Kategoriler MarmaraYurt İçi

Marmara’daki Antik Kentler

Antik kentleri gezmeyi oldum olası çok severim. Hem tarihe hem de arkeolojiye olan ilgimden ötürü bu güzel yerler vazgeçilmez turistik mekanlarımın başında gelir.

Antik şehir kalıntıları arasında dolaşırken kendimi orada yaşamış biri olarak düşünür, o zamanın yaşam tarzı hakkında düşüncelere dalarım.

Güzelim Anadolu birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı için ülkemiz antik kent bakımından çok zengin ve biz de bu yüzden çok şanslıyız.

Bu yazımda Marmara Bölgesi’nde yer alan antik kentlerimizi tarihçelerinden de biraz bahsederek sizler için derledim. Keyif alarak okumanız ve gezmeniz dileğiyle…

Marmara’daki Antik Kentler

1) Ainos, Edirne

Eski çağlarda Ainos adıyla anılan şehir günümüzde Enez olarak bilinmekte ve Edirne’de yer almaktadır.

Bu sebeple Ainos, Enez Antik Kenti olarak da adlandırılmaktadır.

Bu şehir, Meriç (Hebros) Nehri‘nin denize döküldüğü Ege’nin Kuzey sahilinde kalker bir yarımada üzerinde kurulmuştur.

Şehrin tarihi hakkında farklı kayıtlar mevcut. Bunlardan ilki şehrin isminin ilk kez Homeros’un İlyada adlı eserinde geçtiği.

Günümüzde kale sınırları içinde yer alan ve kentin akropolünde gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda M.Ö. 4. ve 3. bin yılına ait çömlek kalıntıların bulunması şehirdeki yerleşimin Kalkolitik çağa kadar gittiğini kanıtlar nitelikte.

Diğer kaynaklara göre ise Ainos ilk kez Aioller, daha sonra da Mitilene (Midilli) ile Kymeliler tarafından koloni şehri olarak kurulmuş.

M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren de Eski Yunan kültüründe bir şehir devleti olarak gelişmiş.

Farklı antik kaynaklar da Ainos’un Odesseus’un arkadaşı Gencus’un kardeşi tarafından kurulduğunu göstermekte.

Şehrin kuruluşunun tam olarak nasıl gerçekleştiği anlaşılamasa da içinde barındırdığı eserler görülmeye değer. Zengin mozaiklerle süslenmiş kilise ve Aiol sütun başlığı bu eserlerin başında geliyor.

Antik kentte yer alan kale de ihtişamıyla dikkat çekmekte olup, giriş kapısının yanındaki duvarda beyaz mermerden bir Trak süvarisinin kabartması yer alıyor. Yüksek bir tepeye kurulmuş olan bu kale, Balkanlardan gelen barbar akınlarını önlemek amacıyla inşa edilmiş.

Kalenin içerisinde Ayasofya (Fatih Camii) ve şapel olarak kullanılmış bir mağara bulunuyor.

Bu mağaradan çıkarılan, Yunan mitolojisinde ormanların, tarlaların, hayvan sürülerinin ve çobanların koruyucu tanrısı olarak bilinen Pan’ın ve dans eden su perilerinin tasvir edildiği kabartma ve yine bu şehirden çıkarılan birçok eser Edirne Müzesi’nde sergileniyor.

Bir müze sevdalısı olarak hazır oralara kadar gitmişken bu güzel müzeye de uğramanızı öneririm.

Giriş Ücretleri:

Ücretsiz

2) Alexandria Troas, Çanakkale

Günümüzde Çanakkale’nin Ezine ilçesinin Dalyan Köyü sınırları içinde yer alan bu antik kent, isminden de anlaşılacağı gibi Büyük İskender adına komutanı Antigonos Monophtalmos tarafından M.Ö. 310 yılında kurulmuş.

Bu sebeple kentin asıl adı Antigoneia. Fakat Büyük İskender’in ölümünden sonra kentin ismi imparatorun valisi Lysmimakhos tarafından ‘Alexandria Troas’ olarak değiştirilmiş.

Roma imparatoru Augustus M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında bu kentte emekli Roma askerleri için koloni kurmuş.

Şehrin yükselişi ise yine bir Roma imparatoru olan Hadrianus (117-138) zamanında gerçekleşmiş.

Antik zamanın zenginlerinden biri olan Atinalı Herodes Atticus da Kaz Dağı’ndan Alexandreia Troas antik şehrine ulaşan bir su yolu inşa ettirmiş.

Kısaca tarihinden bahsettikten sonra bu ören yerine girişin ücretsiz olduğunu belirterek güzel haberi vermek isterim.

Doğu Kapısı (Neandria Kapısı), Podyumlu Tapınak, Odeon (Küçük Tiyatro), Maldelik (Saray), Aquaduckt (Su Yolu) ve Forum Çeşmesi bu güzel örenyerinde görülmesi gereken başlıca yerlerden.

Anadolu’daki Roma dönemi hamamları arasında en büyüğü olan Herodes Atticus Hamamı’nı da görmeden geçmeyin kesinlikle.

Antik şehir günümüzde doğa ile tamamen bütünleşmiş durumda. Bahar aylarında gittiğinizde yemyeşil ağaçları ve kırmızı gelincikleriyle ziyaretçilerine görsel bir şölen sunuyor.

Mermer işlemelerdeki detaylar da çok başarılı. O zamanlar nasıl bunları yapmayı başarmışlar diye düşünmeden edemedim yine.

Eğer yaz mevsiminde gidip taş yapıların arasında gezerken sıcaktan bunalırsanız rotanızı Antik Liman tarafına çevirip Ege Denizi’nin sularında serinleyebilirsiniz.

Giriş Ücretleri: 

Ücretsiz

3) Antandros, Balıkesir

İda Dağı’nın (Kazdağı) eteklerinde kurulan bu şehir günümüzde Balıkesir’in Edremit ilçesinin Altınoluk beldesinde yer alıyor.

Tarihçi Herodot’a göre Pelasglar, Vergilius’a göre ise Phrygler tarafından kurulmuş.

Tarihi Truva Savaşı’na kadar uzanan bu şehirde Kimmerler, Persler, Mytileneliler, Spartalılar ve daha birçok halk hakimiyet sürmüş.

Antik yazarlardan Strabon’a göre mitolojideki ‘Üç Güzeller Yarışması’ Antandros’ta gerçekleşmiş.

Dünyanın ilk güzellik yarışması olarak bilinen bu yarışta yer alan güzeller, (Hera, Athena ve Afrodit) Paris’e farklı şeyler vaat ediyor. Hera Asya İmparatorluğu’nu, Athena ise ömür boyu bilgelik ve zafer vereceğini söylese de Paris kendisine dünyanın en güzel kadınını vermeyi teklif eden Afrodit’i seçiyor.

Sonrasında ise dünyanın en güzel kadını olan Helen’in Paris tarafından kaçırılması sebebiyle Truva Savaşı çıkıyor.

Şehirde hala aktif olarak arkeolojik kazılar yapılıyor. Bunların başında Yamaç Ev ve Nekropolis kısımları gelmekte olup, Roma villası ve kent surlarında da kazılar devam etmekte.

Mozaikleriyle ünlü olan bu antik kentten çıkarılan eserler Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Mozaiklerin arasında yer alan panter figürü kesinlikle çok etkileyici.

Ayrıca mezarlardan çıkarılan mezar hediyelerini de Balıkesir Müzesi’nde görebilirsiniz.

4) Assos, Çanakkale

Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Behramkale köyü sınırları içinde bulunan Assos, Marmara Bölgesi’nin en önemli antik kentlerinden.

M.Ö. 6. yüzyılda kurulmuş bu kent volkanik bir tepe üzerinde yer alıyor. Bu yüzden de ziyaretçilerine müthiş bir görsel şölen sunuyor.

Kentin yapımında çok dayanıklı bir taş olan andezit kullanılmış. Bu şehirde yapılan lahitler zamanında çok meşhur olup, bedenin hızlı bir şekilde toprağa dönüşmesini sağladığı için ‘insan yiyen lahit’ olarak bilinirmiş.

Şehir bir süreliğine filozof Aristoteles’in felsefe okuluna ev sahipliği yapmış.

Şehrin girişinde yer alan Hüdavendigar Cami tahmin edeceğiniz gibi 1. Murat Han tarafından 14. yüzyılda yaptırılmış. Tek kubbeli ve kare bir plan ile inşa edilen bu cami mütevazı bir görünüşe sahip.

Kentte gezilecek yerlerin başında Athena Tapınağı geliyor. Burası ismini şehrin koruyucu tanrıçası ve Zeus’un kızı olan Athena’dan alıyor.

Anadolu’da Dor düzeninde inşa edilmiş tek tapınak olan Athena Tapınağı antik kentin manzarası enfes olan yerlerinden. Bir yandan tapınakta gezerken diğer yandan da sonsuz yeşilliğin içinde olabiliyorsunuz.

Buradan Antik Liman’a doğru inerken kentin sol tarafında Midilli Adası’nın karşısına inşa edilmiş amfitiyatroya uğramadan geçmeyin.

Yıllar içinde meydana gelen depremlerden zarar görmüş olsa da hala güzel bir duygu bırakıyor insanda.

Limana inen yol biraz dar ve taşlı olduğu için rahat bir ayakkabı giymenizi öneririm.

Şehirdeki Agora da yine andezit taşından yapılmış ve tarihi M.Ö. 3. yüzyıla kadar uzanıyor.

Agoranın güneyinde Batı Kilisesi bulunuyor.

Related Post

Şehirde ayrıca Nekrapol (mezarlık) ve Gymnasion’u da gezebilirsiniz.

5) Nikaia, Bursa

Bursa’nın İznik ilçesinde yer alan Nikaia Antik Kenti’nin etrafını 5 km uzunluğundaki surlar çevreliyor.

Şehir M.Ö. 4. yüzyılda İskender’in komutanlarından tarafından ele geçirilmiş ve ‘Antigonia’ olarak anılmış.

Antigones ile Büyük İskender’in valisi olan Lysimakhos arasındaki savaş sonucunda Lysimakhos şehri ele geçirmiş ve şehre eşinin ismini (Nike) vermiştir.

Bir süreliğine Bithinya Krallığı‘nın hamiyet sürdüğü şehir, M.S. 123 yılındaki şiddetli bir deprem sonucu harabeye dönmüş. Neyse ki şehir deprem sonrası İmparator Hadrianus tarafından yeniden inşa edilmiş.

Şehirde 4 adet kapı (İstanbul, Yenişehir, Lefke, Göl) bulunuyor.

İstanbul kapısındaki gülen ve ağlayan surat şeklindeki heykellerin, şehrin tiyatro sahnesinden surları yükseltmek için getirildiği söyleniyor.

Şehrin güneyinde bulunan Yenişehir Kapısı, Roma döneminde inşa edilmiş. İstanbul kapısıyla birlikte savaşlarda en çok darbeyi alan kapılardan.

Osmaneli Kapısı olarak da bilinen Lefke Kapısı’nın İstanbul kapısına olan benzerliğinden dolayı aynı dönemde yapıldığı düşünülüyor.

Lefke Kapısı zafer takı biçiminde olup İmparator Hadrianus tarafından yaptırılmış. Bu kapının iç tarafındaki üçlü kapı sistemi, saldırganlar ilk kapıdan girdiğinde arada sıkıştırılması için tasarlanmış. Bu kapılar arasına sıkıştırılan askerlere burada saldırılıyormuş.

Göl Kapısı günümüzde yıkık durumda olsa da Osmanlı egemenliğine girmeden önce göl bağlantısı bulunduğu için bu isimle adlandırılmış.

Eskiden savaş zamanlarında buradan göl vasıtasıyla yardım alınıyormuş ve bu yüzden stratejik bir kapıymış.

Hepsi yürüyüş mesafesinde olan bu kapıları mutlaka gezin. Her birinde ayrı bir detay yakalayacağınıza eminim.

Ayrıca antik su yolundaki su kemerlerini de (Aquaduct) görmeden geçmeyin.

Şehrin içinde yer alan çeşitli kabartmalarda hayvanlar ve tarım yapan insanlara yer verilmiş.

Kabartmalardaki kalkanlı askerler de şehrin savaşla alındığını ve askerler tarafından korunduğunu anlatıyormuş.

Şehrin içinde yer alan İznik Ayasofyası, 7. Konsil burada yapıldığı için Hristiyan alemi için çok önemli ve hala hac ziyaretleri yapılıyor.

Buradaki yer mozaiklerinin benzerleri İstanbul’daki Ayasofya’da ve Bursa Orhan Gazi Türbesi zemininde de bulunmakta. Bu mozaiklerin olduğu yerde kralların taç giyme töreni gerçekleştirilirmiş.

Kubbelerin birinde ‘Mahşer Yeri’ ikonası bulunmakta.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde gerçekleştirilen tadilatı büyük üstat Mimar Sinan yönetmiş ve yapıya kemerler ekleyerek, minber ve mihrabı yenilemiş.

Kıble tarafındaki apsiste yer alan basamaklı bölüm, din adamlarının toplantı için kullandığı bir yer olup buranın önünde kutsal emanetlerin yer aldığı sandık bulunuyor.

Odanın zemininde bir lahit ve duvarlarında ise Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil isimli meleklerin ikonaları bulunuyor.

Günümüzde sadece bir tanesi görülebilen bu meleklerin tabutun koruyuculuğunu üstlendikleri düşünülüyor.

Antik Roma Tiyatrosu, 15 bin kişilik ve ortaya çıkarılmasının ilginç bir hikayesi var. İlk yapılan kazılarda su deposu, sonra hapishane ve en son da saray olduğu düşünülmüş.

İlerleyen arkeolojik çalışmalar sayesinde ise tiyatro olduğu anlaşılmış. Devam eden kazı çalışmaları yüzünden ziyarete kapalı, ama dışarıdan görebiliyorsunuz ne kadar heybetli olduğunu. Yukarıda da belirttiğim gibi şehrin surlarının yükseltilmesi için tiyatronun sahne taşları kullanılmış. Demek ki savaş durumunda insanlar kültürlerinden ödün verebiliyorlar J

Şehirde tadilat dolayısıyla kapalı yerler arasında Ayasofya Müzesi, Senato Sarayı, Bazilika, Ayios Trifanos Kilisesi, Koimesis (Meryem’in Göğe uçuşu) Kilisesi yer alıyor.

İznik’ten çıkarılan arkeolojik eserlerin sergilendiği İznik Müzesi (Nilüfer Hatun İmareti) de müzeseverler için güzel bir alternatif olabilir. Böylelikle İznik şehrinin tarihini tamamıyla solumuş olursunuz.

6) Troia, Çanakkale

En çok ilgi çeken antik kentlerimizden biri olan ve tarihi M.Ö. 3000 yılına kadar uzanan Troia, Çanakkale’nin Tevfikiye Köyü’nün Hisarlık bölgesinde yer alıyor.

Homeros’un İlyada Destanı’nda anlattığı Troia Savaşı’nın yapıldığı yer olarak anılan bu antik kent, 1996 yılından beri Milli Park statüsüne sahip.

Ayrıca 1998 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş.

Hatırlarsanız 2018 yılı da ülkemizde Troia Yılı olarak ilan edilmişti. Tüm bunlar şehrin önemini vurgular nitelikte.

Troia’da görülen 9 farklı katman ise bu şehirde 9 farklı medeniyetin hakimiyet sürdürdüğünü gösteriyor.

Troia Savaşı’nın çıkış hikayesinden Antandros Antik Kenti’ni anlatırken kısaca bahsetmiştim.

Troia’nın kralı Priamos’un oğlu Paris, güzellik yarışmasında Afrodit tarafından kendisine vaat edilen dünyanın en güzel kadını ve maalesef Sparta Kralı Menelaos’un karısı olan Helen’i kaçırınca çıkıyor bu savaş.

Antik kentin girişinde yer alan Truva Atı, şehre gizlice girmek için Spartalılar tarafından Troialılara hediye ediliyor. Atın içine gizlenen askerlerden haberi olmayan Troialılar da atı şehrin içine taşıyorlar. Fakat hain bir tuzak olan bu atın içerisinden çıkan askerler gece dışarı çıkıp şehri yağmalıyorlar.

Şehirde gezilecek yerlerin başında Truva Atı geliyor. Eskiden içine girip gezebileceğiniz bu at şimdilerde koruma amaçlı ziyarete kapalı durumda.

Antik şehri en iyi şekilde gezebilmek için çok güzel bir gezi güzergahı hazırlanmış. Siz de bu yolu takip ederseniz en verimli şekilde dolaşabilirsiniz bu milli hazinemizi.

Kenti gezerken karşınıza çıkan Pithos Bahçesi‘nin kapılarının yüksekliği 2 metreye kadar ulaşabiliyor ve kentin sembolü olarak kullanılan 20 ton ağırlığındaki granit bir taş olan Troia’nın Ebedi Taşı’na ev sahipliği yapıyor.

Athena Tapınağı da şehrin en önemli ve en iyi korunmuş eserlerinden.

Yolun sağ tarafında Roma dönemine ait hamam kalıntıları bulunuyor. Bunların karşısında ise meclis toplantılarının ve müzik gösterilerinin yapıldığı Odeon yer alıyor.

Ne yazık ki günümüzde Troia Sarayı’ndan pek fazla bir şey kalmamış. Devam eden kazılar sonucunda şehirde tiyatro, hamamlar, son derece gelişmiş bir kanalizasyon sistemi ve yapı temellerine de bulunmuş.

Ören yerinin girişinde yer alan Troia Müzesi’ni de mutlaka gezmenizi öneririm. Hemen hemen her antik kentin yakınında o bölgeden çıkan eserlerin sergilendiği bu müzeleri gezmek şehirdeki eksik kalıntıları görerek zihninizde tamamlamanıza çok güzel bir biçimde yardımcı oluyorlar.

Bu müze Troia Antik Kenti’nin kazı öncesi yüksekliği ile eşit olacak şekilde tasarlanmış ve Ulusal Mimari Tasarım Yarışması’nde 150 projenin arasından seçilmiş. Ayrıca tüm detaylarıyla birlikte Troia’yı yaşatmayı başarıyor.

Giriş Ücretleri:

Eğer Müzekartınız yoksa antik şehrin giriş ücreti için 600 TL ödemeniz gerekiyor.

Güzel olan haberse 18 yaşının altındaki öğrencilerin herhangi bir ücret ödemesinin gerekmemesi. Aslında her yaştan öğrenciye bedava olsa daha da güzel olur.

Ziyaret Saatleri:

Haftanın her günü açık olan Troia Örenyeri’ni yaz dönemi 08:30-19:00, kış döneminde ise 08:30-17:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

***

Yazımı bitirirken ülkemizdeki bütün antik kentleri gezerken hissettiğim bir duygudan kısaca bahsetmek istiyorum. Bu şehirler eğer Avrupa’da yer alsaydı ne kadar çok korunacağını düşünerek hayıflanmadan edemedim buraları gezerken.

Ne yazık ki gerektiği kadar koruyamıyoruz antik kentlerimizi. Çok fazla medeniyete ev sahipliği yapmış ve geçmişimize ışık tutan bu değerli kentlere kesinlikle çok daha fazla ilgi göstermeliyiz.

Yazının içinde pek bahsetmesem de antik şehirlerimizden (ç)alınan eserler Dünya’nın birçok ünlü müzesinde sergileniyor. Yani bizim sahip çıkamadığımız eserler oralarda çok daha fazla ilgi görüyor. Bu zihniyetin en kısa sürede değişmesi umuduyla…

Paylaş
Tuğba Dursun Usal

1989 yılında Samsun’da doğan yazar, Ankara Fen Lisesi’nin ardından ODTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nü bitirmiştir. Yüksek lisans ve doktorasını ODTÜ Biyoteknoloji Bölümü’nde ‘Biyomalzemeler ve Doku Mühendisliği’ üzerine yapmıştır. Okumaya ve gezmeye pek meraklı olan yazar, 2014 yılından beri Hayalürünü Yayıncılık’ta editör olarak çalışmaktadır. Yazdığı ‘Janus’ isimli bilim kurgu öyküsü “ODTÜ Öğrencilerinden Bilim Kurgu Öyküleri” kitabında yayımlanmıştır. Gezmiş olduğu yerleri fotoğraflamak ve anlatmak en büyük hayallerinden biri olup, bunu gerçekleştirmek için blog yazmaktadır.