Yaşadığı şehri ne kadar severse sevsin; herkesin gönlünden geçen, hayalini süsleyen bir başka hayat daha vardır mutlaka. Peki bir yeri “yaşanabilir” kılanlar nelerdir, hiç düşündünüz mü?
Hayalleri süsleyen yerleşimlerin ortak özelliklerinden oluşan upuzun bir liste var. Başta huzur geliyor elbette, terör gibi tehditlerin olmaması, ülkede şiddet olaylarının ve siyasi kaosun yaşanmaması… Sonra refah seviyesi, kişi başına düşen milli gelir, turizm potansiyeli, eğitim olanakları, sağlık koşulları ve tabii coğrafi güzellikler… Hatta toplu taşımanın ne kadar yaygın olduğu ya da doğal afetlerin ne sıklıkla yaşandığı bile şehir seçiminde önemli.
İşte tüm bu kriterler göz önüne alındığında; her sene “Dünyanın En Yaşanabilir Şehirleri” listesine adlarını altın harflerle yazdıran şehirleri sizin için bir araya getirdik.
Yaşanabilirlik denildiğinde Viyana’yı rakipsiz ilan etmek kesinlikle doğru bir yaklaşım. Burası ardı ardına gelen yıllar boyunca, farklı araştırma şirketlerinin listelerinde ilk sıradaki yerini korumuş efsane bir kent.
Avusturya’nın başkenti ve en büyük şehri olan Viyana; şehrin içindeki yeşil alanlarıyla, kültürel mozaiğiyle ve turizm bakımından sunduğu sayısız zenginlikle bir numara olmayı hak ediyor.
Organik tarım, temiz hava, temiz su, yaşayan tarih, sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi son derece yüksek insanlar, leziz şaraplar, şehri dört koldan saran bir toplu taşıma sistemi, daha ne olsun?
Leopold Müzesi’ndeki yaz sergileri, yüzlerce çeşit güle ev sahipliği yapan Volksgarten Parkı ve tabii kilometrelerce uzanan efsanevi güzellikteki sahil şeridi de cabası.
Viyana’ya aşık olmak ve burada mutlu bir hayat sürmek için sayısız neden var.
Mutluluğun gelir seviyesiyle mutlaka bir ilgisi olmalı, öyle değil mi? Listenin ikinci sırasında refah düzeyi ve hayat kalitesiyle her zaman ön planda olan İsviçre’den bir şehir yer alıyor.
Zürih’ten bahsederken doğanın da bu şehre oldukça cömert davrandığını hesaba katmak gerek. İsviçre’nin hem en büyük kenti, hem de ekonomi ve kültür başkenti olan Zürih, Zürih Nehri’nin hemen kıyısında Alp Dağları’na ise sadece 30 kilometre mesafede yer alıyor.
Yeşil beyaz renklerle örtülü dağların arasında, nehir manzarası eşliğinde, tertemiz serin havayı soluyarak sıcak bir şeyler içmek; üstelik bu sırada maddi yönden tek bir endişe bile taşımamak… Belki de yeryüzündeki cennet diye tasvir edilen şey tam da budur.
İsviçre’nin Zürih şehrini, yine İskandinav Yarımadası’nın bir başka eşsiz parçası olan Kopenhag takip ediyor.
Danimarka’nın başkenti; ulaşım, eğitim, sağlık ve güvenlik gibi insanoğlunun bir şehirde arayabileceği tüm kriterleri bir arada sağlıyor. Ücretsiz kamu hizmetleri denildiğinde, burası tüm dünya tarafından parmakla işaret edilen bir şehir. Hal böyle olunca kim Kopenhag sakini olmak istemez ki?
Özellikle Noel dönemi gibi yılın özel zamanlarında Nyhavn şeridi boyunca dizilen rengarenk evleri görüp buraya taşınmayı hayal etmemek mümkün değil. Kopenhag’da sadece insanlar değil, caddeler ve sokaklar bile mutlu görünüyor. Hem de kışın eksi 40 derece seviyesini bulan acımasız soğuğa rağmen…
Münih, ilk bakışta insana ütopik gelen bir şehir olmasa da içerisindeki huzur ve güven ortamı sebebiyle diğer şehirler arasından kolayca sıyrılıyor.
Yeni yüzyılın yaşam kriterlerinden olan düşük suç oranı, stabil siyasi yapı ve homojen sayılabilecek bir sosyal profil bu şehrin başlıca özellikleri.
Mimarisi ve tarihi yapılarıyla yüzlerce yıl öncesini hala MarienPlatz gibi ünlü caddelerinde yaşatan bu şehir; aynı zamanda Avrupa’nın üretim ve endüstri yönünden en güçlülerinden biri. Burada dünyaca ünlü çok sayıda fabrikanın ana üsleri bulunuyor. Teknoloji, inovasyon ve endüstri alanlarındaki gelişmeler insanı imrendirecek cinsten. Dolayısıyla da Münih sakinlerinin ekonomik yönden pek bir sıkıntısı bulunmuyor.
Avrupa kıtasından sıkılan ve mutluluğu çok daha uzaklarda arayanlar için dünyanın diğer ucundan bir adres var sırada.
Turistik açıdan Avustralya kıtasının en gözde şehirlerinden biri olan Melbourne; suç oranının sıfır seviyesine yaklaştığı, her yaştan insanın spor yaptığı ve tüm dünyadan turistlerin spor müsabakaları için ziyaret ettiği, ekonomik yönden ise büyük şirketlerin mesken tuttuğu bir vaha.
Melbourne başta Formula 1 Grand Prix olmak üzere Avustralya’da düzenlenen tenis turnuvası, sörf turnuvası ya da at yarışları gibi tüm etkinliklere ev sahipliği yapmayı yıllardır sürdürüyor.
Güzelliğiyle turistleri kendisine hayran bırakan Vancouver, Kanada’nın en büyük üçüncü şehri olma özelliğini taşıyor.
Pasifik Okyanusu kıyısında mükemmel bir konuma sahip olan bu şehir, başta Stanley Park olmak üzere sınırlarında bulunan doğal güzellikleri ve yeşil alanları ile ünlü.
Üç farklı bölgeye ayrılan şehrin merkezinde finans, eğitim, sağlık ve üretim gibi sektörlerin kalbi atarken yerleşimler daha çok batı tarafı ve doğu tarafında yoğunlaşıyor.
Vancouver’da yaşarken gündüzleri yeşil ve mavinin ortasında hem huzurlu hem de keyifli vakit geçirip; geceleri sıklıkla düzenlenen kültür ve turizm festivallerinde yerinizi alabilirsiniz.
Kuzey Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri olan Helsinki de yaşanabilir kentler listesinin üst sıralarında yer almayı fazlasıyla hak ediyor.
Finlandiya’nın başkenti olan şehir, Baltık Denizi kıyılarında yer alması nedeniyle de deniz, kum, güneş tatilcilerini daha bir cezbediyor.
Burası aynı zamanda Finlandiya’nın en güney ucu. İrili ufaklı tam 315 adaya sahip olan Helsinki şehri, akıntılar sayesinde ılıman geçen kışlarıyla da normalde son derece soğuk olan İskandinavya bölgesinde avantaj yakalıyor.
Buraya turist olarak gidildiğinde bile; hiçbir güvenli sıkıntısı yaşamadan sokaklarda dolaşmak mümkün.
Özellikle kış aylarında kayak turizmi potansiyeli yüksek olan şehirde son derece özverili ve temiz şehir içi otelleri bulunuyor.
Yeni Zelanda’nın şehirleşme bakımından en gelişmiş kenti olan Auckland, son derece genç bir nüfus yüzdesini sınırlarında barındırıyor.
Burada tropik ormanların ferahlığına festivallerden ve kültürel etkinliklerden oluşan hareketli bir sosyal yaşam eşlik ediyor.
Huzurun ve aktivitenin bir araya geldiği diğer tüm şehirler gibi; Auckland’e yerleşmek için de hayaller kuran çok sayıda insan var.
Ilıman ve yağışlı iklimi, son derece lüks yatlardan oluşan büyük limanı ile bu şehir kesinlikle yaşamaya değer.
Yeni Zelanda, listenin sürprizi gibi görünse de; bir değil iki şehirle birden ön sıralarda yere sahip. Yeni Zelanda’nın başkenti olan Wellington; Okyanusya’nın en kalabalık şehri. Şehirde yerel dil olan Maorice’nin yanında İngilizce de konuşuluyor.
Aynı zamanda dünyanın en rüzgarlı yerleşimlerinden biri olan bu şehrin küçük bir kusuru da yok değil. Şehrin ortasından geçen fay hattı nedeniyle, tarihte burada tsunami olaylarına rastlandığı biliniyor.
Wellington’da dokusu tamamen korunmuş bir vahşi yaşam alanı olarak; Zeolandia Vahşi Yaşam Koruma Alanı bulunuyor.
Almanya’nın hemen hemen bütün şehirleri güvenli, neredeyse hepsi sınırlarında yaşayanlara ekonomik yönden gelecek vadediyor.
Hamburg da Almanya’nın en kalabalık ikinci şehri olarak, yaşanabilirlik sıralamasında öne çıkan Alman şehirlerinden sadece biri. Burası yurtdışına göçen Türklerin de yerleşmek için en çok tercih ettiği şehirler arasında.
Tabiat parkları, limanı, çarşıları ve sahip olduğu binlerce yıllık tarih mirasıyla Hamburg ölmeden önce görülmesi gereken yerler listesine de mutlaka eklenmeli.
Nehir üzerinde seyahat eden teknelerden bile görülebildiği için “dünyanın en uzun feneri” olarak da adlandırılan St. Michael Kilisesi’nin yanı sıra tüm bölge için önemli bir cazibe merkezi olan Jungfernstieng da Hamburg sınırları içerisinde.
Temiz, modern, farklı kültürlere açık, ekonomik ve sosyal yönden gelişmiş… Toronto, bütün bu özellikleri barındırmasının yanında suç oranlarının sıfır seviyesine yakınlığıyla da dikkat çekiyor.
Üstelik Ontario Eyaleti’nin başkenti olan şehirde, dünyanın en büyük şelalesi olan Niagara ve dünyanın en uzun kulelerinden biri olan CN Tower var. Bu sayede turistik potansiyeli son derece gelişmiş olan Toronto başta Kanada ve Amerika olmak üzere her yıl dünyanın dört bir yanından yüz binlerce turisti ağırlıyor.
Toronto’da hem İngilizce hem de Fransızca konuşabilen son derece eğitimli bir nüfus yapısı mevcut.
Cenevre Gölü’nün kıyısında konumlanan şehir, Fransa’nın da sınır komşusu. Bu İsviçre şehrini dünyanın en düzenli şehirlerinden biri ilan etmek yanlış olmaz.
Cenevre şehrinin dünya çapındaki bir diğer önemli özelliği ise UEFA’dan FIFA’ya, CERN’den Dünya Sağlık Örgütü’ne kadar birçok uluslararası kuruluşun merkez ofislerinin bu şehirde yer alması. Bu durumda Cenevre’nin iş dünyasıyla ilişkileri ve gelir potansiyeli de doğal olarak katlanıyor.
Alp ve Jura Dağları’nın eteklerinde yer alan Cenevre şehri, İsviçre’nin en kalabalık şehirleri listesinde ise ikinci.
140 metreye kadar yükselebilen sularıyla Jet D’eau fıskiyesi, St. Pierre Katedrali ve Reform Müzesi, Cenevre’ye turist kalanların dünya gözüyle mutlaka görmesi gereken noktalar arasında yer alıyor.
Nihayet Hollanda! Sonsuz özgürlüklerin ülkesi olarak bilinen Hollanda’nın gözbebeği ise açık ara Amsterdam.
Bisikletle seyahat eden her yaştan insan, sabahlara kadar hayatın devam ettiği cadde ve sokaklar, sesler, ışıklar, bambaşka kültürlerden gelip bir arada uyum içinde yaşayan gençlik ve uyuşturucu kullanımını bile hoşgörmeye kadar varan bir tuhaf özgürlük anlayışı…
İşin daha tuhafı ise tüm kötü alışkanlıklar serbest de olsa da şehirde suç oranlarının çok düşük olması.
Amsterdam aynı zamanda dünyanın en ünlü müzelerine ev sahipliği yapmasıyla da kültür ve sanat aşıklarına hitap ediyor. Van Gogh, Heineken Experience ve Madame Tussauds müzeleri bunlardan yalnızca bazıları. Eve giden yolun Dam Meydanı’ndan geçmesini kim istemez ki?
Deniz seviyesinin bile altındayken birbirinden kıymetli tarihi yapılarla ve her yanında tarım yapılan yemyeşil ilçelerle komşu olmak herhalde son derece değerli bir tecrübedir.
Avrupa’nın en küçük ülkelerinden birinin aynı adlı başkenti olan Lüksemburg; hem medeniyet hem özgürlük hem de ekonomi seviyesiyle “yaşanabilir” bir şehir.
Basın özgürlüğünde dünyada ilk 5 içerisinde yer alan ülkede herkes kendi hayatını rahatça belirleyebiliyor.
Ülkede yakın tarihte devlet başkanı eşcinsel evliliğiyle de dikkat çekti.
Lüksemburg’daki tarihi mahalleler, sur sistemleri ve geçmiş yüzyıllara ait dokular UNESCO tarafından koruma altında.
Lüksemburg Şehir Tarihi Müzesi ve Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi gibi şehrin kalbinin attığı kültür sanat noktaları ise buraya birden fazla kez Avrupa Kültür Başkenti ünvanını kazandırmış bulunuyor.
Bu kez Almanya’nın en büyük kenti ve hem ticaret hem de finans alanlarındaki merkezi olan Frankfurt’tayız. Burası, Almanya’nın en kalabalık havalimanına da ev sahipliği yapmasıyla ülkenin en önemli ulaşım merkezi olma özelliği taşıyor.
Frankfurt’u dolaşırken; Frankfurt Katedrali’nden başlayıp alışverişin en gözde adreslerinden olan Zeil Caddesi’ne kadar çok farklı konseptte turistik geziler yapmak mümkün.
Turistlerin de şiddet, gasp ya da terör gibi endişeler olmadan güven içerisinde dolaşabildiği bu Alman şehrinde yerli halkın eğitim seviyesi ile ekonomik ve sosyal statüleri ise son derece gelişmiş düzeyde.
Kanada’nın başkenti Ottawa, yaşanabilirlik sıralamasına dahil olan üçüncü Kanada şehri, dolayısıyla da pek sürpriz değil.
Burası özellikle Orta Doğu’dan göç eden insanların da en çok yerleşmeyi hayal ettiği şehirlerden biri.
Müzeleri, parkları, Ottawa Nehri vadisinde yapılan tarım ve hayvancılık gibi faaliyetleri bir yana; Ottawa şehri kültürel ve entellektüel anlamda da gerçek bir başkent.
Şehirde hem Fransızca, hem İngilizce konuşuluyor. Bu durum devlet daireleri ve hukuk sistemi için de geçerli.
Şehirdeki Rideau Kanalı ise UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne de adını yazdırmış durumda. Kanada Parlamento Binası, Kanada Savaş Müzesi ve Kanada Tarihi Müzesi de şehir sınırları içinde yer alıyor.
Yine İsviçre, bu kez başkenti ve dördüncü büyük kenti olan Bern ile listede. Bern aynı zamanda daha önce Bern Kantonu olarak adlandırılan eyalet bölgesine de başkentlik ediyor.
Dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehirleri arasında her zaman ilk sıralarda olan bu şehir, Eski Kent (Old Town) adı verilen mistik ve tarihi öneme sahip yapıları da bünyesinde barındırıyor.
Burası, Zürih kadar olmasa da birçok Avrupa şehrine göre çok daha hareketli bir yer. Alplerin eteklerinde tertemiz ferah bir atmosferde yaşarken sosyal hayat ve gece hayatı gibi ana başlıklarda da hiçbir etkinlikten geri kalmamak için belki de bir an önce tercih etmeniz gereken yeni yaşam Bern’dedir, kim bilebilir?
Avustralya’nın en büyük, en kalabalık şehrine geldi şimdi de sıra… Aynı zamanda eşi benzeri olmayan bir turist çekim noktası.
Yeni yıla girerken herkes, hayatında en az bir kere Sydney Opera Evi ve Sydney Köprüsü önündeki ışık gösterilerini televizyondan izlemiştir herhalde. İşte yine her yıl Noel döneminde, kitleler halinde turistin Sydney’e doğru yola düştüğünü hayal edin!
Burası Asya ve Avrupa kıtalarına daha yakın konumlansaydı, dünyanın en kalabalık yeri de olabilirdi ancak Sidney yolculuğu için neredeyse 1 tam günü uçakta geçirmek gerekiyor.
Sydney aynı zamanda Palm Beach gibi dünyanın en nadide plajlarına da ev sahipliği yapmasıyla ünlü. Turizm gelirleri, hoş sahiller, dünyanın geri kalanından ve dolayısıyla da suçtan, siyasetten, kaostan, nefretten, ırkçılıktan uzak bir yaşam… Bu faktörlerden her biri kulağa çok hoş geliyor olacak ki; yaşanabilirlik oranları da Avrupa’daki birçok şehri ikiye, üçe katlamış durumda.
Sydey hakkında tüm diğer detaylar için Sydney Gezi Rehberimize bakabilirsiniz.
Kanada’nın Alberta eyaletinde yer alan şehirde ilk olarak artan göçmen nüfusu göze çarpıyor. Burası aynı zamanda yılda 4 milyona yakın turisti ağırlayan bir yer.
Toronto’dan sonra iş merkezlerinin en çok yer aldığı şehir olan Calgary’de ekonomik yönden sıkıntısı olan pek kimse yok denilebilir.
İşsizlik oranları düşük, eğitim profili yüksek, sosyal haklar ve yaşam standartları ise yerli yerinde. Bu sıralamadan başka insan hayattan ne ister ki?
Avusturya’nın Viyana şehri ile başlayan listeyi bir başka Avusturya şehri olan Perth ile kapatıyoruz.
Batı Avusturya eyaletinin başkenti olan Perth’te yüzyıllar boyunca yaşayan Aborjin kabilesinin bir bildiği varmış…
Gece klüpleri ve renkli gece yaşantısı ile Avusturya’da eğlencenin başkenti olarak görülebilir. Ayrıca birbirinden lezzetli deniz mahsullerini tüketmek için ilk akla gelen adreslerden biridir.
Perth’e yerleşmeniz mümkün değilse de, bahar aylarında keyifli bir gezi için burayı ziyaret edebilirsiniz.