Viyana Gezilecek Yerler

0
2232

Türkler için Viyana’nın önemi ayrıdır, lise tarih derslerinde anlatıldığı üzere iki kere kapısından dönülen yerdir, istenilmiş ama elde edilememiş olandır. Tabii bunun tam tersi de Avrupalılar için geçerli, özellikle Avusturyalılar ile Polonyalılar İkinci Viyana Kuşatması’nı kendi kahramanlıkları olarak göstermek konusunda birbirleriyle yarışırlar ve tüm Avrupa’yı koruduklarına dair böbürlenirler. Rast gelirseniz çok aldırmayın.

Viyana’nın dünya tarihi açısından en önemli olduğu dönem ise daha yakın bir tarih, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki yıllar. İngiltere’de Viktorya Dönemi’nin baskısı, Fransa’da bitmek bilmeyen ihtilal-karşı ihtilal süreci, İspanya’da ekonomik buhran ve daha henüz birleşen İtalya’da büyüme sancıları yaşanırken Hapsburg Hanedanı tarafından katı ama istikrarlı biçimde yönetilen Avusturya ve başkenti Viyana, kısa bir süre için de olsa Avrupa’nın kültürel başkenti olmuş. Florian Illies’in “1913” adlı kitabında çok güzel biçimde örneklediği üzere bu şehirde aynı günlerde Stalin bir park bankında devrimci manifesto kaleme alırken yan sokakta Hitler yaptığı tabloları satmaya çalışıyor, ana caddede ise ileride Yugoslavya’yı demir yumrukla yönetecek olan diktatör Tito araba sürüyordu. Sigmund Freud’un ise Viyana’da okuduğunu, hayatının büyük kısmında burada çalıştığını, teorilerini geliştirip ofisindeki mini toplantılarda kafadarlarıyla paylaştığını ve Viyana Üniversitesi’nde ders verdiğini belirtmeden geçmek olmaz.

Viyana’da Yeme-İçme, Popüler Mekanlar

Viyana’nın merkezinde birbirinden güzel kafeler var. Zaten İtalyanlar ile Avusturyalılar arasında kimin daha iyi kahve yaptığına dair tartışmalar asırlarca geriye gider, Avusturyalılar kahveyi İkinci Viyana Kuşatması’nda Osmanlı Ordusu’nun geride bıraktığı çuvallardan keşfedip Avrupa’ya tanıttıklarını öne sürerler; İtalyanlar ise Akdeniz ve Kızıldeniz’deki ticaret sayesinde daha önceden öğrenip Batı ile kendilerinin tanıştırdığını savunur. Genellikle kahve türlerinin Almanca değil de cappuccino, espresso gibi İtalyanca isimler taşıması da tartışmada ibreyi biraz güneye çeviriyor açıkçası. Tabii bu iki ülkenin tarih boyunca sık sık savaştığını ve dolayısıyla aralarındaki kavganın kahveden çok daha öteye gittiğini unutmamakta fayda var.

Caffe Viennese

Viyana’nın spesiyali, adı üzerinde Caffe Viennese olarak satılan, üstünde krema bulunan espresso ancak ben bir kez denedikten sonra tercihimi yine kapuçinodan yana kullandım. Şehirdeki en güzel özellik ise her günün, her dakikanın klasik müzik ile iç içe olması. Operalar ve dinletiler kapalı gişe olduğundan bilet bulmak zor ama üzülmeyin, her sokakta bir konservatuar öğrencisi kendi resitalini veriyor. Diğer şehirlerde sokak müzisyenlerinin genelde tercih ettiği gitar yerine çello, obua, ksilofon gibi farklı enstrümanlar sizi ezgileriyle saracak.

Oturabileceğiniz mekanlar arasında en ünlüsü Sacher Oteli’nin zemin katında bulunan aynı isimli kafe. Kendi adını taşıyan özel pastası Sachertorte’yi Türkiye dahil her yerde bulabilirsiniz. Kayısı aroması ve yoğun bitter çikolata içeren bu keki biraz hafifletsin diye krema ile birlikte tüketiyorlar. Bunların hiçbiri benim damak zevkime hitap etmese de Viyana’ya gelmişken bu tarihi pastaneye uğramadan olmazdı. Ortam gerçekten çok şık.

Benim en beğendiğim yer ise hemen Sacher’in köşesinde bulunan Cafe Mozart oldu. Mozart aslında başka bir Avusturya kenti olan Salzburg’da doğup büyüse de sonradan başkent Viyana’ya yerleşip burada evlenmiş, dolayısıyla Viyanalılar tarafından da benimseniyor. Kendi adını taşıyan çikolatalı likörü bile var. 90 yaşındaki bu kafe de Sacher’e kıyasla daha rahat ve samimi bir mekan. Açık havada yer alan masaları Albertinaplatz ve heykel manzaralı. Buradaki Apfelstrudel’i kesinlikle Sachertorte’a yeğlerim, elmalı turta gibi ama milföye sarılarak pişiriliyor ve dilimlenip sıcak olarak servis ediliyor (tabii yanında kremayla, çünkü Viyana’daysanız her şey kremayla!). Kafenin hemen yanında yer alan turist danışma merkezinden şehir haritanızı alabilir, sormak istediğiniz bir şey olursa öğrenebilirsiniz.

Viyanalıların ana yemeği ise şnitzel. Yalnız burada bizdeki gibi tavuk değil domuz tercih ediliyor, nadiren de kuzu. Özellikle tavuk istediğinizi belirtmeyi unutmayın. Ayrıca epey ince olarak pişirdikleri şnitzel cips gibi kıtır kıtır oluyor, üstünde bir parça tereyağ ve ne alaka diyeceğiniz limon dilimiyle servis ediliyor. Şahsen şnitzel hiçbir zaman sevdiğim bir yemek olmadı ve Viyana’da denediklerim de duygularımı değiştirmedi. En ünlü ve en beğenilen şnitzel restoranı olan Figlmüller merkezi bir konumda bulunuyor. Özellikle Stephansdom geziniz sırasında kolayca ulaşabilirsiniz, bir şnitzel tek başına 15 Euro.

Viyana Seyahat Rehberi yazımdan Viyana ile ilgili Avusturya Vizesi, şehir içi ulaşım, konaklama, cafe ve restoranlar ve diğer bilgilere, tüm detayları ile ulaşabilirsiniz!

Viyana Gezilecek Yerler

Ringstrasse

Bu cadde Viyana’nın tarihi merkezini çevreliyor, zaten eski surlar da aşağı yukarı bu hat üzerindeymiş. Caddede yürürken eskiden kentin ne kadar küçük olduğuna şaşıracak, koskoca Osmanlı’nın ele geçirmekte neden zorlandığını merak edeceksiniz. Bunun tarihsel nedenleri apayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun, o yüzden burada girmeyeceğim ama küçük olmasının Viyanalıların yararına olduğunu belirtebilirim.

Schönbrunn gibi birkaç yer dışında Viyana’da turistik olarak ilgi çekici neredeyse her şey bu bölgede, yukarıda bahsettiğim kafeler ve şnitzel restoranı dahil. Dolayısıyla yolunuz mutlaka buraya düşecek. Caddeyi boydan boya yürüyüp çevreyi seyretmek keyifli ancak sakın ola bisiklet yoluna adımınızı atmayın, Almanca bağırışların hedefi olmanız an meselesi.

Burada yer alan Hofburg Sarayı oldukça zarif bir yer. Ben Schönbrunn’a kıyasla daha çok beğendim. Ortasındaki ihtişamlı heykeli sarmak ister gibi yarım daireyi andıran bir yapısı var. İçeride birkaç ayrı müze bulunuyor, bunlardan biri ise çok tanıdık geliyor: Efes Müzesi. Adından da anlaşılabileceği üzere burada yurdumuzdan “götürülmüş” eserler bulunuyor. Turistler arasında en popüler müze ise Avusturyalıların hala unutamadığı bir figür olan İmparatoriçe Sisi Müzesi. Sisi’nin trajik hayatı ve ona duyulan ilgi bana hep Prenses Diana’yı çağrıştırdı. 1918 yılına dek Hapsburg Hanedanı’nın yaşadığı, halen de Avusturya Başkanı’nın ofis olarak kullandığı sarayın 22 odası ziyaret edilebiliyor ve her gün 09:00-17:30 arası açık. Bilet 13.90 Euro, Sisi Müzesi ekstra. Sarayın hemen karşısındaki sokakta Viyana’nın meşhur kafelerinden olan 130 yıllık Cafe Demel bulunuyor. Kahve ve tatlı eşliğinde dinlenmek için güzel bir yer.

Parlamento Binası, Antik Yunan stilinde, sütunlu ve üçgen çatılı etkileyici bir girişe sahip. Aktif bir oturum yoksa 5 Euro karşılığı gezebilirsiniz, İçeride yine Korint tarzı sütunlardan bir salon ile duvardaki nişlerde Yunan Mitolojisi’ndeki başlıca tanrı ve tanrıçaların heykelleri bulunuyor. Ayrıca Parlamento binasının önündeki çeşmede de Yunan Mitolojisi’nden Athena’nın da heykeli bulunuyor. Neredeyse kendimi Yunanistan’da sanacağım! Parlamento’ya çıkan merdivenlerde ise sol tarafta 4 Yunan, sağ tarafta 4 Romalı tarihçinin heykeli var. Ben elbette favorimle, Herodot kadar bilinmese de Antik Yunan döneminin ondan daha gerçekçi olan önemli tarihçisi Thukydides’in pek bir dertli görünen heykeli ile fotoğraf çektirdim. Birilerinin tarihçilere değer verdiğini görmek güzel!

Opera binası olan Wiener StaatsOper de çok güzel görünüyor, Görevimiz Tehlike 5 filmini izleyenlere tanıdık gelecektir. İçerideki gösterilere bilet bulmak zor, niyetiniz varsa erkenden yer ayırmanız şart. 1869 yılında Mozart’ın Don Giovanni Operası’nın sahnelenmesiyle açılan binanın trajik bir hikayesi var. İnşaatı sırasında fazla sade (ki hiç de değil) ve tavanı fazla alçak (kesinlikle değil!) diye o kadar eleştirilmiş ki tasarlayan iki mimardan biri intihar etmiş, diğeri de kahrından kalp krizi geçirip hayatını yitirmiş.

Güzel Sanatlar Müzesi’nin kendisi başlı başına bir şaheser. Duvardaki işlemelerin her birini tek tek inceleyesi geliyor insanın, hepsinin bir anlamı var. Tabii içerideki tablolar daha da güzel. Giriş 15 Euro. Pazartesi hariç her gün 10:00-18:00 arası ziyaret edebilirsiniz. Tam karşısında ise Doğa Tarihi Müzesi yer alıyor ve benim gibi doğa meraklıları için gezmesi çok zevkli bir yer.

Ayrıca civarda Mozart’ın evi de bulunuyor. Günümüzde müze olan bu evi her gün 10:00-19:00 arası gezmeniz mümkün. Ayrıca St Stephen Katedrali (Stephansdom) da turistlerin ilgi odağı. Gotik mimarisi için biraz ürkütücü demek mümkün, sivri ve oldukça yüksek bir kulesi var. Giriş 5 Euro. 450 yıllık İspanyol Binicilik Okulu da turistlerin akın ettiği ilgi çekici bir diğer adres, vaktiniz varsa göz atmanızda yarar var.

Schönbrunn Palace (Almanca: Schloss Schönbrunn)

Hapsburg Hanedanı’nın yazlık sarayı olan bu geniş, çok çok geniş yapının son hali yaklaşık 250 yıl önce meşhur imparatoriçe Marie Theresa tarafından yaptırılmış. Daha da meşhur kılan ise Avusturya’nın süslü ve ilginç imparatoriçesi, belki de tarihin ilk “magazin kraliçesi” Elisabeth, nam-ı diğer Sisi. Saçları kendinden bile ünlü olan, herkes onu genç ve güzel hatırlasın diye kimseye görünmeyen Sisi; son kitabım “Cengiz Han ile Barışmak” adlı romanda da yer alan karakterlerden biri.

Sözcük anlamı “güzelbahar” olarak çevrilebilen Schönbrunn’un dış görünümü de kübik bir papatyayı andırıyor. Barok mimarinin en önemli eseri olarak kabul edilse de bana alışıldık saraylara kıyasla biraz fazla sade göründü. İçinde ise geniş odaların yüksek tavanları resimlerle süslenmiş ve bin dört yüzden fazla oda bulunuyor (ziyarete açık 40 oda var ve o kadarı emin olun yetiyor). En güzel kısmı ise arkasında yer alan engin bahçesi, binanın aksine buraya biletsiz de girebiliyorsunuz. 100 futbol sahasından daha geniş olan bahçede uzun uzun dolanarak hem temiz hava alabilir, hem de heykellerin ve heykel kadar estetik budanmış çalıların seyrine doyabilirsiniz. Bahçe o kadar güzel bir şekilde tasarlanmış ki hala aklımda bu kadar canlı bir şekilde kalan nadir yerlerden. Bahçenin arkasında yer alan, Gloriette denen kemerli yapı bence sarayın kendisinden daha güzel görünüyor.

Bahçede heykellerin en fazla ilgi çekeni havuzun başındaki Neptün heykeli. Bana Roma’daki Trevi Çeşmesi’ni anımsattı (Roma Gezilecek Yerler yazısında Trevi Çeşmesi’nden bahsetmiştim). Antik Çağ’da gemicilerin kabusu olan, sakinleştirmek için adaklar sunulan, mitolojinin en korkulan tanrısı Neptün; Yakın Çağ heykeltıraşlarının elinde bahçe süsüne dönüşmüş. Eh, bir zamanlar Ege adalarının birinden diğerine giderken bile hırçın dalgalarda alabora olmaktan korkan kayıkların yerini çekinmeden okyanusları aşan gemiler alınca teknik gelişim insan kültürünü böyle sessiz ve derinden etkileyebiliyor işte.

Sarayın ziyaret saati her mevsim değişiyor ama açılış saati her zaman 8:30. Temmuz ve Ağustos aylarında 18:00’da, Kasım’dan Mart’a 16:30’da ve diğer aylarda 17:00’da kapanıyor. Viyana ülkemize göre daha soğuk olduğundan ziyaret etmeniz için genel olarak yaz aylarını önerdiğimi de burada belirteyim. Baharlık giysilerinizle Temmuz ve Ağustos’ta güneşli ama serin havanın keyfini çıkarabilirsiniz.

Ulaşım kolay, ister metro, ister tramvay, ister otobüsle Schönbrunn durağında inmeniz yeterli. Sarayda istediğiniz tura göre farklı bilet fiyatları var, 14 Euro’dan başlıyor. En küçük olan 22 odayı, bir üstü 40 odayı, özel Sisi turu ek olarak kraliçenin mücevherlerini gezdiriyor ve daha da fazlasını isterseniz  Dönüş yolunda bir göz atmak isterseniz sarayın önünde kendi işlerini satan ressamlar bulunuyor, oradan aldığım tablo hala duvarımda.

Vaktiniz Kalırsa

Belvedere Sarayı, ismiyle markalaşmış bir yer. Tarihi merkezden tramvayla yarım saat uzaklıkta. Devasa bahçesi oldukça hoş, Sfenks heykelini görünce şaşıracaksınız. Avusturyalılar oldukça ilginçler, Yunan tanrıları, Roma tarihçileri, Mısır Sfenksleri, Efes Müzesi… Belvedere Sarayı’nda yer alan müzede ise gerçekten Avusturyalı sanat eserleri sergileniyor, hepsi de son asra ait. Özellikle ünlü ressam Gustav Klimt’in tabloları ilgi çekici, tabii sarayın kendisi de görkemli biçimde dekore edilmiş. Her gün 10:00-18:00 arası açık, giriş 13.50 Euro.

Hofburg Sarayı ile Belvedere Sarayı arasında kalan Karlskirche Kilisesi’ne de uğramak iyi bir fikir. Uzun bir kubbeye sahip ilginç bir kilise. 250 yıllık bir tarihe sahip. Barok mimarisinin önemli örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Silindirik biçimdeki iki kulesi bana minareleri çağrıştırdı. Hafta içi 09:00-18:00 arası ziyaret edilebilir. Giriş 8 Euro. Önündeki eliptik havuz da pek şirin.

Son olarak, daha yakın tarihli bir turistik yer olan Hundertwasserhaus’a da bir göz atabilirsiniz. Merkeze 15 dakika uzaklıkta, Viyana sokaklarını geze geze ulaşabilirsiniz. Önü fotoğraf çeken turistlerle dolu olan bu apartmanın girift bir mimarisi var. Rengarenk daireler alışılageldik biçimin aksine asimetrik olarak dizilmiş. Başlıkta da dediğim gibi vaktiniz varsa eksik kalmasın, vaktiniz yoksa da gözünüz arkada kalmasın, o kadar abartılacak bir yer değil.

Çok güzel anılar biriktireceğiniz bir gezi olması dileğiyle…

CEVAP VER

Lütfen yorum giriniz!
Lütfen isminizi yazınız