lafın kısası her yerde size para harcatacak bir bahane var!
Benim özellikle bahsetmek istediğim yer ise Pokemon Store. Herkese hitap etmeyebilir ama benim yaş grubumda yer alanların ilgisini çekeceğini tahmin ediyorum. Tokyo Station Character Street’te yer alan ufak mağaza sizi kesmezse Ikebukuro’da yer alan Mega Pokemon Center sizi Pikachu’ya mutlaka doyuracak!
Yüksek fiyatlara ve kasa önünde upuzun bir kuyruğa hazır olun. Dev Charizard heykeli olsun, üzerinde her pokemonun yer aldığı dış duvar olsun fotoğraf çekmek bile başlı başına eğlence.
En başta belirteyim ki yukarıda da bahsettiğim üzere Tokyo’nun mükemmel bir metro hattı var, dolayısıyla herhangi bir istasyona yakın olduktan sonra oteliniz nerede olursa olsun rahatça gezebilirsiniz.
Zaten Tokyo’da Görülecek Yerler başlıklı yazımda da görebileceğiniz üzere burada turistik yerler birbirine uzak, öyle Viyana’daki gibi tek bir noktada toplanmış değil. Dolayısıyla nerede kalırsanız kalın biraz yol gitmeniz gerekecek.
Genel bir fikir olarak, yeşil metro hattı olan JR Yamanote’ye yani loop’a ne kadar yakınsanız Tokyo’nun eski kent merkezine de o kadar yakınsınız demektir, hattı ona göre kurmuşlar.
Otellerin çoğunda odaların biraz basık ve ufak olduğunu da belirteyim. Duş ile küvet arası değişik bir banyo anlayışları var ve uzun boylu olmamama rağmen benim bile başım neredeyse tavana değecekti.
Japon klozet teknolojisi ise dünya çapında, özellikle ABD’de meşhurdur ama oturduğunuzda kapıyı zar zor kapatacağınız ve dizlerinizi çarpacağınız da bir gerçek.
Asansörler ise insanı klostrofobik yapacak boyutta. Çekeceğiniz rahatsızlığı farklı bir kültür deneyimlemenin keyfi olarak düşünmekte yarar var!
Açıkçası ben kaldığım otelden memnundum, o yüzden ondan bahsedeceğim: Hotel Mystays Nippori oteli, birçok metro hattının kesiştiği Nippori istasyonuna yürüme mesafesinde, personel ve fiyatı uygun. Ayrıca istasyonda kahvaltı için iki kafe ve yan sokaklarda da iki ayrı market bulunması Tokyo’da geçireceğiniz günleri kolaylaştıracak özellikler. Yalnız yukarıda belirttiğim gibi odalar olsun, asansör olsun ufakça.
Böylece Tokyo’yu da her yönüyle tanıtmış oldum diye umuyorum. Açıkçası gittiğim yerler arasında en mutlu olduğum şehirlerden biri oldu. Avrupa’ya vize başvurusu yapmakla yorulacağınıza gidip bu farklı kültürün içinde bir hafta geçirmenizi kesinlikle öneririm.
Bu arada Tokya’da görülmesi gereken yerleri listelediğim Tokyo Gezilecek Yerler yazıma göz atmanızı da öneririm. Kansai Bölgesini (Osaka Kyoto Nara) gezmeyi düşünüyorsanız Osaka-Kyoto-Nara Seyahat Rehberi yazısına da göz atmanızda fayda var.