İstanbul’un Avrupa Yakası’nın kuzey kısmında kalan Sarıyer ilçesi, şehre gelen turistlerin ilk uğradığı yer olmasa da aslında birçok gizli mücevher barındırıyor.
Örneğin Kireçburnu için Leyla ile Mecnun dizisinin çekildiği yer desem gitmeniz için yeterli gelebilir. İsterseniz sahildeki banklardan birinde oturup sohbet eder, isterseniz Boğaz’ın kenarında durup İsmail Abi gibi gelip geçen gemilere el sallar, isterseniz de mahallenin sokaklarında dolaşıp diziden sahnelerin tam olarak nerede çekildiğini çıkarmaya uğraşırsınız.
Sarıyer’e Nasıl Gidilir?
Sarıyer’e ulaşmak da zor sayılmaz. Metronun M2 hattını kullanarak Hacıosman’a geldiğinizde 151, 152 gibi birçok otobüse aktarma yapıp Sarıyer’e varabilirsiniz.
Sarıyer’de Gezilecek Yerler
Emirgan
Bizans döneminde servi ağaçlarının çokça bulunduğu ormanlık bir bölge olan Emirgan, Cyparades şeklinde bilinirmiş.
Dördüncü Murat döneminde, Azerbaycan’ın Revan bölgesinde (şimdiki adı Erivan) Osmanlı ordusuna yardım eden Emirguneoğlu Tahmasb Han, dönüşte sultan ile birlikte İstanbul’a gelince bu bölge ona hediye edilmiş (hediyenin de böylesi!).
Adı da ondan sonra Emirgune diye anılır olmuş, günümüze Emirgan diye geçmiş. Benzer biçimde Topkapı Sarayı’ndaki Revan Köşkü de bu seferin başarısını kutlamak amacıyla yapılmıştır.
Emirgan Korusu
Emirgan Korusu Tosun Paşa filminin çekildiği yer, yani ünlü Yeşil Vadi aslında size o kadar uzak değil!
Özellikle nisan ayında, laleler açtığında giderseniz gördüklerinizden etkileneceğinizi garanti edebilirim.
Oradan oraya koşturan sincaplar da Yıldız Parkı gibi burada da gözlerinizin önünden eksilmeyecek. İnsana epey alışmış durumdalar.
Korunun içerisinde İstanbul’da birçok güzel konak yaptırmış Mısır Hidivi (yani valisi) İsmail Paşa’nın eseri olan üç farklı köşk var ve renklerine göre isimlendiriliyorlar: Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk. Her biri belediye tarafından restoran olarak işletiliyor. Açık büfe kahvaltı servisi de var ama fiyatlar bir belediye işletmesinden beklediğim kadar hesaplı değil ne yazık ki. Zaten buraya gelirseniz damak tadı için değil de gözleriniz şenlensin diye gelebilirsiniz. Boğaz’ın suları önünüze serilmiş vaziyette, güzel bir havada oturup çayınızı içmek başka hiçbir kentte bulamayacağınız bir zevk.
Şerifler Yalısı
Ayrıca Şerifler Yalısı da Emirgan’da bulunuyor.
Aslında 1782’de inşa edilen yalı 1850 civarında kapsamlı bir onarımdan geçtiğinden daha çok 19. yüzyılın mimarisini yansıtıyor.
Eskiden denize sıfır iken şimdi önünden araba yolu geçiyor.
En beğendiğim kısmı olan beyaz cumbası da bu duruma çok kızmış olacak ki duvarı aşıp yoldakilerin üzerine atlamak üzereymiş gibi görünüyor!
Sakıp Sabancı Müzesi
2002 yılında açılan Sakıp Sabancı Müzesi, özellikle resim ve kaligrafi sanatında önemli eserler sergiliyor. Çok sayıda porselen örneği de mevcut.
Zaman zaman açılan özel sergiler de ayrıca dikkat çekiyor, örneğin Picasso sergisi epey sükse yaratmıştı.
1848 yılında inşa edilen ve günümüzde Atlı Köşk diye anılan çok güzel bir binada yer alıyor.
Pazartesi günleri kapalı olan müze diğer günler sabah onda açılıyor, çarşamba günü sekizde kalan günlerde ise altıda kapanıyor. Üstelik çarşamba günleri giriş ücretsiz, öteki günlerde ise 170 TL (öğrenciler ve Müzekart sahipleri için 85 TL).
Emirgan Camii
Emirgan Camii ise o kadar sade bir tasarıma sahip ki önünden geçip de tarihi bir yapı olduğunu anlamamanız mümkün.
1781 yılında, Sultan 1. Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Bu yüzden bir diğer adı Hamid-i Evvel Camii (Önceki Hamit anlamında, yani 2. Abdülhamit de Sonraki Hamit oluyor).
Eskiden deniz kenarında olduğundan kayıkla yanaşılırmış ama artık çoğu yer gibi burada da aradan yol geçiyor.
Kireçburnu
Yazının başında belirttiğim gibi, bu semtin hayatlarımıza girişi ünlü dizi sayesinde oldu ama aslında İstanbul’un eski ve güzel noktalarından biri.
Bizans dönemindeki adı Denizin Anahtarı anlamına gelen semtin ismi Fatih Sultan Mehmet döneminde Rumeli Hisarı inşa edilirken buradan çıkarılan kireç kullanıldığı için günümüzdeki halini almış.
1957’den beri burada hizmet veren Kireçburnu Fırını da benim gibi karbonhidrattan vazgeçemeyen gezginlerin damağını şenlendirecek birçok lezzet barındırıyor.
Tarabya
Semtin eski ismi Therapia, şifa bulunan yer anlamına geliyor zaten bu sözcük artık dilimize de terapi şeklinde geçmiş durumda. Semtin ismi de az çok korunmuş denebilir, sadece söyleniş hafif değişmiş.
Rivayete göre Sultan 2. Selim ile sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa bu semti çok severlermiş ve yaz aylarını burada geçirmek için birer köşk yaptırmışlar.
O zamanlar küçük ve sakin bir balıkçı kasabasıymış tabii. Şimdi oldukça gelişmiş bir semt.
Deniz kenarındaki otel ise Türk sinemasının yakın döneminde en beğendiğim eser olan Filler ve Çimen filmini izleyenlere tanıdık gelecektir (1999 tarihli film nasıl yakın dönem olur demeyin, bence Türk sineması 70li yıllardaki şaheserler ve sonra çekilse de asla o tadı vermeyen filmler diye ikiye ayrılır).
Huber Köşkü
Huber Köşkü burada yer alan, geniş arazisindeki ağaçlarla oldukça hoş bir konut.
1985 yılından bu yana cumhurbaşkanımızlar tarafından İstanbul’a geldikleri vakitlerde kullanılıyor. O yüzden görmek, gezmek pek kolay değil ama bahsetmeden geçmek istemedim.
Mavzer tüfeklerinin ülkemize satışına aracılık eden ve tahmin edebileceğiniz üzere voliyi vuran Auguste Huber tarafından yaptırıldığından bu isimle anılıyor.
İnşaat tarihi tam olarak bilinmese de 2. Abdülhamit devrine denk düşüyor.
İpsilanti Yalısı
Tarabya’da bulunan İpsilanti Yalısı ise Boğaz kıyısında yer alan onlarca güzel evden bir diğeri.
Tarihi açıdan ilginç kılan şey ise yalının sahibi olan Eflak soylusunun bir yandan burada padişahın yüzüne gülerken öten yandan ülkesinde Osmanlı’ya karşı silahlı başkaldırı örgütlemesi.
Ayrıca güzel bir semt olan Tarabya’da Osmanlı döneminde birçok yabancı konsolosluğun yazlık binaları yer alıyormuş. Elçiler de keyfine düşkünmüş yani!
Ural Ataman Klasik Otomobil Müzesi
Otomotiv meraklıları ise 1926 yılından başlayarak çok sayıda eski aracın sergilendiği Ural Ataman Klasik Otomobil Müzesi’ni ziyaret edebilirler.
Adına aldanmayın içeride otomobillerin yanı sıra traktör, kamyon ve motosiklet de var (gerçi “otomobil” kendi başına hareket eden şey demek ve bunların hepsi de aslında otomobil ama Türkçede otomobil denince insanın aklına binek araba geliyor ilk olarak).
Giriş ücreti 150 TL, sadece Cumartesi günleri saat 11:00 ile 18:00 arası açık.
Sarıyer
Perili Köşk (Borusan Çağdaş Sanat Müzesi)
Perili Köşk, yani Borusan Çağdaş Sanat Müzesi, eskiden Yusuf Ziya Paşa’ya ait bir yalıymış.
Mimarisi ile beni oldukça şaşırttı. Adına aldanmayın, gayet bakımlı bir bina ama adeta Harry Potter filmlerinden fırlamış gibi görünüyor.
Özellikle yuvarlak planlı kubbesinin köşede sanki binanın kalanıyla alakası yokmuşçasına yükselmesi ve her katın ona ayrı ayrı sarılması üstüne şiir bile yazılabilecek bir tasarım olmuş.
Perili köşk denmesinin sebebi olarak inşaatının uzun süre tamamlanamaması ve Boğaz’dan zaman zaman esen deli rüzgarlarla uğuldaması olarak anlatılsa da ben ilginç görünümünün de illa ki etkisi olduğunu tahmin ediyorum.
1910 yılında yapılan bina 2000’de restore edilmiş.
Tam da köprünün ayağının kenarında yer alıyor ve çok katlı olması nedeniyle diğer binalara göre epey yüksek olduğundan hemen dikkat çekiyor, tabii koyu kırmızı renginin de bunda etkisi büyük.
Bu etkileyici bina şimdi Borusan firması tarafından uzun süreli olarak kiralanmış durumda ve müze olarak ziyarete açık.
Sadece Cumartesi ve Pazar günleri, 10:00 ile 19:00 arası gezilebiliyor. Giriş ücreti 300 TL, indirimli bilet ise 75 TL. Çağdaş sanatın her dalından toplanmış 700 eserden oluşan koleksiyon sürekli olarak görülebiliyor ve sık sık özel sergiler de açılıyor.
Rumeli Kavağı
Sarıyer ilçesine bağlı olan Rumeli Kavağı da Boğaz’ın kenarında bir balıkçı köyü. Buradaki balıkçılarda taze balıkları denize karşı yemeniz mümkün.
Daha kuzeyde yer alan Rumelifeneri ile karıştırmayın.
Büyükdere
Sadberk Hanım Müzesi
Vehbi Koç Vakfı’na ait olan Sadberk Hanım Müzesi, Vehbi Bey’in rahmetli eşinin adını taşıyor.
Beyaz ve hoş bir yapı olan Azeryan Yalısı’nda Osmanlı Dönemi’nden kalma el işi sanat eserlerinden oluşan geniş bir koleksiyon yer alıyor.
Çiftin kızlarının ismini taşıyan Sevgi Gönül Kanadı ise Osmanlı’dan önceki dönemde Anadolu sanatından ve arkeolojisinden güzel örneklere ev sahipliği yapıyor.
Zaman zaman belli sanatlara odaklanmış özel sergiler de açılıyor.
Binanın kendisi de koruma altında olan tarihi bir eser.
Mimarisi ve tasarımıyla 1988’de Europa Nostra ödülüne layık görüldüğünü de not düşeyim.
Çarşamba günleri kapalı olan müzeyi diğer her gün 10:00 ile 17:00 arası ziyaret edebilirsiniz. Tam bilet 200 TL, Müzekart sahiplerine 150 TL, öğrenci ve öğretmenlere ise 50 TL.
Yeniköy
Ahmet Afif Paşa Yalısı
Ahmet Afif Paşa Yalısı, eklektik mimarisiyle daha görür görmez dikkatinizi çekecek bir yapı.
Cumbaları da, çatısının iki yanında yer alan minik kuleler de sonradan muzipçe eklenmiş gibi görünüyor. Tüm bunların nasıl da bir arada durduğuna hayret ettim açıkçası.
Birçok kez set olarak kullanılmış, hem Binbir Gece dizisi, hem de yapımcılığını doğrudan TRT’nin üstlendiği ilk dizi olan eski Aşk-ı Memnu dizisi (Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ’un oynadığı değil, Müjde Ar’ın başrolde yer aldığı 1975 yapımı) burada çekilmiş.
Rivayete göre 1926’da İstanbul’da iken ortadan kaybolduğu ünlü on bir gün boyunca Agatha Christie bu yalıda kalmış.
Belgrad Ormanı
İstanbul’un ciğeri diyebileceğimiz bu geniş ormanın adı Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad Seferi’nden dönüşte buraya yerleştirdiği Sırplardan geliyor.
Çok geniş bir alan olduğundan kuytu köşeleri tekinsiz olabiliyor ama merkezi noktalar özellikle hafta sonları piknikçilerle tıka basa doluyor.
Osmanlı zamanında da kaçakların sık sık sığındığı bir yermiş, hatta Sultan 2. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdığında bir kısmı buraya kaçıp direniş örgütlemeye çalışmış ve sonradan mağlup edilmişler. Tabii o zamanlar ulaşım daha da zor.
İçerisindeki akarsular sayesinde neredeyse iki bin yıldır İstanbul’a sadece temiz hava değil içme suyu da sağlayan bu ormanın İstanbul’da yaşamayı mümkün kıldığını söylesem abartı olmaz.
Bizans’tan kalma antik su kemerleri buraya bağlıymış, Osmanlı da su sağlamak için kullanmış. Tabii şimdi nüfus o kadar arttı ki bunlar yetmiyor, İstanbul’a su getiren hatlar Kırklareli’ndeki Yıldız Dağları’na kadar uzanmış durumda.
Belgrad Ormanı’nın içinde bulunan bir düzine doğa parkı hem tatlı bir yürüyüş hem de güzel bir mola fırsatı sunuyor.
En fazla bulunan ağaç meşe olsa da birçok başka ağaç türünü görebilir, ne yazık ki artık böyle şeyleri pek öğrenemeyen çocuklarınıza da göstererek öğretebilirsiniz.
Ayrıca ormanların vazgeçilmezi sincaplar başta olmak üzere çok sayıda vahşi hayvan da bu ormanda yaşıyor.
Bu parklardan bazıları şunlar:
Falih Rıfkı Atay Parkı’nda oldukça harap durumda olsa da kilise kalıntıları seçilebiliyor. En eski baraj ise Genç Osman tarafından yaptırılan Kömürcübent. Büyük Bent kısmında ise Kırkçeşme kanalı akıyor. Eski bir sarnıcın kalıntılarıyla bir namazgahın mihrabını görmeniz mümkün. Neyse ki bu iki yapı kültür mirası olarak koruma altına alınmış da piknikçilerin gazabından biraz kaçabiliyorlar.
Neşet Suyu Parkı ise Osmanlı’nın önemli eğitimcilerinden Müderris Neşet Bey’in ismini taşıyor. Günümüzde İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olan Ormancılık Fakültesi’nde ders vermiş ve buranın rektörlüğünü de yapmış. O zamanlar buranın adı Orman Mekteb-i Alisi imiş. Parkın içinde bir heykeli de yer alıyor.
Rumelifeneri
Boğaz’ın Avrupa Yakası’ndaki en kuzey noktası olan bu balıkçı köyü eskiden sakin bir yerken artık günden güne artan turistleri ağırlıyor.
1856 yılında yapılan ve semte adını veren fener sekizgen planlı. Türkiye’deki en yüksek deniz feneri.
Ayrıca Sarı Saltuk Kabri de burada yer alıyor.
Koyun üzerinde yer alan ufak kale ise hem Karadeniz hem de Boğaz’daki deniz ticaretini kontrol etmek isteyen Cenevizlilerden kalmış. Keşke biraz daha iyi sahip çıkılsaymış diyor insan.
Hem Karadeniz’i hem Boğaz’ı aynı anda seyredebileceğiniz şahane bir köy olan Rumeli Feneri’ne bir uğramaktan pişman olacağınızı sanmam.
Gelmişken balık da yiyebilirsiniz tabii.
Burayı da gördükten sonra İstanbul’a doymuş olursunuz diye umuyorum, tabii İstanbul’a doymak mümkünse! Güzel bir seyahat geçirmeniz dileğiyle…