Londra’da Görülmesi Gereken 20 Yer

0
4169

Londra’da Gezilecek Yerler

Tower Bridge

Thames Nehri’nin üzeri, iki yakasını bir araya getirmek için atılmış dikişler gibi görünen 33 köprüyle bezeli. Kimi üzerinden sadece yayaların geçebildiği kadar narin, kimi bu koca metropolün trafik yükünü taşıması için otobüs büyüklüğünde olan köprüler arasından bir tanesi var ki yeri apayrı: Tower Bridge yani Kule Köprüsü.

1894 yılında bizzat kralın takdimiyle hizmete giren bu köprünün iki ayağında görkemli iki kule bulunuyor. Bu kuleler müze olarak kullanıldığından içeri girip sergiyi gezebiliyorsunuz ve ufak (ama sterlin üzerinden ufak!) bir ücret karşılığında asansörle kulenin tepesine çıkıp iki bin yıldır bu kente, hatta bu adaya can vermiş olan Thames Nehri’nin ve iki yakasındaki sanat eserinden eksiği olmayan mimari yapıların manzarasını seyre dalabiliyorsunuz.

Köprünün ortasından araç trafiği geçerken yayalar da iki yanından yürüyebiliyor, burada birbirine evlenme teklif eden çiftlere dahi rastlamanız mümkün. Gerektiğinde köprünün gemi geçişi için kaldırılması da videosunu çekmeden duramayacağınız ilginç bir görüntü sunuyor. Londra metrosunun (yani meşhur Underground’un) Tower Hill durağında inerek kolayca ulaşabilirsiniz.

Tower of London

Hemen Tower Bridge’in yanında bulunan bu heybetli kalenin adına aldanıp da yalnız başına göğe uzanan ince uzun bir kuleyle karşılaşacağınızı sanmayın. Neredeyse bin yıl önce tam olarak burada inşa edilen White Tower, yani Beyaz Kule’den dolayı hala bu şekilde isimlendirilen yapı o kadar büyük ki kışın gittiğinizde buz tutan hendeğin üzerinde pateni yapmanız dahi mümkün.

Kare biçimli dış surlarının önünde geniş bir hendekle korunan kale bugünün şartlarında bile fazlasıyla korunaklı görünüyor ve içeri ancak bir köprü aracılığıyla girebiliyorsunuz.

Eğer yapıyı ve içindeki müzeyi detaylı olarak gezmek isterseniz tüm gününüzü ayırmanızı tavsiye ediyoruz.

On beşinci yüzyıla kadar saray olarak hizmet veren kale, hanedanın kendisine olmasa da mücevherlerine hala ev sahipliği yapıyor: Sekiz asırdır değişmeyen bir gelenek uyarınca kraliyet ailesinin mücevherleri bu sağlam kalenin içinde muhafaza ediliyor.

White Tower sade ama etkileyici bir bina, içindeki bin yıllık St. John’s Chapel de açık sütunları nedeniyle kendinizi bir Antik Roma tapınağında hissetmenize neden oluyor.

Beyaza çalan rengi ve küp şekliyle her an Londra yağmurunun altında eriyebilecek devasa bir şeker küpünü andıran kalenin geçmişi ise o kadar tatlı değil: Uzun bir süre zindan olarak kullanılan bu yapı asırlar boyunca Londralıların isminden dahi korktuğu bir işkence merkezi olmuş. Hala kalenin içinde dolaşan kuzgunlar da bu karanlık geçmişi (ve elbette malum tv dizisini!) hatırlatıyor.

Kuleden baktığınızda ise Tate Müzesini ve Shakespeare’in ünlü Globe Tiyatrosunu görmeniz de mümkün.

Girişi ücretli ve en yakın metro durağı ise Tower Hill.

Big Ben

Westminster Sarayı ya da Parlamento Binasının bir parçası olan Big Ben, dünyanın tartışmasız en meşhur saat kulesi.

Herkes lakabı ile ansa da kulenin resmi adı 2012 yılına değin St Stephen Kulesi iken kraliçenin taht üzerindeki 60. Yılının şerefine Elizabeth Kulesi olarak değiştirilmiş.

96 metre yüksekliğindeki bu kuleye giriş ne yazık ki mümkün değil, tabii İngiltere’de tanıdığınız bir milletvekili yoksa!

Dışarıdan seyretmek ise elbette bedava. Londra’da en fazla turisti bir arada görebileceğiniz köşe olan Westminster’da yer alan bu kule ile selfie yapmanız için epey bir uğraşmanız gerekecek!

Civardaki Henry VII’s Lady Chapel’e de mutlaka uğrayın.

Henry VII’s Lady Chapel

Big Ben’in korumacı bir abi gibi yanıbaşında dikildiği bu zarif bina, beş asır evvel Kral 7. Henry tarafından yaptırıldığından dolayı onun ismiyle anılıyor.

Sadece şapel denmesi yerine özellikle Lady Chapel olarak isimlendirilmesinin sebebi ise Meryem Ana’ya adanmış olması.

Birçok insanın İngiltere’deki en güzel kilise olarak gördüğü bu şapele giriş ücretli ancak içeride görecekleriniz buna değer: Binanın tavanı adeta taştan bir nakış gibi ince ince işlenmiş.

London Eye

Thames’in güney kıyısında yer alan bu koca dönme dolap, ilk inşa edildiğinde bu alanda dünya rekorunun da sahibiydi.

İsminin hakkını verircesine koca bir kıskanç göz gibi Big Ben’i ve altındaki tursit kalabalığını süzse de aslında bütün İngiltere’nin en fazla ziyaret edilen turistik merkezi olma özelliği kendisine ait, yılda üç milyondan fazla insan cep yakan ücrete aldırmayıp bu dev tekerleğin tepesine çıkmak ve bütün Londra’yı bir seferde görebilmek için sıra bekliyor.

St. Paul’s Cathedral

Londra’da karşılaşacaklarınız arasında nispeten yeni (!) sayılabilecek bu katedral 300 yaşında.

Daha önce burada yer alan kilisenin yanması sonucu inşa edilmiş ve ünlü mimar Christopher Wren adına layık bir iş çıkarmış, bunun karşılığını da İngiltere tarihinin Amiral Nelson ve Winston Churchill gibi önde gelen isimleriyle birlikte ebedi istirahatine burada uğurlanarak aldığı söylenebilir.

İbadet için aktif olarak kullanılan yapıda hem Birinci, hem de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından barışa şükreden ayinler düzenlenmiş.

Üzerindeki süslemeleri tek tek incelemekten kendinizi alamayacağınız ama sonrasında boynunuzda ufak bir sızı hissedebileceğiniz heybetli yapıya girişler ise ücretli.

Metro Durağı da kendi adını taşıyor.

Trafalgar Meydanı-National Gallery

Londra’nın en meşhur meydanı olan Trafalgar Square’in adı Amiral Nelson’un 1805 yılında kazandığı deniz zaferinden geliyor.

Meydanın en dikkat çekici özelliği de ortasında yer alan 56 metrelik Nelson Sütunu. Ünlü deniz kumandanının 5 metrelik bir heykelinin bulunduğu bu sütunun dibinde de 4 aslan heykeli bulunuyor.

Hemen civarında göreceğiniz mavi horoza ise şaşırmayın: Fransızları simgeliyor.

Meydana Charing Cross istasyonunda inerek ulaşabilirsiniz. İngiltere’deki en önemli istasyon olduğu söylenebilecek Charing Cross’ta da böylece birkaç fotoğraf çekmiş olursunuz.

2000 adet tablonun yer aldığı National Gallery ise kırmızı cephesi ile çok güzel bir bina.

Piccadilly Circus

Londra’nın merkezi neresi diye sorulsa cevabı tam olarak Piccadilly Circus, hatta nokta atışı yapmak gerekirse Piccadilly Circus’un ortasında yer alan Eros heykeli olur.

Nasıl ki Kadıköy’e gidildiğinde “Boğanın orada” buluşulursa Londra’da da bu heykelin çevresi her zaman sevgilisini/arkadaşını bekleyen insanlarla çevrili.

Oldukça hareketli bir bölge olan Piccadilly alışveriş dürtünüzü ve açlığınızı yatıştırmak için uygun.

Hyde Park

Londra’ya gidip de Hyde Park’tan geçmemek mümkün değil. Şehrin göbeğinde yer alan bu parkın alanı 150 futbol sahasından daha geniş, tabii buna içindeki göl de dahil.

Londralıların nadir güneşli günlerde doluştuğu parkta saatlik kiralanan şezlonglar da mevcut, ayrıca hava durumuna aldırmaksızın egzersiz amaçlı koşan ve bisiklet süren insanlar da eksik olmuyor.

Bisiklet yolunda yürümek gibi bir hatadan kaçınmanızı, hatta parkın içindeki bisiklet yolunda karşıdan karşıya geçerken bile araç trafiği akan bir caddedeymişçesine dikkatli olmanızı tavsiye ederiz, bisikletçiler yarıştaymış gibi davranabiliyor.

Ayrıca park geniş ve içi sayısız patika ile kaplı olduğundan göbek kısmı biraz bakımsız ve kaybolma riski mevut, caddeyi gözden kaçırmamakta fayda var. Üstelik böylece sayısız şirin çeşmeyi de kaçırmamış olursunuz.

Parkın çevresi metro duraklarıyla bezeli olduğundan ulaşım kolayca mümkün.

Regent’s Park

Primrose Hill yolunun kenarındaki bu park Londra’nın nefes almasını sağlayan çok güzel bir yer.

Londra’nın her parkında olduğu gibi, burada da haylaz sincaplarla karşılaşıp onları beslemeniz mümkün.

Bir kısmı Camden bir kısmı ise Westminster bölgesinde kalan park, içerisinde Londra Hayvanat Bahçesi ve Londra Regent’s Üniversitesini barındırıyor.

En yakın metro durağı ise yine Regent’s Park.

St James Park

İçinde St James gölünü de barındıran bu muhteşem park kuzeyden Buckingham Sarayı’na bağlanıyor.

Sessiz, sakin ve her yerden fışkıran yeşilliğiyle koskoca metropolün içinde insana huzur veriyor bu özel yer.

Rus Elçisi tarafından Kral 2. Charles’a hediye olarak getirilen pelikanlar bu parkta 400 yıldır yaşamakta.

İngiliz halkı tarafından çok sevilen Prenses Diana’yı Anma Yolu da yine bu parktan geçmekte.

Buckingham Sarayı

180 yıldır kraliyet ailesinin ana ikamet yeri olan Buckingham Sarayı’nın içi turistik gezilere yalnızca yazın açılsa da kelimenin tam anlamıyla şahane olan dışını ve önünde, parlak kırmızı çiçekler arasındaki beyaz kaidenin üzerinde parlayan altın heykeli görüp etkilenmemek mümkün değil.

Hyde Park ile St James Park arasında yer alan Buckingham Sarayı’nın önünde büyük bir kalabalık görmek neredeyse her zaman mümkün.

Buraya gelmişken yakındaki Wellington Arch ve Birinci Dünya Savaşı Anıtı’na bir göz atmayı da unutmayın.

Wellington Arch

Önceden Buckingham Sarayı’nın bahçesine giriş kapısı olması amacıyla tasarlanan bu kemer, Sir Wellington’ın Napolyon karşısında aldığı Waterloo zaferi dolayısıyla onun anıtına dönüştürülmüş.

İçinde ufak bir müze de yer alan kemer, Berlin ve Paris’teki benzerleri kadar ünlü (ve süslü) olmasa da üstündeki çarpıcı heykel ve civardaki Birinci Dünya Savaşı Anıtı ile birlikte görülmeyi hak ediyor.

House of Cavalry (Süvari Kışlası)

Kraliçeyi resmi törenlerde koruyan ve İngiliz ordusunun büyük bir kısmını oluşturan orijinal giyimli süvarilere ev sahipliği yapan bu mekan birçok turistin ilgi odağı haline gelmiş durumda.

Özellikle nöbet değişim törenini izlemek isteyenler akın ediyor bu kışlaya.

İçinde kendi müzesini de bulunduran bu otantik yerde süvariliğin tarihçesi hakkında birçok şey öğrenebilirsiniz.

Notting Hill

Filmi seyredip de Londra’ya gelmiş olanlardansanız buraya uğramadan duramayacağınızı biliyoruz zaten.

Filmdeki gibi minik, renkli evlerin bulunduğu Portobello Road’da Cuma ve Cumartesi günleri kurulan tezgahlarda özgün takılar ve giysilere göz gezdirebileceğiniz Notting Hill’de Ağustos ayında iki günlüğüne renkli bir karnaval da düzenleniyor.

Ayrıca bölgede yer alan Holland Park’ın içinden geçip çiçeklerin kokusunu soluyarak Kensington Sarayı’na yürüyebilirsiniz.

Kensington Sarayı

Bahçesi Hyde Park ile birleşen bu saray, özellikle bir zamanlar Prenses Diana’nın ikamet etmiş olmasıyla tanınıyor.

10:00-18:00 arası girebileceğiniz sarayı ve içindeki resim sergisini gezebilirsiniz.

Soho Meydanı

Eğlence hayatıyla meşhur olan bu bölgeye Londra’nın tarihi mekanları gezdikten sonra dinlenmek için uğrayabilirsiniz.

Gündüz kafeler, gece ise barların tıka basa dolduğu Soho’da kebaptan noodle’a dek dünyanın her mutfağından yemek bulmak mümkün.

Paddington

Esasen Londra’nın turistik bölgesinde yer almasa da aynı adlı çocuk kitabının ve takip eden çizgi filmin etkisiyle Paddington bölgesi de gezginlerin rotalarında kendine yer edinmeye başlamış durumda.

Önemli metro hatlarının kesiştiği bu durağa mutlaka yolunuz düşecektir, bir inip dolaşmayı ihmal etmeyin.

Eski ve geniş bir istasyon olan Paddington İstasyonu’nda aynı adı taşıyan kitap/çizgi film karakteri ayıcığın heykeli ile bir selfie yaptıktan sonra dışarı çıkarsanız sizi şirin bir kanal karşılayacak.

Bu kanalı takip ettiğinizde ise Londra’nın çok bilinmeyen mücevherlerinden birine, Little Venice’e ulaşacaksınız. Turistik hizmet veren birkaç teknenin yer aldığı bu bölge kanalın iki yanında uzanıyor.

Kanalın sonunda ise hoş bir sürpriz var: Romantik dakikalar geçirebileceğiniz veya bir bankın üzerinde kafa dinleyebileceğiniz ufak ve sakin bir park sizi bekliyor.

Baker Street-Sherlock Holmes Museum

Edebiyat sevdalılarının Londra denince aklına gelen ilk şeylerden biridir Sherlock Holmes ve tabi ki bu özel karakterin yaratıcısı Arthur Conan Doyle.

221B Baker Street kendisinin adresi olmakla birlikte, gerçek bir adres değildir fakat Baker Street’teki Sherlock Holmes heykeli ve müzesi bu karakteri çok güzel bir şekilde onurlandırmakta ve Sherlock Holmes meraklılarına ev sahipliği yapmaktadır.

Siz de bu bölgeyi gezip, kendinizi Sherlock Holmes ile özdeşleştirebilirsiniz.

The Harry Potter Shop at 9 ¾ Platform

Eğer sıkı bir Harry Potter hayranıysanız, burası Londra’da kesinlikle görmeniz gereken yerlerden birisi. Bu Harry Potter dükkanı King’s Cross metro istasyonunun içinde yer alıyor ve sıra beklemeye değer derseniz de sanki o duvarların içinden geçecekmişsiniz gibi platform 9 ¾’te poz bile verebiliyorsunuz.

Dükkanda büyücü asalarından tutun Hogwarts’ta giydikleri kıyafetlere kadar Harry Potter ile ilgili her şeyi bulmak mümkün.

Meraklısı içinse şehirde Harry Potter turları da bulunmakta, fakat turlar için önceden rezervasyon yaptırmakta fayda var, çok fazla ilgiden dolayı uzun süre kapalı gişe çalıştıkları oluyor.

Londra’da gezilecek yerler sadece tabi ki sadece bu 20 mekan ile de sınırlı değil, Londra Müzeleri yazımızda Londra’da mutlaka görülmesi gereken başlıca müzeleri listeledik.

Londra seyahati düşünüyorsanız, o yazıyı da okumanızı tavsiye ederiz.

Londra seyahati düşünüyorsanız, Londra Seyahat Rehberi yazımızdan şehir hakkında bilmeniz gereken tüm detaylara ulaşabilirsiniz!

CEVAP VER

Lütfen yorum giriniz!
Lütfen isminizi yazınız