Bence bir şehri unutulmaz kılan en önemli detayların başında şehrin sahip olduğu kültürel miras ve o kültürün şehre kazandırdığı ikonik yapılar geliyor. Kimi fotoğraflarda göründüğünden çok daha güzelmiş dedirtirken kimi ben daha farklı hayal etmişim dedirtiyor. Köprüden gökdelene, camiden kiliseye, heykelden anıta şehirlerin simgesi haline gelmiş, hatta kimi zaman şehirlerden daha popüler olmuş yapıların hikayelerine bir göz atmaya ne dersiniz?
İşte ünlü şehirler ve simgeleri:
YURT DIŞI
İçindekiler
Statue of Liberty yani Özgürlük Heykeli Amerika Birleşik Devletleri’nin 100. Kuruluş yılını kutlamak üzere Fransa tarafından hediye ediliyor. Bakırdan yapılan doksan üç metre yüksekliğindeki heykel parçalar halinde gemi ile New York City’e getirilmiş. Sağ elinde bir meşale sol elinde ise Bağımsızlık Bildirgesi’ni tutan heykel Özgürlük Adası üzerinde bulunuyor. Aynı zamanda gözetleme kulesi olarak da kullanılan heykelden New York City Limanı’nı izlemek oldukça keyifli. Özgürlük Heykeli’ni uzaktan görmek bana yetmez derseniz feribotla adaya ulaşıp merdivenle anıtın üzerine tırmanabilirsiniz.
Dünyadaki en uzun yedinci asma köprü olan Golden Gate kırmızı rengi ile dikkat çekiyor. 1937 yılında hizmete açılan Golden Gate Köprüsü San Francisco Körfezi’nin girişinde bulunuyor. San Francisco’ya giderseniz köprüyü kiraladığınız bisikletle geçmek bambaşka bir deneyim olacaktır. Bir hayli turistik ama oldukça keyifli bir aktivite. Benden söylemesi. Eğer benim gibi bisiklete binme konusunda pek başarılı değilseniz köprüyü yürüyerek de geçebilirsiniz. Ancak baştan söyleyeyim oldukça yorucu birazcık da ürpertici.
Brezilya’nın Portekiz işgalinden kurtulmasının 100. yılı şerefine yapılan Kurtarıcı İsa Heykeli ya da orijinal adıyla Cristo Redentor Rio de Janerio’nun tepe noktasında yer alıyor. Tamamlanması beş yıl süren Kurtarıcı İsa Heykeli kaidesi ile birlikte toplam otuz sekiz metre yüksekliğinde.
Sidney’in simgesi haline gelmiş olan Opera Binası 1957 yılında Danimarkalı Mimar Joern Utzon tarafından tasarlanmış. Mimar Utzon binayı tasarlarken bulutlardan, kuşların kanatlarından, deniz kabuklarından ve palmiye ağaçlarından ilham aldığını dile getirmiş. Açılışını 1973 yılında Kraliçe II. Elizabeth’in yaptığı opera binasının inşaatında on bin işçinin çalıştığı biliniyor. Her yıl yaklaşık üç bin gösterinin sahnelendiği Opera Binası milyonlarca izleyiciyi ağırlıyor.
Dünyanın 7 Yeni Harikası’ndan biri olan Hindistan’daki Tac Mahal’ın hikayesi oldukça hüzünlü biten bir aşka dayanıyor. Hikayeye göre Babür Hükümdarı Şah Cihan ve güzel eşi Ercümend Banu küçük yaşlarda büyük bir aşkla evlenmiş. Sonrasında Şah Cihan politik sebeplerden dolayı birkaç farklı evlilik daha yapmış olsa da en güvendiği eşi her daim ilk göz ağrısı Ercümend Banu olmuş. Ancak Banu, on dördüncü çocuğunu doğururken vefat etmiş. Şah Cihan ise teselliyi sanat ve mimari de aramış olacak ki eşi Ercümend Banu’ya muhteşem bir anıt mezar olan Tac Mahal’i yaptırmış.
Pekin’in orta noktasında bulunan Yasak Şehir için kentin ortasında başka bir şehir desem yeridir. Çin kültür mirasının en önemli sembollerinden biri olan Yasak Şehir Pekin’in en meşhur simgesi. Yaklaşık beş yüz yıl boyunca imparator ve hizmetlilerinin yaşadığı sarayın içinde 1925 yılından beri Saray Müzesi yer alıyor. 720 bin metrekarelik bir alan üzerinde kuru olan yapının 8 bin 707 odası ve 980 farklı yapısı var. 1987 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan yapı dünyada korunmuş en geniş ahşap yapılı bina olarak tescillenmiş.
Kızıl Meydan’ın ortasında ziyaretçilerine adeta bir görsel şölen yaşatıyor Aziz Vasil Katedrali. Renkli kubbeleri ile beğeni toplayan Aziz Vasil Katedrali insana kendini bir masalın içinde gibi hissettiriyor desem abartmış olmam sanırım. UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alan bu masalsı katedral Korkunç Ivan’ın Tatarlara karşı kazandığı zaferi kutlamak için yaptırılmış. Katedralin sekiz kubbesinin her biri savaşlarda kazanılan zaferleri sembolize ediyor. İnşası 1561 yılında tamamlanan katedral yıllar sonra yıkılmış. Ancak aslına uygun olarak tekrar yapılmış.
Mısır’da bulunan piramitlerin en eskisi ve en büyüğü olan Keops piramidi Kral Khudu için inşa edilmiş bir anıt mezar. Yapımına M.Ö 2540 yılları civarında başlandığı söylenen piramidin inşaası yaklaşık yirmi üç yıl sürmüş. Keops Piramidi’nin nasıl inşaa edildiğine dair pek çok tez olsa da hala gizemini koruyan bir konu. Tarihin gizemli sayfalarına ilgi duyuyorsanız Keops Piramidi’ni mutlaka görün derim.
1909 yılında yapılan Küçük Deniz Kızı Heykeli Kraliyet Tiyatrosu’nda sahnelenen Küçük Deniz Kızı Balesi’nin baş balerini Ellen Price’dan esinlenilerek yapılmış. Kophenhag’ın Langelinie Limanı’nda bir taşın üzerinde oturan Küçük Deniz Kızı Heykeli Kopenhag’da görülecekler listenizde mutlaka olsun. Ancak söylemeden geçemeyeceğim. Heykel hayal ettiğinizden biraz daha küçük çıkabilir. O yüzden heykele doğru olan yürüyüşünüze beklentinizi fazla yüksek tutmadan başlayın derim.
Dünyanın en büyük ikinci dört yüzlü saati olan Big Ben, Westminster Sarayı’nın yanı başında yer alıyor. İnşası 1859 yılında tamamlanan Big Ben şehrin en ikonik yapılarından biri olarak gösteriliyor. UNESCO Dünya Mirası Sit Alanı’nda yer alan Big Ben Londra denilince ilk akla gelen görüntülerden biri. Minik bir bilgi daha verecek olursam 96.3 metre yüksekliğindeki Big Ben Kulesi’nin çanı çaldığında anda on dört kilometre uzaklıktan duyulabiliyor.
1402 yılında IV. Karl tarafından yaptırılan Charles Köprüsü Prag’ın en bilinen simgelerinden biri. Üzerinde otuz farklı heykel bulunan Charles Köprüsü 520 metre uzunluğunda. Charles Köprüsü’nün üzerine pek çok farklı heykel var. Köprüye yerleştirilen ilk heykel ise Aziz Jan Nepomucky heykeli. Rivayete göre 1683 yılında köprüye yerleştirilen bu heykelin eline dokunursanız Prag’a yolunu bir kez daha düşermiş. Günümüzde araç trafiğine kapalı olan Charles Köprüsü’nün üzerinde her daim bir yaya trafiği var. Özellikle turistlerin üzerinde bolca fotoğraf çekildiği, büyüleyici şehir manzarasını seyrettiği Charles Köprüsü Prag’ın en özel yapılarından biri.
Roma İmparatorluğu Dönemi’nde gladyatör dövüşlerinin düzenlendiği bir eğlence ortamı olarak kullanılan Kolezyum’un iki bin yıllık bir geçmişi var. Yaşanan depremlerde zarar görmüş olsa da Kolezyum, Roma’nın en ünlü yapısı olarak her yıl şehre gelen milyonlarca turisti ağırlamaya devam ediyor.
Dünyanın en bilinen şehir simgelerinden biri olsa gerek Eyfel Kulesi. İnşa edildiği yılı takip eden kırk bir yıl boyunca insan elinden çıkan dünyanın en uzun yapısı olma ünvanını elinde tutan Eyfel Kulesi Fransız Devrimi’nin 100. yılı anısına inşa edilmiş. Eyfel Kulesi aslında daha sonra yıkılmak üzere, sadece yirmi yıllık bir süre için yapılmış. Ancak sonrasında haberleşme ve radyoculuğun gelişmesine katkıda bulunduğu için kaldırılmamış. 1889 yılından beri yerinde duran, ‘Aşıklar Şehri’ Paris’in simgesi Eyfel Kulesi her yıl milyonlarca turisti ağırlıyor.
Barselona’nın simgesi haline gelmiş Sagrada Familia halk arasında bitmeyen kilise olarak anılıyor. Nedeni ise inşaasına 1882 yılında başlanan kilisenin hala tamamlanamamış olması. Ünlü İspanyol Mimar Antoni Gaudi’nin pek çok eserinde olduğu gibi Sagrada Familia’da da belli başlı pek çok sembol var. Gaudi’nin tanrıya ve doğaya olan sevgisini kilisenin her köşesinde hissetmek mümkün. Söylemeden geçmek olmaz Sagrada Familia’nın inşaatı Gaudi önderliğinde başladı. Ancak Gaudi Sagrada Familia’nın önünde bir tramvayın altında kalarak hayatını kaybetti. İspanyollar katedralin inşaasını Gaudi’nin ölümünün 100. yılına ithafen 2026 yılında tamamlamayı planlıyor.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Pisa Kulesi’nin inşasına 1173 yılında başlanmış. Beş yıl boyunca dik duran Pisa Kulesi üçüncü katın çıkılmaya başlanması ile birlikte eğilmeye başlamış. Zeminindeki toprak yapısı nedeniyle eğilen kulenin düzelmesi için pek çok çalışma yapılmış. Ancak çalışmalar tam anlamıyla sonuç vermemiş. Günümüzde hala dört derecelik bir eğimle ayakta duran kule ziyaretçilerine sembolik pozlar verdiriyor. Kuleyi ziyarete gidenler için bir klasik olmuş kuleyi tutmaya çalışır gibi poz vermek de onlardan biri.
Çok sayıda antik yapıya ev sahipliği yapan Akropolis Atina’nın tepelerinde yer alan şehrin en simgesel yapılarından biri. Athena Nike, Partheon ve Erechtheion tapınaklarına ev sahipliği yapan Akropolis şehrin pek çok noktasından görülüyor. Oldukça büyük olan Akropolis’i hakkını vererek gezmek isterseniz tam bir gününüzü ayırmanız gerekebilir. Benden söylemesi.
YURT İÇİ
İstanbul’un sayısız sembolü var. Ancak bana sorarsanız Galata Kulesi onların en ihtişamlıları arasında ilk sıralarda yer alıyor.
İlk olarak Bizans Dönemi’nde inşa edilen kule şehirde yaşanan pek çok yangın ve depremin ardından zarar görmüş. Osmanlı Dönemi’nde pek çok kez renove edilen Galata Kulesi şu anki haline II. Mahmut Dönemi’nde getirilmiş. O dönemde en üst kulenin üzerine iki kat daha çıkılmış ve külah şeklindeki çatısı eklenmiş. Galata’daki ara sokakların kesişim noktasında bulunan Galata Kulesi’nin en tepesine çıkıp nefes kesen bir İstanbul manzarasına tanıklık edebilirsiniz. Özellikle havanın güneşli ve açık olduğu bir güne denk gelirseniz kuleden inmek istemeyebilirsiniz. Benden söylemesi.
Konak Meydanı’nda yer alan Saat Kulesi, 1901 yılında Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yılını kutlamak amacıyla yaptırılmış. Kulenin esas saati ise Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilmiş. Ancak sonrasında kulenin dışına baklava dilimi şeklinde kabartmalar yapılmış ve dört saat daha eklenmiş. Kule 1974 yılında yaşanan depremde hasar görmüş ve saati tam deprem saatinde durmuş. Saat iki yıl boyunca sadece depremin saatini 02.04’ü göstermiş. Uzun süren onarım sürecinin ardından saat tekrar çalışır hale getirilmiş.
2011 yılından beri UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Selimiye Cami bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik yapmış Edirne’de yer alıyor. II. Selim Dönemi’nde yapılan Selimiye Cami’nin inşaatı yedi yıl sürmüş. Mimar Sinan neredeyse Edirne’nin her yerinden görülen Selimiye Cami’ni ‘ustalık eserim’ olarak tanımlamış. Selimiye Cami’nin her birinde üçer şerefe bulunan dört minaresi var ve bu minareler dünyanın en görkemli örnekleri arasında gösteriliyor.
Trabzon’un Maçka İlçesi’ndeki Karadağ’ın eteklerinde yer alan Sümela Manastırı sarp bir kayalık üzerine inşa edilmiş. Halk arasında Meryem Ana olarak bilinen manastır vadiden yaklaşık üç yüz metre kadar yukarıda bulunuyor. Şimdiki görünümüne 13. Yüzyılda kavuştuğu düşünülen Sümela Manastırı UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.
Tarihte Pontus Krallığı’na başkentlik yapan Amasya’da bulunan kaya mezarlar Harşena Dağı’nın güney yamacına inşa edilmiş. Beş farklı kralın mezarının bulunduğu Kral Kaya Mezarları 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girmeye hak kazandı. Kral Kaya Mezarları sadece Anadolu’nun değil dünyanın da en önemli tarihi anıt mezarlarından biri.
Van’ın simgelerinden biri olan Akdamar Kilisesi’nin aslında oldukça hüzünü bir hikayesi var. Rivayete göre köyde çobanlık yapan bir genç, adada yaşayan Ermeni baş keşişin kızı Tamar’a aşık olur. Genç çoban Tamar’ı görmek için her gece yüzerek adaya gelir. Tamar ise eline aldığı fenerle çobana bulunduğu yeri işaret eder. Ancak bir süre sonra Tamar’ın babası durumu fark eder ve bir gece eline feneri aldığı gibi adada tur atmaya başlar. Sürekli yer değiştiren ışığa ulaşmak için oradan oraya yüzen genç çoban yorulur ve boğularak can verir. Son sözleri ‘Ah Tamar’ olan çobanın feryadını duyan Tamar da kendini göle bırakır. Uzun yıllar ‘Ah Tamar’ diye anılan adaya zamanla ‘Akdamar’ denilmeye başlanmış ve günümüze de bu isimle gelmiş. Ermeni sanatının en değerli eserlerinden biri olarak kabul edilen Akdamar Kilisesi Van’da görebileceğiniz en güzel tarihi yapılardan biri.
Çifte Minareli Medrese Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en önemli yapılarından biri olarak gösteriliyor. 13. yüzyılda yapıldığı düşünülen medresenin taç kapısında bulunan süslemeler Selçuklu Mimarisi’nin ne kadar özel ve güzel olduğunun en önemli göstergelerinden. Medresenin taç kapılarını ve duvarlarını süsleyen kabartmaların her birinin bir anlamı olduğunu da söylemeden geçmek olmaz.
Doğal bir oluşum olan peri bacalarının yaklaşık altmış milyon yıl önce oluştuğu tahmin ediliyor. Erciyes Dağı, Hasan Dağı ve Güllüdağ’ın milyonlarca yıl önce püskürttüğü lavlar bölgeyi kurutmaya başlamış. Ardından tüf yapılar oluşmaya başlamış. Oluşan bu yapılar yağmur, sel ve rüzgarların etkisi ile şekil değiştirmiş ve peri bacaları günümüzdeki şeklini almış. Her yıl yerli yabancı milyonlarca turisti ağırlayan peribacalarına giderseniz meşhur mağara otellerinden birinde kalmanızı öneririm.
Mersin’in en önemli turizm merkezlerinden biri olan Kızkalesi tarihte pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış. Günümüzde balıkçı motorları ile ulaşılan Kızkalesi’nin oldukça hüzünlü bir hikayesi var. Rivayete göre eski adı Korykos olan Kızkalesi’nde yaşayan kralın en büyük hayali bir kızı olmasıymış. Uzun yıllar sonunda kralın bir kızı olmuş. Günlerden bir gün şehre bir falcı gelmiş ve kralın emri ile saraya çağırılmış. Kralın isteği üzerine falcı kralın kızının geleceğini yorumlamış. Falcı kralın kızının yılan sokması sonucu hayatını kaybedeceğini söylemiş. Bunun üzerine kral denizin ortasında bir kale yaptırıp kızını oraya kapatmış. Ancak kaderin önüne geçememiş. Saraydan kaleye gönderilen üzüm sepetinin içinden çıkan yılan kralın kızını sokmuş ve kız zehirlenerek hayatını kaybetmiş.
Sadece Ankara’nın değil Türkiye’nin en önemli simgelerinden biri bence Anıtkabir. Tasarımını Emin Onat ve Orhan Arda’nın yaptığı Anıtkabir’in inşası 1953 yılında tamamlan. Ardıdından 10 Kasım 1953’te gerçekleştirilen bir törenle Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’e nakledildi. Selçuklu ve Osmanlı Mimarisi’nden izler taşıyan Anıtkabir Barış Parkı ve Anıt Bloku olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor.