Seyahat etmek bir tatil gibi görünebilir. Ama yol, yolculuk insanı büyüten, geliştiren bir şey. Bu nedenle insanlar hayatlarının bir döneminde girdikleri rutin hayattan ve işlerinden istifa ederek yola çıkıyorlar. Geri dönüşsüz bir bilet alarak yollarının nerelere çıkacağını bilmeden yolda olabilmek amacıyla…
Özellikle bir kadın olarak seyahat edebilmek erkeklerden çok daha fazla temkinli olmayı gerektirse de dünyanın dört bir yanını arşınlayan çok cesur kadınlar ve onların cesaret verici hikayeleri var.
Bu hikayelerin duyulmasını sağlamak çocuklara, gençlere umut verebilir. Seyahat edebilmek sadece paradan ibaret değil ve her zaman konfor içinde seyahat etmek zorunda değiliz.
Günümüzdeki şartlar, teknoloji, gezginliğin de tanımını değiştiriyor. Artık bloglar ve videolar bizi gezginlerle buluşturuyor. Ya da kimi zaman sosyal sorumluluklar, tüm dünyanın gözü önünde atılan adımlar seyahatlere karışıyor.
Gelin dünyanın türlü ülkelerinden, günümüzde yaşayan kadın gezginlerin hikayelerine bir yolculuğa çıkalım.
İçindekiler
Kadın gezginler listemize 1972 doğumlu İsviçreli maceracı, kâşif ve gezgin Sarah Marquis ile başlıyoruz.
Babası Swatch saat firması için çalışan Marquis’in annesi ev hanımıymış.
İki de erkek kardeşi olan Marquis, bu kardeşlerin kuşkusuz en meraklısı.
Marquis’in maceracılığı oldukça erken yaşlarda baş göstermiş. Henüz 6 yaşındayken köpeğiyle birlikte evi terk edip geceyi geçirmek üzere bir mağarada kamp yapmaya kalkmış!
16 yaşındayken Avrupa’yı para ödemeden dolaşma şansı elde edebilmek adına Avrupalı bir tren şirketinde işe girmiş.
17 yaşındayken ise at sırtında Orta Anadolu’yu, yani Türkiye’yi dolaşmış. Üstelik at binmeyi neredeyse hiç bilmeden.
Sarah Marquis, bir gezgin ve kâşif olmak isteği yolu Yeni Zelanda’ya düşünce karar varmış.
Aslında ilk durağı Avustralya’ymış genç kadının, ancak Yeni Zelanda’da yürüyerek uzun bir seyahat yapınca karar vermiş: O, yürüyerek dünyayı keşfetmek istiyormuş. Böylece Sarah Marquis yollara düşmüş ve Patagonya’yı keşfetmiş.
Patagonya’dan sonra ise bir süre Fransız Polinezyası’nda kalmış. Fransız Polinezyası’nıysa kanoyla yaptığı bir Kanada yolculuğu izlemiş. Evet, Sarah Marquis, kanoyla Kanada’yı dolaşmış.
Sarah Marquis, yürüyerek yaptığı seyahatlerle meşhur. 2000’de Kanada’dan başlamış yürümeye, bütün Amerika Birleşik Devletleri’ni geçerek Meksika’ya varmış. Yaşı, henüz 28’miş.
İki yıl sonra Avustralya taşrasını yürüyerek gezerken hayatını kurtardığı köpek ise onun yalnız yolculuklarına son vermiş. O günden beri bu köpek, Marquis’in gezilerinde ona arkadaşlık ediyor.
Bundan sonra Sarah Marquis’in gezileri hep biraz daha zor ama heyecan verici olmuş. 2010 ila 2013 yılları arasında tam 3 yıl boyunca tek başına Siberya’dan Avustralya’ya yürümüş ve 2014’te National Geographic tarafından Yılın Maceracısı seçilmiş.
Marquis, hayatının serüvenine ise 2015’te çıkmış: Bir helikopterden Avustralya’nın en vahşi ormanlarına, medeniyetten kilometrelerce uzakta bir noktaya atlamış.
Üç ay boyunca ondan haber alınmazken, Sarah Marquis üç ay sonra 750 kilometre güneyde nihayet ortaya çıktığında ise ağzından şu cümleler dökülmüş:
“Bana yiyecek verin, lütfen bana yiyecek verin!”
Sarah Marquis, yine de, en büyük hayalini gerçekleştirmenin sevinciyle gülümsüyormuş.
Sarah Marquis, 2018’den beri ise Tazmanya’yla ilgileniyor ve burada bölgenin eşsiz, kendine özgü türlerini kayıt altına alıyor.
Sıradaki gezginimiz genç yaşına bolca ülke sığdırmış, en büyük tutkusu olan tarihi seyahat ile birleştirmiş biri. Justin Gosling aslında bir sağlık görevlisi.
Fakat 2015 yılında, işine bir ara vermesi gerektiğini düşünüyor ve hayatının yolculuğuna çıkıyor.
Tarih sevgisinden dolayı, ‘Iron Curtain’ olarak adlandırılan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın iki ayrı parçaya ayrılmasıyla oluşan ‘Demir Perde’ ülkelerinin peşine düşüyor.
İlk kez Winston Churcill tarafından kullanılan ‘Demir Perde’ tabiri, Sovyetler Birliğini ve onun kontrolünde olan ülkeleri diğerlerinden ayırmak için kullanılıyordu.
Justine de kararlaştırdığı rotasına Finlandiya’dan başladı ve Karadeniz’e inerek ‘Demir Perde’ ülkelerinin sınırlarında ilerledi.
6 bin kilometrelik bir yolu hem yürüyerek hem de bisiklete binerek kat eden Justine için bu yolculuk adeta bir okul gibiydi.
Yolculuğun başında daha önce hiçbir gezi tecrübesi yoktu. Fakat zamanla kendi tabiriyle bir seyahat ‘tesisatçısına’ dönüştü. Yani elinden her iş gelir oldu.
Polonya’da yaşadığı talihsiz trafik kazasında bile olay anında gerekli önlemleri almayı başardı. Sağlık görevlisi olması seyahatin beklenmeyen sıkıntılarını hafifletebilmesine olanak sağladı.
Justine yolculuğuna başlamadan önce belirlediği rota üzerindeki ülkelerdeki en ünlü ve kapsamlı müzelerle irtibata geçti. Onlara seyahat amacını açıklayarak hem konaklama olanakları hem de seyahat ipuçları hakkında yardımcı olmalarını istedi. Birçok müzeden bu heyecan verici yolculuğu için olumlu dönüş aldı.
Justine’in bu seyahate çıkarkenki asıl motivasyonu Sovyetler Birliği’nin tarihsel ve psikolojik etkilerinin izini sürmekti.
Romanya’nın geçmişin etkisinden kurtulamadığını ve bir türlü kendisini yenileyemediğini belirtti.
Estonya onu şaşırtmış ve ülkenin oldukça ileri görüşlü insanlara ev sahipliği yaptığını keşfetmişti.
Finlandiya’nın Rusların bu kadar etkisinde kaldığını hatta bir dönem Rus İmparatorluğu’na ait olduğunu bilmiyordu.
Polonya’da ise insanların çok optimist olduğunu görse de yoldan hızla geçen bir kamyon tarafından kenara savruldu. İki hafta hastanede tedavi gördükten sonra yoluna devam etti.
Yolculuğu esnasında tarih için oldukça önemli hikayeleri olan insanlarla tanıştı. Yolculuğundan ona kalan fikir ise ‘kararlılığın gücü’ oldu. Ona göre insan bedeni bir makine gibiydi. Neyi emredersek onu yapıyordu. Sovyetler Birliği’nden arda kalan bu ülkelerde insanların kendilerini toparlayıp ülkelerini nasıl geliştirdiklerine dair cevabı da buydu.
Justine Discovery Channel’in gönüllü seyahat elçisi. Birçok organizasyonda konuşmalar yapıyor ve şu an üzerinde çalıştığı bir kitap var.
2016 yılında yine tarih sevgisiyle Bosworth’tan başlayıp Londra’da sona eren, Tudor hanedanlığı için en önemli spotların izini sürdüğü 400 kilometrelik bir yürüyüş yaptı.
Günümüzde ise kendini daha çok Kuzey Kutbu’na ve buzullara vermiş halde.
Sıradaki isim oldukça ilginç bir hayat hikayesine sahip olan, 93 yaşında bir gezgin.
Jan Morris, 2 Ekim 1926 yılında dünyaya gelmiş ve bir gazeteci olarak başladığı serüvenini, Everest’in zirvesine ilk çıkan dağcıların haberini yaparak taçlandırmış.
1970’lerde ise Fas’a giderek cinsiyetini değiştirmiş ve bir kadın olarak hayatına devam etmiş.
İngiliz bir anne ve Galli bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen James, oldukça iyi okullarda eğitim gördü.
1926 yılında kariyerine istihbaratçı olarak başladı. İkinci Dünya Savaşı’nda İtalya ve Filistin’de görev aldı. Ardından gazeteciliğe adım attı.
Che Guevera’yla tanıştı, nükleer bombadan sonra Hiroşima’yı ziyaret etti.
1950’li yıllarda The Times gazetesi için yazmaya başladı. Buradayken Edmund Hillary ve Tenzing Norgay’in Everest’in zirvesine tırmandıkları haberini verdi.
Bu haberi kendisi de dağda, binlerce fit yükseklikte dağcıları takip ederek ele geçirmişti. Haberi aldığı gibi dağdan indi ve koşturarak ilk olmak adına yazısının başına oturdu.
1949 yılında Elizabeth Tukniss ile evlendi. Çiftin 5 çocukları oldu. Çocuklarından birini erken yaşta kaybettiler.
James, 1964 yılında, cinsiyet değiştirmeye karar verdi. O dönem İngiltere’de aynı cinsiyette kişilerin evli olması yasal olmadığından, Elizabeth ile boşanması ve öyle ameliyat olması gerekiyordu. Fakat James bunu istemedi.
Dönemin en iyisi olan ve Fas’ta bir kliniği olan Georges Burou’ya gitti. James artık Jan isminde bir kadındı.
Jan hayatı boyunca çok fazla seyahat etti. Seyahatlerinin ardından kaleme aldığı makaleler, kitaplar, biyografiler, şehir portreleri hiç yurt dışına gitmeyen insanlara o hiç bilmedikleri sokaklarda yürüyormuş hissini yaratmayı başaran türde eserlerdi.
“A Writer’s World: Travels 1950-2000” isimli anı kitabı kaleme aldığı en kapsamlı seyahat rehberi.
Jan’in Oxford, Venedik, Hong Kong üzerine yazdığı seyahat kitapları da var.
Fakat belki de bu ilginç yaşamı en ayrıntısıyla bize sunduğu, 1974 yılında yayınlanan “Conundrum” isimli otobiyografisi en değerli eserlerinin başında geliyor.
1984 doğumlu İngiliz Anna McNuff hayatına birçok macera sığdırsa da en çılgınlarından biri Büyük Britanya etrafında yalın ayak maraton koşusu yapmasıdır herhalde. Evet yanlış duymadınız!
Anna iki spor düşkünü ebeveynin çocuğu olarak doğduğunda aslında nasıl bir hayat yaşayacağı belli olmuştu.
Çocukluğunun ilk yıllarından beri fiziksel olarak aktifti. 6 yaşındayken erkekler liginde futbol oynamaya başladı. Daha sonraları bir kadın kulübüne girdi.
16 yaşında kürek sporuna başladı ve Britanya’yı temsil etti. Birçok başarı ve madalyanın ardından yaşadığı bir sakatlık yüzünden kürek sporunu bıraktı.
Hayatında yaşadığı bu talihsiz olay onu bambaşka bir yolculuğa yöneltmişti. Kendisini bir maceracı olarak nitelendiren ve seyahat etmenin yanı sıra fiziksel olarak da kendisine meydan okumayı seven Anna bu ikisini birleştirmenin bir yolunu bulmuş. Bunun sonucunda da gelsin rekorlar!
2013 yılında 7 ay boyunca 20,000 kilometrelik yol kat ederek Kuzey Amerika’da bisiklet turuna çıkmış.
2015 yılında ise yanında 14 kiloluk çantasından başka hiçbir destek bulunmadan Avustralya’nın Te Araroa Yolu’nu geçmiş. Günde 50 kilometre koşup geceleri de uyuyarak bu macerayı 148 günde tamamlamış.
2016 yılında Bolivya, Şişi ve Arjantin’i, bir arkadaşı ile birlikte pedal çevirerek geçmiş.
Ve ilk olarak bahsettiğim, en popüler başarısı ise 2019 yılında Britanya’nın etrafını 4500 kilometre kat ederek çıplak ayak yürümesidir. Özellikle bu macerasından sonra televizyon programlarına katılmış, çeşitli kurum ve kuruluşlarda motivasyon konuşmaları vermiştir.
Anna’nın hem kurmaca hem de kurmaca olmayan birçok kitabı vardır. Kitaplarında seyahat ve maceralarını anlatır, insanlara istendiği takdirde başarılamayacak şey olmadığını gösterir.
Çocuklar için kaleme aldığı ‘Büyümeden Önce Çıkmanız Gereken 100 Macera’ isimli bir kitabı da vardır.
Anna, kadınları ve küçük kız çocuklarını seyahat etmeye, sporcu olmaya teşvik etmeyi amaçlayan birçok vakfın da kurucusu ve üyesidir.
Rotamızı biraz da ülkemize çevirelim. Türkiye’de gezginlik hikayelerinin, plaza hayatının cana tak etmesiyle fitillendiğini çoğu kez gördük.
Hülya için de aynı şey olmuş. ‘Ruhu Bohçada Gezen’ isimli kendi blogunda kaleme aldığı, bu serüvene nasıl başladığına dair hikayesinde çok etkileyici bir cümlesi var.
Sakarya’da doğduğu ve büyüdüğü için yurt dışına seyahat etmeyi o yıllarda ancak ya çalışmaya Almanya’ya ya da hacca Mekke’ye gitmek sandığını söylüyor. 16 yaşında yaptığı bir üniversite gezisi, onun aslında ilk seyahati.
Hülya yurt dışına bir gezi macerasına ilk defa Buket Uzuner’in bir kitabında ‘interrail’ı gördükten sonra çıkmaya karar vermiş.
Yıllık izinleri, resmi tatilleri derken günlerini onlarca ülkeyi gezmeye harcamış ve sonunda bu kadar kısıtlı sürelerde seyahat etmek zorunda olmak canına tak etmiş ki işten ayrılmış. Hayatına bambaşka bir yön vermeye karar vermiş.
Hülya’nın hikayesinde beni en çok etkileyen, işi bıraktıktan sonra imece usülü diyebileceğimiz bir şekilde eşten dosttan gönül fonlarıyla, bir arkadaşı Burcu Ertunç ile birlikte ‘Bohçamda Anadolu’ isimli bir yolculuğa çıkmaları oldu.
Bohçamda Anadolu ile birlikte 3 ay boyunca Anadolu’nun köylerinde gezen bu ikili köylerin ve insanların kendi hikayelerine kulak vermiş, köy çocuklarından aldığı mektupları diğer köylere taşımışlar.
Yolculuklarında onu en çok motive eden şeylerden birinin, başkalarını da yolculuk yapabilmeye, özellikle küçük kızları seyahat edebilmeye cesaretlendirmek olduğunu söylüyor Hülya.
Yolculuklarında öğrendiği şeylerden biri olan hikayeler, onu hikaye anlatıcılığı ile de tanıştırmış. Hülya günümüzde hikaye anlatıcılığı atölyeleri de düzenliyor.
Şimdi size bahsedeceğim kadın aslında kendi başına bir gezgin olmasının yanı sıra Türkiye’de çok da güzel bir oluşuma sebebiyet vermiş bir isim, Cemre Nur Meleke.
Cemre Nur, 2014 yılında bir dergide editörlük yaparken ‘Gezgin Kadınların 7 Özelliği’ isminde bir yazı kaleme alıyor.
Ardından bu mizahi yazıyı paylaşmak ve kadınlara ulaşmak isteyince internette ‘gezgin kadınlar’ı aratmaya başlıyor. Çıkan sonuç onu oldukça üzüyor çünkü her konuda bir grubun yer aldığı Facebook’ta böyle bir grup yok. Böylece kendisi bir grup kurmaya ve kadınlara ulaşmaya karar veriyor.
Cemre Nur’un bu grubu kurmaktaki amacı aslında Türkiye’de sayısı çokça olan fakat bir araya gelememiş kadın gezginler arasında bir iletişim kurabilmek, deneyimlerin paylaşılması ve de her kadının seyahat edebilmesi için cesaret aşılamak.
Öyle de oluyor. Grubun şu an 11 bine yakın üyesi var. Aynı zamanda ‘gezginkadınlar.com’ isimli bir internet siteleri de mevcut. Bu platformlar üzerinden ‘kız kardeşler’ birlikte geziler planlıyor, düzenliyor ve dünyanın dört bir yanına hep birlikte yola çıkıyorlar.
Eski çağlarda bahsettiğimiz gezginler en fazla seyahatleri ile ilgili kitaplar yazıyordu. Günümüzde gezginlik bir mesleğe dönüşmüş durumda. Deneyimleri ilk ağızdan paylaşmak seyahate çıkacak insanlar için en önemli tecrübeler.
Şimdi size tek bir kadın gezginden değil, çok yakın iki arkadaş olan Öykü Doğan ve İdil Atay’dan bahsedeceğim. Eğer sosyal medya kullanımında aktifseniz eminim ki meşhur blogları ‘oitheblog’ bir yerden gözünüze çarpmıştır.
İdil ve Öykü iki kadın gezgin. Kendi hikayelerini sahip oldukları blogda öyle komik ve alaycı bir şekilde açıklıyorlar ki özgüvenlerine hayran olmamak elde değil.
Bu iki yakın arkadaş söylediklerine göre ilkokuldan beri birlikteler. O dönemler sürekli didiştiklerini fakat daha sonraları ev arkadaşı olduklarını belirtiyorlar bloglarında.
Aslında farklı mesleklere sahipler. Fakat hayatlarının bir döneminde bu tutkularına tamamen eğilerek bunu bir hayat amacı ve meslek haline getiriyorlar. Birlikte ‘oitheblog’u kuruyorlar.
Oi hem kızların baş harfleri hem de birçok dilde ‘selam’ anlamına geliyor. Bu nedenle bu ismi seçtiklerini açıklıyorlar.
Kaç ülke, kaç şehir gezdin, en çok etkilendiğin yer neresiydi tarzda sorulardan hiç hoşlanmadıklarını belirten İdil ve Öykü her ne kadar söylemeyi tercih etmeseler de Şili’den İzlanda’ya Uruguay’dan Japonya’ya dünyanın dört bir yanını arşınlamışlar.
En güzeli de bu seyahatlerini muazzam bir şekilde belgelemeleri. Öyle güzel fotoğraflar çekip seyahatlerinin ardından öyle güzel, ayrıntılı rehberler hazırlıyorlar ki gitmiş kadar oluyorsunuz.
Seyahat etmek isteyenlere, kendi görmek istediğimiz tarzda detaylı rehberler hazırlıyoruz diyorlar. Bu işi de hakkıyla yapıyorlar.
Kafe, restoran önerisini herkes verir, İdil ve Öykü kimi zaman o muzip dilleriyle nereye asla gitmemeniz gerektiğini ya da bölgenin fiyat performans olarak en iyi mekanlarını bile listeliyor!
Yazılarındaki samimi ve akıcı dil, hiç ziyaret etmediğiniz şehirlerde şöyle 3-4 gün geçirmişsiniz de keyifle eve dönüyormuşsunuz hissi uyandırıyor insanda.
Bu renkli ve muzip kadınların muhteşem gezilerine şansınız varken mutlaka bakın!
Türkiye’deki kadın gezginler sayılarla sınırlı değil. Her birinin ulaşılmayı bekleyen çok hikayesi var. O nedenle bu listenin de sonuna gelirken çok heyecan verici bir hikayeyle veda etmek istiyorum.
Tarihin Kadın Gezginleri isimli yazımızda, kadınların 1800, 1900’lü yıllarda ne şartlarda dünyayı gezdiğini heyecanla okumuştuk. Zor şartlar, erkek kılığına girmek zorunda kalmak veya ulaşım sıkıntıları bunların başında geliyordu. Fakat o çağlarda gezebilme şansı bulan kadınlar, istisnalar olsa da soylu ailelerden gelen varlıklı kadınlardı.
Günümüzde seyahat edebilmek artık parayla ölçülebilen bir şey değil. Uçak biletinizi alabildiğiniz takdirde, size evini açan insanlarla bir arada kalabileceğiniz uygulamalar, bütçe dostu hosteller, market alışverişleri gibi birçok cep dostu seçenek mevcut.
Türkiye’de son yıllarda seyahat etmenin, gezgin olmanın parayla çok da ilgili olmadığını bize göstermeye çalışan genç cesur kadınlar var. Bunların başında Yağmur Arat geliyor.
Yağmur 1992 doğumlu, Mimar Sinan Üniversitesi Şehir Bölge Planlama mezunu.
Herkes gibi mezun olduktan sonra iş hayatına atılmış. Fakat mezun olduktan hemen sonra, kendini işine bağlamadan önce 5 ülke gezdiği bir Avrupa seyahatine çıkmış.
Bu seyahatte yaşadığı anıların çok keyifli olduğunu ve içine seyahat etmenin bir tutku olduğunun tohumlarını ektiğini söylüyor röportajlarında.
İş hayatına başladıktan sonra para biriktirip her tatil fırsatında bu gezilere çıkmaya karar vermiş.
Fakat bir yıllık bir çalışma macerasının ardından hem çok para biriktiremediğini hem de 10 günlük bir tatilin istediği türde seyahatler yapmak için çok kısıtlı bir süre olduğuna karar vermiş.
Günümüzdeki birçok gezgin gibi o da bunu fark ettikten sonra yollarda olması gerektiğine karar vermiş ve istifa etmiş.
Freelance işlerde çalıştıktan sonra ilk büyük yolculuğuna çıkmış Yağmur. Hem de öyle yakınlarda bir yere değil Hindistan’a gitmeye karar vermiş.
Tek yönlü bir bilet almış ve böylece macera başlamış. 3 ay boyunca Güney Asya turu yapmış ve artık bir yere bağlı kalarak yaşamak istemediğini ve hep yolda olmak istediğine karar vermiş. Böylece dünya turuna başlamış.
Gittiği yerlerde gönüllü işlerde çalışıp couchsurfing gibi konaklama uygulamaları kullanan Yağmur seyahatini oldukça düşük bütçelerle karşılıyor. Sıklıkla tercih ettiği otostop onun için bir ulaşım yolundan ziyade bir kültür.
Yağmur’un Youtube serüveni öncelikle platforma ailesi ve arkadaşlarını kendisinden haberdar etmek için videolar yüklemesi ile başlıyor.
Japonya seyahatinde, Osaka’da kaldığı kapsül otel deneyimiyle ilgili videosunun tam 4 milyon kez izlenmesi üzerine seyahatlerinin maddi kaynağı belli oluyor.
Bu saatten sonra bir geçim kaynağı olarak Youtube’u kullanıyor. Kanalında gittiği her ülkeden çok keyifli videolar paylaşıyor. Günümüzde 353 bin abonesi var.
Yağmur 50’nin üzerinde ülkeye gitmiş olmasına rağmen gezginliği bir skor tablosu olarak görmüyor.
Birçok röportajında, bir ülkede bulunmanın o ülkeyi tanımak olmadığını belirtiyor. Ona göre uzun süreler bir ülkede bulunmak, yerli halkla iletişim ve yakınlık kurmak, mümkünse onların evinde kalıp birlikte paylaşımda bulunmak en önemli şey.
Yağmur’un 2019 yılında ‘Bir Yol Bin İhtimal’ isimli bir kitabı çıktı. Anlatı türündeki bu kitap Yağmur’un dünya yolculuğunu anlatıyor. Kitabın arkasında çok etkileyici bir sözü var.
Yolun ne olduğuna dair, özellikle de Türkiye’de bir kadın olarak seyahat edebilmenin ne kadar önemli olduğunu da vurgu yapan bu sözlerle bu keyifli listeyi sonlandırıyorum.
‘Yol, herkeste heyecan yaratır, ister iş için olsun ister tatil. Ama benim amacım ikisi de değil.
Ne iş için seyahat ediyorum, ne de kısa bir tatil için.
Yirmi beş yaşına kadar cevaplayamadığım sorulara yanıt bulmak üzere yola çıkıyorum.
…
Bu yüzden elimde tek yön bir bilet var.
….
Şimdiye kadar hayatta ne istemediğimi anladım, ne istediğimi ise hâlâ bilmiyorum.
Bütün sınırlarımı kaldırıp merak ettiğim her şeyi yolda deneyimleyerek kendimi bulmaya çalışacağım. ’
Haydi kadınlar yollara!