Osmanlı döneminden ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze kadar ulaşan, geçmişten gelen büyük hatıralar taşıyan ve tarihimizin yaşayan tanıkları olan tarihi köşkler… Ne yazık ki birçok köşk yok olup gitmiş olsa da, tarihi köşklerin kimisi üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala sapasağlam ayakta durabilmiş, zaman zaman restorasyonlar yardımıyla tüm endamını korumayı başarmış.
Kültürel mirasımızın birer parçası olan bu tarihi köşkler, her ne kadar gün geçtikçe betonlaşan İstanbul’un apartman yığınlarının arasında boğulup kalsa da hala bu betonlaşma ve çarpışıklığa baş kaldırırcasına tüm ihtişamını koruyorlar.
Dönemlerinde farklı amaçlarla kullanılan, içlerinde farklı hikayeleri, söylentileri, hatta bazen trajedileri barındıran İstanbul’un en güzel köşklerinin hikayelerine hadi hep beraber yakından bakalım.
Cumhuriyet tarihinde adı “işkence simgesi” olarak anılan ve tüyler ürpertici korkunç işkencelere tanıklık eden Ziverbey Köşkü, 12 Mart döneminde işkence evi olarak hafızalara kazınmış bir köşk. 1900’lerin başında Erenköy’ün 19 Mayıs Mahallesi’nde inşa edilen ve asıl adı Zihni Paşa Köşkü olan yapı, zaman içinde yıkılmış. 12 Mart’ta uygulanan işkencenin simgesi haline gelen köşk ise sonradan yapılmış.
Peki köşke adını veren Zihni Paşa kimdir derseniz, Zihni Paşa, Sultan 2. Abdülhamit’in ticaret nazırıymış. Zihni Paşa’dan sonra köşkte paşazadeler yaşamış. Zaman içinde köşk onarılmış ve eski eşyaları, mutfak ve banyosunun hemen her şeyi değişerek büyük bir villaya dönüşmüş. 21 odalı köşkün on dönümden büyük bir arazisi varmış. Kırmızı tuğla duvarlarla çevrili bahçe zamanında ağaçlarla doluymuş. Zihni Paşa’nın torunu Behin Hanım, ünlü karikatürist Ratip Tahir Burak’la evlenince, Ratip Tahir’in yakın dostu Refif Erduran’a bu 21 odalı köşkü kiralamışlar.
1961’de ise mahallede yaşayan halk köşkün sahibini “askeriye” olarak bilirmiş. Bunun sebebi ise köşkün kapısında her daim bekleyen askerler ve içeriye giren sivil subaylarmış. Köşkün o süreçte hangi amaçla kullanıldığı sonradan ortaya çıkmış. Köşkün sahibi Behin Hanım ise köşkte ne olup bittiğini bilmediğini dile getirmiş. 12 Mart döneminde MİT ve Kontrgerilla tarafından sorgu merkezi olarak kullanılan yerlerden olan Ziverbey Köşkü’nde sosyalistler, ulusalcılar, yayılmacılık karşıtları sorgulanmışlar.Darbe sonrası yaşam normale dönünce İlhan Selçuk, bu zorlu günleri ele alan akrostişlerinin yer aldığı “Ziverbey Köşkü” adında bir kitap çıkarmış. Günümüzde ise köşk yıkılmış, yerine bir site yapılmış.
Kadıköy’de gezilecek tüm yerler hakkında bilgi almak için; Kadıköy’de Gezilecek Yerler.
Beykoz Hünkar İskelesi bölgesinde yer alan İstanbul’un en eski köşklerinden olan Mecidiye Köşkü, Beykoz Sarayı olarak da biliniyor. Etrafı çam, ıhlamur ve manolya ağaçları ile bezeli bu köşk Osmanlı’ya isyan etmiş Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından yaptırılmış ve 1854 yılında tamamlanmış.
Simetrik kare planlı iki katlı yapının diğer köşk ve saraylardan ayrılan en önemli özelliği hem dış hem de iç cephesinde kullanılan renkli taşları. Köşkün en etkileyici bölümlerinden biri ise denize ve karaya bakan ve iki balkona açılan salonun Mısır’dan gelen mermerlerle kaplanmış duvarları. Tavanı ahşap kaplı bu şık köşk, Sultan Abdülmecid tarafından “bir asi tarafından yaptırıldığı” gerekçesi ile hiç kullanılmamış.
Tarihi kayıtlara göre, Beykoz çayırında güreş oyunları düzenleyen Sultan Abdülaziz, özellikle yaz mevsiminde köşkü sıklıkla ziyaret ediyormuş. Köşk, Sultan Abdülaziz döneminde günlük konaklamalarda kullanıldığı gibi resmi davetlerde de kullanılmış. 1869 yılında Fransız İmparatoriçesi Eugenie’yi bu köşkte ağırlanmış. Sultan Abdülaziz ve İmparatoriçe Eugenie ordunun geçit törenini de bu köşkten izlemişler.
Beykoz Mecidiye Köşkü, Birinci Dünya Savaşı döneminde kız yetimhanesi olarak hizmet vermiş. Savaş sonrasında 1920’lerde dönemin en belalı hastalıklarından olan bulaşıcı ve ağır bir göz rahatsızlığı -trahom hastalığının- tedavisinde hizmet vermek üzere kullanılmış. Köşk, 1920’lerden sonra uzunca bir süre sağlık alanında kullanılmaya devam etmiş. 1953’te Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na devredilmiş, on sene sonra 1963’te Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak hizmet vermeye başlamış.
2017 yılının Nisan ayından beri müze-saray olarak ziyarete açık olan Beykoz Mecidiye Köşkü’nü pazar günleri dışında her gün 09.00-16.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Giriş biletleri 60 TL, indirimli biletler ise 20 TL.
Beykoz’da gezilecek tüm yerler hakkında bilgi almak için; Beykoz’da Gezilecek Yerler.
İstanbul’un en göz alıcı köşklerinden Caddebostan’daki Ragıp Paşa Köşkü, Osmanlı İmpartorluğu’nun son dönemlerinin en varlıklı kişilerinden olan Ragıp Paşa tarafından yaptırılmış. II. Abdülhamid’in mabeyincisi Ragıp (Sarıca) Paşa, günümüzdeki Cemil Topuzlu Caddesi’ndeki 27 dönümlük arazisine kendisi ve ailesi için yaptıracağı köşkün yapımında mimar August Jasmund ile çalışmış (August Jasmund aynı zamanda Sirkeci Garı’nın da mimarı).
Köşkün inşası 1906’da tamamlanmış. 27 dönümlük arazide iki köşk ve bir de selamlık binası yapılmış. İlk başta yığma taş olarak yapılan binalar sonradan ahşapla kaplanmış. İki köşkün de tüm tavanları gerçek altından eritilerek işlenmiş varaklarla süslenmiş. Mermerler İtalya’dan, döşeme parkeler Viyana’dan getirtilmiş. Dönemine göre oldukça pahalı bir malzeme ve işçilik var anlayacağınız. Zamanında Ragıp Paşa Köşkü’nün bahçesine rengarenk çiçeklerin kokuları eşlik edermiş. Çam, çınar ve kestane ağaçları olan bahçede İngiliz atlarının yer aldığı bir ahır yer alırmış. Renkli camlarla süslü bu dört katlı köşkün adalar tarafına sonradan kule yapılmış. Bu kulede Paşa’nın mehtaplı gecelerde içkisini içtiği söyleniyor.
Ragıp Paşa 1908’de Rodos’a sürgün edilmiş. Rodos’ta mide kanserine yakalanınca İsviçre’de tedavi görüp İstanbul’daki köşküne geri dönmüş. 1920’de Paşa’nın köşkte hayatını kaybetmesi üzerine, köşk avukat İbrahim Ali Bey’e satılmış. Sonradan Sait Çiftçi’ye satılan Ragıp Paşa Köşkü’nde Vehbi Koç ve Abidin Dino da yaşama şansına erişmiş. Ragıp Paşa Köşkü, bir dönem Yat Kulübü ve askeri hastane olarak kullanılmış.
Caddebostan yolunu genişletme çalışmalarında duvar ve kapıların yerleri değişmiş, bahçedeki ağaçlar kesilmiş. Tabii bunlar yetmemiş, selamlık binası yıkılmış ve yerine apartmanlar dikilmiş. Günümüzde köşkte herhangi bir yaşam olmadığı için Ragıp Paşa Köşkü halk arasında Perili Köşk olarak da bilinmekte.
Boğaz turlarında Rumeli Hisarı’ndan geçerken şato biçimli kırmızı tuğla bina mutlaka gözünüze takılmıştır. Asıl adı Yusuf Ziya Paşa Köşkü olan Perili Köşk, Rumeli Hisarı’nın en dikkat çeken tarihi binalarından biri. Tabii, köşkün hikayesi de en az mimarisi kadar ilgi çekici.
Zengin Mısır tüccarlarından Abbas Hilmi Paşa’nın başyaveri Yusuf Ziya Paşa, güzeller güzeli bir genç kadına aşık olmuş ve onun için bir köşk yaptırmak istemiş. Gel gelelim aksiliklerin ardı arkası kesilmemiş. İlk aksilik II. Abdülhamit’in fermanıyla başlamış. Padişah’ın “Boğaz’da cami minarelerinden daha yüksek bina yapılamaz” demesiyle köşkün yapımına bir süre ara verilmiş.
Yusuf Ziya Paşa, köşkün yapımına başlanan bu süreçte aşık olduğu kızla evlenmeyi başarmış. Genç kız, yapımı tamamlanmamış köşke yerleştikten sonra genç erkekler köşkün önünden geçerek bu dillere destan güzellikte kızı görmek istemişler. “Peri kadar güzel bir kız” yaşayan bu köşk, işte bundan sonra masallardaki gibi bir hikayeye şahitlik etmiş. Yusuf Ziya Paşa eşini öyle bir kıskanmış ki, onu kimsecikler görmesin diye köşkün üst katında kuleye kapatmış.
Resmen Rapunzel masalı derken Birinci Dünya Savaşı çıkmış. Osmanlı İmparatorluğu da savaşa girince inşaatı bitirecek işçi kalmamış şehirde; köşkün yapımı yarım kalmış. Yusuf Ziya Paşa’nın bu dönemde işleri bozulmuş ve karısını da alıp Mısır’a yerleşmiş. Köşk uzun süre tamamlanmayınca ve boş kalınca adı halk arasında “Perili Köşk” olarak anılmaya başlanmış.
Mısır’a yerleşen Yusuf Ziya Paşa’nın işleri bir türlü toparlanmayınca ve kıskançlığı devam ettikçe eşi paşayı terk etmiş. Paşa genç karısına öyle bir aşıkmış ki, öldüğünde mezar taşının karısını hapsettiği kulenin taşlarından yapılmasını vasiyetlemiş. Terk edilen Yusuf Ziya Paşa’nın 1926’da kahrından hayatını kaybettiği söyleniyor. Paşanın ölümüyle İstanbul’daki köşkün kulesinden taşlar sökülüp, vasiyetinde yazdığı gibi Mısır’a götürülmüş ve Paşa’nın Nil Nehri’ni gören mezarı bu taşlardan yapılmış.
Farklı farklı sebeplerle Perili Köşk olarak anılan yapı Yusuf Ziya Paşa’nın ölümünden sonra esrarengiz hikayesine devam etmiş. Paşa’nın ruhunun bazı geceler köşkü ziyaret ettiği ve odalarında dolaştığı söylenmeye başlamış.
40’ı aşkın varisten satın alınan köşk, 1990’larda tekrar inşa edilmeye başlayınca bir başka hikaye ortaya çıkmış. İnşaat işçileri Yusuf Ziya Paşa’nın karısına ait olduğu bilinen aynaya baktıklarında genç bir kadın hayaleti gördüklerini iddia etmişler.
1995-2000 yıllarında mimar Hakan Kıran tarafından restorasyonuna başlanan köşkün yenilenme çalışmalarında zeminde toprakla doldurulmuş üç kata rastlanmış. İlk başta 6 kat olarak planlanan köşk, orijinali esas alınarak 9 kat olarak değiştirilmiş. İngiltere’den getirilen kırmızı tuğla taşlarla tamamlanan bina, 5 yıllık bir restorasyon sonucunda günümüz görünümüne kavuşmuş.
2002’de 25 yıllığına Borusan Holding’e kiralanan Perili Köşk, günümüzde hafta içleri Borusan’ın holding-ofisi, hafta sonları ise müze olarak hizmet vermekte.
Çağdaş sanata olan ilgiyi arttırma amacıyla kurulan Borusan Contemporary’yi hafta sonları 10.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Tam biletler 150 TL, indirimli biletler ise 50 TL.
Sarıyer’de gezilecek tüm yerler hakkında bilgi almak için; Sarıyer’de Gezilecek Yerler.
Türk müzecilik tarihinde oldukça önemli bir yer tutan ve mimarisiyle dikkat çeken bir yapıya bakalım mı? Topkapı Sarayı’nın dış surlarında yer alan Çinili Köşk, 1472’de Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış. Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı ilk bina olan Çinili Köşk’ün mimari bilinmemekle birlikte bazı kaynaklarda Atik Sinan’ın adı geçmekte.
Biliyorsunuz, ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar’dan beri yüzyıllardır devam eden Türk çini sanatı, özellikle Selçuklu döneminde hemen her yerde karşımıza çıkıyor. Selçuklular yapmış oldukları camiden türbeye, kervansaraydan saraya her yapıda kullanıyorlar çiniyi. Osmanlı döneminde de çiniye olan merak devam ediyor. Ve Fatih’in yaptırmış olduğu köşkün adı da iç ve dış cephesini süsleyen çinilerden geliyor.
Bir diğer adı Sırça Köşk olan Çinili Köşk, İstanbul’da yer alan en eski Osmanlı sivil mimari örneklerinden biri ve Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen eski Türk mimari geleneğinin de günümüze ulaşmış İstanbul’daki tek temsilcisi. Girişten tek cephe duran köşk, arka cephede iki katlı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin tam karşısında yer alan köşk, eyvanlı terası, kesme çini dekoru ile 6 odalı bir yapı.
Bir zamanlar Haliç’e bakan arka cephesinde Orta Asya Türk ve Selçuklu yapılarında sıklıkla görülen kilim deseninde süslemelere sahipmiş; fakat ne yazık ki bu süslemeler günümüze ulaşamamış.
1737’de çıkan yangında köşkün revan ve sütunları yanmış. Bugün girişi süsleyen 14 sütunlu mermer revak ise I. Abdülhamit zamanında yeniden yapılmış. Yangından sonra yenilenen köşk saray ağalarına tahsis edilmiş derken 1869’da İmparatorluk Müzesi olarak kullanılan Aya İrini’ye eserler sığmaz olmuş.
Bu sebeple Çinili Köşk, İmparatorluk Müzesi’nin yeni mekanı olmuş. 1875-1891 tarihleri arasında Müze-i Hümayun olarak kamuya açılan Çinili Köşk, İstanbul’un Fethi’nin 500. yılında yenilenip Fatih Müzesi olarak tekrardan halka açılmış. Fatih Müzesi için Türk ve İslam Sanatları Müzesi’nin temeli diyebiliriz. Burada silahlar, savaş kostümler, fermanlar sergilenmiş.
Çinili Köşk, 1891’de İstanbul Arkeoloji Müzelerine katılmış. O gün bugündür Arkeoloji Müzesi bünyesinde hizmet veren Çinili Köşk’te adına yakışır şekilde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden çini ve seramik örnekleri sergileniyor.
Eğer siz de geleneksel Türk çini sanatını daha yakından tanımak istiyorsanız 2000 civarında eserin sergilendiği Çinili Köşk’ü 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Pazartesi günü dışında her gün hizmet veren Çinili Köşk’ün giriş ücreti 60 TL.
Fatih’te gezilecek tüm yerler hakkında bilgi almak için; Fatih’te Gezilecek Yerler.
Kuzguncuk’taki Bağlarbaşı Korusu içinde yer alan Abdülmecid Efendi Köşkü, 1880-1885 aralığında İsmail Paşa tarafından yaptırılan bir av köşkü. İsmail Paşa bu köşkü oğlu Tevfik Paşa için yaptırmış. Her ne kadar mimari kesin olarak bilinmese de Levanten mimar Alexandre Vallaury tarafından yapıldığı düşünülüyor.
200 dönümlük bir korunun içinde yer alan Abdülmecid Efendi Köşkü, mermer havuzlu büyük salonu, verandasında yer alan işlemeleri, panolarında yer alan altın kalem işi süsleri, çini panoları, pencere vitrayları ve şömineleri ile oldukça etkileyici bir köşk. Abdülmecid Efendi Köşkü, sahibi İsmail Paşa’nın vefatından sonra Sultan Abdülhamit tarafından satın alınmış ve Şehzade Abdülmecid’e tahsis edilmiş.
Köşkü yazlık köşk olarak kullanmaya başlayan sanatsever Şehzade Abdülmecid, burayı adeta sanat ve kültür merkezi olarak kullanmış. Dönemin sanatçıları, edebiyatçıları çini döşeli verandada toplanıp uzun uzun sohbetler ederlermiş. Çarşamba günleri Şehzadenin burada resim yaptığı da söyleniyor.
Köşkün ünlü “Aşk Çeşmesi” adlı manzara resmi, 1900’lerin başında Şehzade tarafından Hüseyin Avni Lifij’e yaptırılmış. Resimde mermer çeşme başında sohbet eden renkli kıyafetleriyle kadın figürleri tasvir edilmiş. Şehzade Abdülmecid’in 4 Temmuz 1918’de veliaht ilan edilip Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’ne yerleşmesiyle Abdülmecid Efendi Köşkü uzunca bir süre boş kalmış.
İkinci Dünya Savaşı zamanında askerlerin kaldığı köşkün çinileri bu süreçte deforme olmuş ve sonradan Kütahya’da tekrardan çiniler yapılmış. Harem binası her ne kadar günümüze ulaşamamış olsa da 1987-1988’de restore edilen bu üç katlı selamlık binası şu anda Koç Topluluğu‘na bağlı.
Üsküdar’da gezilecek tüm yerler hakkında bilgi almak için; Üsküdar’da Gezilecek Yerler.
Yıldız Parkı içindeki köşklerden biri olan Malta Köşkü, Yıldız Sarayı’nın doğu yönünde yer alıyor. Sultan Abdülaziz tarafından 1981 tarihinde inşa ettirilen köşk adını nereden alıyor derseniz, döneminde Malta’dan getirilen taşlardan alıyor. Dört kapısı, kuğu motifli çeşmesi ve mermer havuzlu geniş odası, altın varaklı aynası, tavan süslemeleri ile görülmeye değer Malta Köşkü’nün mimari kesin olarak bilinmese de 1866’da Sultan Abdülaziz’in Beylerbeyi Sarayı için getirttiği İtalyan mimar Fossati Kardeşler olduğu düşünülmekte.
En dikkat çeken odası havuzlu salon olmakla birlikte, salonun iki yanından merdivenlerle çıkılan renkli camlara sahip odalara ve çiçek motifli süslü odalara sahip köşk, günümüzde çeşitli organizasyonlara ev sahipliği yapıyor. Tabii bu göz alıcı köşk döneminde önemli tarihi olaylara da şahitlik etmiş. Tahta çıkmak isteyen Sultan V. Murat, başarısız girişiminden sonra Malta Köşkü’nde alıkonulmuş ve dönemin önemli paşalarından Mithat Paşa da köşkün arkasında kurulan çadırda yargılanmış.
Abdülhamit’in sürgüne gönderilmesinden sonra kırk yılı aşkın bir süre boş kalan köşk, Maliye Bakanlığı tarafından 1941’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmiş. Şu anda restoran olarak hizmet veren köşkü haftanın her günü 09.00-22.00 saatlerinde ziyaret edebilirsiniz.
Beşiktaş’ta gezilecek tüm yerler hakkında bilgi almak için; Beşiktaş’ta Gezilecek Yerler.
1927’de Hidiv Ailesi tarafından İtalyan mimar Edoardo de Nari’ye Emirgan’da yaptırılan yazlık konut görevindeki Atlı Köşk, adını tahmin edersiniz ki bahçesinde yer alan at heykelinden alıyor. Köşkün adını veren at heykellerinden biri Fransız heykeltraş Louis Doumas’ın 1864’te el yapımı olarak hazırlamış olduğu bir at heykeli.
Diğer at heykeli ise 1204’te 4. Haçlı Seferi sırasında Sultanahmet Meydanı’ndan alınarak Venedik’teki San Marco Kilisesi’ne yerleştirilen 4 attan birinin dökümü. Atlı Köşk, 1951’de Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınmış. 1966’dan itibaren Sakıp Sabancı’nın yaşadığı köşk, 1998’de içinde yer alan eşyalar, zengin hat ve resim koleksiyonu ile beraber Sabancı Üniversitesi’ne bağışlanmış.
Sonradan eklenen galeriyle birlikte 2002’de Sabancı Müzesi olarak olarak hizmete başlayan köşkü görmek isterseniz pazartesi günleri hariç her gün 10.00-18.00 arasında ziyaret edebilirsiniz. Müzenin giriş ücreti 170 TL, indirimli biletler ise 85 TL.
Anadolu Yakası’nın en güzel köşklerinden biri 20. yüzyılın başlarında Art Nouveau tarzında inşa edilen Cemil Topuzlu Köşkü. İpar Köşkü olarak da bilinen bu üç katlı köşk, denize yakın bir konumda 30 dönümlük bir koru içinde yer alıyor. Döneminin önemli doktorlarından olan Cemil Topuzlu tarafından yaptırılan köşkün mimarının kim olduğu konusunda farklı söylentiler var. Mimarın Alexandre Vallaury olduğu düşünüldüğü gibi, Mimar Vedat Tek de olduğu bazı kaynaklarda yer alıyor.
“Ömrüm boyunca burada oturmak istiyorum” diyen Cemil Topuzlu yaptırdığı köşke o kadar çok özen göstermiş ki, dönemin sadrazamı Gazi Ahmet Muhtar Paşa bu köşkü görünce çok beğenip, Cemil Topuzlu’ya Şehremini (Belediye Başkanı) görevini teklif etmiş.
Cemil Topuzlu göreve gelince İstanbul’da çok sayıda kışla, mescid ve hanlar park yapılmak için yok edilmiş. I. Dünya Savaşı süresini İsviçre’de geçiren Cemil Topuzlu, savaşın sonunda İstanbul’a dönünce ikinci kez İstanbul Şehremini seçilmiş. Fakat görevinde yalnızca bir yıl durup, Sağlık Bakanı olarak atanmış. Cemil Topuzlu Türkiye’deki sürecinde köşkünde yaşamaya devam etmiş.
1931’de köşk, Türkiye’nin şeker sanayisinin kurucularından olan ve “Şeker Kralı” olarak anılan Hayri İpar’a satılmış. Hayri İpar’dan sonra İpar Köşkü olarak anılmaya başlayan bu tarihi köşk, yeni ailesiyle birlikte gazetelere konu alan davetlere ev sahipliği yapmış. Böylece “cemiyet hayatının bir simgesi” haline gelmiş.
Yine de köşkün içindekilerin yüzü bir türlü gülememiş. II. Dünya Savaşı başlayınca Hayri İpar’ın servetine el konmuş. Küçük kardeşlerden biri genç yaşında intihar etmiş, kızlarından birinin şizofren olduğu öğrenilmiş. Bir zaman sonra Ali İpar’ın gemilerine döviz kaçırdığı gerekçesiyle el konulup, aylarca hapis yatmış derken tüm bu yaşananlar yetmemiş. Ailenin diğer üyelerinin de akıl sağlığında sorunlar çıkmış, intiharlar birbirini takip etmiş.
Sonradan Cevher Özden’in eline geçen köşk, 1986’da çıkan imar izniyle bahçesindeki ağaçlar kesilmiş, havuzun olduğu bölüme apartmanlar yapılmış.
En sonunda İpar Köşkü 1997’de Şadan Kalkavan’a satılmış. Köşkün bulunduğu çevrede çok şey değişse de, bir şey ne yazık ki değişmemiş: İntiharla sonuçlanan bir hayat. Cevher Özden 2008’de ağzından kendisini vurarak intihar etmiş. Bence köşkün adının hala “intihar” ile bağlantılı olarak anılmaması bile ilginç.
Yapım tarihi ve mimari bilinmeyen bir köşkten bahsedeyim: Mihran Efendi Köşkü. Erenköy’ün denize yakın bir noktasında yer alan iki katlı, kuleli ahşap köşk adını ilk sahibi Kayserili matbaacı Mihran Efendi’den alıyor.
Mihran Efendi’nin İstanbul’da hamallıkla başlayan hikayesi, Ermeni cemaatinin de destekleriyle küçük bir matbaa kurmasıyla devam etmiş. Mihran Efendi tarafından kurulan ve II. Abdülhamit döneminde yüksek ses getiren Sabah Gazetesi, II. Abdülhamit’in oldukça ilgisini çekmiş. İttihat ve Terakki yönetimine karşı tutum sergileyen Peyam Gazetesi ile birleşen Sabah Gazetesi, sonradan Mihran Efendi tarafından kapatılmış.
Gazeteyi kapatan Mihran Efendi Avrupa’ya gidince köşk uzun yıllar boş kalmış. Giderek çürümeye başlayan köşk, Doktor Neşet Osman Bey tarafından satın alınıp restore edilerek yok olmaktan kurtulmuş.
Günümüze kadar ulaşmayı başarmış kırmızı çatılı, verandalı tarihi köşk, şu anda Neşet Osman Bey’in mirasçıları tarafından konut olarak kullanılıyor. Tabii ilk zamanlarında yalı olan bu güzelim yapı, 1980’lerde denizin doldurulmasıyla denizle bağlantısı kesilmiş durumda.