1970’li yıllardan bu yana UNESCO koruması altında olan ve Dünya Mirası Listesi’nin en gözde şehirlerinden biri olmaya hak kazanan Dubrovnik; özellikle gençler tarafından yeni yeni keşfedilen bir yer.
Avrupa’nın az bilinen şehirlerinden biri olan Dubrovnik hak ettiği ilgiyi; her bölümü heyecanla beklenen Game of Thrones dizisi sayesinde görüyor. Dünyaca ünlü Game of Thrones dizisinin çekildiği yerlerden biri olan ve dizinin en can alıcı sahnelere ev sahipliği yapan şehrin sokakları; gerçekten de merak edildiği kadar var.
Hırvatistan’ın güneyinde yer alan Dubrovnik; enfes Adriyatik Denizi’nin de kıyılarında.
Tarih, kültür ya da doğa; bir tatil destinasyonundan beklediğiniz her ne varsa Dubrovnik’te onu kolayca bulabilirsiniz. Çocuklar, gençler, yetişkinler ya da yaşlılar için farklı aktiviteler var.
Old Town ya da Türkçe adıyla Eski Şehir olarak bilinen bölge; etrafını çevreleyen surlarla her yaştan ve her kesimden ziyaretçileri kendisine hayran bırakıyor.
Dubrovnik’i layık olduğu şekilde gezip gördüğünüz zaman; dünya üzerinde “Kral’ın Şehri” olarak dizi yapımcılarına ilham verebilecek yegane yerin de burası olduğunu anlıyorsunuz.
Burası sinema dünyasında klasikleşen Star Wars filmlerinden biri için de film platosu olmaya layık görülen güzide bir yer. Sadece hayran kitleleri için düzenlenen özel turlar bile Dubrovnik halkını turizm yönünden kalkındırmaya yetiyor desek yalan olmaz.
Bahar aylarında Dubrovnik; her bir yanda tarihi ve doğal güzelliklerin gözünüze çarptığı keyifli yürüyüşlerle içinizi açabilir.
Mevsim yaz ise; bu kez şehir turunuzu plajda sonlandırarak Adriyatik Denizi’nin serin sularına doğru kulaç atabilirsiniz.
Kış turları ise; özellikle Noel ve yılbaşı gibi özel günlerin şehirdeki yansımalarını izlemek için ideal. Kutlamaların bir parçası olmak çok keyifli, Noel pazarları her zaman için çok renkli.
Çocuklu aileler, kışın Dubrovnik’i keşfetmek için yarıyıl tatilini de fırsat olarak görüyor.
Sözün özü; rotanızda Dubrovnik varsa, sizi durdurabilecek bir neden yok. Tabii buna hava koşulları da dahil!
İster sevgilinizle romantik bir tatil için, ister kalabalık bir aile olarak, isterseniz de tek başınıza gidin; Dubrovnik her zaman gözlerinize ve kalbinize hitap edecektir. Ondan beklediğiniz huzursa huzuru, adrenalinse adrenalini kucağınıza bırakabilir.
Yıllar boyu farklı milletlerin egemenliği altında bulunan bölgenin; geniş bir yelpazeye açılan mutfağından da bahsetmemek olmaz tabii. Aynı zamanda midenizi de şenlendirecek bir Dubrovnik turu için daha fazla zaman kaybetmek istemiyorsanız; sizleri sokak sokak Dubrovnik rehberine alalım.
Dubrovnik’te gezilecek en güzel yerleri, yazının devamında tüm ayrıntılarıyla bulabilirsiniz.
Tarihi Eserler
Bu şehirde tarihi eserleri ayrı bir başlık altında toplamak kolay değil; çünkü şehrin kendisi başlı başına bir tarihi eser.
Yine de Dubrovnik gezisi sırasında zamandan tasarruf etmenin en geçerli yolu; olabildiğince planlı ve programlı olmaktan geçiyor.
Dilerseniz bu eserleri, minik bir şehir haritası üzerinde işaretleyerek de yola koyulabilirsiniz.
Tarihi Şehir Surları
Gezilecek yerler listesinin ilk sırası asla değişmiyor. Şehri yüzyıllar boyunca denizden gelebilecek her türlü tehlikeden koruyan surlar, her daim turistlerin favorisi. Yabancı kaynaklarda buradan “Ancient City Walls” olarak bahsedildiğine şahit olabilirsiniz.
Genişliği yer yer 6 metreyi bulabilen; en yüksek bölümlerinde 25 metre seviyesinden söz edilen bu surlar; kara ve deniz surları olmak üzere ayrılıyor. Başta güvenlik ihtiyacına hizmet eden mimari eserler; Orta Çağ’ın ilk dönemlerinde kale ve kulelerle de desteklenmiş. Dünyanın en güzel surlarından biri olarak kabul edilen şehrin duvarları, Dubrovnik’e gelen turistlerin ilgi odağı oluyor.
Yaz boyunca her sabah saat 08.00’de kapılarını açan surların kapanış saatleri tarihe göre 17.30 ile 19.30 arasında değişebiliyor. Bu bakımdan en avantajlı tarihler Haziran ve Temmuz ayları. Kasım’ın başından Mart’ın sonuna kadar süren kış döneminde ise; surları yalnızca saat 10.00-15.00 aralığında gezebilirsiniz.
Giriş için günümüzde kullanılan kapıların adı Pile ve Ploce. Tur boyunca karşınıza kuzeyde Minceta Kulesi, doğuda Revelin Kalesi ve Güneydoğu’da ise Saint John Kalesi çıkıyor.
Surlara giriş ücreti Hırvatistan Kunası üzerinden talep ediliyor. Başka döviz cinsleriyle zorluk yaşamanız olası. Yetişkinler için kişi başı ücret 200 kuna. 18 yaşın altındaki gençler ve çocuklar ise, 50 kuna karşılığında sur gezisinin bir parçası olabiliyor. Eğer surları profesyonel bir rehber eşliğinde gezmek isterseniz; bu kez kişi başı 190 kuna civarında ek bir ödeme yapmalısınız. Profesyonel rehberler özellikle yoğun sezonda haftanın her günü hizmet veriyor. Şehrin tarihi ilgili aklınıza takılan tüm soruların cevabını bu kişilerde bulmanız mümkün.
Yaz döneminde seyahat ediyorsanız; sur gezisinin sıcaklar yönünden zorlayıcı olabileceğini de hatırlatalım. Şapka ve güneş koruyucudan faydalanmak isteyebilir; yanınıza su da alabilirsiniz.
Pile Kapısı
Surlardan bahsederken; Pile Gate olarak da adlandırılan kapıdan özellikle bahsetmek şart. Burası Old Town için ana giriş kapısı olma özelliğine sahip. Bu nedenle her daim renkli ve hareketli.
Yılın hangi mevsimi olursa olsun; turist gruplarının buraya akın etmediği tek bir günden bile söz etmek mümkün değil.
Araç kullananların zaten bu giriş yakınlarına park etmeleri gerekiyor.
Fonda ahşap bir kapı ve yanlarda portakal ve mandalina ağaçlarıyla bir Dubrovnik anınız olsun isterseniz; sizi de Pile Kapısı’na doğru alabiliriz.
Çocuklu aileler için buranın bir güzelliği de; hemen yakınında bir oyun alanı bulundurması.
Stradun Caddesi
Bir cadde nasıl tarihi eserler arasında sayılır diye düşünmeyin. Resmi adı Placa Caddesi olarak da bilinen Stradun Caddesi; özellikle yerli halk tarafından bu isimle anılıyor.
Cadde şehrin tarihi dokusunun tam merkezinden geçiyor. Bu nedenle Stradun; eski şehir surlarından sonra turistler için en çok tarih kokan ikinci adres.
Yolunuzun üstünde her yerde tarihi eserler var. Büyük ve eski bir yapıyla karşılaşmadığınız nadir anlarda bile; karşınıza hayvan motifi işlemeli duvarlar çıkıyor.
Kısa bir hafta sonu kaçamağı boyunca bile, yolunuz defalarca kez Stradun’a düşebilir. Hediyelik eşya satın alma, döviz bozdurma ya da dondurma keyfi yapma gibi tüm ihtiyaçlarınızın karşılığı Stradun Caddesi’nde.
Akdeniz’in en büyük caddelerinden de biri olan Stradun, yerli halk için yılın her döneminde bir buluşma noktası. Festivaller burada düzenleniyor, yerel pazarlar burada kuruluyor.
Ticaret, sanat, tarih ya da günlük yaşantı namına aradığınız her şeyi Stradun’da bulabilirsiniz.
Noel döneminde bu cadde özellikle görülmesi gereken yerlerden birine dönüşüyor.
Yaklaşık 300 metre boyunca; karşınıza hem kafeler hem de sayısız mimari eser çıkacak. Büyük Onoforio Çeşmesi, Saat Kulesi, St. Blaise Kilisesi, Fransisken Manastırı, Orlando Sütunu ve Dominikan Manastırı gibi yolunuza bir anda çıkan onlarca yapıdan tek tek bahsedeceğiz.
En iyisi önce kendinize bir kahve alın ve sonra da caddeyi turlamaya birlikte başlayalım.
Dubrovnik’e gittiğinizde sadece bu cadde ve çevresindeki yapıları gezmek için bir saatlik turlar düzenlendiğine şahit olabilirsiniz. Profesyonel rehberler tarafından düzenlenen tur ücretleri yaklaşık 12 euro. Önceden bir organizasyon yapmanıza gerek yok; dilerseniz anında karar verip bu turlardan birine de katılım gösterebilirsiniz.
Sponza Sarayı
Gotik Rönesans stili mimarinin en güzel örneklerinden biri olan Sponza Sarayı; adını sarnıç kelimesinden alıyor. Adından da anlaşıldığı gibi; sarayın hem içinde hem de dışında göz alıcı desen ve işlemeler mevcut.
Buradan aynı zamanda, Dubrovnik yerlileri tarafından Divona adıyla bahsedildiğini de duyabilirsiniz.
Tarihi 16. yüzyıla dayanan saray; şehirdeki gümrük işlemleri de dahil olmak üzere çok farklı amaçlar için yıllar boyunca kullanılmış. Bu farklı amaçlar arasında cephanelik, banka ve okul bile sayılabilir.
Buranın en ilginç özelliklerinden biri; 1667 yılındaki büyük depremi yara almadan atlatabilmesi.
Saray içinde, Avrupa’nın en değerli arşivlerinden biri var. Halkın ziyaretine açık olmayan bu devlet belgeleri, birinci ve ikinci katlarda muhafaza ediliyor.
Sponza Sarayı’nı saat 08.00 ile 18.00 arasında gezme fırsatı bulabiliyorsunuz. Dünyanın en güzel saraylarından biri olan Sponza Sarayı’nı 25 kuna giriş ücreti ödeyerek saraya girmeyi düşünürseniz; giriş katındaki Anı Odası’nı ziyaret etmeniz mümkün. Burası savaş anıları ve anıtları ile dolu çarpıcı bir oda.
Büyük Onofrio Çeşmesi
Adını Onofrio Giardano della Cava isimli mimarından alan tarihi çeşme, Hırvatistan’a gelen tüm turistler için geçerli bir durak. Burası Big Onofrio’s Fountain olarak anılıyor.
Çeşmenin yapım yılı olan 15. yüzyıl içerisinde; ülkede veba salgını da dahil olmak üzere pek çok salgın hastalığın yaşandığı biliniyor. Bugün güzelliği ile hayranlık uyandıran çeşmenin; yapım yılındaki temel işlevi ise şehre su sağlamak.
16 musluğa sahip olan yapı; daha önceki denemelerde su akıttığı için mimarların cezaya çarptırılmasına neden olmuş.
Onofrio’nun mimari bilgisiyle imza attığı eser ise bugün hâlâ kullanılabilir durumda.
Muslukların her biri farklı bir motifle süslenmiş. Yaprak, insan ve hayvan motiflerinin en güzellerine burada rastlayabilirsiniz.
Yolunuz Dubrovnik’teki ünlü Stradun Caddesi’ne düşerse, Büyük Onofrio Çeşmesi ile de bir fotoğraf çektirmeyi asla ihmal etmemelisiniz.
Çan Kulesi
Stradun Caddesi Akdeniz’in hem hacim olarak, hem de kültürel zenginlik olarak en büyüklerinden biri. İşte cadde henüz sona ermeden, bu kez yolun doğu ucunda karşınıza çıkan bir mimari harikası daha.
26 metrelik Çan Kulesi de haşmet bakımından şehirdeki diğer yapılardan geri kalmıyor. Her köşede olduğu gibi, burada da bol bol fotoğraf çekmek ve anı biriktirmek istemeniz kaçınılmaz.
Kulenin tarihi için aslında 1444 yılı işaret edilebilir. Ancak bölgedeki birçok tarihi esere zarar veren 1667 depremi; ne yazık ki Çan Kulesi’ni de etkileyerek yıkımına sebep olmuş.
Şu anda Çan Kulesi olarak 1444 tarihli orijinal eser değil; 1929 yapımı replikası ziyaret edilebiliyor. Üstelik bu yüz yıllık versiyonun, 1987 yılında da bir restorasyona tabi tutulduğu biliniyor.
Orlanda Sütunu
Çan Kulesi’nin hemen devamında; bu kez Orlando adlı efsanevi bir şövalyeyi temsil eden genişçe bir sütun var.
Dubrovnik’i gezdiğinizde; buranın tarih boyunca azizlere, şövalyelere, yani kısaca içine hayranlık ve sihir katılan minik hikayelere inandığını görüyorsunuz.
Akdenizli olmak, denizle her an iç içe olmak ve daima tarihin izleriyle yaşamak belli ki bunu da beraberinde getiriyor.
Sütun, inşa edildiği 1418 yılından bu yana Luza Meydanı’nın vazgeçilmez bir parçası. Ne diyelim, profesyonel fotoğraf çekimi yapabilenler için her açıdan görüntülenebilecek bir sanat eseri daha.
Burası aynı zamanda Dubrovnik festivallerinin başlangıcında ve bitişinde sembolik olarak ziyaret ediliyor.
Aziz Blaise Kilisesi
Luza Caddesi’nde yer alan bu güzide kilisenin yapımı 1700’lü yıllara dayanıyor.
Kentin koruyucu azizi olan Aziz Blaise’ye adanan bu kiliseyi; özellikle bir Pazar ayini sırasında görmek isteyebilirsiniz.
Şubat ayında kilisenin adıyla bir festival de düzenleniyor. Festival döneminde herkesin katılabildiği birçok aktivite var.
Aziz Blaise Kilisesi; her an girip gezebileceğiniz bir tarihi eser olmasıyla da önemli. Ödemeniz gereken bir giriş ücreti yok.
Hem halkın buraya yaptığı maneviyat ziyaretlerini hem de içerideki Barok tarzdaki mimariyi görmek ücretsiz.
Dubrovnik Katedrali
Girişin ücretsiz olmasıyla yüz güldüren yapılardan bir diğeri de Dubrovnik Katedrali. Sadece Hazine Odası adındaki bölüme giriş yapmak isterseniz, 20 kuna gibi sembolik bir rakamla bu sergiyi gezebiliyorsunuz.
Aziz Blaise Kilisesi için olduğu gibi, burayı görmek için de haftanın en güzel günü Pazar. Özellikle düşük sezonda; diğer birçok dükkanın ve tezgahın tatil olduğu Pazar günlerini ibadethane gezmeye ayırmak iyi bir fikir.
Sabah saat 08.00 ile akşam 17.00 arasında katedral gezisi yapmak mümkün.
Katedralin hemen girişinde yer alan “Hazreti Meryem’in Göğe Yükselişi” adlı eser tüm turistler tarafından ilgiyle karşılanıyor.
Hem iç dekorasyon hem de dış cephe anlamında; katedralin duvarlarında yılların izini görebiliyorsunuz.
Rönesans, gotik ve barok gibi farklı tarzlarda sürekli olarak yapılan eklemeler var.
Katedralin önünde bir fotoğrafınız olmadan; Dubrovnik gezinizi de tamamlamış sayılmıyorsunuz. Bizden söylemesi.
Müzeler
Dubrovnik’te iş ya da eğitim gibi bir amaçla uzun süreli olarak bulunuyorsanız; her seferinde giriş ücretleriyle karşı karşıya gelmemek için Dubrovnik Card çıkarmayı düşünebilirsiniz. Müzecilik faaliyetlerinin son derece gelişmiş olduğu turizm beldesinde; tarihi sergilerden yana her zaman çok şanslı olacaksınız.
Franciscan Manastırı ve Müzesi
Dünyanın en eski eczanesine sahip olmasıyla bilinen manastır; 13. yüzyıldan bugüne bozulmadan korunan iç ve dış mimarisiyle hayranlık uyandırıyor.
Bina içerisinde bulunan kilise ve kütüphane gibi alanların yıllar boyunca depremlerden ve savaşlardan hiç yara almadığı söylenemez ancak geriye kalanlar yine de bir kültür şöleni niteliğinde. Özellikle 1667 yılında yaşanan deprem kütüphane bölümünü yerle bir ettiyse de; içeride bulunan kitapları eşi benzeri olmayan bir koleksiyon olarak tanımlamak gayet mümkün.
Depremden söz etmişken, hemen ardından şehirde yangına yol açan depremle ilgili yerli halktan dinleyebileceğiniz bir efsane daha var. Söylenene göre Stradun Caddesi boyunca, o yangında manastırda eriyen altın ve gümüşler yayılıyor. Yani daha önce hiç bu kadar değerli bir zeminde adım atmamış olabilirsiniz!
Franciscan Manastırı’nı ve müze bölümünü 09.00 ile 18.00 saatleri arasında gezme fırsatı bulabiliyorsunuz. Stradun Caddesi üzerinde yer alan manastır; bir saatlik rehberli gezi programlarına dahil olsa da bu turlarda binanın içine girilmiyor.
Eğer içeri girmek isterseniz; her bir yetişkin için kişi başı 30 kuna ve çocuklar için de kişi başı 15 kuna gibi bir ücret ödemeniz gerekecek. Avrupa’dan gelen turistlerin euro hesabına göre bu son derece sembolik bir rakam. Türkiye’den gelenler ise, 1 kunayı 1 liraya neredeyse denkmiş gibi hesaplayabilirler.
Rektör Sarayı ve Kültür Tarih Müzesi
Koleksiyonunda 15 binden fazla ürün bulunduran müze, 1667 depreminden sonra iyi korunabilen yapılardan biri.
Erken Dönem Rönesans mimarisinden izler taşıyan bina; hem içiyle hem de dışıyla ziyaretçilerini mutlu ediyor.
Sarayın mimarı, tarihi Onofrio Çeşmesi’nde de olduğu gibi Onofrio de la Cava. Yapım yılı 1435. Burası geç dönem Gotik mimarisine de detaylarıyla göz kırpıyor.
Müzeye giriş için yetişkinlerden kişi başı 100 kuna; çocuklardan ise kişi başı 50 kuna talep ediliyor. Şehrin yerlisi olan 12 yaş altı çocuklara tüm müzeler ücretsiz. Bu da Dubrovnik’te yetişen tüm bireylerin; tarih ve kültür bilinci yüksek yetişkinler olmasına olanak tanıyor.
Yılın her günü kapılarını saat 09.00’da açan müze; Kasım ve Mart ayları arasındaki düşük sezonda 16.00 itibarıyla kapanıyor. Diğer dönemler ise; saat 18.00’e kadar müzeyi programınıza dahil edebilirsiniz.
Dubrovnik’teki tüm müzeler tarihi binalarda konumlandığı için, çoğu engelliler için ne yazık ki uygun değil. Ancak Rektör Sarayı bünyesindeki Kültür ve Tarih Müzesi bu kapsamın dışında; müzeye tekerlekli sandalye ile ulaşım mümkün.
Müze koleksiyonu içerisinde özellikle armalar, metal paralar ve portreler var. Burası tarihteki Taht Oyunları’nın uygulamalı bir örneği gibi.
Müzede sergilenen objelerden esinlenen kitaplar, kataloglar, oyuncaklar ve multimedya ürünleri, müze ile aynı çalışma saatleri kapsamında sarayın mağazasında satışa sunuluyor.
St John Kalesi ve Dubrovnik Denizcilik Müzesi
Tüm hayatını denizden kazanan Dubrovnik halkı için, tarih boyunca denizle olan ilişkilerini gözler önüne seren Denizcilik Müzesi’nin önemi büyük.
Yetişkinler için kişi başı 130 kuna, çocuklar ve öğrenciler için ise 50 kuna ödeme yaparak Maritime Museum olarak adlandırılan bu tarihi binaya giriş yapabilirsiniz.
Eski gemi modellerinin sergilendiği alanın yanı sıra; kalenin alt katında bir de akvaryum var. Lokal balıklar, egzotik türler, deniz atı gibi nadir görülen canlılar özellikle çocuklara hitap edebilir.
Söylemeye gerek yok ama; kale aynı zamanda muhteşem de bir Adriyatik manzarasına sahip.
Rektör Sarayı ile aynı çalışma saatleri, St John Kalesi için de geçerli. Dubrovnik’te yoğun sezonda akşam saatlerinde bile müze gezmek mümkün.
War Photo Limited Koleksiyonu
Dubrovnik gezisi; tahtlara, surlara, asma bahçelere ve krallıklara hayran olarak sürüp gidiyor. Ancak bu yolda karşınıza çıkan öyle bir durak var ki; sizi ansızın savaşın ve zaferin karanlık yüzü ile karşı karşıya getirebilir.
Yetişkinlerin kişi başı 50 kuna, 10 yaş üstü çocukların ve öğrencilerin ise kişi başı 40 kuna ödeyerek girebildiği sergi; 350 metrekare alana ve 2 kat binaya yayılıyor.
Doksanlı yıllarda Yeni Zelandalı muhabir Wade Goddard’ın çektiği fotoğraflardan oluşan sergi yıkım, umutsuzluk ve acıyı bir araya getiriyor.
Müzede ayrıca geçici sergiler sayesinde her an yenilenen fotoğraflar da mevcut. Çıkışta buradan söz konusu savaşlar hakkında kitap alışverişi yapabiliyorsunuz.
Doğal Güzellikler
Dubrovnik’e hem tarihin hem de coğrafyanın son derece cömert davrandığından yazının en başında söz etmiştik. Şehirdeki tarih ve kültür mozaiği daha bitmeden; doğal güzellikler de göze çarpmaya başlıyor. Siz siz olun; tüm bu güzelliklere doyabilmek için bölgede en az 3 gün geçirmeden Hırvatistan’dan dönmeyin.
Dubrovnik Teleferiği
Şehri kuş bakışı izlemenin en büyüleyici yolu; teleferiğe binmekten geçiyor. Old Town adı verilen tarihi bölümün hemen üzerinde yer alan bu bölge; bol bol fotoğraf ve havadar bir yolculuk için ideal.
Stradun Caddesinden sonra; Buza kapısından başlayarak 10 dakikalık bir yürüyüş yaparak teleferik alanına ulaşmanız mümkün. Bu yürüyüşün bol merdiven içerdiği konusunda uyarabiliriz. Özellikle çocuklu aileler bu bakımdan zorluk yaşayabilirler. Yine hazır konusu açılmışken; Dubrovnik’in pusetle gezmeye pek uygun bir şehir olmadığını da hatırlatmış olalım.
Liman yönünden gelenler için ise, teleferik alanına 5 kilometre mesafe daha var. En pratik şekilde taksi kullanmayı deneyebilirsiniz. Dubrovnik Card sahibiyseniz ve toplu taşıma ilginiz çekiyorsa 8 numaralı halk otobüslerini de kullanmanız mümkün.
Teleferik ile Srd Dağı’na ulaşılıyor. Bu yolda turistler için “round trip” adı verilen turlar düzenleniyor. Bu turlara yetişkinler için kişi başı 150 kuna ve çocuklar için kişi başı 60 kuna ödeme yaparak katılmanız mümkün. Eğer tek yön adı verilen biletlerden satın alırsanız, yetişkinler için 85 kuna ve 4-12 yaş aralığındaki çocuklar için de 40 kuna ödeme yapmanız gerekiyor. 4 yaşından küçük çocuklardan ücret talep edilmiyor. Online olarak bilet satın almak mümkün olsa da; teleferik önündeki gişelerden de kolayca işleminizi halledebiliyorsunuz. Kredi kartı ya da Hırvatistan kunası kullanmak mümkün. Ne yazık ki başta euro olmak üzere diğer döviz cinsleri burada kabul edilmiyor.
Dağın zirvesine kadar yükselmişken; buradaki restorana rezervasyon yaptırmayı da ihmal etmeyin. Elbette pahalı bir hizmet ancak teleferik gezisine anlam katıyor.
Dağda ayrıca Napolyon’un emriyle yapılan İmparatorluk Kalesi’ni de görebilirsiniz.
Adrenalin tutkunları arasındaysanız ve dağa tırmanmak isterseniz, seçebileceğiniz zorlu tırmanış parkurları da var. “Buggy Safari” adındaki bir başka aktivite ise, yine teleferik yollarını bu kez ATV benzeri araçlarla tırmanmayı gerektiriyor. Yüksek sezonda 09.00-19.00 saatleri arasında her saat başı turlar var. Özellikle kalabalık bir arkadaş grubuyla hareket ediyorsanız; bu aktiviteden büyük keyif alabilirsiniz.
Eski Liman
Dubrovnik’teki birçok yapıda olduğu gibi; Eski Liman’da da ilk izler 15. yüzyıla kadar geriye gidiyor. Burası; geçmiş çağlara özlem duyan kişiler için tek kelimeyle bir cennet.
Şöyle düşünün; kıyı şeridinde yer alan her turistik belde de olduğu gibi, burada da limanda yürüyebilecek ya da deniz kenarında sevgilinizle el ele hayal kurabileceksiniz.
Dubrovnik’i diğer her yerden ayıran en önemli şey ise; korsanlardan salgın hastalıklara, aşklardan terk edilişlere kadar limanın taşıdığı tüm anıların da size yürüyüş boyunca eşlik etmesi!
Limanda Porporela ve Kase adlarında iki dalgakıran mevcut. Tarih boyunca, tıpkı surlarla olduğu gibi, dalgakıranlarla da hem şehir hem de şehirde bulunan gemiler daha güvenli bir hale getirilmeye çalışılmış.
Porporela üzerinde şu anda; hem gezginlerin hem de yerli halkın fotoğraf çekmek ya da gün batımını izlemek gibi amaçlarla ziyaret ettiği bir yürüyüş yolu bulunuyor.
Eski Liman; Dubrovnik için o kadar “can damarı” niteliğine sahip bir yer ki, zaten burayı ziyaret etmeden yöreden dönme şansınız da yok.
Günümüzde Lokrum Adası’na giden tekneler nedeniyle de limanda ciddi bir yoğunluk yaşanıyor.
Tıpkı Türkiye’deki sahil beldelerinde olduğu gibi; burada da tur acentelerine ait standlar turistleri bekliyor.
Yine aynı Türkiye’deki limanlardan alışkın olduğumuz bir manzara daha Dubrovnik için geçerli: Burada liman manzarasını karşınıza alarak Adriyatik Denizi’nden çıkan taze balık ve deniz ürünlerini yiyebileceğiniz birçok restoran mevcut.
Lokrum Adası
Dubrovnik dünyanın en güzel yerlerinden biriyse; bunda muhakkak Lokrum Adası’nın da etkisi var.
Adaya Eski Liman’dan kalkan teknelerle ulaşılabiliyor. Temmuz ve Ağustos gibi turist akınının yaşandığı günlerde; tekne seferlerinin her yarım saatte bir gibi bir sıklığa dönüştüğünü söyleyebiliriz. Tekne yolculuğunun süresi de yalnızca 10 dakika.
Ada başlı başına çok sayıda kompleksten ve doğal güzellikten oluştuğu için turist grupları tarafından heyecanla karşılanıyor.
Ada üzerinde herhangi bir köy ya da kasaba yok.
Adada sizi oldukça eski bir kale karşılıyor. Bu kale geçmişte manastır olarak da kullanılan ve mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir yapı. Benedictine Manastırı aynı zamanda, restoran olarak da hizmet vermeye devam ediyor. Game of Thrones dizisindeki ünlü Iron Throne ya da Türkçe adıyla Demir Taht’a oturmak isteyenler için de doğru adres burası. Manastır içindeki restoran bölümünün hemen yanında Game of Thrones ve Lokrum Adası konulu film gösterimleri yapılıyor.
Labirentler ve geniş bahçe; fotoğraf çekmeye meraklı olanları kendisine hayran bırakabilir.
Adada yapabileceğiniz en güzel aktivite ise, Adriyatik sularında kulaç atmak. Aileler için “Dead Sea” adı verilen bölümdeki plaj son derece uygun. Adada bir çıplaklar plajının da bulunduğunu belirtelim.
Ana karadaki plajlar, buraya göre her zaman daha kalabalık oluyor; bu nedenle Lokrum’u tercih etmek mantıklı. Tüplü dalış yaparak deniz içerisindeki güzelliklere iyice yaklaşabiliyorsunuz. Ada suları, birbirinden güzel incileri de saklıyor.
Ne yazık ki bu ada için de giriş ücreti mevcut; bu nedenle 150 kuna kadar bir ücreti gözden çıkarmalısınız. Ödemeler feribot biletiyle birlikte limandayken yapılıyor.
Çocuklu aileler, adadaki rengarenk tavus kuşlarını ve tavşanları görmeden bu adadan asla dönmemeli.
Kahve molası için de; adadaki kafe son derece ideal.
Son olarak; adayı ziyaret etme konusunda risk almamak için Nisan ve Kasım ayları arasındaki sezonu özellikle önerebiliriz.
Mljet Adası
1960 yılından bu yana Hırvatistan için Ulusal Park statüsünde olan Mljet adası; Dubrovnik’te mutlaka görülmesi gereken doğal güzelliklerden biri. Dubrovnik takımadalarından en büyüğü olan Mljet, yerli halk arasında Yeşil Ada olarak da adlandırılıyor.
Mljet’te iç kısımlar bozulmamış bir orman örtüsüne sahip.
Adada yerleşim sınırlı üstelik burası Lokrum kadar popüler de değil. Ada halkı genellikle kıyıdaki köylerde ikamet ediyor. Pomena, Sobra, Polace ve Saplunara gibi köylerin her birinde farklı yerel tatlar bulabilirsiniz.
Ada dalış sporuyla ilgilenenler için son derece orijinal bir güzelliği de sınırlarında barındırıyor. Odysseus Mağarası; denizdeki muhteşem zenginliklere açılan bir kapı.
Bisiklete binmek, uzun yürüyüşler yapmak, hayata dair kararlar almak, meditasyon yapmak ya da hamakta sallanmak… Tüm bunlar için Mljet dünya üzerinde ayak basabileceğiniz en güzel toprak parçalarından biri.
Adada hem kalabalık bir arkadaş grubuyla hem de tek başınıza keyif alabilirsiniz.
Adadaki bitki örtüsünü çoğunlukla çam ağaçları oluşturuyor. Ağaçların çevrelediği göller ve göletler de, özellikle bahar aylarında serin pikniklere ev sahipliği yapabilir.
Ada gezisi yapmanın en ideal yolu ise; günlük tur biletlerinden satın almak. 75 euro olarak ücretlendirilen turlar, Hırvatistan kunası cinsinden düşünüldüğünde kişi başı 500 kunayı aşıyor. Ancak tur fiyatı içine, hem ulusal parka giriş ücreti, hem katamaranla ulaşım hem de İngilizce bilen rehber ve sürücü hizmeti dahil. Öğle yemeği ya da içecekler için ayrıca ödeme yapmak gerekiyor. Rehberler adadaki büyük ve küçük göl çevresinde tur eşliğinde bilgi veriyor.
Lovrijenac Burnu ve Kalesi
Orijinal adı Fort Lovrijenac olarak bilinen bu büyülü yer, birçoklarına göre Hırvatistan’ın ve Dubrovnik’in Cebelitarık’ı.
Kentin batı surlarını gezerken buranın derinliği ile de karşı karşıya geleceksiniz. Adriyatik Denizi seviyesinden tam 37 metre yüksekte, kayalık burun üzerinde bir de kale konumlanıyor.
Venedik Kuşatması sırasında buranın ne kadar güçlü bir toprak parçası olduğu da ispatlanmış. Düşman kuvvetler tarafından bu burun geçilememiş.
Kalenin 12 metrelik dik duvarları ve üçgen biçimindeki terasları mutlaka ziyarete değer.
Tiyatro gösterileri, festivaller ve konserler burada düzenlendiğinden; dilerseniz Dubrovnik yoluna çıkmadan önce şehirdeki kültür sanat etkinlikleri hakkında daha detaylı bilgi sahibi olabilirsiniz. Özellikle Dubrovnik Yaz Festivali denildiğinde akla gelen ilk adres burası.
Adrenalin tutkunlarını buluşturan dünyaca ünlü yamaç yarışları da burada düzenleniyor.
Game of Thrones dizisinin hayranları Lovrijenac Burnu’na ve buradaki kaleye ulaştıklarında; diziden de birçok can alıcı sahneyi hatırlayabilirler. Kale doğal olarak, dizi temalı turların da programları dahilinde yer alıyor.
Elafiti Adaları
Dubrovnik gezilerinde zaman zaman ihmal edilebilen bir adres var sırada. Elafiti Adaları; Dubrovnik seyahatine mutlaka bir gün daha eklemeyi gerekli kılıyor.
Burayı tam günlük bir cruise turuyla doya doya gezebilir; yeşile ve maviye doyabilirsiniz. Adalara aynı zamanda deniz taksilerle ya da limandan hareket eden teknelerle de ulaşılabilir elbette. Ancak en güzeli; içecekten müziğe, rehberlik hizmetinden öğle yemeğine ve ulaşıma kadar her şeyi kapsayan turlardan birini seçip gerisini kaptana bırakmak.
Adalara giriş ücreti olmadığından; bu gezi Mljet’e göre çok daha uygun. Kişi başı 55 euro ya da 400 kuna kadar bir ödeme yaparak ada turunun parçası olmak mümkün hale gelebiliyor. Öğle yemeğinde de ızgara balık ve şarap gibi iddialı bir menü var.
Elafiti Adaları denildiğinde; Sipan, Lopud ve Kolocep isimli kara parçaları anlaşılıyor ve buralar sıklıkla ziyaret ediliyor. Ancak adalar kapsamında tam 30 kilometrelik geniş bir alan var.
Anlamını “geyik” kelimesinden alınan Elafiti Adaları; Taksa, Ruda, Tajan ve Olipa gibi daha küçük kara parçalarına da sahip. Adaların en büyüğü olan Sipan taş villalardan oluşuyor. Burası fotoğraflamak için güzel bir yerleşim. Adada zeytin, incir ve turunçgiller gibi Akdeniz ikliminin karakterine uygun meyveler yetişiyor. Bu durum; adanın görselliğini daha da zenginleştiriyor.
Elafiti’nin en güzel bölgesi ise hiç tartışmasız; Kolocep Adası’nda yer alan Mavi Mağara. Burası dalış tutkunlarını kendinden geçirebilecek efsanevi bir yer. Eğer hayatta bir kez olsun bir su altı cennetini ziyaret etmek isterseniz; tercihinizi Elafiti’den yana kullanabilirsiniz.
Dalmak istemiyorsanız bile kristal berraklığında sularda mutlaka yüzmeyi denemelisiniz.
Adalara giderken mutlaka rahat giysiler giymek ve güneş kremi bulundurmak tavsiye ediliyor. Tabii kameranızı da unutmamalısınız!
Plajlar
Dubrovnik’e kadar gelmişken denizle kucaklaşmamak olur mu?
Deniz tatili için de tercih edilen bu yer, en çok Temmuz ayında turist çekiyor. Hem yerlilerden hem de yabancı turistlerden oluşan kalabalıklara ise elbette hazırlıklı olmalısınız.
Banje Plajı
Banje Beach olarak yönlendirmelerine rastlayabileceğiniz bu plaj; plajlar arasında en merkezi olanlardan da biri.
Banje Plajı’nda güneşlenirken; deniz manzaranıza hem Eski Şehir hem de Lokrum Adası dahil olacak.
Mevsimi denk getiremeseniz bile; sadece kumlarda yürümek ve gün batımını seyretmek için de olsa Banje’yi mutlaka görmelisiniz.
Eski Şehir (Old Town) yönünden plaja ulaşabilmek için Ploce kapısını kullanmanız gerekiyor.
Kano ve parasailing gibi su sporlarıyla ilgileniyorsanız; burada aradığınızı bulmanız mümkün.
Plajda özel işletmeler hizmet veriyor; fiyatlar da özellikle yüksek sezonda turistik sayılabilir.
Gün boyu denizde olmak, güneşlenmek, kitap okumak ve daha da güzeli gece olduğunda da plaj partilerinde eğlenmek için; siz de bütçenizi biraz aşmayı rahatlıkla düşünebilirsiniz.
Lapad Plajları
Copacabana, Cava ve Uvala Bay olarak anılan plajların her biri şehrin merkezine dört kilometre mesafede yer alan Lapad Yarımadası’nda bulunuyor. Burası koylardaki korunaklı plajlardan oluşan doğal bir zenginlik.
Yaz mevsiminde mutlaka görülmesi gereken yerler arasında Lapad var.
Konaklama seçeneklerinin de yer aldığı bölge; biraz daha az bilindiği için daha tecrübeli gezginlere ve yerlilere hitap ediyor.
Eğer Dubrovnik’te yüzerken kolunuzu atacak yer bulamadığınız yoğun bir dönemdeyseniz; Lapad’a hem plaj hem de konaklama yönünden bir şans verin.
Saydığımız plajlarda yerel tatlar, şaraplar, özel restoranlar derken hem hizmet çıtası hem de fiyatlar bir miktar yükselebiliyor.
Hala Lapad sınırları içindeyken, Solitudo ve Neptun gibi plajlara da bakmak isteyebilirsiniz. Bu plajlarda hem işletmeler daha ekonomik hem de ücretsiz olarak denize girme şansınız yok değil.