Glasgow’a ben trenle geldim ve görülecek yerleri de tren istasyonundan başlayan bir rotaya göre yazacağım.
Glasgow sanayi hamleleriyle büyümüş olsa da görülecek yerlerin çoğu nispeten küçük çaptaki tarihi merkezde yer aldığından yürüyerek gezilebiliyor.
Glasgow caddelerinin İskoçya’nın o kendine has kasvetine uyan ilginç bir atmosferi var.
Ben şehre vardığımda Glasgow Queen Street istasyonundan çıktım ve George Meydanı’nda, tam olarak da gayda festivalinin yapıldığı meydanda buldum kendimi. Beni İskoç müziğiyle karşıladılar yani, bir yandan da yağmur yağıyordu tam oldu.
Elimde şemsiye, Glasgow’un geniş kaldırımlı caddelerinde, çoğu Glasgow Üniversitesi’ne bağlı binaların pembe ile soluk turuncu arasında bir renge sahip duvarları arasında bir sanat filminin içinden süzülür gibi katedrale doğru yürüdüm.
Glasgow’da Gezilecek Yerler
City Chambers (Şehir Meclisi)
1888 yılında inşa edilen bu binada Glasgow Şehir Konseyi toplantılarını gerçekleştiriyor.
Mimarı yarışma ile seçilen ve yapımı altı yıl süren binanın İskoçya’nın ekonomik açıdan en büyük kenti olan Glasgow’un şanına yaraşır bir mimarisi var (Başkent olan Edinburgh daha çok kültüre odaklanmış).
Meclis binası ve içindeki sergi hafta içi her gün, 10:30 ve 14:30’da başlayan rehberli turlar ile ücretsiz olarak gezilebiliyor. Tur yaklaşık 45 dakika sürüyor.
Binanın iç görüntüsü dışına kıyasla daha da güzel, pastel tonlarda açık renkler tercih edilmiş. Masraftan kaçınılmamasının da etkisiyle her köşede mermerler, mozaikler ve süslemeler dikkat çekiyor.
Şehir meclisinin önündeki George Square (George Meydanı) ise heykellerle bezeli, ayrıca bir o kadar da turist kafilesi yer alıyor. Yukarıda bahsettiğim gibi ben gittiğimde gayda festivali nedeniyle epey bir hayhuy vardı.
Burada ilk meydan düzenlemesi şehir meclisinden çok daha önce, 1781 senesinde yapılmış.
Heykeller ise çeşitli tarihlerde ayrı ayrı eklenmiş. Heykeller Kraliçe Victoria, Prens Albert, mucit James Watt, şair Robert Burns gibi önemli isimlere ait.
Ortadaki sütunun üzerinde ise İskoç yazar Walter Scott’un heykeli yer alıyor ama Edinburgh’ta aynı kişiye adanmış koca anıta kıyasla mütevazı kalıyor.
Turizm danışma ofisi olan icentre da meydanın köşesinde yer alıyor.
Modern Sanat Galerisi (Gallery of Modern Art) da meydanın hemen karşı tarafında kalıyor. Yakın tarihte yapılmış çok sayıda resim ve heykele ev sahipliği yapıyor. Glasgow son dönemde gittikçe gelişen bir sanat dünyasına sahip. Buraya gelmeniz için bir diğer neden ise zemin katta ücretsiz internet bulunması olabilir. Açık olduğu saatler Cuma ve hafta sonu 11:00 – 17:00, diğer günler 10:00 – 17:00. Perşembe akşamı ise sekize kadar açık. Giriş ücretsiz.
Sanat galerisinin bir sokak arkasında bulunan The Lighthouse ise adına uygun biçimde Glasgow kentinde kültüre yol gösteren bir fener adeta.
Şehrin ünlü mimarı Charles Rennie Mackintosh tarafından tasarımı yapılan binanın görünümü hafiften deniz fenerini andırıyor gerçekten. Tabii Clyde Irmağı’na epey uzak, simgesel olarak böyle tasarlanmış.
1895 yılında inşa edilen bina ilk olarak Glasgow Herald gazetesinin basımı için kullanılmış. Şimdi ise güncel sergilere ev sahipliği yapıyor.
Sergileri ücretsiz olarak gezebiliyorsunuz.
Pazar günleri 12:00, diğer günler 10:30’da açılıyor ve Glasgow’daki her müze gibi 17:00’da kapanıyor.
Glasgow Katedrali (Cathedral of Saint Mungo)
Doğuya doğru on dakikalık yürüyüş mesafesinde bulunuyor. Burada M.S. dördüncü yüzyıldan beri ibadethane yer alıyormuş, tabi katedral sonradan yapılmış.
Giriş ücretsiz. Yaz döneminde Pazar günü 13:00 – 17:00, diğer günler 09:30 – 17:30 saatleri açık; kış döneminde ise aynı saatlerde açılıp 16:30’da kapanıyor.
Avrupa’nın daha güney kısımlarında yer alanlara kıyasla daha az görkemli bir mimarisi olduğunu söyleyebilirim. Geceleyin ışıklandırıldığında ise daha etkileyici bir havaya bürünüyor.
İçi de dışı kadar sade. Eski çağların ağır kokusu adeta katedralin taşlarına sinmiş vaziyette.
Katedralin yanında Aziz Mungo’nun Dini Yaşam ve Sanat Müzesi yer alıyor. Adından içeriğini anlamışsınızdır diye düşünüyorum. Aziz Mungo, Glasgow’un koruyucu azizi.
Müzede her inançtan eserleri sergilemeye çalışmışlar, geniş koleksiyonun arasında Türkiye’den asırlara meydan okuyan bir seccade bile var ama ağırlık elbette Hristiyanlıkta.
Giriş ücretsiz, ziyaret saatleri ise Glasgow’daki tüm müzeler gibi hafta içi 10:00 – 17:00, Cuma ve hafta sonu 11:00 – 17:00. Pazartesi günleri kapalı.
Beyaza çalan taşlarla yapılmış binanın dıştan görünümü ise minyatür bir şatoyu andırıyor, içine girmeseniz bile önünden geçip bir göz gezdirmeyi ihmal etmeyin.
Provand’s Lordship
Glasgow’da hala ayakta duran en eski ev olan bu bina şimdi müze olarak değerlendiriliyor. 1471 yılında yapılmış. Bir dönem şekerleme dükkanı olarak da kullanılmış.
Ücretsiz olarak içini gezebiliyorsunuz, üç katlı ve her katta üç oda yer alıyor. Spiral merdiven özgün yapının bir parçası değil, şimdi kolaylık olsun diye eklenmiş.
Odalar dönemin eşyalarıyla döşenmiş, hatta yatakta bir lord maketi uyuyor!
Hemen katedralin karşısında bulunuyor.
Pazartesi günleri kapalı, hafta sonu 11:00 – 17:00, hafta içi 10:00 – 17:00 saatleri arasında açık.
Glasgow Kavşağı (Glasgow Cross) ve Tolbooth Steeple Saat Kulesi
Kentin eski merkezi olan bu noktada adeta bütün yollar kesişiyor. Eskiden şehir meclisinin binası olan Tolbooth da burada bulunurmuş, adı da Market Cross yani Pazar Kavşağı şeklindeymiş.
1627 yılında yapılan ve kavşaktaki en önemli yapı olan Tolbooth binasının büyük kısmı yangında yok olunca ama geriye meydanın bir köşesinde tek başına dikilen saat kulesi Tolbooth Steeple kalmış. Mavi saatiyle güzel bir yapı. Bana hafiften Big Ben’i çağrıştırdı.
Hemen yan sokaktaki Tron Tiyatrosu ise eskiden bir kilise iken şimdi tiyatroya çevrilmiş, sanırım böyle bir tarihi olan tek tiyatrodur! Tiyatronun ismi ise ünlü bilimkurgu filmden değil de Trongate Sokağı’nda bulunmasından geliyor, sokağa ismini verense limanda gemilere yükleme yapılırken kullanan vinç sistemine “tron” denmesi.
People’s Palace (Halkın Sarayı)
Adını hak eden bu müze tamamen Glasgow halkının yaşamına adanmış durumda. 1898 yılında inşa edilmiş.
İçeride yakın tarihten günlük hayatı anlatan resimler, yazılar ve ufak tefek nesneler sergileniyor. Örneğin ünlü İskoç komedyen Billy Connolly’nin doğum gününde ona sürpriz yapmışlar ve onun hayatını anlatan bir sergi hazırlamışlar.
Ben en çok binanın kendisini ve özellikle de önündeki Doulton Çeşmesi’ni beğendim ve çok sayıda fotoğraf çektim. Dünyanın tuğladan yapılmış en büyük çeşmesi olmak gibi ilginç bir unvanı var.
Yandaki sera ise Winter Gardens yanı Kış Bahçeleri olarak adlandırılıyor ama neden çoğul olduğunu anlamadım. Burada bitkiler arasında bir kahve içmek mümkün, özellikle yağmur damlaları cam çatıyı tıklatırken keyifli oluyor.
Pazartesi günleri kapalı, diğer günler 10:00 ile 17:00 arası açık. Giriş ücretsiz.
Glasgow Parkları
Bütün Britanya’da en çok parka ev sahipliği yapan Glasgow’da kasvetli binalara, araç trafiğine ve yağmura aldırmadan yeşile doymanız mümkün ve kentin geri kalanıyla bir tezat oluşturuyor.
En büyük park olan Glasgow Green adı kadar yeşil bir yer. 1450 yılında kraliyet tarafından bu arazinin kente bağışlanmasının ardından kurulmuş. People’s Palace ve Winter Gardens da bunun köşesinde yer alıyor. Parkın ortasında Amiral Nelson’un Trafalgar Zaferi’ne adanmış bir dikilitaş da mevcut. Bu da sanırım Britanya şehirleri için olmazsa olmaz bir özellik.
Önerebileceğim diğer üç park ise milyonlarca yıllık bir orman olan ve adının hakkını veren Fossil Grove, dünya çapında bir bitki koleksiyonuna ev sahipliği yapan Botanik Bahçesi ve gülleriyle dikkat çeken Tollcross Parkı.
Glasgow Köprüleri
Clyde Nehri’nin üzeri şehrin iki yakası arasında ulaşım sağlayan çok sayıda köprü ile bezeli. Bunlardan büyük kısmı sadece ulaşım için yapılmış olsa da aralarından birkaç tanesi estetik görünümü ile öne çıkıyor.
Tradeston Köprüsü sadece yayalar tarafından kullanıldığından rahat rahat geçip fotoğraf çektirebileceğiniz bir yer. İlginç biçimde virajlı bir yapısı var, adeta S harfi çiziyor.
Ben de Glasgow Green’den çıkınca nehir kenarı boyunca yürümenizi ve buradan karşıya geçip Scotland Street School’a doğru yola devam etmenizi öneririm.
Daha batıda kalan Clyde Kemeri (Clyde Arc) ise yeni bir yapı olsa da ismine uygun biçimde antik kemerlerin hatlarına sahip.
Nehrin kendisi de ben Glasgow’dayken bir hayli ilginçti, yağmurdan dolayı mı öyle görünüyordu yoksa hep mi böyle bilmiyorum ama suyu sapsarıydı.
Scotland Street School
Charles Rennie Mackintosh’un son eseri olan bu binanın içinde mimarın hayatına adanmış bir müze yer alıyor.
Glasgow sokaklarında gözünüzün alışacağı soluk turuncu renkli taşları ve yarım daire biçimli, tepesi sivri külahlı, kale burçlarını andıran kısımlarıyla hoş bir yapı.
İçindeki spiral merdiven de mimarın kendine has tarzına ait bir tasarım.
1906 yılında üç yıllık bir çabanın sonunda yapılmış ve eğitim binası olarak kullanılmış.
Pazartesi günleri kapalı, diğer günler 10:00 ile 17:00, Cuma ve hafta sonu 11:00 – 17:00 arasında ücretsiz olarak gezilebiliyor.
Yürümek istemezseniz Shields Road metro durağının hemen yanında bulunuyor.
Glasgow Bilim Merkezi
Özellikle çocuklara hitap etmesi için hazırlanmış bu müzede bilim ile tanışabilecekleri yüzlerce interaktif sergi bulunuyor.
Burada yer alan Glasgow Kulesi ise 125 metre yüksekliğine rağmen kendi çevresinde tam tur dönebilen ilginç bir yapı.
Biletler 12 Sterlin, çocuklar için 10 Sterlin.
Yaz boyunca her gün 10:00 – 17:00 arası açık. Kış sezonunda ise Pazartesi ve Perşembe günleri kapalı, diğer günler 10:00 – 15:00, hafta sonu 10:00 – 17:00 saatlerinde açık.
Holmwood House
Glasgowlu bir diğer büyük mimar olan “Yunan” lakaplı Alexander Thomson’un en ünlü eseri.
Şimdi vakıf tarafından idare ediliyor ve müze olarak değerlendiriliyor.
Sadece yaz aylarında, 12:00 ile 17:00 arasında gezilebiliyor. Salı ve Çarşamba günleri kapalı.
Biletler 8.50 Sterlin, indirimli 6 Sterlin.
Merkeze biraz uzak, toplu taşıma kullanarak gelmeniz lazım. Rotanızın dışında bırakmak isteyebilirsiniz. Metro ile Bridge Street durağına gidip oradan 4A otobüsüne binmeniz gerekiyor ve yol yaklaşık yirmi dakika sürüyor. Glasgow’da konaklayacak olanlar fazla vakitleri olursa gidebilirler.
Burrell Koleksiyonu
Sir William Burrell tarafından Glasgow şehrine hediye edilmiş dokuz binden fazla sanat eserine ev sahipliği yapıyor. Kendisi gerçekten çalışkan bir sanat koleksiyoncusu olsa gerek!
İçinde uçsuz bucaksız bir Çin porselenleri sergisi ile Manet, Degas, Cezanne gibi Belle Epoque döneminin ünlü Fransız ressamlarının elinden çıkma resimler bulunuyor. Vitraylı camlar, tarihi dokumalar, orta çağdan kalma silah ve zırhlar bile var!
Girişin ücretsiz olması sevindirici. Cuma ve hafta sonu 11:00 – 17:00, diğer günler 10:00 ile 17:00 arası gezebilirsiniz.
Yürümek için uzak kalıyor, Holmwood House’dan 34 nolu otobüs veya yine metronun Bridge Street durağından 57 nolu otobüs ile gelebilirsiniz. Yürüyerek gezilebilen diğer merkezi yerlere göre biraz uzakta kalan, fazla zamanı olmayanların atlayabileceği bir diğer adres.
Govan Kilisesi (Govan Old Parish Church)
Nehir kenarına döndüğünüzde (veya Holmwood ile Burrell’i atlayıp yürümeye devam ederseniz) bu tarihi kiliseye ulaşacaksınız.
Glasgow’daki en eski ibadet yeri olma özelliğine sahip, sade bir bina. Bu kiliseyi öne çıkaran özellik bin yıllık taş anıtlara ev sahipliği yapması.
Buradaki ufak Strathclyde Krallığı’nı yönetenler adına yapılmış bu taş oymaları ücretsiz olarak görebiliyorsunuz.
Riverside Museum (Nehirkıyısı Müzesi) ve Tall Ship
Nehri tekrar aşıp Glasgow tarafına geçince rotamız nehir kenarında bir müze ile devam ediyor.
Riverside Müzesi’ne giriş ücretsiz ve her tipten kara ve deniz vasıtası sergileniyor. Ayrıca eski Glasgow sokaklarının da bir rekreasyonu bulunuyor.
Saatler diğer müzeler ile aynı, artık ezberlemişsinizdir.
Tall Ship yani uzun geminin ise gerçek adı Glenlee ve yüz yirmi yaşının üzerinde olmasına rağmen hala yüzebiliyor. 1896’da burada üretilmiş. Onun içini gezmek için ise kış mevsiminde 8, yaz mevsiminde ise 10 Sterlin ödemeniz gerekiyor.
Clyde Auditorium
Halk arasındaki adı Armadillo olan bu konser salonu aslında ters duran gemilere benzemesi için yapılmış ama gerçekten armadillo isimli hayvana daha çok benziyor. Ayrıca Sydney Opera Binası’nı bir hayli andırıyor.
1997 yılında inşa edilmiş, öncesinde burası nehrin üzerinde iskele olarak hizmet veriyormuş.
Programa bir göz atın, belki akşam bir gösteri izlemek istersiniz.
Hielanman’s Umbrella
Glasgow merkez istasyonunun yanında bulunan Hielanman’s Umbrella, kentin en havalı caddesi ve alışveriş noktası olan Argyle üzerinde uzanıyor.
Camdan yapıldığından rayları görebilmek şaşırtıcı.
Bu caddeden yürüyerek bir diğer büyük parka ulaşacağız, hem bunun içinde de müze bulunuyor.
Kelvingrove Sanat Galerisi ve Müzesi
Şehirdeki en büyük müze olan Kelvingrove’da yok yok! Binanın kendisi zaten Kraliçe Viktorya döneminden kalma bir tarihi eser, 1901 yılında kapılarını sanat meraklılarına açmış.
Toplamda 22 galeri içeriyor. Bir salon tamamen sanat eserlerine ayrılmış, Monet, Dali, Van Gogh, Rembrandt gibi ustaların elinden çıkmış resimler görebiliyorsunuz.
Diğerinde ise biraz karman çorman bir sergi var: Antik Mısır’a ait buluntulardan içi doldurulmuş hayvanlara, fosillerden eski silah ve kalkanlara dek her şey var.
Çocuklara hitap edecek interaktif sergiler de mevcut.
Ayrıca her gün ana salondaki dev org ile müzik de yapılıyor.
Girişin ücretsiz olması önemli bir artı. Ziyaret saatleri diğer müzeler ile aynı (Cuma ve hafta sonu 11:00 – 17:00, hafta içi 10:00 – 17:00).
Müze, aynı isimli parkın içinde bulunuyor, geniş ve güzel bir park.
Ortasından bölgeye ismini veren Kelvin Çayı akıyor.
Glasgow Üniversitesi
1451’de kurulan bu tarihi üniversitenin kampüsü Avrupa’daki çoğu üniversitede olduğu gibi halka açık olduğundan istediğiniz zaman gezebiliyorsunuz.
Asırlık binalarda öğretim yapılan oldukça şık bir yer.
Ana binanın tepesine çıkarsanız Glasgow kenti ayaklarınızın altına seriliyor.
Ayrıca kampüsün içinde Hunterian Müzesi ve Sanat Galerisi de bulunuyor. 1807’de açılan ve İskoçya’nın en eski müzesi olma unvanına sahip bu müzede hem sanat eserlerine hem de tarihi sergilere ayrılmış bölümler mevcut. Dinozor fosilleri dahi görebiliyorsunuz.
İsmini müzenin kurulması için ilk bağışı yapan Dr. William Hunter’dan alıyor. İçeride artık ismini günlük hayatta kullanmaya alıştığımız James Watt ile lise derslerinden tanıdık gelebilecek Lord Kelvin’in bilimsel çalışmalarında kullandığı araç gereç de sergileniyor.
Ünlü Kaptan Cook’un Pasifik Adaları’ndan topladığı egzotik sanat eserleri ile kısa bir süre için Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetindeki “Medeni İskoçya” ile kuzeydeki “Barbar İskoçya” arasındaki sınırı oluşturan Antonine Duvarı’ndan parçalar da mevcut.
Girişlerin ücretsiz olması da önemli bir artı. Pazartesi günleri kapalı olan müzeyi Pazar günü 11:00 – 16:00, diğer günler 10:00 – 17:00 arası gezebilirsiniz.
Glasgow School of Art
Glasgow şehri yetiştirdiği mimarlar ile ünlü. Charles Rennie Mackintosh’un eseri olan Glasgow School of Art.
Halen tasarım ve sanat okulu olarak kullanılıyor ama turizme de açılmış.
İçini gezmek isterseniz tam bilet 8.75 Sterlin, öğrenci ise 7 Sterlin.
Willow Tea Rooms
Kraliçe Viktorya döneminde Britanya’da epey yaygın olan alkolizm ile mücadele adına pubların yerine geçmesi umulan çok sayıda çayevi kurulmuş.
Bunlar arasında Willow’u öne çıkaran ünlü mimar Charles Rennie Mackintosh tarafından tasarlanması.
1904 yılında yapılmış.
Hoş, şık, huzur verici bir mekan.
Böylece rotamıza başladığımız yer olan George Meydanı’na da dönmüş bulunuyoruz.
Futbolseverlere son bir öneri: Hampden Park
Glasgow, İskoçya’nın en büyük iki futbol kulübü olan Celtic ve Glasgow Rangers’a ev sahipliği yapıyor.
Futbolseverler bu iki takımın stadyumlarını veya Glasgow’daki ulusal stadyum olan devasa Hampden Park’ı ziyaret edebilirler.
İlk ikisinde futbol kulüplerinin, üçüncüde ise İskoç Mili Takımı’nın geçmişine adanmış ufak birer müze bulunuyor.
Böylece Glasgow’da görülecek yerler listesinin de sonuna geldik. Kentteki ulaşım, yemek, alışveriş ve konaklama için ayrı bir rehber yazacağım. Gitmeden ona bakmayı da ihmal etmeyin. İyi tatiller!