Avrupa Kıtası, sahip olduğu kültürel ve doğal zenginlikler sayesinde gezgin ruhların her daim favorisi. Avrupa şehirlerinin her biri, sınırları içinde birbirinden turistik noktalar barındırıyor.
Tüm dünyadan genç yaşlı, fakir zengin fark etmeksizin herkes, hayatı boyunca en az bir Avrupa seyahati yapmanın hayalini kuruyor. Kısa bir Avrupa rotasına sığan tarih, doğa, kültür ve sanat mozaiği dikkate alındığında bu insanlar elbette pek de haksız sayılmazlar.
Avrupa’yı keşfetmek ise, sadece Roma’da Aşk Çeşmesi’ne para atıp dilek tutmaktan ya da Paris’te Eiffel Kulesi çevresinde sonbahar yaprakları ile fotoğraf çekmekten ibaret değil; olmamalı. Avrupa başkentleri turistler için tüm zamanların gözdesi durumunda olduğundan, buraların dokusunu anlamak, yerlilerin yaşayışını gözlemlemek gibi zevklerden de mahrum kalınıyor. Peki Avrupa’da az bilinen, sakince keşfedilen, kalabalık turist grupları olmadan da sokaklarında yürünen tatil rotaları yok mu? Elbette var.
Yolunuz Avrupa’ya düştüğünde, başkentlerden ya da popüler tatil destinasyonlarından sonra sadece 40-50 kilometre daha araç yolculuğu yapmayı göze alır ya da son derece gelişmiş olan demir yolu taşımacılığını kullanırsanız, saklı cennetlerle karşılaşmanız da an meselesi demektir.
Avrupa’nın az bilinen tatil rotalarından her biri, başlı başına bir seyahat konusu olmayı da hak eder nitelikte. Seyahat edebileceğiniz bu rotalarda yıllık turist popülasyonu Venedik ya da Milano gibi devlerin ancak yüzde onu seviyesine ulaşıyor. Hal böyle olunca, sokaklarda rahat rahat dolaşmak da mümkün, yerel restoranlarda yemek yemek de…
Üstelik Fransa’daysanız yolculuğunuza Fransızlar eşlik ediyor; İngiltere’deyseniz İngilizler. Eğer daha önce bir tur acentesiyle Londra ya da Paris gibi popüler rotalarda bulunduysanız, bunun ne demek olduğunu daha iyi anlarsınız. Avrupa’da bulunduğunuzu zannederken, Koreli ya da Japon turist kafileler arasında kalarak ülkede yaşayanları doğru düzgün tanıyamadan ülkeden dönme riskiniz bile var!
İşte tüm bu nedenlerle, çılgın kalabalıktan uzakta, sakin, huzurlu ve bir o kadar gösterişli Avrupa rotalarını sizin için sıraladık. Keyifli okumalar…
İçindekiler
Giderek popüler hale geldiği için risk altında olan bir destinasyonla başlayalım. Fransa’da bulunan Lyon kentini “az bilinen rota” olarak ziyaret etmek için vaktiniz kısıtlı olabilir. Burası yine de Paris örneği karşısında turist sayısı bakımından yüz güldüren bir gastronomi başkenti.
Daha çok Fransızların göze çarptığı Lyon sokaklarında telaş yok, endişe yok. Bohem bir nüfusa sahip olan şehir, yılda 6 milyon turist tarafından ziyaret ediliyor. Hızlı trenle 2 saat içinde ulaşabildiğiniz bir lokasyon olan Paris’te ise bu rakam 32 milyondan fazla.
Gezinizi Fransa Alpleri ile de birleştirmek isterseniz, Lyon’u kış döneminde ziyaret etmelisiniz. Bu dönemde soğuk ve kuru havalar sebebiyle turist sayısı da iyice azalmış oluyor.
Eski Lyon olarak adlandırılan tarihi bölge, UNESCO Dünya Mirası listesinin üyelerinden biri. Paris’e alternatif olarak, burada da ziyaret edebileceğiniz bir Notre Dame Bazilikası var. Dört kuleden oluşan dev mimarisi ile bu ibadet yeri son derece ihtişamlı.
Rhone ve Saone nehirleri, şehri bölgelere ayırıyor. Her bir bölgede ayrı bir dünyayı ve farklı gelir seviyelerini gözlemlemeniz mümkün. İpek dokuma tezgahlarını, Güzel Sanatlar Müzesi’ni ve renkli gece hayatı mekanlarını mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Lyon Mutfağı ise, Dünya Mutfakları Yarışması ve Dünya Pastacılık Yarışması gibi özel günlere yılda iki kez ev sahipliği yapacak kadar iddialı. Kruvasan ve filtre kahve ikilisi ile başladığınız günü soğan çorbası, şarap, peynir ve siyah pudingle sonlandırabilirsiniz.
Amsterdam aşıklarına daha az bilinen bir tatil rotası olarak Utrecht önerilebilir. Yıllık turist nüfusu, Rotterdam ya da Amsterdam gibi popüler şehirler için 15 milyon seviyesini rahatlıkla zorlarken Utrecht’te yalnızca 4 milyon seviyesine ulaşıyor.
Hollanda’nın en büyük 4. şehri Utrecht, deniz seviyesinin altında yer alan bu mucize ülkenin tüm doğal güzelliklerine de sahip.
Kanalları ve tarihi kaleleri ile ön planda olan yerleşimde, sonbaharda film festivali ve yaz boyunca da müzik festivalleri düzenleniyor. Bu da bol bol sanat ve eğlence demek.
Mart ve Nisan ayları ise, kalabalıktan kaçan gezginler için ideal. Hava biraz serin olsa da çoğunlukla güneşli oluyor.
Utrecht’e varmak için Amsterdam’dan sonra yalnızca yarım saat daha seyahat etmelisiniz. Schiphol Havalimanı ile şehir arasındaki ulaşımı sağlamak için ise bir saatlik tren yolculuğu yapmak yeterli.
Tüm Amsterdam’da olduğu gibi, Utrecht’te de yayalar ve bisikletliler tüm sokak ve caddelere yayılıyor. Hayatın akışı, insanı rahatlatacak bir tempoda.
Centraal Müzesi, Domkerk Katedrali ve şehrin dört bir yanında sürmekte olan arkeolojik kazılar mutlaka görülmeli.
Avrupa’nın en büyük üniversite şehirlerinden biri olan Utrecht’te genç nüfusa ek olarak gece hayatı da var.
Bitterballen olarak adlandırılan tavuk panesinin yanında waffle ve peynirin tüm çeşitlerini Utrecht’te deneyimleyebilirsiniz.
Alışveriş denildiğinde tüm dünyada ilk akla gelen şehirlerden biri Milano. Dolayısıyla da özellikle moda haftalarının yaşandığı yoğunluk dönemlerinde Milano’da adım atmak bile mümkün değil.
Öte yandan, şehrin yalnızca 40 kilometre kadar kuzeydoğusunda yer alan komşusu Bergamo’da her an huzurlu ve dolu dolu bir tatil yapabilirsiniz. Bu az bilinen Avrupa rotası, tarihi surlarla çevrelenmiş durumda.
Kentteki mistik atmosfere Venedik Cumhuriyeti döneminden miras kalan tarihi yapılar eşlik ediyor. Orta Çağ havasını solumaktan hoşlanıyorsanız, Viyana ya da Prag gibi herkesin çoktan keşfettiği destinasyonlar yerine Bergamo’yu rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Alplerin eteklerinde konumlanan yerleşim, kış tatiline konu olabilir.
Yukarı Şehir ya da Yeni Bergamo olmak üzere, kendinize iki ayrı gezi rotası belirlemeniz mümkün. Böylece modern ve klasik yapılar da kendi sınırları içinde görücüye çıkıyor. Piazza Vecchia, eski şehirde mutlaka bulunmanız gereken bir meydan. Contarini Çeşmesi ise, başkent Roma’daki Aşk Çeşmesi’ne keyifli bir alternatif olabilir.
Bergamo’ya Milano’dan trenle yalnızca 50 dakikada ulaşılabilir. Diğer bir seçenek ise Milano uçuşundan hemen sonra otobüs ya da özel araç transferi organize etmek.
Türkiye’den direkt uçuşların sıkça gerçekleştiği bir Alman şehri olan Frankfurt, rakibi Berlin’e göre çok daha yoğun bir seyahat deneyimi sunuyor. Ne de olsa, Berlin’i yılda 14 milyon kişi ziyaret ederken, bu rakam Frankfurt için 3 milyon. Frankfurt’ta bir akşam yemeğinin tadına doyasıya varabilir, tarihi yapılara girmek için uzun sıralar beklemeden hareket edebilirsiniz.
Üstelik müzeler, katedraller ve kültür mirası bakımından Frankfurt, hem Avrupa’nın hem de dünyanın en iyilerinden biri. Şehirde hem Rönesans döneminden hem de antik dönemden kalıntılar var.
Zeil adı verilen cadde, şehrin tam göbeğinde iddialı bir alışveriş deneyimi sunuyor. Frankfurt’ta her tür ilgi alanına uygun aktivite var. Goethe’nin Evi, burada ziyaret edebileceğiniz bir başka önemli yapı.
Frankfurt’ta patates kızartması, hot dog ya da bira gibi sokak lezzetleri meydana adım atar atmaz sizi karşılıyor. Bir başka deyişle, yeme içmeden tasarruf etmek isterseniz pek de zorluk çekmeyeceksiniz.
Kafelerin bulunduğu bölgeden hediyelik eşya, magnet, kartpostal gibi ürünler satın alabilirsiniz.
Şehri ziyaret etmek için en güzel ay Eylül; zira ondan önce düzenlenen yaz festivalleri hem fiyatları yukarı çekiyor hem de turist sayısını artırıyor. Şehir kongreler için de sıkça tercih edilen bir buluşma noktası olduğundan, her zaman için seyahat tarihlerinizle çakışan etkinlikleri kontrol etmenizde fayda var.
Dünyanın en güvenli ve refah seviyesi en yüksek ülkelerinden biri olan Lüksemburg, aynı isimli başkentinin asil sokaklarında sizi ağırlayabilir.
Burası aynı zamanda dünyanın en küçük ülkelerinden biri; dolayısıyla tüm Lüksemburg’u avcunuzun içi gibi bilmek sizi pek de fazla yormayacak.
Almanya, Belçika ve Fransa tarafından çevrelenen ülkeyi, komşu ülkelerden herhangi birine yapacağınız bir gezi sırasında rotaya ekleyebilir ya da sadece Lüksemburg için yola çıkabilirsiniz.
“Avrupa’nın en güzel balkonu” olarak da adlandırılan, Chemin de la Corniche mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.
Söz konusu dünyanın en zengin ikinci ülkesi ve onun başkenti olunca, fiyatları da siz hayal edin. Fast food zincirlerine bile dünya ortalamasının üzerinde ödeme yapmanız gerekebilir.
Şaşırtıcı olan bir detay ise, oldukça küçük bir alana yayılan bu ülkede Türk restoranı ve döner gibi seçeneklerinizin de olması. “Türkler her yerde” diye boşuna demiyoruz.
Toplu taşımanın da son derece gelişmiş olduğu güvenli ülke Lüksemburg’da en güzel zamanları sonbahar aylarında yaşayabilirsiniz.
Turistlerden oluşan çılgın kalabalıklar sizi ürkütüyor, hatta itiyorsa, öncelikle İspanya yerine tercihinizi Portekiz’den yana yapmalısınız. Aynı kültürün uzantıları için turist sayıları kat kat fark ediyor. Daha açık olmak gerekirse, İspanya’nın yıllık 75 milyon ziyaretçisine karşılık Portekiz’de bu rakam yalnızca 10 milyon.
Portekiz’de fiyatların İspanya’ya göre daha ucuz olması ve deniz mahsullerinin her daim taze ve leziz olması gibi detaylar da yabana atılmayacak cinsten.
Ülkenin tarihi yapıları, bugünden neredeyse 2 bin yıl önceye kadar uzanıyor. Portekiz içinde seyahat etmeye karar verdiğinizde ise, daha az bilinen rotaları kovalamak size kalmış.
Tavira, bu noktada gerçek gezginlerin imdadına koşan bir yerleşim. Lizbon ve Porto’da yaşanan turist akınları burada yok. Şehir Atlas Okyanusu kıyılarına kurulu olduğundan karşınıza çıkacak manzaralar muhteşem.
Ülkenin en güneyinde, Algarve adı verilen bölgede yer alan Tavira, yine okyanus kıyısında adalara, adacıklara ve kumsallara sahip. Bu durumda şehri özellikle yaz mevsiminde görmeniz şart.
Ulusal parkları görülmeye değer olan Tavira, sahip olduğu okyanus, kumsal, nehir ve orman manzaralarıyla tıpkı bir kartpostal gibi. Golf, dağcılık, hiking, şarap tadımı ya da balıkçılık gibi faaliyetlerden en az birini de burada deneyimlemelisiniz.
Hırvatistan’ın Adriyatik Denizi sahilinde yer alan şehri Dubrovnik, özellikle dünyaca ünlü Game of Thrones dizisinde yer aldıktan sonra turistler için bir cazibe merkezi haline geldi. Tüm ülkelerde heyecanla beklenen dizinin fanları, Dubrovnik şehrini de görmek istemekte elbette haksız değil.
Ancak bu kadar göz önünde olmaktan hoşlanmıyorsanız, Hırvatistan’da alternatif bir turizm arayışının zamanı da gelmiş demektir.
Osijek, ülkenin en doğusunda yer alıyor ve yüz ölçümü bakımından en büyük dördüncü şehir olma özelliğini taşıyor. Drava nehrinin kıyılarında yer alan şehirde, özellikle Osmanlı döneminden eserler bulma ihtimaliniz yüksek. Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait kayıtlarda buranın Ösek olarak da adlandırıldığına şahit olabilirsiniz.
Osijek hak ettiği ilgiyi bulmaya yeni yeni başlayan, düzenli şehir ve sokakları ile dikkat çeken bir mimari harikası.
Burası özellikle uygun fiyatları için de tercih edilebilir. Henüz turistlerin gözdesi haline gelmeyen konaklama ve yeme içme mekanlarında zaman geçirmek her zaman için fiyat yönünden daha avantajlı. Bu bölge aynı zamanda düşük bütçelere hizmet veren hava yolu firmalarının da favorisi. Bu nedenle Hırvatistan için uçak bileti bakıyorsanız, mutlaka yabancı hava yollarının yurt dışından yaptığı aktarmaları da gözden geçirin. Bu vesileyle tatilinize birkaç nokta daha da katabilirsiniz.
Avusturya’nın ikinci en büyük şehri Graz, neyse ki dünyalılar tarafından henüz fazla bilinmiyor. Viyana’daki turist nüfusu göz önüne alındığında, bu güzel şehrin saklı kalabilmesine belki de şükretmeliyiz. Viyana’yı yılda 7 milyon kişi ziyaret ederken, Graz için bu rakam 1 milyon bile değil. Şehirde tüm yıl boyunca görebileceğiniz yabancı turistlerin sayısı 650 bin seviyesini geçmiyor.
Avusturya’nın sahip olduğu mimari, kültürel ve doğal güzellikler ise Graz’da da tüm cömertlikleriyle sergileniyor.
Eğer Graz’ı rota olarak belirlediyseniz, ilkbahar dönemi biraz daha kalabalık olabileceği için siz tercihinizi sonbahar turizminden yana kullanabilirsiniz.
270 bin nüfusa sahip şehir belki Viyana’ya göre arka planda; ancak hala Rönesans’ın en önemli şehirleri arasında olduğu inkar edilemez.
Graz’da yer alan Sporgasse ve Herrengasse adındaki alışveriş caddeleri ise alışveriş meraklıları için ideal.
Son olarak her iki şehri birlikte görmek isteyenler için Viyana ile Graz arasında 2 buçuk saatlik bir tren yolculuğu kadar mesafe bulunduğunu da hatırlatalım.
Hemen bir kıyaslama ile başlamak gerekirse, Birleşik Krallık’taki adresiniz İngiltere yerine İrlanda olmalı. Kültür bakımından 180 derece farklı bir noktada bulunmak, gerçek bir gezgin gibi seyahat etmek ya da tamamen farklı lezzetleri tatmak İrlanda’da mümkün. Fiyatlar ise yüksek olmakla birlikte İngiltere ile asla yarışmaz.
İrlanda gezisine karar verenlerin aklına ilk gelen şehir elbette Dublin oluyor. Dublin’e 2,5 saatlik bir kara yolu mesafesinde yer alan Galway ise mutlaka değerlendirilmesi gereken bir diğer alternatif. Burada da İrlanda’nın yeşiline doyabilir, tarihi kaleleri ziyaret edebilir ve pub adı verilen mekanlarda zaman geçirebilirsiniz.
Dunguaire Kalesi, özellikle görmeniz gereken yerlerin başında. Çocuklar ise şehirdeki doğal akvaryuma kelimenin tam anlamıyla bayılabilirler.
İrlanda’nın ünlü at yarışları da yine Galway’de yapılıyor.
Ziyaret sebepleri saymakla bitmeyen şehrin yıllık turist sayısı ise Dublin’e göre şahane. Başkenti yılda 6 milyon kişi ziyaret ederken, Galway’e 1,5 milyon kişi geliyor.
Şehri görmek için en güzel ay ise, hem sıcaklıklar hem de yağışlar yönünden yüz güldüren Mayıs ayı diyebiliriz.
İtalya sınırlarında olup Venedik, Milano ya da Roma gibi devlere kafa tutan bir yerleşim de Bologna. “Kızıl Şehir” olarak da adlandırılan şehrin gizemi, Orta Çağ mimarisinde saklı.
Burası kaba bir kıyaslama ile, Venedik’in yıllık 30 milyon ziyaretçisine karşılık yalnızca 7 milyon turist ağırlıyor.
Şehrin sahip olduğu yüz ölçümünün yanında, sınırlarında bulunan tarihi ve kültürel yapılar da dikkate alındığında bu rakam sıfır sayılabilir.
Burası aynı zamanda gastronomi alanında lider kabul ediliyor. En leziz pizzalar, makarnalar, lazanyalar Bologna’da.
80 bin kişiye yakın durumdaki öğrenci nüfusu sayesinde gece hayatı da son derece hareketli.
Eğer Christmas Market adı verilen Noel Pazarı’nı da görmek isterseniz tatilinizi Aralık ayına denk getirin. O kadar kalabalığa bile tahammülünüz yoksa, bu kez Mart ya da Mayıs ayları arasında tercihinizi yapın. Baharda Bologna başka bir güzellikle sizi karşılayacak.
Venedik’ten buraya 1 saatlik tren yolculuğu ile ulaşmak mümkün.
İsviçre denildiğinde akıllara yüksek bir refah seviyesi, bol oksijen ve Alp Dağları’nda kayak yapma keyfi geliyor. Eh, şöyle bir düşününce insan bir tatilden daha başka ne ister ki?
İsviçre’nin güneybatı doğrultusunda kalan güzel şehri Sion’u mutlaka kış mevsiminde ziyaret etmeli ve yeşil ile beyazın buluşmasına şahit olmalısınız.
Valais kantonunun en büyük kenti ve merkezi olan Sion, tepelerin ortasına kurulu düz bir alan. Bu da hem korunaklı, hem de bol manzaralı bir kış tatili anlamına geliyor.
Cenevre Gölü’ne kadar uzanan toprakların yakın çevresinde Zermatt, Verbier ve Saas-Fee gibi ünlü kayak merkezleri de var. Kendinizi Avrupa jet sosyetesi ile ani karşılaşmalara hazır tutun, tabii bütçenizi de.
Sion az bilinen bir rota olmakla birlikte kesinlikle yüksek gelir durumuna sahip bir kesim tarafından benimseniyor.
Plovdiv, Sofya’dan sonra Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri. 350 bin kişinin yaşadığı kentin, İstanbul’a benzeyen yanı yedi tepeli bir şehir olması.
Yıllar boyu farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan şehir, bu sayede kültür ve tarih anlamında sağlam bir mirasa sahip. Osmanlı ve Avrupa kültürlerinin bir mozaiği ile karşı karşıyayız desek yalan olmaz.
Saat Kulesi, Merkez Meydan ve Cuma Camii şehirde görmeniz gereken belli başlı yerler arasında sayılabilir.
Ucuza Avrupa seyahati yapma hayaliniz varsa, kara yoluyla bile ulaşabileceğiniz Plovdiv kesinlikle doğru seçim.
Sofya’dan ise 2,5 saatlik bir tren yolculuğuna ihtiyacınız var. Trenle seyahatten hoşlanırsanız, İstanbul’a kadar trenle dönme fikrini de mutlaka değerlendirin.
Edirne’nin sınır komşusu Bulgaristan, Türk turistleri her zaman büyük misafirperverlikle karşılıyor. Burada Türk restoranları da sayıca fazla. Ayran, hamur işi ya da yörük yemekleri gibi tanıdık lezzetler her köşe başında.
Daha çok başarılı futbol kulübü sayesinde kendisini tüm dünyaya tanıtan Valencia, Madrid ve Barcelona gibi İspanyol şehirlerine göre daha az bilinen bir rota. Barcelona’da yıllık turist sayısı 9 milyonken, Valencia’da bu rakam 2 milyon.
Şehir merkezinde ya da Turia Bahçeleri’nde yürümek, şehirden alabileceğiniz büyük keyifler arasında.
Barcelona’dan sonra 4 saatlik bir tren yolculuğu yaparak soluğu Valencia’da alabilirsiniz.
Henüz turistlerin gözdesi haline gelmeyen bu yer fiyat avantajıyla da kendisini belli ediyor. Konaklama tercihinizi dilerseniz otellerden, dilerseniz de çok daha makul ücret talep eden hostellerden yana kullanabilirsiniz.
İspanyol sanatçıların eserleriyle süslü caddeler ve gotik mimarinin en güzel örnekleri baş döndürücü nitelikte.
Pahalı yeme içme mekanları yerine sokak lezzetlerine de şans verirseniz, son derece tasarruflu bir gezi olur.
Az bilinen tatil rotalarında asil bir Fransız daha. Bu kez Orta Çağ esintisi eşliğinde şatolar, katedraller ve kırsal alanlar sizi bekliyor.
Nantes aynı zamanda ünlü yazar Jules Verne’in şehri olmasıyla da biliniyor.
Fransa’da gelişmişlik seviyesi en yüksek şehirlerden biri olan Nantes, aradığınız bohem hayatını size sunabilir.
Paris’e direkt uçuş ile ulaştıktan sonra Nantes’e hızlı tren aktarması yapmak mümkün. Şehir içi ulaşımın son derece geliştiği Nantes’i bisikletle de keşfetmeniz olası.
Gezilecek yerlerin başında ise şehri ortadan ikiye bölen Loire Nehri geliyor.
Hem ilkbahar hem de sonbahar mevsiminde Nantes görülmeye değer. Dilediğiniz sezonu tercih edebilirsiniz.
Şehrin en önemli özelliklerinden biri de Bretonya mutfağı için bir başkent özelliği taşıması. Bu da demek oluyor ki, hem tatlı olarak hem de ana yemek çeşitleri ile krepe Nantes’te doyacaksınız.
Kısa bir hafta sonu kaçamağında bile keşfedilebilecek bir yer olan Bohinj, seyahat etmeyi sevenlerin yeni gözdeleri arasında.
Dağlar, ulusal parklar ve şelaleler buraya ait en önemli turistik figürlerin başında geliyor.
Slovenya, hem doğa gezileri için ideal bir nokta hem de fiyatlar yönünden diğer Avrupa ülkelerine göre daha avantajlı.
Tercihiniz Bohinj olursa, dört bölgeden oluşan vadileri ve 12 kilometre uzunluğundaki Bohinj Gölü’ni ziyaret edebilirsiniz. Triglav Dağı ise adrenalin tutkunları tarafından özellikle dağ tırmanışı ve trekking gibi nedenlerle ziyaret ediliyor. Savica Şelalesi’ni de son olarak listenize eklerseniz Bohinj için hazırsınız demektir. Bu kadar doğal güzellikten söz ettikten sonra, şehir elbette ki bahar aylarında ziyaret edilmeli.
Günümüzde Çekya olarak da adlandırılan Çek Cumhuriyeti, bir masal diyarına da ev sahipliği yapıyor. Bu güzel Orta Avrupa ülkesinin tam kalbinde Vltava Nehri ile sizi zaman tünelinde sürükleyen Cesky Krumlov var. Nehir Prag ve Cesky Krumlov tarafından da paylaşılıyor.
Adının Türkçe karşılığı “Çarpık Çayır” olan kasabada yeşil alandan bol bir şey yok. Bu da haliyle bol bol oksijen ve kartpostal manzarası demek.
Orta Çağ’a vurgu yapan mimari örnekleri ve kale görülmeye değer. Hatta şunu da belirtmek gerekir ki, Cesky Krumlov Kalesi Avrupa’nın en büyüklerinden de biri.
Müzelerin yanı sıra alışveriş olanakları da son derece çeşitli.
UNESCO Dünya Mirası Listesi de elbette Cesky Krumlov gibi bir tarih harikasını gözden kaçırmış değil. En yakın havalimanı Prag’da bulunurken, Prag’dan sonra otobüs ya da tren yolculuğu yaparak yerleşime ulaşılabiliyor.
Almanya’da bulunuyorsanız, Münih’ten ya da Salzburg’dan da tren yolu taşımacılığı kullanarak yolunuzu Cesky Krumlov’a düşürebilirsiniz.
Şehirdeki oteller hem küçük ve mütevazı hem de her biri kaliteli ve temiz hizmet sunuyor. Cesky Krumlov için ister bir anda karar vererek yola çıkın, isterseniz de Prag seyahatiniz sırasında buraya bir gece konaklamalı bir kaçamak yapın.
Emin olun ki, şehir hayatının stresinden, kalabalığından ve kaosundan arınmanın Cesky Krumlov’dan daha güzel bir yolunu hayatınızın geri kalanı boyunca da kolay kolay bulamayacaksınız.
UNESCO Dünya Mirası kapsamında değerli bulunan bir başka yerleşim de Avusturya’dan. Hallstat, son dönemde Türk tatilcilerin paylaşımlarında da giderek dikkat çekse de hâlâ az bilinen bir rota.
Hallstat sınırları içerisinde yer alan göl, UNESCO tarafından “dünyanın en tatlı gölü” olarak işaret ediliyor. Gölün sağladığı bir diğer güzellik ise, kış döneminde çevresinde oluşan muhteşem manzaralar.
Hallstat tatili için Noel dönemi iyi bir fikir olabilir. Eğer Noel kalabalığı sizi rahatsız ederse, bu kez yeşil sarı yaprakların eşsiz ahengini izlemek için sonbahar mevsimini tercih edin.
Meyve ve bitkilerden elde edilen bir tür likör olan schnaps mutlaka denemeniz gerekenler arasında. Akşam yemeklerinin spesiyali ise ördek ya da şnitzel olabilir.
Eğer yaz mevsimine denk gelirseniz, bu kez kano ve rafting gibi heyecanlı aktiviteler sizi bekler.
Bunlar dışında, Hallstat sınırlarından içeriye girdiğinizde dünyanız zaten o kadar hızla değişiyor ki sadece sokaklarda dolaşmaktan bile büyük keyif alabilirsiniz.
İngiltere denildiğinde anlaşılan tatil destinasyonu her zaman Londra olsa da, Bibury de görülmeye değer rotalar arasında. Üstelik burası “İngiltere’nin en güzel köyü” ünvanına da sahip.
Köyün dört bir yanını çeşitli bir bitki örtüsü sararken, evlerin duvarları bile bundan geri kalmıyor.
Alabalık, mutlaka denemeniz gereken lezzetler arasında.
Köyün içindeki butik oteller mimariyle yüzde yüz uyumlu. Söz konusu mütevazı bir köy hayatı olsa da fiyatlar İngiltere ortalamasının pek altında sayılmaz. Şöyle düşünün, kur etkisi nedeniyle bizden çok daha farklı gelir seviyesine sahip olan İngilizler de hafta sonu tatillerinde buraya kaçıyor.
Her şeye rağmen, sıcak çikolata ve fındık ezmesi gibi küçük keyiflerle göl kenarında kahve eşliğinde kendinizi ve sevdiğinizi şımartabileceğiniz eşsiz bir tatil için Bibery yerinde bir tercih.
Burada pub adı verilen mekanlar da oldukça yaygın, dolayısıyla İngiliz mutfağını deneyimlemek için şansınız bol olacak. Sunday roast adı verilen ve biftek ile patatesin birleşiminden oluşan lezzeti tatmadan buradan dönmeyin.
İngiltere vizesi için harcadığınız zamanları, Bibury’de stres atarak unutabilirsiniz.
Mostar şehri olmasa da Mostar Köprüsü, tarih meraklılarına mutlaka tanıdık gelecektir. İşte Mimar Sinan’ın öğrencilerinden biri olan Mimar Hayreddin tarafından yapılan bu köprüyü, UNESCO Dünya Mirası kapsamında ziyaret etmek için güzel bir fırsat. 2005 yılından bu yana UNESCO listesini süsleyen köprü, Bosna Hersek Cumhuriyeti için de bir cazibe sembolü.
Türk vatandaşlarının Bosna Hersek ziyaretlerinde vizeden muaf olmaları ise ülkeyi ve şehri cazip kılan ayrı bir avantaj.
Bakır ve altın işlemeciliğinin hayli yaygın olduğu şehirde, kuyumcuları gezmek isteyebilirsiniz.
Orijinal başka hediye fikirleri de, Eski Pazar’ı ziyaret ederek bulunabilir. Burada el işi hediyeliklerle ilgilenen çok sayıda sanatçı var.
Denemeniz gereken lezzetler arasında ise Boşnak mutfağına özgü güveçler, hamur işleri ve tencere yemekleri ilk sıralarda sayılabilir. Mostar’a kadar gelip de ajvar sosunun tadına bakmadan ya da praşuta yemeden dönmeyin. Boşnak böreği, boşnak mantısı ve dolma sahanı ise saymıyoruz bile. Son dönemde Türkiye’de hızla yayılan trileçe tatlısının yarattığı furyayı da bir de ana vatanında deneyimleyebilirsiniz.
Başkent Brüksel’e yalnızca bir saat mesafede bir doğa harikası olan Dinant var. Waffle denince akla gelen ilk ülkede, burası muhteşem bir lokasyona sahip.
Ardenler olarak adlandırılan bölgede yeşil toprak örtüsü mavi bulutlara karışıyor. Adolphe Sax’ın evi, Notre Dame Kilisesi ve tepede yer alan kale mutlaka görülmeli. Yakın çevrede neredeyse her köşe başında gotik mimari örnekleri göze çarpıyor.
Belçika’ya kadar gelmişken çikolatanın ve couque olarak adlandırılan bisküvilerin de dibine vurabilirsiniz. Kalori hesabı yapmak, Belçika sınırlarında pek kabul gören bir fikir değil.
Paris ve Köln arasında şehir savaşlarına da konu olan bu yerleşim, başka bir Avrupa ülkesiyle birlikte paket bir gezi programına dahil edebilir. Aksi halde, en fazla 3 günlük bir tatil süresi Dinant’ı hakkıyla keşfetmek için yeterli olur.
Odense aslında Danimarka’nın en büyük şehirlerinden biri; ancak şehrin sınırlarından içeri girdiğinizde bunu anlamanız pek de mümkün değil. Genişçe bir kasaba havası veren yerleşimde huzur ve sessizlik hakim. Danimarka’nın hem kuzey ülkeleri hem de dünya çapında en güvenli ülkelerden biri olmasının elbette bunda payı var.
4 bin yılı aşkın tarihe sahip bu şehir kış aylarında ziyaret edebileceğiniz ve istediğiniz gibi gezebileceğiniz bir şehir değil. Bu nedenle en iyisi ilkbahar dönemi için erken rezervasyon fırsatlarını kollayın. Mayıs ayı için sıcaklıklar 10-15 derece aralığında.
Danimarka uçak biletinde avantaj sağlamak için de yine erken rezervasyonun büyük önemi var.
Odense denildiğinde ilk akla gelen isim ise Hans Andersen. Ünlü masalcının evi turistler tarafından müze olarak ziyaret edilebildiği gibi her yıl Andersen Maratonu adında etkinlikler de şehirde düzenleniyor.
Odense Katedrali’ni ve Funen Kasabası’nı da buraya kadar gelmişken mutlaka görmelisiniz. Kopenhag ile Odense arasında 140 kilometre kara yolu mesafesi mevcut. İstanbul’dan Kopenhag’a yaklaşık 3,5 saatlik bir yolculukla ulaştıktan sonra havalimanı transferi organize edebilirsiniz.
Lugano Gölü’nün İsviçre tanıtımında tartışılmaz bir rolü olsa da Lugano şehri turizmden nasibini yeterince almış değil.
İsviçre ile İtalya arasında, tam sınırda yer alan yerleşim, hafta sonu kaçamaklarında her iki ülkenin yerlilerine de hitap ediyor. Uzaklardan yola düşen bir gezgin olarak siz de turist kalabalıkları olmaksızın Lugano kıyılarında keyif yapabilirsiniz.
Göl ve dağ manzaralarının eşlik ettiği Lugano gezisini, İtalya’ya ya da İsviçre’ye yapılan bir seyahat ile de birleştirmek mantıklı.
İsviçre’nin Monte Carlo’su olarak da bilinen Lugano, Avrupa jet sosyetesinden tutun da Hollywood ünlülerine kadar her an yeni bir sürpriz ismi karşınıza çıkarabilir. Bu her ne kadar heyecan verici bir bilgi gibi görünse de, bütçeyi zorlayan yeme içme, konaklama ve ulaşım masraflarını da beraberinde getiriyor. Lugano’yu olabildiğince ucuza gezmek için hiç değilse uçak biletlerini aylar öncesinden rezerve etmekte kesinlikle fayda var.
Kiril alfabesinin ana vatanı Ohrid, hem UNESCO Dünya Mirası Listesi’nin hem de Balkanlar’ın en güzel, en nazlı şehirlerinden biri.
Ohrid Gölü, özellikle baharla birlikte uyanırken tüm şehir de bu coşkuya eşlik ediyor.
Venedik’te gondola binmek yerine, Ohrid’i sandalla gezmeyi tercih edebilirsiniz. Dilerseniz gölde yüzme ve leziz göl balıklarından afiyetle yeme gibi şanslarınız da var.
Aziz Yovan Kaneo Kilisesi ise ziyaretinizi bekleyen mekanlardan yalnızca biri.
Makedonya, İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkelerine kıyasla fiyatlarıyla da kesinlikle yüz güldürüyor.
Şehrin dar sokaklarının her biri UNESCO koruması altında.
Ohrid’e 3 gün ayırmak ise, tüm şehri keşfetmek için kesinlikle yeterli. Hatta olmuyorsa, hafta sonu fırsatını bile değerlendirebilirsiniz. Maksat günlük rutinden uzaklaşmak ve yeni yerler keşfetmek olsun!
Avrupa’nın az bilinen ülkelerinden birinde, az bilinen şehirlerden biri de Kotor. Burası Türk vatandaşlarının vize muafiyetine sahip olduğu Avrupa şehirlerinden biri. Vize derdi olmayınca, doğaçlama program yapmak da mümkün, ucuz bir Kotor uçak biletini anında değerlendirmek de. Bu nedenle tarihiyle ve kültürüyle görenleri kendisine hayran bırakan Kotor’u mutlaka gezi listenizde beklemeye alın.
Karadağ’ın Budva şehri de buraya çok yakın; bu nedenle Karadağ geziniz sırasında iki şehir birlikte görülebilir. Şehrin dar sokaklarına ek olarak, Sveti Stefan Adası da mutlaka görülmeye değer.
Son olarak, Kotor’un en güzel zamanının bahar mevsimi olduğunu ve 2 günlük bir ziyaretin bu şehirde sizi mutlu edeceğini belirtmeden geçmeyelim.
Orijinal adı Isle of Skye olan ada, İskoçya’da görüp görebileceğiniz en güzel yerler arasında bulunuyor. Edinburgh’a giderek sıradan bir turist olmaktansa, bir farklılık yaparak Skye Adası’na şans verin. Şelaleler, dağlar ve köyler de yolculuğunuza eşlik etsin.
İskoçya’nın geleneksel törenlerine ve farklı yaşam biçimine şahit olmanız Skye Adası’nda da gayet mümkün. Adanın merkezi Portree olarak adlandırılıyor. Burada alışveriş için de şansınız var, uzun uzun kahve içip sohbet etmek için de. Yerel mekanlarda otururken, adanın peri ve devlerden oluşan efsaneleriyle ilgili söylentilere kulak kabartmayı da sakın ihmal etmeyin.
Otellerde ve ulaşımda fiyat avantajı yakalamak için, rezervasyon arayışına birkaç ay önceden bakmanız da neredeyse şart.