Vize ile uğraşmadan rahatça gidip gezebileceğiniz şahane bir şehir olan Tokyo’da görmeden dönmemeniz gereken birçok yer mevcut. Yine de bunların hepsinden önemlisi, merkezde 13 milyon, banliyölerle birlikte 37 milyon insanın yaşadığı bir şehirde nasıl olup da hiç izdiham yaşanmadığını, toplu taşımada veya trafikte kavga çıkmadığını, herkesin sakin ve düzenli biçimde istediği yere kolayca ulaştığını görmek. Saygı, huzur ve düzen ülkesi olan Japonya sadece fotoğraf çekilecek noktalardan ibaret olmayan, kültürüyle sizi çarpacak, “iş bulsam da buraya yerleşsem” dedirtecek apayrı bir kültür. Elbette bu yazdığım yerleri görün ama daha önemlisi bu özel kültürü derin derin soluyun, içinize çekin.
Örneğin metro duraklarında merdivenlerin üzerinde işaret var, hangi taraftan inenlerin geçeceği, hangi taraftan çıkanların geçeceği yazıyor ve durakta hangisi daha yoğun bir akışa sahipse ona daha fazla yer ayrılmış. İnsanlar da merdivenler bomboş olsa bile bu kurala harfiyen uyuyor. İlgimi çeken bir diğer durum ise sokaklarda çöp kutusu bulunmaması oldu, çünkü Japonlar sokaktaki çöp kutusuna çöp atmayı bile pis ve ayıp bulduklarından atık olarak herhangi bir ambalaj vs olursa çantalarında eve götürüp evlerindeki çöpe atıyorlar.
Tokyo’nun tarih sahnesine girişi ise İstanbul, Roma gibi kentlere kıyasla oldukça yeni: Edo adında ufak bir yerleşim iken 400 yıl önce bir antlaşma sonucu Tokugawa klanının yönetimine geçiyor ve yeni yönetici Tokugawa Ieyasu, Japon tarihinin en olaylı dönemi olan Sengoku Jidai (Savaştaki Ülke) döneminin ardından iç savaşı kazanıp Japonya’yı kendi idaresi altında birleştiriyor. Tabii Kyoto’da hala bir imparator ikamet ediyor ama iki asır boyunca ülkeyi Shogun unvanıyla (birebir çevirisi başkomutan olsa da vezir veya başbakan gibi geniş yetkilere sahip) Tokugawa ve ardılları işe bu Edo adlı yerleşimden yönetiyor. Japonya’yı birleştiren üç adamdan biri (kronolojik olarak sonuncusu) kabul edilen Tokugawa Ieyasu’nun oldukça hareketli bir hayat hikayesi olsa da bu yazıya sığdırmam mümkün değil, başlı başına bir roman olabilecek nitelikte. İç savaşı bitirmesi ve derebeylerinin bitmek bilmez mücadeleleri nedeniyle sıkıntı çeken ülkede istikrar sağlaması nedeniyle Japonların hala büyük saygıyla andığı biri olduğunu belirtmekle yetineyim, özdeyişleri hala sık sık alıntılanıyor. 1868’de batının desteğini alan İmparator Meiji’nin gelenekçi ve dışa kapalı bir yönetim yanlısı Shogun’u istifa ve emekliliğe zorluyor, ardından sarayı Kyoto’dan Edo’ya taşıyor ve kentin adını Tokyo (sözcük anlamı “Doğudaki Başkent” – ben de daha havalı bir şey bekliyordum ama düz mantık uygulamışlar!) olarak değiştiriyor. Böylece biz de bu uzun girizgahın sonuna gelip görülecek yerlere geçiyoruz. Gezilecek yerleri anlatmadan önce Tokyo Gezi Rehberi yazımızdan Tokyo seyahatiniz hakkında bilmeniz gerekenleri de görüntüleyebilirsiniz.
İçindekiler
1) İmparatorluk Sarayı
Hazır imparatordan bahsetmişken geziye de sarayından başlayalım. Saray dediğime bakmayın, devasa bahçesiyle birlikte kendi başına bir şehir. İç saray turistlere (daha doğrusu herkese) kapalı ama online başvuru ile özel izin alıp kılavuz eşliğinde gezmek mümkün (fakat kolay değil). Ben koca bahçesiyle yetindim. Bahçeye girmek ise oldukça kolay, birçok farklı kapısı var ve her kapıda bir metro durağı var. Girerken bir kart veriyorlar ve çıkarken teslim etmeniz gerekiyor, böylece içeride kimse kalmadığından emin olmaya çalışıyorlar. Giriş ücretsiz ancak pazartesi ve cuma kapalı. Bahçe muhteşem, her taraf yemyeşil. Kiraz çiçeklerinin açtığı mevsim olan Sakura’da giderseniz daha da güzel biçimde her taraf pespembe! Mart sonu ve Nisan başına denk geliyor, kesin bir günü olmadığından biraz da şans işi.
Yakınlarda iki mabet yer alıyor. Yeniden inşa edilmiş olsa da geçmişi 8. yüzyıla dayanan Kanda Mabedi kesinlikle daha güzel. Zaten İkinci Dünya Savaşı’nda ölenler için inşa edilmiş olan Yasukuni Mabedi’nde Japon savaş suçluları (ki bu da başlı başına bir roman konusu ama çok kısaca belirtecek olursam Çinlilere ve Korelilere toplama kamplarında çektirdiklerinin Nazilerden aşağı kalır yanı yok) da bulunduğundan başta Japon İmparatoru olmak üzere birçok kişi burayı ziyaret etmeyi reddediyor.
Ayrı bir başlık açmayacağım Akihabara bölgesi de buraya yakın. Tokyo’nun elektronik mağaza merkezi. Özellikle konuya meraklı olanlar illa ki gidecektir. Önemli bir nokta şu ki farklı GSM altyapılardan dolayı buradan alacağınız cep telefonlarıyla ülkemizde sorun yaşama ihtimali çok yüksek. Belki fotoğraf makinesi-kamera için göz gezdirebilirsiniz. Fiyatların o kadar da ucuz olmadığını not düşeyim.
2) Asakusa
Aynı isimli metro durağından ulaşabileceğiniz bu bölge turistlerle ve turistlere yiyecek ya da hediyelik eşya satmaya çalışan dükkanlarla dolu. Sebebi ise burada yer alan Sensoji Mabedi. Tokyo’daki en büyük Budizm mabedi olan bu yer tipik Budist mimarisini taşıyor. Kırmızı sütunlu girişi çift çatılı. Yanda ise beş çatılı Pagoda kulesi var. Hem dışarıdaki girişin hem de mabedin kendisinin duvarlarında mitolojik tanrıların ürkütücü heykelleri yer alıyor. Bu “bodyguard” tanrılar Fırtına tanrısı Raijin ile Rüzgar tanrısı Fujin olarak adlandırılırken esas mabet ise Merhamet tanrıçası Kannon’a adanmış.
İçeride saygılı olmanız önemli, Japonlar ve Budist turistler burada tütsü yakıp dua ediyor, eğilerek selam veriyor, kağıtlara dileklerini yazıyor ve bunun gibi diğer ritüellerini gerçekleştiriyorlar.
3) Shibuya
Yaya geçidi ile ünlü olan dünyadaki tek yer burasıdır sanırım! Murakami okuyucularına da ayrıca tanıdık gelecektir. Beş yolun kesiştiği bu nokta Tokyo’nun en hareketli merkezlerinden ve istisnasız olarak her saniye kalabalık. Yine de bir şekilde insanlar bu curcunanın içinde en ufak bir sorun yaşamadan karşıdan karşıya geçmeyi başarıyorlar. Çevrede müzik ağırlıklı olmak üzere birçok alışveriş mağazası ve fast food temelli restoran var. Binalar Japonya ile ilgili birçok görselden tanıdık gelecek dev ekranlarla kaplı, neon tabelalar her yerde. Burada olsun, dünyanın elektronik alışverişte merkez noktası sayılan Akihabara olsun birçok bina kat kat arcade salonu ve ne kadar nostaljik gelse de bir noktadan sonra içeriden gelen elektronik gürültüler sokakta yürürken bile başınızı ağrıtabiliyor.
Yine burada herkesin ziyaret edip fotoğraf çektirdiği nokta minik Hachiko heykeli. Liam Neeson’un başrolünde yer aldığı bir filme bile konu olmayı başaran bu köpek için dünyanın gerçekte yaşamış en ünlü köpeği diyebilirim. Ününün kaynağı ise şimdi heykelinin yaptığı gibi bu istasyonda beklemesi. Beklediği kişi ise Eisaburo Ueno, sahibi dersem hayvanseverler kızacak ama başka nasıl isimlendireceğimi de bilmiyorum. Aşağıdaki Ueno bölgesi ile karışmaması için Eisaburo diye anacağım kendisini. Hachiko her sabah Eisaburo ile istasyona yürüyüp ona trene kadar eşlik eder, sonra da kendi kendine ve dönermiş. Her akşam da onu karşılamak için kendi başına istasyona gidermiş. Bu durum daha o zaman bile herkesin ilgisini çekmiş. Gel zaman git zaman, Eisaburo bir gün üniversitede ders verdiği sırada vefat etmiş ve dolayısıyla o akşam dönmemiş. İşte öykünün çarpıcı kısmı da burada başlıyor, Hachiko o akşam ve sonraki on yıl boyunca her akşam yine de istasyona gidip onun dönmesi beklemiş. Tabii gazeteler falan olaya epey ilgi göstermiş ve 1934’te buraya heykeli dikilmiş, hayvancağız da ertesi sene hayatını yitirmiş.
4) Ueno
Tokyo’nun hareketli bölgelerinden bir diğeri. Önemli bir metro kavşağı olduğundan hat aktarmalarınız sırasında kesin denk geleceksiniz. Bir dışarı çıkın, oldukça güzel bir yer. Büyük bir bahçesi var, güzel bir günde dolaşmak çok keyifli. The Last Samurai filmini seyredenleri şaşırtacak bir de heykel bulunuyor, filmde anlatılan isyanı başlatan samuray Saigo Takamuri’yi köpeğini gezdirirken gösteren, tombul yanakları ve yuvarlak göbeğiyle filmdeki samuraylardan oldukça uzak bir havası var.
En büyük sürpriz ise metro durağından hayvanat bahçesine yürürken tesadüfen karşıma çıktı: Üstü çiçeklerle kaplı koca bir göl! Shinobazu adlı bu gölün üzerinden köprüyle geçip savaş tanrıçası Benzaiten’e adanmış ufak bir mabede ulaşıyorsunuz ama esas cezbedici olan bu değil. Gölde yetişen su zambakları Temmuz ayında çiçek açıyor ve gölün üstü engin bir çiçek bahçesine dönüşüyor. Siz de Temmuz ayında giderseniz muhakkak görün derim.
Tokyo Ulusal Müzesi de burada yer alıyor. Pazartesi kapalı diğer günler 09:30-17:00 arası açık. Giriş 620 yen, üniversiteliye 410 yen, liseli ve daha gençlere ise bedava! Oldukça büyük olan müzede Japon tarihi ve sanatından binlerce örnek yer alıyor ama ne yazık ki hepsinin İngilizce açıklaması bulunmuyor. Yine de incelemek keyifli. Bir diğer müze ise Ulusal Bilim Müzesi, yukarıda bahsettiğim Hachiko dahil hayvanların içi doldurulmuş halleri veya maketleri bulunuyor, meraklısına.
5) İmparator Tapınağı (Meiji Jingu) ve Yoyogi Parkı
Buraya JR Yamanote hattının Harajuku adlı durağı ile ulaşılıyor. Tarihi dokusunu koruyan nadir istasyonlardan biri olan Harajuku başlı başına bir ziyaret sebebi bile sayılabilir. Parkın diğer tarafında kalan Takeshita Sokağı ise Hello Kitty başta olmak üzere Japon popüler kültürü hakkında hediyelik eşya satan dükkanlarla ve Japon gençlerle dolu.
Şehrin göbeğinde yer alan muhteşem bir park olan Yoyogi’de yüz bin civarında ağaç bulunuyor. Zaten Tokyo hareketli bir metropol olmasına rağmen her mahallede en az bir park var, gerçekten yeşil bir kent. Benim ziyaret ettiğim gün hafiften bir yağmur da vardı, toprak kokusunu içime çeke çeke ağaçların arasından yürümek gerçekten keyif vericiydi.
Ağaçların arasında yaklaşık on dakikalık bu güzel yürüyüşün ardından ulaşılan tapınak ise tipik bir Şinto mabedi. Japonlar hala aktif olarak ibadet için kullanıyor, o yüzden buna uygun biçimde saygılı davranmak gerekiyor. Ağaçların arasındaki tapınak sanki şehirden kilometrelerce uzaktaymış gibi sessiz ve huzurlu. Bu tapınak yazının başında bahsettiğim İmparator Meiji ile eşine adanmış. Asırlar boyunca fiilen Shogun tarafından yönetilen ülkede sadece kukla konumunda kalan imparatorluk hanedanını yeniden fiili iktidara taşıyan ve Japonya’da derebeyliği (ve samuraylığı) kaldırıp batılı bir yönetime geçen Meiji epey seviliyor, hatta buranın bir anıt değil de tapınak olduğu dikkate alınırsa bu sevginin dozu biraz kaçmış gibi!
6) Tokyo Tower
Her şehirde panoramik manzara sunan bir kule mutlaka bulunur Tokyo’da ise sürüsüne bereket! Hepsinden teker teker bahsetmektense en meşhurları olan Tokyo Tower’dan bahsedeceğim ama geziniz sırasında başka bir kuleye gelirseniz tercihinizi ondan yana da kullanabilirsiniz.
Eyfel’i model alınarak inşa edilen Tokyo Tower ondan biraz daha yüksek olsa da çevresindeki yüksek binalar nedeniyle o kadar haşmetli görünmüyor. Paris eski mimarisini korusa da Tokyo, eski mabetler ile gökdelenlerin yan yana bulunduğu bir şehir. Dolayısıyla kuleden görülen manzara da Paris kadar etkileyici değil ama yakındaki park hoş görünüyor. Yakında dört metro istasyonu birden var dolayısıyla hangi hatta olursanız olun ulaşım kolay. Her gün 09:00-23:00 arası açık. Giriş ise yalnız birinci kata kadar çıkacaklar için 900 yen ancak 250 metre yükseklikteki asıl seyir noktası ile birlikte 2800 yen gibi üzücü bir miktara çıkıyor.
7) Tokyo Station Character Street
Altı metro hattının kesiştiği Tokyo istasyonuna yolunuz mutlaka düşecek. Anime ve manga meraklısı olanlara inip gezmelerini mutlaka tavsiye ediyorum. Her birine odaklanmış mağazalarda çeşit çeşit hediyelik eşya alabilir, elbette anı olarak kendinize de saklayabilirsiniz. Sadece göz gezdirmek bile keyifli. Pokemon, Totoro, Hello Kitty, Tamagotchi, Sailor Moon ve hatta misafir olarak Snoopy bile var! Fiyatlar cep yakabiliyor o yüzden önünde bir selfie yapmak da anı olarak yetebilir.
8) Ryoguku Kokugikan
Sumo meraklıları bu yazıyı okumadan buraya doğru yola çıkmıştır bile. On bin kişi kapasiteli bu dev Sumo Salonu’nda yılda üç defa “basho” denen büyük turnuva düzenleniyor.
2100 Yen olan bilet fiyatının da etkisiyle sadece ve sadece Sumo’ya çok meraklı olan gezginlere öneriyorum. Sandalye istiyorsanız ek ödeme yapmanız gerekiyor çünkü Japonlar mindere oturarak seyrediyor. İçeride bir küçük bir Sumo müzesi de bulunuyor.
Yakında bir de Edo-Tokyo Müzesi var. Pazartesi kapalı, diğer günler 09:30-17:30 arası açık. Giriş 600 Yen. Şehrin dört yüz yıllık tarihine adanmış olan müzede eski dönemlerde hayatı gösteren minik modeller olduğu gibi bazı yapıların gerçek boyutlu örnekleri de mevcut.
Gezilebilecek Diğer Yerler
Yazımı burada sonlandırırken son birkaç not daha ekleyeyim: Tokyo hakkında birçok tanıtımda geçen, hatta Tokyo belgesellerinde bile yer alan Tsukiji Balık Pazarı’nı özellikle yazmadım, zaten gezimde de gitmedim. Tokyo’da yapacak onlarca ilginç şey varken balık pazarı gezmek hiç de mantıklı gelmedi. Zaten Japon balıkçılar uluslararası kanunları hiçe sayarak hala okyanuslarda balina ve yunus avlamalarıyla ünlü insanlar olduklarından gitsem muhtemelen kan beynime sıçrayacaktı. Fakat siz burayı görmek isterseniz, metronun Toei Oedo hattı ile gidip aynı isimli durakta inerek ulaşabilirsiniz.
Yazmadığım en az bir düzine daha bahçe var, Japonlar bahçe ve parkları başlı başına bir anıt olarak görüyor ve çok önem veriyorlar. Her biri ayrı güzel ve huzur verici. Fırsat bulursanız, yolunuz üzerinde denk gelirseniz, otelinize yakınsa… Sebebi ne olursa olsun, karşılaştığınızda mutlaka bir oturun, çevrenizi seyredin, temiz havayı derin derin içinize çekin. Ayrıca Shinokubo metro istasyonu çevresinde yer alan Koreatown kısmını da gezip Kore kültürünü soluyabilirsiniz.
Hepsi bu kadar mı, Tokyo’da başka görülecek yer yok mu diye sorabilirsiniz. Elbette başka mabetler, neon parıltılı sokaklar vs var ama yazının başında da belirttiğim gibi, Tokyo’yu Tokyo yapan oradan oraya koşturup turistik nesnelerle fotoğraf çektirmek değil. Önemli olan bu kültürü deneyimlemek, milyonlarca insan birbirini rahatsız etmeden nasıl aynı kentte yaşar onu görmek. Örneğin ben İstanbul’da havalimanına giderken yarım saat boyunca otobüste ön koltuğumda oturan adamın telefonda bağıra çağıra konuşmasını dinlemek zorunda kaldım, dönüşte ise yan koltuğumdaki adam yüksek sesle dizi izledi telefonundan. Tokyo’da ise insanlar toplu taşımada sessiz olmak gerektiğini biliyorlar, üstelik bu sadece yetişkinler için değil pusetteki bebekler için bile geçerli! Havalimanından şehir merkezine giderken yanımda bir çift vardı, pusetteki bebekleri o yaşta doğal olduğu üzere hıkır mıkır sesler çıkarıyordu ve yol boyunca bebek her gık dediğinde ikisi birden tepesine eğilip hemen susturdular. Herkes başkasını rahatsız etmemeye bu kadar özen gösteriyor, aşırı kibarlık ve saygı zehirlenmesi geçirecektim neredeyse. O yüzden siz de bir haftalığına Tokyolu gibi yaşamaya odaklanın bence. Ayrıca Japonya’nın en büyük ikinci kenti Osaka’yı da ziyaret edecekseniz, Osaka Gezilecek Yerler yazıma bakmanızı da öneririm.
İyi tatiller!