Kategoriler MarmaraYurt İçi

Tarihi Yarımada’da Mutlaka Görülmesi Gereken 19 Yer

29 Mayıs 1453, İstanbul’un Fethi! Tarihçilerin “Orta Çağ’ın kapanıp Yeni Çağ’ın başlaması” kabul ettikleri, belki de tarihin en önemli fethidir İstanbul’un Fethi. 29 Mayıs adım adım yaklaşırken, sizlere turist olmayı en sevdiğim ve her adımından büyük keyif aldığım bir bölgeden, Tarihi Yarımada’dan bahsetmek istiyorum.

Bir tur rotası olarak hazırladığım bu yazıda hem Bizans’ın bizlere bıraktığı emanetleri hem de Osmanlı Devleti’nin 470 yıl boyunca Tarihi Yarımada topraklarındaki adımlarını takip etmeniz mümkün. Umarım keyifle okur, çok daha büyük bir keyifle Tarihi Yarımada’da mutlaka görülmesi gereken yerleri keşfedersiniz.

1 – Eminönü Sahili / Galata Köprüsü

Tarihi Yarımada’da mutlaka görülmesi gereken yerler turumuza başlamanın en mükemmel noktası elbette Eminönü Sahili ve Galata Köprüsü!

İstanbul’un en ünlü simgelerinden olan Galata Köprüsü, 1845 yılında inşa edilip, 1992’deki yangında hasar gördükten sonra 1994 senesinde tekrar hizmete açılıyor. Haliç üzerinde uzanan 490 metrelik Galata Köprüsü, dünyada üzerinden tramvay geçen nadir köprülerden.

Bana kalırsa köprü üzerinde oltalarıyla balık tutanları ve ikonik İstanbul panoramasını izlemesi büyük keyif! Galata Köprüsü üzerinde büyüleyici İstanbul manzarasının tadını çıkardıktan sonra yavaşça Eminönü Sahili’ne ilerleyebilirsiniz.

Eminönü Sahili deyince ilk aklımıza gelen ufak teknelerde satılan, şehrin en iyi sokak yemeklerinden Balık&Ekmek klasiği ve elbette turşu suyu! Tabii şehir kültürü ile bütünleşmiş simitçiler, kestaneciler ve mısırcıları da unutmamak gerek. Sahil boyunca karşınıza İBB tarafından görevlendirilmiş satıcılar çıkacak. Hemen elinize bir şey kapıp Tarihi Yarımada turuna devam.

2 – Yeni Camii

Eminönü Sahil’de bizleri selamlayan ilk tarihi yapı, Valide Sultan Camii olarak da geçen Yeni Camii. Osmanlı ailesi tarafından inşa ettirilen büyük camilerin son örneği olan Yeni Camii, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu tarihinde yapımı en uzun süren camii

Bir zamanlar tam deniz kenarında kurulu olan Yeni Camii, zaman içerisinde denizin doldurulmasıyla biraz iç kısımda kalmaya başlıyor. Bu göz alıcı caminin tarihine bakacak olursak, ilk olarak 1597’de III. Murat’ın eşi Safiye Sultan’ın emriyle atılıyor caminin temeli; fakat maddi sebeplerle inşası durduruluyor. 1637’de tekrar inşa girişimlerinde bulunsalar da yüksek maliyet sebebiyle tekrar erteleniyor. Hatta o kadar masraf oluyor ki, halktan bu sebeple ek vergi dahi alınıyor; İstanbul halkı da “Zulmiye” ismini veriyorlar bu camiye.

En sonunda 1665’te IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın çabaları ve bağışlarıyla Yeni Camii açılıyor. Bugün Yeni Camii’ye yapacak olduğunuz ziyarette mavi, firüze ve yeşil renklerin hakim olduğu çinileri incelemeyi ve Hünkar mahfilinin altındaki kırmızımsı sütunlara (bunlar Girit Savaşı ganimetleri olarak getirilmiş) göz atmayı unutmayın. Dilerseniz Hatice Turhan Sultan Türbesi’ne de uğrayabilirsiniz.

3 – Mısır Çarşısı

Yeni Camii’nin arkasında, Çiçek Pazarı’nın hemen yanında konumlanan Mısır Çarşısı, İstanbul’daki Kapalıçarşı’dan sonra en büyük market. Göz alıcı renklerdeki baharatlar, birbirine karışan kokular, ışıl ışıl süslenmiş dükkanlar… Mısır Çarşısı içinde yer alan 86 dükkanda, aklınıza gelebilecek her tür baharatı, şifalı otları, bitki köklerini ve çiçek tohumlarını bulabileceğiniz gibi market içinde çok sayıda lokumcu, kuruyemişçi ve şarküteri dükkanları da bulunuyor.

Osmanlı Dönemi’nden günümüze ticaretin döndüğü Mısır Çarşısı’nın hızlıca tarihine ve adının nereden geldiğine bakalım. Bilinene göre, Mısır Çarşısı bir zamanlar Doğu Bizans İmparatorluğu’ndaki Makro Envalos adlı çarşının yerine kuruluyor. Yapımı yaklaşık 63 yıl süren bu çarşının temelleri 1597 senesinde III. Murat’ın annesi Safiye Sultan tarafından atılıyor; son hali ise IV. Mehmet’in annesi Hatice Turhan Sultan zamanında tamamlanıyor. İlk zamanlar “Yeni Çarşı” ve “Valide Çarşı” adıyla bilinen çarşı, Mısır’dan alınan vergilerle inşa edildiği için 18. yüzyıldan sonra “Mısır Çarşısı” olarak adlandırılmaya başlıyor. Yani bazılarımızın düşündüğü gibi baharatların Mısır’dan gelmesi ile ilişkili değil çarşının ismi.

Mısır Çarşısı’nı dolaştıktan sonra, baharat kokularından burnunuzu arındırmak için sizlere tavsiyem Tahtakale Kapısı’ndan çıkarak Kuru Kahveci Mehmet Efendi’ye uğramanız. Kahve kokusunun sardığı dükkandan taze taze çekilmiş kahve alabilirsiniz!

Minik bir not: Mısır Çarşısı, Kapalıçarşı’nın aksine pazar günleri de hizmet vermeye devam ediyor!

4 – Sirkeci Tren Garı

Mısır Çarşısı’ndan sonra rotanızı Sirkeci yönüne çevirin ve 1890 senesinde II. Abdülhamit zamanında inşa edilen Avrupa Yakası’nın ilk tren garına bir göz atın: Sirkeci Tren Garı!

Alman Mimar August Jachmund tasarımı granit kaplama yapı, özellikle girişinde yer alan saat kuleleri ile oldukça dikkat çekici. Tabii mimari özellikleri saat kuleleri ile bitmiyor. Ana giriş kapısının üstünde yer alan gül pencere, Bizans stili duvarlar, Selçuklu mimarisinden ilham alınan oymalı kapılar ve at nalı şeklindeki kemerli pencereleri ile Sirkeci Tren Garı İstanbul’da görmeniz gereken mimari yapılardan.

Yapıldığı dönemde Müşir Hamdi Paşa Garı olarak bilinen Sirkeci Tren Garı, 19. yüzyıl sonlarında Paris-İstanbul arasında sefer yapan ve kitaplara-filmlere ilham olmuş Orient Express veya bir diğer adıyla Şark Ekspresi’nin son durağı!

Eğer ilginizi çekerse şu anda garın içindeki salonlardan birinde bulunan İstanbul Demiryolları Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Üstelik müzenin girişi ücretsiz. 2005’te açılan müzede 400’den fazla parça bulunuyor. Osmanlı Dönemi’ne ait evraklar, haritalar, TCDD’nin Trakya hattının orijinal plan ve çizimleri, demir yolu personellerinin kullandığı telgraf makineleri, Orient Express’e ait biletler ve yolculara hediye etmek için basılan madolyanlar ve daha neler neler… Müzenin en özel parçaları 1955 senesinde Türkiye’de kullanılan ilk elektrikli trenlerden birine ait olan lokomotif ve Atatürk’ün 1928’deki Harf Devrimi’ni anlatırken kullandığı cetvel.

5 – Gülhane Parkı

İstikamet, Sirkeci’den 10 dakikalık yürüyüşle Gülhane Parkı. Her ne kadar klişe olsa da Gülhane Parkı denildiğinde herkesin aklına gelen Cem Karaca’nın ağzından dökülen Nazım Hikmet dizeleri: Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda! Eminim, 160 dönümlük bu parkı dolaşırken kafanızın içinde bu şarkı dönecek!

Bildiğiniz gibi Gülhane Parkı, aslında Topkapı Sarayı’nın bahçesi. Zamanında saray için güller Gülhane Parkı’nda yetiştiriliyormuş; parkın adı da zaten buradan geliyor. Osmanlı tarihinin en önemli olaylarından birine de şahitlik etmiş Gülhane Parkı. 1839 senesinde demokratikleşmenin ilk somut adımı saydığımız Tazminat Fermanı Gülhane Parkı’ndan duyurulma. Bu sebeple “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” diye de geçer tarihte.

Gülhane Parkı’nın halka açılması ise 1912’de gerçekleşiyor. Osmanlı Dönemi’nde kutlama ve bayram törenlerinin yapıldığı parkta bugün bizlere yüzyıllık ağaçlar eşlik ediyor. Dilerseniz parkın içinde yer alan çay bahçesinde oturup soluklanabilir veya İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. 

6 – İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Gel gelelim Osman Hamdi Bey’in girişimleri ile 1891 senesinde Türkiye’de açılan ilk müze, İstanbul Arkeoloji Müzelerine… Hızlıca Türkiye’deki müze bilimi çalışmalarından da bahsetmek gerek diye düşünüyorum. İlk olarak Aya İrini’de sergilenen parçalar bir zaman sonra Çinili Köşk’e taşınıyor ve Çinili Köşk bir müzeye dönüşüyor. “İmparatorluk Müzesi” anlamına gelen Müze-i Hümayun, bir süre sonra yetersiz kalınca Neo-Klasik tarzda yeni bir bina yapılıyor, bu bina günümüzdeki Arkeoloji Müzesi oluyor.

Şu anda Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk olarak toplamda üç bölümden oluşan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, bünyesinde barındırdığı eşsiz parçalarla dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden biri kabul ediliyor. 1472 tarihli Çinili Köşk içinde Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nden kalan İznik çinisi ve seramik örnekleri sergilenirken, Eski Şark Eserleri Müzesi’ne yapacak olduğunuz ziyarette Anadolu ve Mezopotamya’dan ve Arap Yarımadası’nın İslam öncesi dönemlerinden eserleri görebilirsiniz.

Kompleksin en önemli yapısı ise Neo-Klasik yapıda hizmet veren Arkeoloji Müzesi. Burada Osman Hamdi Bey’in 1887-1888’de Sayda’da gerçekleşen kazılarda ortaya çıkardığı İskender Lahdi ve Sidon kazılarında bulunan Ağlayan Kadınlar Lahdi gözünüzden kaçmaması gerekenlerden. Ayrıca burada tarihin ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Antlaşması ve Nippur’da bulunan dünyanın ilk şiir tableti de sergileniyor.

7 – Topkapı Sarayı

Tarihi Yarımada’nın tam ucunda konumlanan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasına dek 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun hem idare ve eğitim merkezi hem de sultanların yaşam alanı olarak kullanılıyor.

Bünyesindeki 300.000’lik arşivi ile dünyanın en büyük saray-müzelerinden kabul edilen Topkapı Sarayı, çeşitli bölümlerden oluşuyor. İki ana bölüm, zamanında “hizmet alanı” olarak kullanılan Birun ve “iç örgütlenmenin” olduğu Enderun bölümü. Bunlar haricinde ziyarete açık olarak Saray Mutfağı, Zülüflü Baltacılar Ocağı, III. Ahmet Kütüphanesi ve Bağdat Köşkü gibi diğer bölümler bulunuyor.

Tahmin edersiniz ki Topkapı Sarayı’nın en ilgi çekici ve en çok ziyaretçi toplayan bölümü Harem ve çeşitli İslam topraklarından toplanarak getirilen parçalardan oluşan Kutsal Emanetler bölümü.

8 – Aya İrini Kilisesi

Topkapı Sarayı bahçesinde yer alan Aya İrini Kilisesi (Hagia Eirene olarak da geçer) Doğu Roma İmparatorluğu’nun ilk kilisesi olarak, İstanbul’un en eski ibadet yapısı.

İsmi “Kutsal Barış” anlamına gelen kilise, 330’lu yıllarda I. Konstantin tarafından yaptırılıyor ve İstanbul’un fethinden sonra cephanelik olarak kullanılıyor. III. Ahmet döneminde ise 1726’da ilk müze görevi Aya İrini Kilisesi’ne veriliyor; burada eski silahlar ve savaş malzemeleri sergileniyor.

Aya İrini Kilisesi’nin bence en önemli noktası, yapısına tarih boyunca hiçbir zaman dokunulmamış olması. Burası bugüne kadar camiye çevrilmemiş en büyük Bizans kilisesi olarak biliniyor. Eğer Bizans’tan günümüze dek varlığını sürdüren Aya İrini Kilisesi’nde farklı bir deneyim yaşamak istiyorsanız, sizlere önerim İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) bünyesinde düzenlenen İstanbul Uluslararası Müzik Festivali’ni takipte kalmanız. Aya İrini Kilisesi bu festivale ev sahibi olan mekanlardan biri!

9 – Ayasofya

Sırada dünyanın ilk katedrali var: Kutsal Bilgelik anlamına gelen Ayasofya! Toplamda üç kez aynı yere inşa edilen bu görkemli kutsal alan, arkeologlar tarafından “Üçüncü Ayasofya” olarak isimlediriliyor.

Doğu Roma İmparatorluğu’nda uzun yıllar katedral olarak kullanılan yapı, 1453 senesinde İstanbul’un Fethi ile camiye devşiriliyor, 1935’ten 2020 yılına kadar müze olarak kapılarını ziyaretçilere açtıktan sonra, 2020’de tekrar camiye dönüştürülüyor.

Dünyanın ilk katedrali olmanın yanı sıra, bin yıllar boyunca dünyanın en büyük katedrali unvanını koruyan Ayasofya, her ne kadar şu anda bir cami olarak hizmet veriyor olsa da günümüzde yeryüzünün en büyük 4. katedrali.

Ayasofya’ya gerçekleştireceğiniz ziyarette eminim iç dekorasyondaki ahenk sizleri büyüleyecek! Hz. İsa ve Hz. Meryem, yapının pandiflerinde yer alan ve Ayasofya ile bütünleşmiş simgelerden Seraphim Melekleri ve Osmanlı tuğraları mükemmel bir harman içerisinde.

Mozaikleri ile ünlü Ayasofya’da gözünüzden kaçmaması gereken birkaç mozaik yer alıyor. Apsiste yer alan ve yapının ilk figürlü mozaiği olarak bilinen Hz. Meryem ve bebek İsa! Bunun yanı sıra Bizans sanatının baş yapıtlarından kabul edilen Meryem Ana ve Vaftizci Yahya betimlemesi Deisis Mozaiği.

Ayasofya’nın bahçesinde bulunan Sultan II. Selim, Sultan III. Murat, Sultan III. Mehmet ve Sultan İbrahim türbelerine uğrayabilirsiniz.

Hatırlatmakta fayda var: Ayasofya yüzyıllar boyunca pek çok kutsal emanete ev sahipliği yapmış olsa da, 1204’de gerçekleşen Konstantinopolis Kuşatması ile Venedikliler İstanbul’da elde ettikleri her şeyi İtalya’ya götürmüşler.

10 – Yerebatan Sarnıcı

Ayasofya’dan sonra rotamız bir başka önemli Bizans eseri ile devam ediyor: Batı’da Basilica Cistern olarak adlandırılan Yerebatan Sarnıcı. Burası İstanbul’da yer alan en büyük kapalı sarnıç. Kayıtlara göre Yerebatan Sarnıcı’nın yapımında yaklaşık 7000 köle çalışıyor ve yapı 38 yılda tamamlanıyor. I. Justinianus tarafından su depolama amacıyla yaptırılan Yerebatan Sarnıcı’nın Osmanlı Dönemi’nde de bir süre Topkapı Sarayı’nın su ihtiyacını karşıladığı biliniyor.

Yerebatan Sarnıcı, suyun içinde yükselen korint ve dor üsluba sahip 336 sütunu ile büyüleyici bir etki yaratıyor insanın üzerinde. Efsane bir söylentiye göre, bu sütunların üzerinde yer alan ıslaklık “kölelerin gözyaşları”. Sebebi ise, yapımında çalışan kölelerin pek çoğunun hayatını kaybetmesi.

4. yüzyıldan günümüze ulaşmayı başarmış Ters Duran Medusa heykeli ile oldukça ünlü olan Yerebatan Sarnıcı, özellikle Dan Brown’un Cehennem romanına konu olduktan sonra çok daha popüler bir hale geliyor. Bu sebeple Tarihi Yarımada’ya yapacak olduğunuz ziyarette burayı esgeçmeyin!

Minik bir not: Yerebatan Sarnıcı’nda ulusal ve uluslararası birçok etkinlik düzenleniyor. Bu etkileyici mistik atmosferde bir konser fena olmaz herhalde, değil mi?

11 – Türk ve İslam Eserleri Müzesi

Sizleri Osmanlı sivil mimarisinin en önemli örneklerinden birine alalım. 1520 senesinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamir ettirilerek, Pargalı Damat İbrahim Paşa’ya armağan edilen yapı: İbrahim Paşa Sarayı!

Günümüzde Türk ve İslam Eserleri Müzesi adı altında İslam dünyasına ait oldukça geniş bir koleksiyon barındırıyor burası. İslam sanatı eserlerini bir çatı altında toplayan Türkiye’deki ilk müze olmanın yanı sıra, bu müzenin sahip olduğu halı koleksiyonu dünyanın en iyi halı koleksiyonlarından olarak geçiyor.

Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni ziyaret ederek hem birçok dini yapıdan toplanan objeleri, el yazmalarını ve terra cotta işleri inceleyebilir hem de dünyanın en iyi halı koleksiyonunu görme şansı yakalayabilisiniz.

12 – Sultanahmet Meydanı

İstanbul’la alakalı pek fikri olmayan bir yabancı turistin dahi gözünde canlanan fotoğraf geniş bir meydan, arkada heybetiyle yükselen bir cami… Evet, gülümseyin: Sultanahmet Meydanı’ndayız!

Gelelim meydanın hikayesine… I. Konstantin, İstanbul’u başkent ilan ettikten sonra tam olarak bu meydana bir hipodrom inşa ettirmiş. Bu sebeple burası Bizans İmparatorluğu boyunca “Hipodrom Meydanı” olarak adlandırılmış. Şehir, Osmanlı hakimiyetine geçtikten sonra ise Hipodrom Meydanı olmuş size “At Meydanı”.

İstanbul’un en çok turist çeken noktası olan Sultanahmet Meydanı, hem Bizans İmparatorluğu hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun izini sürebileceğiniz bir yer. Sultanahmet Camii, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Alman Çeşmesi ve Yerebatan Sarnıcı gibi İstanbul’un önemli simgeleri hep bu meydanın etrafında konumlanıyor.

Related Post

Zamanında meydanın “At Meydanı” olarak adlandırıldığını biliyoruz. Peki ya bu isim nereden geliyor? Bunun sebebi burada yalnızca at yarışlarının ve cirit oyunlarının yapılması değil, ayrıca meydanda yer alan at heykelleri. Günümüzde ne yazık ki bu heykeller olması gerektiği yerde değil; çünkü 1204 yılında gerçekleşen IV. Haçlı Seferleri sırasında at heykelleri toplanıp Venedik’e götürülmüş. Bu dört at, şu anda San Marco Bazilikası’nın ön cephesindeki teras kısmı süslüyor.

Peki ya sizlere bir zamanlar dünyanın başlangıç noktasının Greenwich değil de Sultanahmet Meydanı olduğunu söylesek? Evet, şaka değil! Bir zamanlar Roma’da yer alan Millionarium Aerium sütunu dünyanın başlangıç noktası kabul ediliyorken, İstanbul’un başkent olmasıyla bu taş Hipodrom’a getiriliyor ve bir anda başlangıç noktası burası oluyor! Görmede geçmeyelim…

Sultanahmet Meydanı’nın bir diğer önemli yapısı ise Alman Çeşmesi. İlginçtir ki bu çeşme ne klasik bir Osmanlı sebiline benzer, ne de Alman çeşmelerine. Mimarisiyle dikkat çeken çeşme, Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti ile ittifak kurmak isteyen II. Wilhelm’ın Sultan II. Abdülhamit’e hediyesi. Alman Çeşmesi’ni incelediğinizde hem II. Wilhelm’ın imzasını hem de Sultan II. Abdülhamit’in tuğrasını görebilirsiniz.

Ve gelelim Bizans İmparatorluğu’nun Sultanahmet Meydanı’na bıraktığı üç önemli simgeye. Dikilitaş ve sütunlar! Bizans Dönemi’nde bu dikilitaş ve sütunların çok daha fazla sayıda olduğu bilinse de şu anda meydanda yalnızca üç tanesi sergileniyor.

Dikilitaş

Londra ve Paris’e Mısır’dan getirtilen Dikilitaş’lar her ne kadar oldukça popüler olsa da İstanbul bu iki şehirden 1500 yıl önce Dikilitaş’a sahipmiş! Mısır Firavunu III. Thutmose tarafından M.Ö. 1500’de yaptırılan bu dikilitaşı, M.S. 390’da I.  Theodosius gemiye yükletip İstanbul’a getirtip, şu anki yerine diktirmiş. Bu sebeple Theodosius Dikilitaş’ı olarak da bilinen Dikilitaş’ın altında yontma taştan muharebe ve meclis kabartmaları bulunuyor inceleyebileceğiniz.

19,59 metre yükseklikteki Dikilitaş’ı en özel yapan şey ise dünya üzerinde hala dikili halde bulunan en büyük Mısır obeliski oluşu!

Yılanlı Sütun

Sultanahmet Meydanı’nda yer alan bir diğer sütun ise, ismini birbirine dolanmış üç yılan bedeninden alan Yılanlı Sütun. Burma Sütun olarak da geçen bu bronz sütun, M.Ö. 479’da Tanrı Apollon’a şükran amaçlı dikiliyor. Sebebi ise Perslere karşı birleşen 31 Yunan sitesinin Plaea’da gerçekleştirdiği zafer.

I. Konstantin tarafından Yunanistan’dan getirilen Yılanlı Sütun’un ilk olarak Ayasofya avlusuna dikildiği, sonradan Hipodrom’a taşındığı biliniyor. Şu anda sütunda yer alan yılan başlarının ikisi kayıp olsa da, bulunan yılan başlarından biri İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergileniyor.

Örme Dikilitaş

Meydanda yer alan 32 metre yüksekliğindeki Örme Dikilitaş’ın yapılış tarihi ne yazık ki bilinmiyor; fakat kayıtlara göre VII. Konstantin yaptırmış, 10. yüzyılda ise VII. Konstantin tamir ettirmiş.

Gerçekliği bilinmemekle birlikte, dikilitaşın üstünde bir zamanlar yer alan küre ve yaldızdı tunç plakalar IV. Haçlı Seferleri sırasında çalınmış.

13 – Sultanahmet Camii

Sultanahmet Meydanı’nın ortasında heybetiyle yükselen Sultanahmet Camii, Tarihi Yarımada’nın ve Türkiye’nin en bilindik simgelerinden. Süslemelerindeki mavi renkli çiniler sebebiyle Batı’da Blue Mosque, yani Mavi Camii olarak adlandırılan camii, orijinal ismini Sultan I. Ahmet’ten alıyor.

14 yaşında tahta çıkan Sultan I. Ahmet, 19 yaşına geldiğinde İstanbul’un pek çok noktasından görülebilecek heybette bir camii yaptırma kararı alıp, bu caminin inşasında Mimar Sinan’ın öğrencisi Sedefkar Mehmet Ağa ile çalışıyor. 1609-1616 yılları arasında tamamlanan Sultanahmet Camii, Osmanlı’nın ilk ve tek 6 minareli camii.

Sultanahmet Camii’ne yapacak olduğunuz ziyarette, caminin içinde yer alan 20.000’i aşkın işlemeli çiniler ve eşsiz oymacılık örnekleri sizleri büyüleyecek! Camiden sonra Sultan I. Ahmet’in ve eşi Kösem Sultan, oğlu Genç Osman’ın türbelerine uğrayabilirsiniz. 

Yeterli zamanınız varsa Sultanahmet Camii’nin hemen arkasında yer alan Arasta Çarşısı’nda el sanatlarına göz atabilir ve 1950’lerde ortaya çıkarılan 250 metrekarelik mozaiğin sergilendiği Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’ni inceleyebilirsiniz.

Minik bir not: Sultanahmet Camii namaz saatlerinde ziyarete kapalı.

14 – Divan Yolu ve Yeniçeriler Caddesi

Sultanahmet Meydanı’nı ve etrafındaki yerleri gezdikten sonra sonraki durağımız Divan Yolu. Divan Yolu, Doğu Roma İmparatorluğu Dönemi’nde I. Konstantin tarafından açılmış, bugünkü Sultanahmet Meydanı’ndan Beyazıt Meydanı’na doğru giden tramvay yolu. Osmanlı Dönemi’nde burada protokollerin düzenlendiği biliniyor. Günümüzde ise kafeler ve restoranlar bu yol etrafında dizili.

Öğle yemeği molası vermek için en popüler adres ise Tarihi Sultanahmet Köftecisi. Burada piyaz ve acı sos eşliğinde tarifi bir sır gibi saklanan lezzetli köftelerden yemenizi öneririm.

Divan Yolu’nda devam ettikten sonra Çemberlitaş Hamamı ile birlikte Yeniçeriler Caddesi’ne geçiyoruz. Çemberlitaş Hamamı, Mimar Sinan’ın son dönem eserlerinden. Şu anda İstanbul’un en çok ziyaret edilen tarihi hamamlarından olan Çemberlitaş Hamamı, Mimar Sinan’ın çalışmalarında farklı denemeler yapmayı sevdiğini örnekleyen yapılardan. Bu hamamın sıcaklık bölümünlerinin planında klasik hamam mimarisinden tamamen uzaklaşılmış. 


Çemberlitaş Hamamı’nın hemen yanında yer alan Çemberlitaş Sütunu ise I. Konstantin’in Roma’dan getirttiği sütunlardan. Apollon Tapınağı’ndan getirtilen sütunda yer alan Apollon büstü sökülerek yerine I. Konstantin’in büstü eklenmiş, sütunun ismi Konstantin Sütunu olarak adlandırılmış. Sonra yerine geçen Bizans İmparatorları Julianus ve Theodosius da aynı şeyi tekrarlamış. Bizans Dönemi’nde gerçekleşen yangından sonra sütunun rengi değişince uzun yıllar Yanık Sütun olarak anılmış bu sütun. Şimdiki ismi Çemberlitaş Sütunu ise II. Murat’ın sütunun etrafına demir çemberler sardırmasından geliyor.

Çemberlitaş Hamamı ve Çemberlitaş Sütunu’nun etrafında görebileceğiniz diğer önemli noktalar Abdülhamit Han ve Sultan II. Mahmut’un türbeleri ile Köprülü Mehmet Paşa Çeşmesi.

Benim tavsiyem ise Yeniçeriler Caddesi’nde biraz daha ilerleyip Atik Ali Bey Camii’nin karşısındaki Pierre Loti Evi’ni görmeniz. Evi bulmanız oldukça kolay, yeter ki gözleriniz Osmanlıca ve Fransızca yazının yer aldığı iki katlı bir apartman arasın! Binada yer alan metnin çevirisi ise şöyle: Fransız Akademisi’nden, Türklerin asil ve sadık dostu Pierre Loti, 1910’da bu evde yaşıyordu. Tam bir İstanbul aşığı olan Pierre Loti 1910 senesinde bu apartmanda yaşamış fakat 3 ay kaldı diyen de var, 9 ay da.

15 – Şerefiye Sarnıcı

İstanbul’un bir diğer büyük Bizans sarnıcı ile devam edelim: Orijinal ismi Theodosius Sarnıcı olan Şerefiye Sarnıcı. 413 senesinde tamamlandığı düşünülen Şerefiye Sarnıcı, bugün tarih, sanat ve teknolojiyi bir arada buluşturuyor. Bu sebeple ziyaret etmemek olmaz!

Dünyanın ilk 360 derece mapping sisteminin entegre edildiği Şerefiye Sarnıcı, binlerce yıllık tarihi sanat ve teknoloji ile harmanlayarak ziyaretçilerine eşsiz bir deneyim sunuyor. Burada yer alan mapping gösteriminde Şerefiye Sarnıcı’nın mekansal özelliklerini kavrayıp, İstanbul’un su kültürü hakkında detaylı bilgi edinmek mümkün. Ayrıca I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluş hikayeleri de mapping gösteriminin bir bölümünü oluşturuyor.

Şerefiye Sarnıcı’na yapacak olduğunuz ziyarette haftanın her günü dünyanın ilk 360 derecelik mapping gösterimini izleyebilirsiniz. Unutmadan söyleyelim, bu yapıda zaman zaman klasik Türk müziğinden Barok müziğe kadar uzanan çeşitli konserler de düzenleniyor.

16 – Binbirdirek Sarnıcı

Bizans’tan günümüze kalan en güzel sarnıçlardan bir diğeri ise 4. yüzyılda Konstantin tarafından inşa ettirilen Yerebatan Sarnıcı’ndan sonra, İstanbul’un en büyük ikinci sarnıcı Binbirdirek Sarnıcı!

Oldukça yalın bir tasarımın hakim olduğu sarnıçta, zamanında 224 sütun bulunuyormuş fakat bunların yalnızca 212’si günümüze kadar ulaşıyor. 3000 metrekarelik bir alana yayılan ve ışıklandırmasıyla ziyaretçileri etkilemeyi başaran Binbirdirek Sarnıcı’nda günümüzde kültürel ve sanatsal etkinlikler organize ediliyor.

Pazar günleri hariç 10.00-17.00 saatleri arasında Binbirdirek Sarnıcı’nı ziyaret edebilirsiniz.

17 – Kapalıçarşı

Dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşılarından birinin İstanbul’daki Kapalıçarşı olduğunu biliyorsunuz değil mi? Mimarisinde Ayasofya’dan esinlenilen ve yaklaşık 4000 dükkanın bulunduğu bu devasa çarşı, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460’da yaptırılıyor.

Toplamda 65 sokak ve 11 giriş kapısına sahip Kapalıçarşı, içinde aklınıza gelebilecek her şeyi bulabileceğiniz dev bir labirent. Hatta bir efsaneye göre çarşının altında bulunan tüneller Yerebatan Sarnıcı ile bağlantılı ve bu tünellerle Kınalıada’ya çıkmak mümkün. Tabii bir efsane, ne kadar gerçektir bilemeyiz!

Gelelim biz gerçekliğe… Dev labirent Kapalıçarşı içinde mücevherattan antika parçalara, halı ve kilimlerden kılık kıyafet alışverişine ve yeme-içmeye kadar ne ararsanız var burada. Söylemek gerekirse, sanılanın aksine bu labirent içinde neyi nerede bulabileceğinizi bulmak oldukça kolay. Yapmanız gereken Yorgancılar, Altuncular, İplikçiler, Kürkçüler gibi sokak isimlerini kontrol etmek!

Kapalıçarşının altını üstüne getirip yorgun düştükten sonra bir yorgunluk kahvesi iyi gider değil mi? O halde istikamet Halıcılar Çarşısı içinde yer alan Ethem Tezçakar Kahveci veya Yağlıkçılar Sokak’taki Şark Kahvesi.

Minik bir not: Kapalıçarşı pazar günleri hizmet vermiyor, kapalı. 

18 – Nuriosmaniye Camii

Kapalı Çarşı hemen herkesin “Tarihi Yarımada’da Gezilecek Yerler” listesinde. Peki ya çarşının hemen girişinde konumlanan Nuriosmaniye Camii? 1748-1755 tarihlerinde inşa edilen Nuriosmaniye Camii, Türkiye’nin ilk Barok cami ve ülkedeki Barok tasarımın en özgün örneklerinden de biri.

Medrese, imarethane, kütüphane, türbe ve sebilden oluşan yapının mimarının Rum Simon olduğu düşünülüyor fakat bununla alakalı kesin bir bilgi yok. Caminin mimari her ne kadar kesin olmasa da kendinden sonrakileri etkilediği bir gerçek. Dolmabahçe Camii ve Ortaköy Camii olarak bilinen Büyük Mecidiye Camii’nin inşasında Nuriosmaniye Camii ilham alınmış.

Nuriosmaniye Camii’ne yapacak olduğunuz ziyarette dükkanların üst katında yer alan kütüphaneye uğrayabilirsiniz. Burada 5000’den fazla yazma ve basılı eser bulunuyor!

19 – Süleymaniye Camii ve Külliyesi

Geldik son durağımız olan Süleymaniye Camii ve Külliyesi’ne. Klasik Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu yapı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1551-1557 tarihleri arasında Mimar Sinan’a yaptırılmış. Mimar Sinan her ne kadar “kalfalık eserim” olarak adlandırsa da Süleymaniye Camii ve Külliyesi’ni, burası şu anda İstanbul’un en bilindik simgelerinden biri olarak Mimar Sinan’ın en başarılı eserlerinden.

Medrese, kütüphane, hastane, sıbyan mektebi, hamam, hazine ve dükkanlardan oluşan toplam 15 bölümlük Süleymaniye Camii ve Külliyesi’nin önemli birkaç mimari özelliğini söylemek gerek. Bunlardan ilki minareler ile ilgili. Caminin sahip olduğu 4 minare, İstanbul’un fethinden sonra tahta geçen 4 padişahı simgeliyor. Minarelerde 10 şerefe olmasının sebebi ise, Kanuni Sultan Süleyman’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun 10. padişahı olması.

Süleymaniye Camii içinde gözünüzden kaçmaması gereken, camiinin içinde yer alan dört büyük granit sütun. Bunların her biri İskenderiye, Baalbek, İstanbul’daki Kıztaşı ve Saray-ı Amire’den alınarak getirilmiş buraya.

Süleymaniye Camii ve Külliyesi’ne yapacak olduğunuz ziyarette önceleri sıbyan mektebi olarak kullanılan Süleymaniye Kütüphanesi’ni (Yazma eser bakımından dünyanın sayılı kütüphanelerinden biri!) görebileceğiniz gibi, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın türbeleriyle birlikte dünyaca ünlü mimarımız Mimar Sinan’ın da türbesini ziyaret edebilirsiniz.

Paylaş
Etiketler Kültür
Yaprak Civan