Neredeyse bütün korku filmlerinde tekrarlanan ürkütücü sahneler vardır: Canlanan oyuncak bebekler, gecenin karanlığında uçuşup duran yarasalar, ıssız adalar, dev uçurumlar, terk edilmiş evler, hayaletlerle dolu tarihi kaleler…
Peki ya bütün bunlar sadece çekimden, montajdan ve kurgudan ibaret olmasaydı? Dünyanın dört bir köşesinde bulunan korkutucu mekanlar; ziyaretçilerine adeta 3 boyutlu bir korku filmi şöleni sunuyor.
Tabii ürkütücü figürleri çıplak gözle izlemek ve ıssızlığın ortasında yalnız dolaşmak, özellikle de gece saatlerinde pek öyle film seyretmek kadar kolay değil. Yine de şansınızı denemek isterseniz diye; dünyanın en korkutucu 20 mekanını sizler için derledik.
İçindekiler
- 1) The Island of the Dolls, Meksika
- 2) Nagoro, Japonya
- 3) The Hill of Crosses, Litvanya
- 4) Taylor Glacier, Antarktika
- 5) Beelitz-Heilstätten Hospital, Almanya
- 6) The Great Blue Hole, Belize
- 7) Bran Castle, Romanya
- 8) Helltown, Amerika Birleşik Devletleri
- 9) Kawah Ijen Volcano, Endonezya
- 10) North Yungas Road, Bolivya
- 11) Capuchin Catacombs, Sicilya
- 12) The Door to Hell, Türkmenistan
- 13) Snake Island, Brezilya
- 14) Christ of the Abyss, İtalya
- 15) Tower of London, İngiltere
- 16) Aokigahara, Japonya
- 17) Edinburgh Castle, İskoçya
- 18) Pripyat, Ukrayna
- 19) Sedlec Ossuary, Çek Cumhuriyeti
- 20) Tuol Sleng, Kamboçya
1) The Island of the Dolls, Meksika
Film setlerinden ve canlanan bebeklerden söz ettikten sonra Meksika’nın Xocimilcho kırsalındaki bu esrarengiz adadan bahsetmemek olmaz.
Etrafı kanallarla çevrili minik adacığın her köşesinde eskimiş, kolları ve bacakları başka bir yana dağılmış oyuncak bebekler bulunuyor.
Tamamen oyuncak bebeklere ait bu adanın hikayesi ise bir hayli ilginç. Her şey Julian Santana Barrera isimli adamın adanın kıyısında bir kız çocuğu cesedi bulması ile başlıyor. O tarihe kadar, tam 50 yıldır adada yalnız başına yaşamakta olan adamın başı bu karşılaşmadan sonra kız çocuğunun hayaleti ile derde giriyor.
Oyuncak bebekler ise adamın hayaletten ve kötü ruhlardan korunmak için her yana astığı birer dostluk nişanesi!
Julian Santana Barrera 2001 yılında ölse de, oyuncak bebekler hala yerli yerinde duruyor.
Adayı merak eder ve gönüllü bir kaptan bulabilirseniz, kanal üzerinden bir bot kiralayarak burayı ziyaret edebilirsiniz.
2) Nagoro, Japonya
Oyuncak bebeklerden sonra sıra dev kuklalarda! Üstelik bu kez minik bir adacıktan değil; koca bir köy dolusu kukladan söz ediyoruz.
Japonya’da bulunan Nagoro Köyü’ndeki durum, aslında başlangıçta birçok Japon kasabası ile aynı: Düşük doğum oranı ve göç nedeniyle bu yer gitgide ıssızlaşıyor. Köyde yaşayanların sayısı 40 kişi bile değil.
Burayı farklı kılan detay ise; Tsukimi Ayano adındaki 70 yaşlarındaki kadının kişisel çabaları. Köyden ayrılan ya da ölen herkesin yerine o kişinin gerçek ebatlarda bir kuklasını diken bu kadın; kuklaları köyün her yanına birer ikişer serpiştirmekten de geri kalmıyor.
Okul sıralarından köy kahvesine kadar her köşesinde kuklaların yer aldığı bu köy turistik ziyaretlere her zaman açık, ancak siz yine de buraya gitmek için gündüz saatlerini tercih edin.
3) The Hill of Crosses, Litvanya
Ölenleri anmanın bir başka ürkütücü yolu da onların anısına dev haçlar dikmek. Litvanya’nın kuzeyinde yer alan bu tepeye ilk olarak 1831 yılındaki Rus kıyımında kaybedilenler anısına haçlar dikilmiş. Ruslar tarafından haçlar her seferinde sökülmeye çalışılsa da; inatlaşmadan yakınlarını kaybedenler galip çıkmış diyebiliriz.
Türkçe adıyla “Haçlar Tepesi” 1944-1991 yılları arasında ise bu kez Sovyetler Birliği işgalinde kaybedilenler anısına en büyük hatıra haline geliyor. Bölgeyi ziyaret eden Papa John Paul II konuşmasında burayı barışın, sevginin ve umudun adresi ilan etse de; gecenizi burada geçirmek istemezdiniz.
Yüz binden fazla haç işaretinin bulunduğu yerde irili ufaklı semboller nerdeyse üst üste yer alıyor.
4) Taylor Glacier, Antarktika
Bu yerin Türkçe adı “Kan Şelalesi”. Antarktika’nın derinliklerindeki bu oluşum; hiç kapanmayan kanlı bir yarayı andırıyor.
Kan Şelalesi’nin tuhaf görünümünün altında elbette coğrafi ve bilimsel bir açıklama da var. Şelalenin altındaki kaya yatağı aşındıkça topraktaki demir açığa çıkıyor ve bu da suyun oksitlenerek kırmızı renk almasına yol açıyor. Okyanus suyundan 3 kat daha tuzlu olduğu bilinen bu su, tuz bileşeni sayede Antarktika soğuğuna rağmen donmuyor. İşte tüm bu sebeplerden doğan sonuç; durmaksızın akan bir şelale, üstelik de kıpkırmızı renkte!
Baştan uyaralım; kan tutmasından mustarip olanların burayı ziyaret etmesi hiç de iyi bir fikir değil.
5) Beelitz-Heilstätten Hospital, Almanya
Almanya’nın Beelitz yerleşiminde bulunan bu eski hastane; American Horror Story ya da Walking Dead gibi bir diziden fırlamış gibi. Hatta Oscar ödüllü Piyanist filminde de bu mekanın arka plan olarak yer aldığını belirtelim.
Şu sıralar kaderine terk edilmiş gibi görünen bu yer; yakın tarihin en acımasız yönlerine tanık olmuş eski bir sağlık yuvası.
1900’lü yılların başlarından itibaren önce verem hastalarına hizmet veren hastane; Hitler döneminde ise Nazi subaylarının tedavi gördüğü bir yer olma özelliği kazanmış.
Korku turizminden keyif alanlar hastane içerisinde dolaşabilir; paslı yatakların arasında gezinip sürekli çarpıp ses çıkaran kapıların gıcırtısını dinleyebilir.
100 yıl hizmet verdikten sonra harabeye dönen bu mekanda, hala sökülmeyen kirli perdelerin uçuşmasını izlemek bile tüyler ürpertici.
6) The Great Blue Hole, Belize
Orta Amerika’da bulunan Belize ülkesinin sınırlarındayız şimdi de. Denizin ortasındaki bu yer; Belize City’e 60 mil kadar mesafede.
Turkuaz suları adeta bölen bu derin mavilik, nasıl desek, biraz fazla derin. 125 metre derinliğinde ve 305 metre çapındaki Büyük Mavi Delik; denizin içinde dikine doğru uzanan bir mağara gibi.
Tüplü dalış tutkunlarına da hobilerini gerçekleştirme fırsatı veren delik; hem uçsuz bucaksız yapısıyla hem de köpekbalığı ve balinalarla karşılaşma potansiyeliyle korkutuyor.
7) Bran Castle, Romanya
Korku başlıklı bir yazıda Drakula geçmeden olur mu hiç? Drakula’nın Kalesi olarak da bilinen bu yapı; mümkünse fırtınalı karanlık bir gecede ziyaret edilmeli! 60 metreyi geçen duvarların ortasında, özellikle sisli dönemlerde göz gözü görmüyor.
Bran şehrini korumak için yaptırılan; sonra da gümrük noktası olarak hizmet veren kale, Kazıklı Voyvoda olarak bilinen Eflak Hükümdarı’nın da bir süreliğine durağı olmuş.
Bram Stoker’ın Kont Drakula adlı unutulmaz kahramanını yaratırken; Kazıklı Voyvoda yani Vlad Tepeş’ten ilham aldığı düşünülüyor.
Hem hayali edebiyat karakteri, hem de ilham aldığı gerçek kişi bu kadar acımasız olunca, ziyaretçilere de kalede bir tur atıp ürpermek kalıyor tabii.
8) Helltown, Amerika Birleşik Devletleri
Amerika Birleşik Devletleri’nin Ohio eyaletinde yer alan kasabanın adı Helltown. Türkçe karşılığı “Cehennem Kasabası” anlamına geliyor.
Hükümet tarafından yıllar önce ulusal park yaptırılmak için satın alınan arazideki evler ve diğer yapılar tamamen boşaltılmış. Ancak projenin çeşitli nedenlerle hayata geçmemesi, yüzlerce farklı hayalet hikayesinin yolunu açmış.
Hükümetin burada kimyasal ilaçlar denediğine ve hatta yeni bir tür canavar yarattığına inananlar da var; satanistlerin toplanıp ayin yaptığını iddia eden de…
Özellikle altını çizmeye gerek var mı bilinmez ama; bu kasabanın mezarlığı da doğal olarak lanetli kabul ediliyor.
9) Kawah Ijen Volcano, Endonezya
Kawah adındaki bu volkan kriteri; Endonezya’nın hem en ürkütücü hem de en hayranlık verici parçalarından biri.
Kriterde bulunan ve sülfür asitten oluşan göl tüm gün boyunca yanmaya devam etse de mavi ışıkları ancak gün battıktan sonra açığa çıkıyor.
Gecenin karanlığında volkanik dağın mavi süsleri hayranlık verici, ancak sülfürün ne kadar yanıcı ve zehirli bir gaz olduğu da malum.
Dağda yaşanan küçük patlamaların dışında korkulması gereken bir gerçek daha var. O da 200’den fazla işçinin her gün vardiyalar halinde, hiç de insani olmayan şartlar altında bu madende çalışıyor olması.
10) North Yungas Road, Bolivya
“Ölüm Yolu” olarak da adlandırılan zor bir coğrafya var sırada. Bolivya’da bulunan Kuzey Yungas Yolu, dünyanın en zor yolu olarak da biliniyor. Burada yılda en az 200 kadar ölümün gerçekleştiği yönünde istatistikler var.
Binlerce metre yükseklikteki dev uçurumun etrafında herhangi bir güvenlik önlemi olmadığı gibi; yağmur ve sis gibi doğa olayları da görüş alanını iyice kısıtlıyor.
Ölüm Yolu her ne kadar acı istatistikleriyle bile insanı korkutmaya yetse de adrenalin tutkunları özellikle de bisikletle buraya tırmanmaktan geri kalmıyor.
11) Capuchin Catacombs, Sicilya
İtalya’ya bağlı Sicilya Adası’nda yer alan bu müze, kesinlikle dünyanın en korkunç müzesi.
Palermo kentini ziyaret eden turistler burayı da görmeye niyetlense de; bir kısmı daha kapıdayken geri dönmeye karar veriyor.
Burası aslında 1600 yılından bu yana kullanılan bir yer altı mezarlığı. Sicilya usulü bir mumyalama biçimi geliştiren yerel halk; rahiplerin, aydınların ve saygın kişilerin ölü bedenlerini burada saklamaya başlıyor.
Kıyafetleri değiştirilen, bakımları yapılan bu bedenlerin sayısı 8 bini bulsa da; ancak 2 bini şu anda müzede sergileniyor.
İçerideki en küçük mumyalardan biri ise; “Uyuyan Güzel” lakabıyla anılan ve ziyaretçilere adeta canlı gözlerle bakan 2 yaşında bir kız çocuğu.
12) The Door to Hell, Türkmenistan
Türkmenistan’da bulunan Karakum Çölü’nün tam ortasında“The Door to Hell” yani “Cehenneme Açılan Kapı” yer alıyor.
Sovyet bilim adamlarının 1970’li yıllarda çölde petrol ararken tesadüfen karşılaştıkları bu dev çukur, oluştuğu andan itibaren yanmaya devam ediyor.
Bu ürkütücü coğrafi oluşuma yer altında biriken metan gazı neden oluyor.
Uçsuz bucaksız çölün ortasında; 200 adımdan fazla genişlikte hiç sönmeyen bir ateş hayal edin. Sahi, cehenneme daha çok benzeyen bir yer daha olabilir mi?
13) Snake Island, Brezilya
Türkçe adıyla Yılan Adası; Brezilya’nın Sao Paolo kentinin kıyılarında yer alıyor. Adı üzerinde, bu ada yılanlarla dolu ancak yılanların sayısı az buz değil. Adada her bir metrekare başına 1 ile 5 arasında yılan düşüyor!
Korkunç yoğunluktaki yılan populasyonu nedeniyle burası dünyanın en tehlikeli adası.
Bundan tam 11 bin yıl önce; deniz seviyesinin değişmesiyle oluştuğu düşünülen ada, dünyadan tamamen izole halde yaşayan yılanlara ev sahipliği yapıyor.
Yılanların tek doğal habitatı burası olduğu için; uçan kuşları yakalayarak kendilerine yem haline getirmek gibi ileri düzey özellikleri mevcut.
Herhalde böyle bir şeye niyet etmezsiniz ama; Brezilya Hükümeti’nin adaya ayak basılmasını yasakladığını yine de söylemiş olalım.
14) Christ of the Abyss, İtalya
Sicilya’daki mumya müzesi, İtalya’daki tek korkutucu mekan değil. Ülkenin derinliklerinde de, tesadüfen karşılaşanların tüylerini ürpertecek bir heykel mevcut.
Türkçe karşılığı “Derinliğin İsa’sı” anlamına gelen bu heykel, elbette insan yapımı. İtalyan dalgıç Marcante’nin fikri üzerine yapılan 2,5 metre uzunluğundaki heykel, denizin 15 metre kadar altına yerleştirilmiş durumda.
Ellerini göğe açan İsa, burada cenneti işaret ediyor ve tüplü dalış yapanların ziyaretlerini bekliyor.
15) Tower of London, İngiltere
Gri renkli taş duvarlarının arkasında yaşanan ve dilden dile anlatılarak efsaneleşen acı hikayeler London Kulesi’ni ürkütücü kılıyor.
27 metre uzunluğundaki duvarlarıyla bu kule, önemli tarihi figürlerin son durağı olmuş. Kulede yaşamını yitirenler arasında; Anne Boleyn ve Cathrine Howard da var. “The Princes in the Tower/Kuledeki Prensler” isimli efsane ise tahta aday olan Edward ve Richard isimli erkek kardeşlerin, babalarının ölümünün ardından ortadan kayboluşunu konu alıyor. Bu gizemli olay, üzerinden 500 yıl geçmesine rağmen hala açığa çıkarılabilmiş değil.
16) Aokigahara, Japonya
Japonya’daki ikinci korku durağı; ne yazık ki sayısız intihara ev sahipliği yapan Aokigahara.
San Francisco’da bulunan Golden Gate Bridge’den sonra dünya tarihindeki en fazla intihar, Japon mitolojisinde de öneme sahip olan bu antik yerde gerçekleştirilmiş.
Sadece 2010 yılında 50’den fazla kişinin bu bölgeye giderek hayatına son verdiği biliniyor.
Aslında sık ağaçlardan oluşan bir orman olan Aokigahara’da dolaşmak isteyen varsa, kaybolma riskine karşı da çok dikkatli olmalı ve rotasını işaretlemeden ilerlememeli.
17) Edinburgh Castle, İskoçya
İskoçya’da kayaların tepesine kondurulmuş olan bu ihtişamlı kale; diğer tüm kaleler gibi savunma amaçlı inşa edilen bir Orta Çağ yadigarı.
Buranın laneti ise; tek bir kişinin bile buraya bekçilik etmek istememesiyle anlaşılıyor. Kalenin boş koridorlarında ve zindanlarında hayaletlerin dolaştığına; hatta bahçesinde ölü köpeklerin gezindiğine inananlar var.
2001 yılında, neredeyse 250 kişiden meydana gelen kalabalık bir topluluk burada ufak bir hayalet avına bile çıkmış. 10 gece boyunca kalenin içinde ve çevresinde bekleyip duranların elinde hala somut bir delil olmasa da; kendileri hayaletlerin varlığına iyice ikna olmuş durumda.
Yeni nesil hayalet avcıları, gecenin belirli saatlerinde sıcaklığın aniden düştüğünü ve elbiselerinin üzerinde görünmez ellerin dolaştığını iddia ediyor.
18) Pripyat, Ukrayna
Ukrayna’nın kuzeyindeki bu şehir 1970 yılında kurulduğunda, Çernobil Nükleer Santrali, çalışanlarının ve ailelerinin yaşayacağı yer olarak tasarlanmıştı.
1986 yılında meydana gelen malum reaktör kazası ise; burayı hem en ıssız hem de en ürkütücü şehirlerden biri haline getirmeye yetti.
Sınırları içerisindeki radyasyon oranı nedeniyle boşaltılan Pripyat’ta radyasyon seviyesinin normale dönmesi ve yeni hayatlar kurulabilmesi için en az 1000 yıl gibi bir süreye ihtiyaç olduğu belirtiliyor.
19) Sedlec Ossuary, Çek Cumhuriyeti
Çek Cumhuriyeti’nde yer alan bu minik şapel, içinde bulunan binlerce insan kemiği nedeniyle kesinlikle çok korkutucu; ancak her şey o kadar artistik bir biçimde yerleştirilmiş ki insan bazen iskeletlere baktığını unutuyor.
Kutna Hora kasabasında bulunan ibadethanenin iç dekorasyonda öne çıkanlar arasında; kemiklerden yapılan avizeler ve iskeletlerden oluşturulan çelenkler bile var.
Kemiklerin buraya yığılma hikayesi de oldukça ilginç. Manastırın rahibi tarafından Kudüs’ten getirilen bir avuç toprak; herkesin buraya gömülmek istemesine neden oluyor. Vebalar, iç savaşlar ve toplu ölümler derken cesetlerin sayısı iyice artınca da kemikler insanlara ölümü hatırlatmak için sergilenmeye başlıyor.
70 bin kişiye ait kemiklere ev sahipliği yapan kemik müzesini her yıl yaklaşık 200 bin yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.
20) Tuol Sleng, Kamboçya
Kamboçya’da bulunan ve eskiden ilkokul olarak hizmet veren bu yer, şimdilerde bir soykırım müzesi.
Kamboçya’nın başkentindeki müze, 1975 ile 1979 yılları arasında iktidarı elinde bulunduran Kızıl Kmerler’in yaptıkları soykırımı ve işkenceleri tüm insanlığın yüzüne vuruyor.
Malum yıllardaki Pol Pot iktidarının, insanlık dışı uygulamalar bakımından Hitler dönemi ile yarıştığı henüz gün yüzüne çıkan acı bir gerçek.
Vietnam’ın kampları basmasıyla bulunan ve 15 bin kişiye mezar olduğu tahmin edilen bu eski hapishaneden sağ olarak kurtulanların sayısı yalnızca 8 kişi olarak biliniyor.
Burayı ziyaret ederek hala yerli yerinde duran hücreleri, boş yatakları, buranın ilk bulunduğu haldeki fotoğraflarını ve soykırım günlerinde ölenlere ait anıları görebilirsiniz.