Bu röportajımız için Görkemli Yollar blogunun sahibi Tayfun Görkem Yüksel ile bir araya geldik. Henüz 23 yaşında olmasına rağmen 50’den fazla ülkeye seyahat etmiş ve tecrübelerini hem blogu hem de sosyal medya hesapları aracılığıyla takipçileriyle paylaşan bir isim.
Görkem Yüksel’in öğrencilik hayatı ile beraber seyahat fırsatlarını bir araya getirme önerileri özellikle genç öğrencilere ilham verecektir.
Blogumuza konuk olduğu için kendisine teşekkür eder ve bütün seyahatseverlere keyifli okumalar dileriz…
Nasıl seyahat etmeye başladınız ve blog yazma fikriniz ilk ne zaman oluştu?
Aslında herkesten farklı bir başlayış hikayem var. Yaklaşık 6 senedir tam zamanlı olacak şekilde geziyorum. Bu sırada öğrenciliğe de devam ediyorum. Blog yazma fikri aslında hep biraz vardı. Ama gerçekleşmesi 3 sene öncesine dayanıyor. İlk blog yazımı yazdığımda 30dan fazla ülkeye gitmiştim.
Aynı zamanda okuyorum da. Lisans olarak İnşaat Mühendisliği bitirdim. Daha yeni mezun oldum. Aynı zamanda yüksek lisansa devam ediyorum. Bana kalırsa zaten öğrencilik en güzel zaman seyahat etmek için. Şimdi biraz daha iyi anlıyorum aslında.
Ben gezilerimi hep çok önceden planlarım. Çok önceden planlı oluyor. Ve hep soruyorlar, o gün geldiğinde yola çıkmaya hazır olacağını nereden biliyorsun, diye. Ben de tam bilmiyorum. Sürprizler olabiliyor. Zamanında sınava girmeyip geziye gittiğim oldu (gülüyor). Ama iş hayatı tam olarak öyle değil, tabii.
Blog daha sonrasında nasıl devam etti?
https://www.instagram.com/gorkemliyollarcom/?utm_source=ig_embed&utm_medium=loading
Ben biraz açıkçası titiz bir insanım. Bu blog aşaması da çok uzun sürdü. İsmi belirlendi. Alan adı alındı. Bir sistem kuruldu ama ben direkt yayına vermedim. En aşağı 1-1,5 seneye yakın, tam olarak ne anlatacağımı, nasıl bir üslupta yazacağımı düşündüm. Çünkü bu blogu illa bir site açıp insanlara çok yardımcı olsun, çok popüler olsun, ticari bir amacı olsun diye açmamıştım aslında. Kendi anılarımı saklamak için yazmaya başlamıştım. Her şey o kadar sık ve fazla oldukça her şey birbirine giriyor. Belki bunu ileride bir kitaba da dönüştürebilirim düşüncesiyle özenli bir giriş yapmak istedim. Bilgilendirmenin yanında, biraz daha ebedi ve kendi kimliğimi yansıtabileceğim bir yazı türü olsun istedim. Bu yüzden biraz daha uzun sürdü.
Çok düşündüm bu yazıları neden yazdığımı. Tabii, blog yayına girdikten sonra da okuyuculara göre çok şekillendi. Son 2-3 senedir blog benim düşündüğümden daha farklı. Eskiden tamamen gezi notlarına yoğunlaşıyordum; bu işlerin nasıl olduğunu kendi perspektifimden gösteriyordum, bu şekilde yazmak istiyordum. Ama şimdilerde, o seviyeye de gelemiyor insanlar aslında. Mesela, önümüzdeki aylarda Brezilya’ya gideceğim. Gidip de Arjantin’den gezi notu yazınca sanki çok kopuk oluyor gibi hissettim. Çok az kişi bunu arıyor. Çok kopuk bir iş mi yapıyorum şeklinde düşünürken aslında sonradan biraz daha bunların nasıl yapılacağı mantığı üzerine, seyahat ipuçları üzerine bir geçiş yaptım.
İnternette ya ansiklopedik bilgiler var; ya da ben yaptım oldu tarzı yazılar var. Ben ikisinin biraz daha karışımıyla ve tamamen tecrübelere dayanarak içerik oluşturmaya gayret ettim. Bunda da daha öncesinde 30’dan fazla yere seyahat etmemim faydası oldu.
Mesela ben ilk olarak Viyana’ya gittim. Viyana’dan döndüğümde Viyana’yla ilgili bir gezi notu yazabilirim ama yazarken anlattıklarımın bir karşılaştırması yok. Viyana pahalı diyorsun veya ucuz diyorsun. Havaalanından şehir merkezine ulaşım kolay değilsin. Ama neye göre kolay, kime göre kolay? Eğer ki 5-6 farklı kıtada 30-40 farklı ülkeye gittikten sonra bir gezi notu yazıyorsan daha mantıklı oluyor. Çok kısa zamanda da çok yere gittim. En fazla 1-2 sene içerisinde deneyimlediğim yerleri yazabildim. İnsanlara karşılaştırmalı olarak bir norm üzerinde yol gösterebildim açıkçası.
Şimdilerde de gezi notlarımı yazıyorum. Daha çok alternatif yerleri yazmaya çalışıyorum. Yazdıklarım gittiklerimden çok daha az çünkü çok uzun bir dönemi kapsıyor gezilerim. Herhalde bir 10 yıl içerisinde tamamlarım diye düşünüyorum (gülüyor). Çünkü gezdikçe üzerine ekleniyor.
İnsanlara ilham vermek de çok önemli. Birçok insan yalnız başına gitmekten korkuyor. Uzun süreli seyahatlere veya yurt dışına çıkmaktan korkabiliyor. O algıyı kırmak da önemli.
O algıyla ilgili çok mücadelem oldu gittiğim yerlerde, yazılarda. Ben de şaşırdım.
Olumsuz bir örnek olacak ama, geçen mesela Etiyopya’da uçak düştü. 30 ülkeden kişi varmış uçakta. Norveçli var, Kanadalı var; bu insanların burada ne işi var diye konuştular. Ki biz onlara göre daha hazırlıklıyız. Norveç’te yaşayan mesela bize göre çok daha saf. Onlar bile geziyorlar. Bunları gösterdikçe insanlar bu konuda cesaretlendiler aslında.
Noktasal bazda da hep önyargılar var. İsrail için böyle yargılar var mesela, güvensiz olduğu düşünülür hep. Tam tersine, İsrail birçok gittiğim yerden çok daha güvenli bir yer. Bunlara karşılık gördüklerimi aktarmaya çalışıyorum. İlham veriyordur diye düşünüyorum.
Yalnız başına gezmek zor mu peki? Nasıl bir duygu?
Her zaman yalnız başıma gezmiyorum. Gezilerimin -40’ı toplamda birisiyle çıktığım bir gezidir. Aslında son zamanlarda biraz daha hep yalnız gezmeye dönük oldu. Bunun sebebi de biraz daha, arkadaşlarımla ya da çevremdekilerle gidecek yerler değil de, daha alternatif yerlere gitme isteğimden dolayı oldu.
Aslında ben tekrar tekrar gitmeyi de seviyorum. Mesela önümüzdeki ay yeniden Roma‘ya gideceğim. 4. olacak bu. Arkadaşlarım olunca, daha o tarz, turistik yerler ön planda oluyor.
Benim rotam ise, önümüzdeki hafta Kazakistan var mesela. Bence çok güzel bir fırsattı. Herkese de çok güzel sundum aslında, güzel bakın, eşlik edebilirsiniz diye. Orta Asya’da tren yolculuğu baz alarak, farklı bir coğrafyayı göreceğim. Kimse bulamadım çevremde açıkçası bana eşlik edecek. Hep onlar bana, ya oraya değil de bak şuraya bilet al, beraber gidelim,ya da illa buraya gel, seninle gitmek istiyorum, dediler. O yüzden tek gezmeye karar verdim.
Tek gezmenin bana kalırsa, artısı da çok. Tek gezdiğin zaman önemli olan yaptığın planlama. Planlamayı ona göre yapman gerekiyor. Benim tek başıma çıktığım geziyle, yanımda başkasıyla çıktığım gezi planı çok farklı oluyor.
Tabii tek başına gezmekle ilgili en başta güvenlik sorunu konuşuluyor. Başıma bir şey gelse, beni yanımdaki kişi mi kurtarabilecek? Ben bunu düşünüyorum. Yanımda biri olması neyi engelleyecek ki? Olası bir tehlikede yanındakinin seni kurtarma payı ne ki? Ben bunu düşünüyorum öncelikle. İkincisi de şöyle düşünüyorum, o zaman Türkiye’de de tek başımıza sokağa çıkmayalım. Türkiye’de neye dikkat ediyorsak kendi yaşadığımız yerde, özellikle bazı bölgelerde kendimize göre çeşitli önlerimiz vardır; bunları dünyanın her yerinde uyguluyorum.
Mesela Endonezya’nın Batam Adası’na gittim. Orada çok yoksul bir kesim var. Turist çok önemli. Herkes, taksiyle seni şuraya götüreyim derdinde. Gidip de fotoğraf makinemi, telefonumu sergilemedim öyle bir bölgede. Dikkat çekmemek, cazibe oluşturmamak için. Belki de bir şey olmayacaktı. Böyle de söyleyince üzülüyorum. Fakirlik demek değil ki hırsızlık. Ama algısal olarak böyle hissediyor insan. Bunlara dikkat ediyorum.
Güvenlik konusunda en tehlikeli şehirler zaten Paris ve New York bana kalırsa. Mesela ikisinde de aynı hissi yaşamıştım. Uçaktan ilk iniyorsunuz, pasaport kontrolünden geçince ve metroya binince insan profili çok çeşitleniyor. Türkiye etnik açıdan daha birleşik. Farklı görünümden ırkların bir arada yaşaması çok az görülüyor. Halkın içinde Türkçe konuşan Çin, Japon yok mesela. Siyahi insanlar da pek yok. Biz daha kendi halimizdeyiz. O yüzden böyle daha kozmopolit bir yere gidince bir değişik geliyor. Bakıyorsun, karşı tarafta bir siyahi var, Hintli var, Japon var. Daha İngiliz gibi görünen insanlar var; sen varsın. Zaten hiç dikkat çekmiyorsun. İnsan kendini daha güvensiz, daha değişik hissediyor. Hiç hayallerdeki gibi değil yani o şehirler. Büyük şehirler aslında istatiksel olarak da çok daha güvensiz.
Sıkılmıyor musunuz diye de çok soruluyor. Her insan gibi ben de sıkılabiliyorum. Hele ki belki, bazı yerlere gittikten sonra, tabii her yer aynı hissiyatı vermiyor. Zaten önemli olan da bu. Sıkılmayacağın yere gitmen lazım; sıkılmayacacağın planı yapman lazım; sıkılmayacağın bir gezi ayarlaman lazım kendine göre. Gidip de ben mesela Budapeşte‘ye gideyim. Hoş ben orayı çok severim. 1 ay kalsam sıkılmam (gülüyor). Berlin’e gideyim bari. Gidip de Berlin’e 5 günlük plan yaparsam sıkılabilirim. İkinci günden sonra alternatif planlar yapmayı düşünürüm.
https://www.instagram.com/gorkemliyollarcom/?utm_source=ig_embed&utm_medium=loading
Aslında sıkılmaya fırsat vermiyorum; planı ona göre yapıyorum. Genelde tek gittiğim geziler biraz daha tempolu oluyor. Daha kısa süreli oluyor.
Ayrıca iklim de önemli. Havanın güzel ve sıcak olması güzeldir. Mesela Rio‘ya tek başıma gideceğim. Orada mesela sıkılacağımı sanmıyorum. Deniz, kum, güneş. Sıkılma imkanım yok. Gitmeden önce zaten tahmin ediyorum. Kötü havada, soğuk havada, ya da yanlış şehir-hava kombinasyonunda da sıkıcı olabilir. Mesela, Antalya’ya kışın gitmek, yazın gitmek çok farklı. Ama mesela Roma’ya istediğin zaman git. Hiçbir farkı yok. Ki ben Roma’ya yağmurda da gittim, kışın. Bardaktan boşalırcasına yağıyordu ve sırılsıklam olduk. İklimi nispeten daha ılıman, İzmir ve Muğla gibi.
3 hafta önce Venedik‘teydim. Venedik’e göre nispeten boştu. İnsan seli yoktu diyelim. Çok güzeldi; orada da mesela güzel bir hava yakaladım. Yazın gittiğime kıyasla çok keyif aldım. Yazın çünkü aşırı kalabalık oluyor.
Yani sıkılmaman için, planlama çok önemli. Gittiğin yer önemli. Bir de beklenti önemli. Mesela, hayatımda hiç bir yere gidip de beğenmedim dediğim olmamıştır, herhalde. Düşünüyorum, çok azdır herhalde, aklıma gelmiyor. İnsanlar mesela benim çok sevip anlattığım bir yere gidiyorlar; hiç beğenmedim diyorlar. Çünkü bana kalırsa, beklentiyle ilgili bir yanlışlıkları oluyor. Orada vaad edilenden daha fazlasını ya da yanlış bir şey bekliyorlar. Bence gitmeden, bileti almadan önce, araştırmak lazım. Tabii, ben her türlü gezerim; benim için sıkıntı değil, demiyorsa giden kişi. Böyle bir insan sıkıntı yaşamaz tabii.
https://www.instagram.com/gorkemliyollarcom/?utm_source=ig_embed&utm_medium=loading
Araştırmanı nasıl yapıyorsunuz? İnternette çok fazla kaynak var ama onların arasından nasıl ayırıyorsunuz sizin için gerekli olabilecekleri?
Tek kaynağa güvenmiyorum. Yerel sitelerden araştırmaya çalışıyorum. Son 1 sene içerisinde yazılmış yazılara bakıyorum.
Biraz tecrübe ve tahminle de oluşuyor. Biraz önsezi var.
Bazen ülkenin sosyo-ekonomik durumuna göre de yaşayabileceğim tecrübeler benzer oluyor. Birbirleriyle farklı kültürlerde olsa da benzer ekonomik düzeylerdeki ülkelerde benzer alışlanlıklar oluyor. Tahminen Brezilya’ya gidince, Türkiye benzeri bir sistemle karşılaşacağım.
Fas’a gittim. Gidip de havaalanından metro falan aramadım. Herhalde taksi olur, otobüs olur diye düşündüm. Ben genelde taksiye çok çok az binerim zaten. Orada bile, okuduğum bütün siteler tek yol taksi demesine rağmen Fes Havalimanı’ndan 300 metre yürüdükten sonra bir yerde bir yerel otobüs varmış. Onunla şehir merkezine gittim ve acayip garip bir deneyimdi zaten. Yine otobüsü buldum (gülüyor).
İyi araştırmak gerekiyor. Birden fazla kaynaktan araştırmak gerekiyor. Tek bir kaynağa güvenmemek lazım. Çünkü anlık olarak değişebiliyor. Ya da yazılan doğru olmuyor.
En kötüsü de şu oluyor, benim gördüğüm. Kendisi taksiyle gitmiş; yazıda metro bilgisi veriyor. Birinci kaynak yerine dolaylı kaynaklardan alıyorsun bilgiyi. O anlık doğruluğu bile geçerli değilken bugüne o bilgi geçerliliğini tamamen kaybediyor.
Genelde yabancı sitelerden araştırma yapmak en iyisi. Anlaşılabilecek bir seviyede. Öyle İngilizce sorunu yaşayacak bir durum da yok bence.
Seyahatlerde İngilizcemizi nasıl geliştirebiliriz sizce? Çok az pratik bilgimiz olsa bile?
Akademik İngilizce’ye bence hiçbir katkısı olmuyor. Bunu net söyleyebilirim. Akademik İngilizce çok farklı bir bilgi gerektiriyor.
Pratik açıdan bence çok daha fazla faydası var. Hiç olmazsa özgüvene faydası var. Çünkü genelde özgüven sıkıntısı var bizde. Az ya da çok bilmek değil de, bildiğimizin ‘uyla konuşuyoruz biz genelde.
İngilizcem çok iyi demiyorum ama bildiğimin yüksek oranını kullanabiliyorum. Kullanma hafızam çok iyi.
Kullanmak da şart aslında. Yurt dışında insanlara iletişim kurabilmek için gerekli.
Tabii, gerekli. Bazen çok enterasan durumlar oluyor. Mesela pasaport kontrolleri efsanedir. Aslında pasaport kontrollerinde hep gülerim, rahatımdır ama bazen zorlayıcı olabiliyor.
Mesela New York’a Amerika’ya gidişim çok ilginçtir. Şans eseri, 15 Temmuz’dan 15 gün sonra gittim. Yeşil pasaportum var. Haliyle, Türkiye’den bile sorguyla çıktım. Çıkmak için ayrı, girmek için ayrı. Bir sıkıntı yok, herkes görevini yapıyor ama bir gerginlik oluyor.
Amerika’ya gittim en sonunda ama önceki gidişlerimden çok daha farklı bir karşılama oldu benim için. Neredeyse psikolojik test gibi sorular soruyor ve psikolojik baskı oluşturuyor ister istemez. Öyle bir durumda tamamen kendini açıklamak durumundasın. Bunları yaşadıkça açılıyorsun, İngilizceni geliştiriyorsun.
İngilizce bilmeyen de kalmadı bence. 5-6 seneye kıyasla şu an çok daha farklı. Hele ki yeni nesil daha iyi biliyor. Bence herkes konuşabilecek seviyede.
Karşındaki de İngilizce’yi çok iyi bilmiyor olabilir. Anadili olmayan bir ülkeye gidiyorsan sıkıntı yok.
Ana dili İngilizce olan yere gittiğindeki avantaj da, o seni çok rahat anlıyor; sen iyi konuşamasan da anlıyor.
En korkuncu İngilizcesi çok iyi olan yabancı ülkelerde (gülüyor). Mesela İsveç. Hem İngilizceleri çok iyi; hem ana dili değil. Senin seviyene inmiyor; biraz daha sıkıntı olabiliyor.
Ama dilin genel olarak bir sıkıntı yarattığını sanmıyorum seyahatlerle alakalı.
Bütçenizi ve konaklamayı nasıl planlıyorsunuz?
Bütçe konusu biraz değişik. Bana çok para versen de, ben yine de şöyle düşünüyorum, gittiğim yerde biraz az harcayayım da kalan parayla başka bir bilet alayım, sonra başka bir yere daha gideyim.
Bu sonsuz bir şey. Ne kadar çok paran olursa olsun böyle bir algı oluyor. Tabi ki her zaman böyle olmuyor. Bazen tam tersi. Mesela Norveç’e gittim. Herhalde en pahalı yere en fakir gitmişimdir (gülüyor). Sonuçta öğrenciyiz. Bazı seyahatlerde gerçekten elin daha kuvvetli oluyor; bazen de olamıyor.
Bütçe yapıyorum. Son zamanlarda daha planlıyım. Planı boşver, kafana göre yaşa, felsefesi vardır ya buna tam katılmıyorum. Özgür ol ama bir kapsamının olması lazım.
Planlı olduğun zaman hem paradan hem zamandan tasarruf ediyorsun. Sadece para gibi düşünmemek lazım. Hem de zamandan tasarruf ediyorsun.
Konaklamada da çok seçenek var. Çoğunu tecrübe ettiğimi söyleyebilirim. Couchsurfing de yaptım; sokakta da kaldım. Daha planlı olduğum için sokakta kalmak pek de benim tarzıma uygun bir şey değil aslında. Daha çok hostellerde kalıyorum ya da otellerde. Ama tabii bu gittiğin ülkeye ve şehre göre değişiyor. Yanında birinin olup olmamasına göre de değişebiliyor. Tek gittiğim zaman kesinlikle hostelde kalıyorum. İnsanlarla iletişimde olmak için hosteller ideal. Otellerde daha yalnız olursunuz. Mesela, en son Fas’ta, uygun bir ülke olmasına ve daha iyi yerlerde kalabilecek olmama rağmen hostelde kaldım. Hiç beklemediğim bir atmosfer vardı. Tam bir hostel ortamı vardı. Dünyanın her yerinden, çoğu Avrupa ağırlıklı bir sürü kişi vardı. Şaşırttı da beni aslında, Fas’ta hostelde kalmak biraz çekindirmişti başlangıçta. Bütçeye en uygun olan seçenek de hostelde kalmak. En azından 30 yaşın altındakiler için geçerli bu.
Konaklamaya uçak bileti almadan önce bakıyorum. Bir bilet almadan önce her zaman benzer tarihlerdeki konaklama fiyatlarına, farklı hostellere ve otellere bakarım. Konaklama ucuzsa daha uzun kalmayı düşünüyorum. Mesela Kazakistan’da 10 gün kalacağım çünkü hosteller 3-5 Euro gecelik, oteller 15-20 Euro. 10 gün kalabilirim haliyle; sıkıntı olmaz.
Bazen bazı yerlerde çok pahalı oluyor. Venedik’te ben süper bir hostelde kaldım 3 hafta önce. Hatta şaşırdım; hiç bu kadar güzel bir hostelde bu kadar ucuza kalmamıştım daha önce. Gecelik 12 Euro ödedim. İtalya için neredeyse bedava bir ücret. Sonra o hosteli çok beğendim; arkadaşım gidecek Haziran’da, orada kal dedim. Haziran’daki ücreti 35 Euro’ymuş. 3 ayda 3 kat artıyor.
https://www.instagram.com/gorkemliyollarcom/?utm_source=ig_embed&utm_medium=loading
Bu yüzden mesela geçtiğimiz bahar, Dubrovnik’e gittim. Aslında Dubrovnik’e Haziran-Temmuz gibi gitmek isterdim. Denize girebilmek için. Ama bahar aylarına göre inanılmaz fazla fiyatlar. Dubrovnik çok yükselen noktalarından biri Akdeniz’in, Monoco, Cote d’Azur, Nice gibi şehirlerle beraber. Son zamanlarda inanılmaz popüler hale geldi. Öyle olunca Mart ayında gittim. Sadece denize giremedim; tek eksik o oldu. Hava çok güzeldi. Kısa kollu gezdim. Planlamayı uçak bileti satın alırken yapmak lazım. Çünkü bazen hoş olmayan sürprizler olabiliyor.
Konaklamadan arta kalan parayı başka bir gezi planı için kullanabiliyorum böyle olunca.
İki kişi olunca ona göre daha uygun oluyor. Tek gidecek insanların hostelde kalmayı ya da otel parası vermeyi göze almaları lazım.
https://www.instagram.com/gorkemliyollarcom/?utm_source=ig_embed&utm_medium=loading
Çadırda konaklama hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çadırımı aldım gittim gibi bir şey olmadı ama İtalya’da özellikle çeşitli kamp seçenekleri oluyor. Floransa‘da o şekilde kaldım. Michelangelo Tepesi’nin hemen arkasında bir yerdeydi fakat ismini hatırlayamadım. Ağaçların arasındaydı. Bu tür çadır konseptindeki hostellerde kaldım. Fiyatları da daha uygundu ve çok güzeldi. Zeytin ağaçlarının arasında kaldım.
Gezi çok dallara ayrılıyor. Kampçılık benden çok ayrı. Çok seviyorum ama tam uzman olduğum bir şey değil. Türkiye’de kamp yapıyoruz; belki buradaki tecrübelerden sonra yapabilirim. Zaten herkese önce Türkiye’de seyahat tecrübesi öneriyorum. Önce Türkiye’yi gezip sonrasında açılmak daha mantıklı bence.
Bütçe planlarken hem İstanbul’daki hem de oradaki harcamalarını nasıl planlıyorsun?
Şöyle bir şey düşünmek lazım aslında. Mesela 15 gün bir yere gidiyorum ama ben aslında 15 günde İstanbul’da da harcama yapacağım. Onlar hiç hesaba katılmıyor. Burada da bedavaya doymuyoruz sonuçta. Evde bile yesem, eve bir şeyler almış oluyorum. İstanbul ucuz bir şehir de değil. Burada yaşayanlar gerçekten bilir.
En önemlisi, ulaşım planlamasını genelde 3-4 ay önce almak lazım. Hele ki uzak geziler 5-6 ay öncesinden belli oluyor. Bu en azından, bütçeyi çıkartman için iyi bir süre veriyor. Bir hedefe göre biriktirmek daha kolay oluyor.
Ama benim uçak bileti, ya da diğer ulaşım masrafları için biriktirdiğim bir para her zaman vardır. O günün şartıyla ne kadar mümkün oluyorsa. Paranın değerine göre benim değerlendirebileceğim fırsat artıyor. Çünkü uçak biletinin ne zaman, nerede, ne olacağı hiç belli olmuyor.
Bugün konuşuyorum, oo ben artık Fransa’ya bir daha 10 sene gitmem diyorum. Hop bugün Marselya’ya bilet alıyorum. Çünkü uygun. Ne olacağı hiç belli olmuyor biletlerin. O bilet bir anda geliyor. Bir anda karar vermen gerekiyor. Hazırda paran olması gerekiyor. Anında karar vermek çok önemli; o yüzden fırsatları hemen değerlendirebileyim diye uçak biletine ayırdığım bir bütçe her zaman vardır.
Türkiye’de gezmek bütçe açısından daha uygun mu? Türkiye’de mutlaka görülmesi gereken yer neresi sence?
İlk planda yakın yerlerden başlamak lazım bence. Hep aynı ritüeli içeriyor seyahat aslında.
Yaşadığın yere göre çok fazla yer var. Benim bile Türkiye’de gitmek istediğim o kadar çok yer var ki. Mesela Karadeniz’i tam gezmedim. Rize ve Trabzon’la gittim ama uçakla gittim, ışınlanmış gibi. Pek o keyfi vermedi. Yaşayarak, yaylalara giderek daha güzel olurdu.
Güneydoğu’da da Gaziantep’e gittim bir tek. Orada da Urfa, Mardin gitmek istiyorum.
Ama insanlar çevrelerinde neresi yakınsa, mutlaka önce oralara gitmeleri lazım. Günübirlik bile olabilir. Ben biraz batıda kaldığım için şanslıydım. Balıkesir Bandırma’da büyüdüm. Kafamıza göre biniyorduk araba; 1.5 saat sonra Ayvalık‘taydık mesela.
En azından bulunduğu bölgeleri insan gezmeli. Ben mesela şu an İstanbul’dayım. Şile, Ağva, Kilyos, o tarafları çok iyi bilirim. Aynı şekilde Adalar da aynı şekilde.
Kocaeli’nde okuyorum. Sapanca, Maşukiye, Kerpe gibi yerler gezilebilir. En azından yakın çevrelerini insanlar gezmeli, görmeli.
Türkiye içindeki geziler bütçe açısından pek de uygun değil aslında. Ben mesela Mardin’e gitmek istiyorum; ama neden gitmiyorum? Çünkü çoğu zaman Mardin’e gitmek, Roma’ya gitmekten daha pahalıya denk gelebiliyor. Benim için bu şekilde en azında. Eğer vize problemi yoksa herkes için öyle; vize konusunu dışarıda tutuyorum. Tabii vizesiz yerler yine aynı olur. Uçak biletleri o kadar da ucuz değil. Ama Mardin Avrupa’dan daha farklı bir atmosfere sahip.
Birkaç kere Avrupa’ya gittikten sonra ben bir süre Avrupa’yı önermiyorum. Başka yerlere gitsinler. Avrupa’nın genel çapta birbirlerine benzeyen şehirleri var. Ama bence Mardin çok daha güzel. Daha farklı. Türkiye bu konuda kendi içinde çok daha farklı olan bir yer.
Mardin bildiğin Kudüs ya da Fas görüntüsüne sahip. İstanbul’un farklı bir güzelliği var. Türkiye’nin her bölgesi ayrı bir güzel.
Dünyada önerdiğiniz bir yer var mı? Avrupa dışında.
Kendini tanımak, istediğini bilmek ve ne beklediğini bilmek çok önemli. Çünkü kişiden kişiye göre değişebilir. Genel bir çatı altında toplamak gerekirse, çoğunluk olan insan profiline göre, genel vize prosedürleri ve ücretlerini düşündüğümüz zaman, öncelikle vizesiz bir yere gitmeyi öneriyorum açıkçası. Bunun da en güzel yerleri bence Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri. Hem vizesiz hem çok güzel. Güvenli ve uygun bir yer. Belgrad aynı şekilde. Belki Lviv olabilir. Biraz masraflı ama İsrail olabilir. Parantez içinde bir bilgi, İsrail vize için iyi bir referans. Batı ve Amerika ile çok iyi ilişkilere sahip olduğu için daha sonrası için daha sonrasında Batı’ya yapılacak yolculuklar için iyi bir referans aslında.
Pasaport gerekmeyen ülkeleri de zaten söylememe bile gerek yok. Her daim gidilebilir. Şu an 200 liraya Ukrayna’ya bilet var. Biraz geç bir tarihe bile olsa (gülüyor). En kötü yansın. Böyle düşünmek lazım.
Ama insanlarda bir çekinti oluyor. 10 ay sonra acaba gidebilecek miyim, acil bir işim çıkar mı, şeklinde?
Şu felsefeyle hareket etmek lazım. Yanarsa yansın şeklinde düşünmek gerekiyor. Onu düşünemezsek hiçbir zaman adım atamayız.
Bununla ilgili bir problem yaşama durumum var hatta benim. Normalde bu Perşembe günü gidecektim Kazakistan’a. Ama okulla ilgili beklenmedik bir proje olayı var. Belki ilk kez, hayatımda ilk kez, planımı belki 5-6 gün değiştirmek zorunda kalabilirim. Ama öyle bir şey ki, getirisi götürüsünden daha fazla.
Genelde şöyle bir şey oluyor. Ben bir yere gidemezsem onun acısını çıkartarak gidiyorum oraya daha sonrasında (gülüyor). Mesela Interrail yaptığımızda Barselona’ya gidememiştik. O zaman plandan saptığımız bir tek o vardı. O zaman benim ilk yurt dışına çıkışım; daha tecrübesizim. Arkadaşım da var yanımda. Rezarvasyon gerekiyordu şehir için ama yoktu. Dedik rezarvasyonsuz gireriz; ama öyle olmuyormuş. Trene binmeden önce kontrol ediyorlarmış, bindirmediler bizi trene. Rota değişti, Marselya’ya direkt gittik; Barcelona’yı geçtik. Onun akabinde hemen Barselona planı yaptım. Bir de seyahat biraz daha gelişti. Valencia ve adalara gittim. Daha iyi oldu; telafisi oldu.
Interrail’i şu anda önerir misiniz? 6 sene kadar önce gitmişsiniz.
O zaman çok popülerdi. Interrail en ucuz alternatifi sunmuyor kesinlikle. Bu 3-4 senedir öyle. Özellikle ucuz havayollarıyla beraber hiç anlamlı değil. Uçakla planlanmış turları en iyi görüyorum ben. Yorgunluk açısından da daha iyi oluyor. Çok da uygun fiyatlı ve hep uygun. Ama Interrail tecrübesi çok farklı bir şey. Ben ilk kez Interrail ile yurt dışına gitmiştim. Hiçbir şey bilmiyorum. Viyana’ya uçakla gittik ve oradan trenle ilerleyeceğiz. Viyana’da 4-5 tane tren istasyonu varmış. Hangi istasyonmuş bulamadık, treni kaçırdık falan. O ilk günler benim için çok zor geçmişti.
Interrail çok güzel. Hem kendi planlamanı yaptırıyor. Hem plandan sapabilmeni sağlıyor. Tren yolculuğunun keyfi de çok başka. Uçakla ışınlanmış gibi olmuyor. Daha görerek, insanlarla karşılıklı oturarak, sohbet ederek seyahat edebilmeni sağlıyor. Çok farklı bir tecrübe. Ben yine de gitmek isterim fırsat olursa. Ama ucuz diye düşünülmemeli. Şu anki şartlarda 15 günlük Interrail için 7-8 bin lira lazım. Uçakla ama bunun yarısına kadar hatta daha fazla bütçeyi azaltabilirsiniz.
Ailen ve arkadaşların sık seyahat etmen konusunda ne düşünüyor?
Aile konusu çok önemli ama bilinenin aksine, ailemin bana desteği çok fazladır ama bunun çok az bir kısmı maddi açıdan.
Özellikle babam, annem de öyle, gezmeyi çok seviyorlar. Sonradan babam da uydu bana. Kendi kendine yurt dışı gezisi planlıyor. Bana tavsiyede bulunuyor bazen.
Neredeyse 40 yaşına kadar hep gezmenin hayalini kurmuşlar. Eskiden tabii çok daha zor. Şimdiki dünya olanaklarıyla bir değil. Bu tür bir gezme alışkanlığı ben daha lisedeyken bile çok mümkün değildi; çok zordu. Lisede arkadaşlarım Kanada’ya geziye gidiyorlardı; benim için hayallerin ötesinde bir şeydi. İnanılmazdı. Sanki şu an birisi bana, uçak alacaksın dese, onun kadar uzaktı yani (gülüyor).
Bu yüzden de bana çok desteği oldu babamın. Bu desteğin en önemlisi de şu yönde oldu, çevremde çoğu zaman arkadaşlarımdan, bazı aile üyelerimden bir geziye karar verirken olumsuz geri dönüş aldım. Ne yapacaksın orada; yeter artık biraz otur; çok para harcadın; gibi yorumlarda bulunurlarken ya da engelleri konuşurlarken babam hep çok destek oldu.
Mesela ilk Amerika’ya gidişimde San Francisco’ya gittim. Çok sevdiğim bir şehirdir küçüklüğümden beri. Özel bir yerdir benim için. Güzelliğiyle ilgili değildi, özelliğiyle ilgili ve oraya gitmeyi çok istiyordum. Golden Gate Köprüsü’nü hep filmlerde, oyunlarda görüyorduk. Arada sırada biletlerine bakıyordum ve nispeten ucuza bir bilet buldum. Çok ucuz değildi ama uygun bir fiyattı. Biriktirdiğim param vardı ama bilete tam yetmiyordu. Başta babama sanki alakasızmış gibi bileti gösteriyordum; bak ucuzmuş gibi (gülüyor). Bileti acaba alıp gidebilir miyim diye fikri açtığımda babam hep çok destek oldu. Alalım ben sana geri kalanını zamanla geri ödeyeceğim dedim. Vize yok; bilet alıyorum. Bunu yapabilen çok az insan vardır herhalde. Amerika’ya vize almadan bilet almak çok azdır. Babam, “bu bileti bugün almazsan bu plan yürümez”, dedi. Tamamen onun desteğiyle o bileti satın aldım. Sonra o bilet yüzünden birdenbire tabii üzerime yük bindi. Bu para, bu bilet boşa gitmesin diye vize almam, planlama yapmam lazım. Birdenbire, o günden itibaren 7-8 ay zordu. Bütün paramı da vermişim, hatta borcum var babama. Vize parasını zar zor ödedim; vizeye başvurdum. Vizeyi aldım. Vizeyi alana dek de kendimi hiç gidiyor gibi hissetmedim. Vizeyi alınca, herhalde gidiyorum ya, dedim. Bir de uçağa giderken öyle hissettim. Hiç gidebilecek gibi değildim, hayallerin ötesindeydi.
Hedefine ulaşmanın verdiği duygu insanı olgunlaştıran bir tecrübe haline gelmiyor mu?
Kesinlikle öyle. Benim için çok büyük bir öğretisi oldu.
Babamın da hep gitme yönünde desteği oldu. “Giden o para olsun ama sen yine hep hayaline yaklaşma ihtimalinde ol,” dedi hep. Manevi olarak çok destek oldu. Ben maddi desteği olmadıklarını söylemiyorum. Ama çok az.
Para akışı seyahate yönelik oldu. Aile desteği önemli çünkü tersini de çok görüyorum maalesef. Ama bu da kişinin kendisinde. Bir şeyler çabalamadan olmuyor. Bu noktaya da birden gelmedim. Bu noktaya gelene kadar, Amerika’ya gidene kadar, kademeli olarak seyahat ederek bu noktaya geldim. Gezdikçe güven oluştu.
Beraber de gidiyor musunuz gezilere?
Beraber bugüne kadar bir tek Budapeşte’ye gittik. Ben Budapeşte’yi çok seviyorum ve çok sayıda gittim. 10’un üzerinde gitmişimdir. Neredeyse her mevsim gidiyorum. En son 1 sene önce gittim galiba. Açmışım biraz arayı. Bu sene gitmeyi düşünüyorum zaten (gülüyor). Budapeşte’yi çok seviyorum; evim gibi orası benim. Yaşadığım yerler dışında en çok gittiğim yerdir dünya genelinde. Bir sebep buldukça herkesle gidesim geliyor. Farklı farklı arkadaşlarımla gittim; annem babamla gittim; kardeşimle ayrı gittim.
Yüksek lisans yaparken Erasmus planınız var mı ya da staj planınız?
Öyle bir fikrim var ama bilmiyorum. Şartlara göre değişebilir. Yazılar çıkartmak için bir süre yurt dışında yaşamak istiyorum. Erasmus ile ilgili biraz araştırmalar yaptım ve açıkçası çok güzel bilgilere erişemedim; Erasmus yazıları da yazmak istiyorum; deneyimlemek istiyorum. Yaş biraz büyüdükçe, birinci önceliğim olarak kalmıyor maalesef. Okuldaki akademik araştırma, projelerim, tezim, iş hayatı bir şekilde Erasmus’a engel olabilir. İtalya için öyle bir düşüncem var ama.
İstanbul dışında nerede yaşamak istersiniz?
Açıkçası İstanbul’da yaşamak istemiyorum. Zorunda olmasam pek de yaşamam. İstanbul’u seviyorum ama turist olarak seviyorum. Yaşamak çok zor.
Bandırma, Balıkesir’de büyüdüm. Orada hala evimiz var. Deniz manzaralı bir evimiz var hatta; burada İstanbul’da imkanı yok. Denizi kaç kişi görebiliyor İstanbul’da? Orayı çok seviyorum, ara ara gidiyorum. Her zaman daha sıcak iklim, daha küçük yerleri seviyorum. Antalya, İzmir gibi. Keşke o tür bölgelerde bir iş bulsam da oralarda yaşasam.
Yurt dışında da Güney İtalya, İspanya, belki Portekiz. Yurt dışında yaşamayı aslında hiç düşünmedim. Birkaç sebebi var bunun. Biraz duygusal bir insanım ve yabancılık çekiyorum uzun zaman kaldığım zaman. Burada çok saçma gelen şeyler bile güzel gelmeye başlıyor bir süre sonra. Biraz daha sıcak ülkelerde daha iyi hissediyorum. Hele Sicilya mesela bize çok benziyor. İnsanları daha sıcak, ortamı daha sıcak. İtalyanların özellikle güneyi bize çok benzerliği var. İklimin insanlara yansımasından dolayı mı diyelim bilmiyorum. Mesela kuzey ülkelerinde yaşamayı hiç istemem. Bana kalırsa sıcak iklim çok önemli.
İlk okulda bize hep öğretilen kült bilgiler vardır; genelde çoğu objektif değildir. Bu tüm ülkelerde böyle. Her ülke kendisini en iyi görür; sistem böyle. Herkesin kendince haklı sebebi var. Tek doğru bir şey var ama gördüğüm, hakikaten en güzel iklim kuşağında ve coğrafyada olan ülkedeyiz. Ve bunu paylaşan 2-3 ülke vardır; Yunanistan ve İtalya gibi.
Seyahat etmek isteyenlere tavsiye niteliğinde eklemek istedikleriniz var mı?
Gezmenin kattığı en büyük şey, insanın vizyonunu geliştiriyor. Birçok durumu daha farklı açılardan görebiliyorsun. İyi şeyleri de, kötü şeyleri de. Biz mesela Türkiye’den hep şikayetçiyiz. Mutsuzuz. Elindekileri de görüyorsun; sahip olmadıklarını da görüyorsun. Çok daha iyi bir kıyaslama ve değerlendirme sağlıyor. Kıyaslamayı, dünya normlarını daha iyi görebiliyorsun. Bunun için çok fazla gezmeye gerek yok. Belli başlı 3-5 farklı yere gittiğin zaman bunu oturtabiliyorsun aslında. Bence bu konuda çok önemli. Herkesin kendine göre bir problemi var dünyada.