1 Eylül 1939‘da başlayan ve 2 Eylül 1945‘te son bulan II. Dünya Savaşı, dünya çapında çarpışmaların yaşandığı, toplamda 85 milyon insanın kayatını kaybettiği insanlığın yaşadığı en trajik olaylardan biri.
Birçok siyasi ve ekonomik sebebi olsa da, İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük sebebi olarak I. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve İtalya’da yükselen faşist partilerin iktidarı ele geçirerek agresif siyasi ve askeri politikalar yürütmeleri gösterilir.
1 Eylül 1939’da Slav coğrafyasını Almanlaştırmak amacıyla Polonya’yı işgal eden Nazi Almanyası, tüm Avrupa’nın işgaline kadar giden, şehirlerin bombalamalarla yerle bir edildiği ve sivil insanların da hayatını kaybettiği 6 yıllık bir süreci başlatır. Avrupa’da Nazilerin “Holocaust” ideolojisi kapsamında hedef gösterdiği 13 milyon sivil vatandaş hayatını toplama kamplarında kaybetmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki şehirlerin derinden etkilendiği ve binbir zorlukla da olsa küllerinden doğduğunu söyleyebiliriz. Avrupa’nın hangi şehrine giderseniz gidin, İkinci Dünya Savaşı’nın acılarını yansıtan bir anıt, bir müze veya bir yapı görmeniz mümkündür. İşte karşınızda, savaştan en çok etkilenmiş, savaş ile ilgili bilinmesi gerekenleri gezerek ve inceleyerek öğrenebileceğiniz şehirler:
İçindekiler
1) Berlin, Almanya
Savaşın gidişatını belirleyen Berlin, savaşın sonuna gelindiğinde hava ve kara saldırıları nedeniyle büyük bir harabeye dönüşmüştü.
Nazi yönetiminin insanların şehirden son ana kadar ayrılmasına izin vermediği Berlin’de savaşın bittiği 1945’in ilkbaharında toplamda 2,5 milyon insan bulunuyordu.
Nazi Almanyası boyunca da Berlin, Nazi yönetiminin başkentiydi. Askeri ve siyasi yönetimin sağlandığı şehir aynı zamanda Hitler’in de daimi karargahıydı.
1945 baharında savaşın bitmesine yakın, Berlin’deki sivil halk silahlandırılmış; Sovyet ve Amerikan işgali sırasında kullanılmak üzere köprüler bombayla donatılmıştı.
Fakat Führer’i en son 20 Nisan’da gören birçok Berlinli, Sovyet ve Amerikan askerlerine karşı koymadı ve şehrin ele geçirilişini durdurmadı. 29 Nisan’da Mussolini’nin İtalyan halkı tarafından linç edilerek idam edilmesinden sonra savaşın kaybedileceğini anlayan Hitler ise 30 Nisan’da sığınağında intihar etti.
Berlin Savaşı, resmi olarak 2 Mayıs 1945’te son buldu. Şehir ele geçirildiğinde, İkinci Dünya Savaşı’nın da sonuna gelinmişti.
Hayalet şehir haline gelen Berlin’de binalar yıkılmış, binlerce insan ölmüş ve şehirde kalan insanlar büyük bir yokluk içerisine düşmüştü.
Sovyet Rusya ve Amerika arasında ikiye ayrılan şehir, Soğuk Savaş dönemine de damga vurmaya devam edecekti.
2. Dünya Savaşı’nın İzleri
Reichstag
2. Dünya Savaşı’nın ve Nazi Almanyası’nın kuruluşunun Reichstag Yangını ile başladığını söylesek yanlış olmaz.
Birinci Dünya Savaşı’na da katılarak savaşı kaybeden Almanya’da savaştan hemen sonra Cumhuriyet ilan edilmiş, son Kayzer Hollanda’ya kaçmış, ülke çapında sol düşünce yükselişe geçmiştir. Fakat ülkede ağır ekonomik koşullar bulunmaktadır ve ülkenin ordusu dağıtılmıştır. 1918’den itibaren ülke iç savaşlarla çalkalanır, komşu ülkeler tarafından işgal edilmeye başlanır, büyük bir işsizlik dalgası ve enflasyona bağlı bir ekonomik kriz yaşanır.
Hitler, 1923’te Cumhuriyet’e karşı başarısız bir darbe girişiminde bulunarak tutuklansa da, parti kurduktan sonra hızla yükselerek 1933 yılında Almanya başbakanı olmuştur.
Aynı yıl, ülkedeki komünistler ayaklanarak toplu greve başlar ve Şubat ayında meclis binası olan Reichstag faili kesin olmayan bir kundaklama sonucu yanar. Bunun üzerine Hitler’in lideri olduğu Nazi Partisi üyeleri de dahil olmak üzere meclisin büyük bir çoğunluğu tarafından meclisin yanmasından komünistler sorumlu tutulur.
Aynı gün, meclis Hitler’i şansölye olarak atanır ve devletin istikrarını sağlamakla görevlendirilir. Yangından sonraki gün ise “İnsanların ve Ülkenin Korunması Hakkında Meclis Başkanı Kararnamesi” ilan edilerek Hitler, “Führer/Başkan” olarak seçilerek kendisine olağanüstü haklar tanınmıştır.
Bu kararnameye göre, meclis devre dışı kalmış; ülke çapında komünizm tehlikesi korkusu yayılmış; ülkedeki diğer partilerin hareketleri askıya alınmıştır.
1939 yılına gelene kadar düşük maaşla da olsa herkese iş bulunması üzerine işsizlik düşmüş ve savaş borçlarının ödenmesinin reddiyle ekonomik koşullar yükselmiş; otoban ve fabrika projeleriyle Almanya hızlı bir endüstrileşmeye başlamış; öte yandan herhangi bir muhalefet gücü sert bir şekilde susturulmuştur.
Önceden rezervasyon alarak ve belli bir grup halinde renove edilen binayı ve çatı katını ziyaret edebilirsiniz.
Goebbels’in Propaganda Bakanlığı
“Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı,” Nazi Almanyası’nın belki de en önemli bürokratik kurumuydu.
Savaşın ikinci ismi, Hitler’in sağ kolu Joseph Goebbels’ın bakanlık yaptığı kurum, nasyonel sosyalist ideolojinin tüm Avrupa’da yayılmasını ve benimsenmesini hedefliyordu.
Bakanlığın en büyük sloganı, “Tek halk, tek imparatorluk, tek lider” idi. Bu doğrultuda, gazete, radyo programları, tiyatro, sanat, müzik ve sinema filmleri sansürleniyor; propaganda amaçlı yeniden yaratılıyor; Yahudi aleyhtarlığı ve komünizm karşıtı olacak şekilde düzenleniyordu.
Propaganda Bakanlığı ve diğer bakanlıklar Berlin’in tarihi Wilhelmstrasse Caddesi’nde bulunuyor.
Bu cadde, hem Prusya İmparatorluğu ve Nazi Almanyası dönemlerinde bürokratik binaların bulunduğu bir alan olarak kullanılmış.
Binaların “Nazi mimarisi” olarak adlandırılan özel mimari stili de propagandanın yansıttığı tekilci sistemin bir parçası.
Gestapo Binaları ve Gestapo Müzesi & Terörün Topoğrafyası
Nazi Almanyası döneminde Gestapo adı verilen Nazi polis ve kolluk güçlerinin ana karargahı olan bu binalar günümüzde “Terörün Topoğrafyası” ismiyle bir müze olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.
1945 yılındaki bombalamalar sırasında büyük ölçüde zarar gören bu bölgedeki binalar yakın zamanda yenilenerek müze olarak hizmete açıldı.
Hem bu bölgede hala yıkılmamış olan Berlin Duvarı kalıntılarını görebileceğiniz hem de Nazi Devleti’nin uyguladığı terör ve baskının izlerine tanık olabileceğiniz müze, Nazi polis teşkilatının ve SS ordusunun “terörist” olarak ilan ettiği devlet içindeki gruplar üzerinde uyguladığı faşist yöntemleri göz önüne seriyor.
Bu bina içerisinde işkence gören “suçlular,” daha sonrasında ölüme terk ediliyor veya toplama kamplarına gönderiliyordu.
Polis gücünü oluşturan Almanların birçoğu, savaşların sonucunda işsiz kalan eski askerler, Hitler Gençliği olarak da adlandırılan Nazi gençlik örgütü üyeleri, SA veya Fırtına Birlikleri olarak bilinen paralı orduydu.
Girişin ücretsiz olduğu müzeye, her gün 10.00-20.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Hitler’in Sığınağı
“Führerbunker”, ya da Lider’in Sığınağı denen Hitler’in savaşın son günlerinde sığındığı ve intihar ettiği sığınakta tarihi bir yapı görmeyi bekliyorsanız çok şaşıracaksınız.
Sığınağın 1945 yılında bulunduğu bölgede şu an oldukça huzurlu gözüken bir site ve otopark bulunuyor.
Sığınağın birçok kısmı Sovyetler ve Doğu Almanya hükümetleri tarafından yıkılmış.
30 Nisan 1945’te, savaşın kaybedilmesine sadece günler kaldığını fark eden Hitler, sadece 1 gün önce evlendiği eşi Eva Braun ile beraber buradaki yer altı sığınağında intihar etti.
Hitler’in vasiyeti üzerine Almanya’nın Başkanı kabul edilen Joseph Goebbels ise aynı gün daha sonraki saatlerde tüm ailesiyle beraber intihar etmiştir.
Vasiyetleri üzerine, hem Hitler’in hem de Goebbels’in cesetleri SS askerleri tarafından ailelerinin cesetleriyle beraber yakılmıştır.
Sığınağın tamamen yıkılmasıyla da Hitler’e ait son izlerin ve düşünce yapısının da yok olması hedeflenmiştir.
Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı
İkinci Dünya Savaşı sırasında hayatını kaybetmiş Berlin’deki Musevilere adanan anıt, 2004 yılında tamamlanmış.
Dikili beton bloklar üzerinde belli belirsiz Musevilerin kutsal kitabı Tolmund’tan sayfalar bulunmaktadır.
Blokların her biri birbirinden farklı boyutlardadır. Bloklar arasında yürürken anıtın öldürülen 6 milyon insanı temsil ettiğini unutmamak gerekir.
Kayzer Wilhelm Anıt Kilisesi
1895 yılında açılan kilise, Almanya’nın ilk imparatoru I. Wilhelm’ı anmak amacıyla İmparator’un torunu II. Wilhelm tarafından yaptırıldı.
1943 yılında hava saldırısı sonucunda yanan kilise, 1956 yılına kadar restore edilemedi. Alman İmparatorluğu’nun büyük bir simgesi olarak görülen Protestan kilisesi, savaştan sonra Batı Almanya’nın yükselen endüstrileşme sürecinin de bir simgesi haline geldi.
2) Paris, Fransa
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi ordusu tarafından işgal edilen Paris’te gece sokağa çıkma yasağı uygulanıyor; yemek, kömür, kıyafet ve tütün konrol altında tutuluyordu.
İşgal altında geçen her sene erzaklar gittikçe azalıyor; karaborsada fiyatlar yükselmeye devam ediyordu. Bunun sonucunda yaklaşık 1 milyon Parisli şehri terk etmek zorunda kalmıştı.
Paris’te yaşayan 13 bin 152 Musevi Fransız vatandaşı Auschwitz Toplama Kampı’na gönderildi.
İşgale karşı ilk isyan ise Parisli öğrenciler tarafından 11 Kasım 1940’da düzenlendi.
Savaş devam ederken General Charles de Gaulle ve Fransız Komünist Partisi etrafında farklı gruplar oluşmuştu. Zor şartlar altında baskıya karşı koymaya çalışan isyancılara karşı Alman yönetimi çok sertti.
19 Ağustos 1944’te çıkan bir ayaklanma sonucunda polis karakolları ve Alman hükümetine bağlı diğer idari binalara el konuldu. Amerikan destekli Fransız direniş güçleri 25 Ağustos’ta şehri işgalci güçlerden kurtardı.
Bir gün sonra Şanzelize Caddesi’nde kutlama yürüyüşü gerçeklendi ve aynı gün bağımsız bir hükümet kuruldu. İşgalci Alman askerleri tutuklanarak yargılandı.
Şehrin kurtarılmasından sonraki ilk seçimler Mayıs 1945’te yapıldı. İkinci Dünya Savaşı yeni sona ermişti. Seçimde ilk kez kadınlar da oy kullanabildi.
II. Dünya Savaşı’nın İzleri
Musevi Mahallesi Pletzl-Le Marais
Paris’in en tarihi semtlerinden biri olan Le Marais, 17. yüzyıla kadar aristokratların tercih ettiği bir mahalleyken; Fransız Devrimi sonrasında terk edilmeye başlanmış.
17. yüzyıldan itibaren ise Musevilerin tercih ettiği bir yer haline gelmiş ve zamanla gettolaşmış.
2. Dünya Savaşı sırasında işgale uğrayan Paris’te, bu bölgedeki birçok Musevi toplama kamplarına götürülmüş. Bölgedeki tarihi eserler kaderine terk edilmiş.
1990’lardan itibaren yenilenmeye başlamış mahallede günümüzde Picasso Müzesi ve Paris Tarih Müzesi gibi müzelere ev sahipliği yapıyor.
Paris’in önemli bir modern sanat merkezine dönüşen mahallede minik sanat galerileri, butikler, Musevi koşer restoranlar ve sahaflar bulunuyor.
Savaş Sürgünleri Anıtı
Almanların Paris’i işgal etmesiyle beraber Vichy Fransası olarak adlandırılan bir işgal hükümeti kuruldu.
Görünüşte bağımsız gibi görünse Vichy yönetimi, tüm kararları Nazi Almanyası’na bağlı bir kukla devletti.
Bu devletin yönetiminde 200 bin insan Fransa’dan toplama kamplarına sürülmüştü.
Şehirden sürülen vatandaşları temsil eden heykel, Notre Dame Katedrali’nin hemen arkasındaki parkın sonunda bulunuyor. Heykel, bir mozole olarak tasarlanmış.
3) Amsterdam, Hollanda
Savaşta taraf tutmamış olmasına rağmen, savaşın yıkıcı etkilerinden en çok etkilenen şehirlerden biri Amsterdam oldu. Avrupa’nın merkezi bir konumunda olduğundan dolayı, savaşın henüz başlangıcındayken hızlıca işgal edildi.
10 Mayıs 1940’ta Amsterdam işgal edildi; sadece 5 gün sonra Rotterdam bombalandı ve yerle bir edildi. Rotterdam’ın bombalanmasıyla denizin karşı tarafındaki İngiltere’ye adeta bir gözdağı veriliyordu.
1945’te savaşın sona ermesine kadar işgal altında kalan şehirde işgale karşı koyan direniş güçleri çok büyük bir güç kazanamadı.
Hollanda’daki Musevi nüfusun büyük bir çoğunluğu Almanlar tarafından Nazi toplama kamplarına götürüldü.
2. Dünya Savaşı’nın İzleri
Direniş Müzesi (Verzets Resistance Museum)
5 yıl boyunca işgal altında kalan Hollanda’daki gündelik hayatın zorluklarını yansıtan Direniş Müzesi’nin bulunduğu bina da Musevi topluluğuna ait.
İnfografik sergide, “işgal altında bir şehirde” dolaşıyormuş hissi yaşayacaksınız.
140 bin Musevinin 107 bini sürgüne gönderilmiş; 25 bin Musevi ise saklanarak hayata devam etmeye çalışmış.Sürgüne gönderilenlerin 101,500’ü, saklananların ise 7,000’i hayatını kaybetmiş.
Haftanın her günü açık müzeyi, 11 euro’ya ziyaret edebilirsiniz.
Anne Frank Evi
Hollanda işgal edildiğinde Anne Frank 10 yaşındaydı.
İki yıl sonra, işgalin sonuçları Musevilerin hayatını tehdit etmeye başlayınca, bütün aile, Anne Frank’in babası Otto Frank’in ofisindeki gizli bir bölmede saklanmaya başladı.
Saklandıkları 2 sene boyunca günlüğüne tüm duygularını ve savaşta yaşadıkları zorlukları yazmaya başladı ve günümüze ulaşan ölümsüz bir esere imza attı.
Ağustos 1944’te, isimsiz bir ihbar üzerine, tüm aile tutuklanarak farklı toplama kamplarına gönderildiler. Anne Frank, Mart 1945’te, savaşın bitmesine sadece 2 ay kala toplama kampındaki tifüs salgını sonucunda hayatını kaybetti.
Toplama kampından sağ kurtulan babası Otto Frank, kızının günlüğünü kitap olarak yayınlayarak tüm dünyaya savaşta yaşananları aktarmaya çalıştı.
Anne Frank Evi, Batı Kilisesi’ne yakın Prinsengracht Kanalı üzerinde bulunuyor. Müze eve giriş ücreti 14 Euro ve biletleri sadece internet üzerinden satın alabilirsiniz. Küçük bir ev olduğu için müzeye belli gruplar belli saat dilimlerinde giriş yapabiliyor.
Müze kış döneminde 9-19 saatleri arasında açıkken, yaz döneminde 9-22 arasında hizmet veriyor.
4) Dunkirk, Fransa
Fransız sahil şehri Dunkirk gibi küçük bir yerde, büyük çapta bir deniz ve kara savaşının yaşandığını düşünmek dahi zor. Fakat 1940 yılında, 26 Mayıs- 4 Haziran tarihleri arasında 400 bin İngiliz, Fransız ve Belçika askeri burada kapana kısılmıştı.
Hollanda ve Belçika’nın yıldırım hızıyla Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesi üzerine, ana karadaki müttefik ordusunun tahliyesi planlanır. Dunkirk’e kadar ulaşabilen birlikler işgalci güçler tarafından kapana kısılmıştır. Kaçış o kadar hızlı olmuştur ki, devasa ölçüde askeri mühimmat Almanlara bırakılmıştır.
Dunkirk’ten kurtuluş ise adeta bir mucize olarak adlandırılmaktadır. Askeri ve sivil desteğin bir araya gelmesiyle 338.226 asker ölümden kurtarılmıştır.
Dunkirk, diğer cephe savaşlarının aksine çok daha küçük çapta bir savunma savaşı olmasına rağmen, müttefik güçleri için savaşın kazanılacağı doğrultusunda yeni bir umudun doğmasını sağlamıştır.
Ordunun kurtarılmasında Nazi ordusunun 2 gün boyunca Dunkirk saldırısını durdurma kararı büyük ölçüde yarar sağlamıştır. Nazi ordusu, Dunkirk yerine Arras’taki müttefik birliklerine saldırmayı tercih etmiştir. Bu sürede, İngiltere’deki sivil balıkçı tekneleri dahi askerleri kurtarmak için harekete geçebilmiştir.
Eğer tahliye başarısız olsaydı, İngiltere savaş dışı dahi kalabileceği gibi işgale de uğrayabilirdi. Bu tahliyeden kurtarılan birlikler ise Nazi ordusuyla bir kez daha Normandiya Çıkartması’nda yüz yüze gelecektir.
Savaşın gidişatını değiştiren bu küçük sahil kasabası saldırılar sırasında büyük ölçüde zarar görmüştür.
5) Krakow, Polonya
İkinci Dünya Savaşı sırasında en çok zarar gören ülkelerinden biri olan Polonya’da ülkenin birçok şehri bombardımanlar sonucunda zarar görmüştü.
Ülkenin en eski ve en büyük üç şehrinden biri olan Krakow’a ise neredeyse hiç dokunulmamış. Bunun en büyük sebebi, şehrin Nazi Almanyası’nın tarımsal gücünü ve maden kaynağını sağlıyor olması söyleniyor.
Krakow, Nazi’lerin kurduğu en büyük toplama kamplarına oldukça yakın bir mesafede bulunuyor.
2. Dünya Savaşı’nın İzleri
Oskar Schindler’in Fabrikası
Schindler’in Listesi filmini izlediyseniz Oscar Schindler’in hayatının bir bölümüne aşinasınız demektir.
1200’e yakın Musevi’yi Nazilerden kurtaran Alman iş adamı, kendi fabrikalarında çalışan ve Schindler’in Yahudileri olarak bilinen çalışanlarını korumak için kendi hayatını dahi tehlikeye atmaktan çekinmemiştir.
Schindler’in eski fabrikalarından biri şu an müze olarak hizmet veriyor. Her gün açık olan müze yetişkinlerden 25 zloty (yaklaşık 38 lira) talep ediyor.
Auschwitz Kampı, Birkenau
Nazi Almanyası’nın en büyük toplama, zorunlu çalışma ve sistematik katliam ve soykırım kampı olan Auschwitz, Krakow’a yakın Birkenau köyünde bulunuyor.
1.3 milyon tutuklunun getirildiği ve 1.1 milyon insanın öldürüldüğü, 200.000 kişinin hastalık, ağır çalışma, eksik beslenme, kötü muamale, tıbbi deneyler gibi sebeplerle hayatını kaybettiği kamp için “insanlığın bittiği yer” desek yanlış olmaz.
Nazi şiddetinin sembolü olarak ziyaret edilen toplama kampında, 1935 yılında Alman vatandaşlığından çıkarılan Musevilerin, Avrupa’nın dört bir yanından getirilen Roman ve Slav kökenli vatandaşların yanı sıra iktidarın “muhalefet” kabul ettiği gazeteciler, yazarlar, sanatçılar; farklı cinsel yönelimlere sahip vatandaşlar ve komünist gruplar da bulunuyordu. Çalışma kampında çalışmaya uygun görülmeyen yaşlı, engelli ve genç nüfus gaz odalarında infaz ediliyor veya tıbbi deneylere maruz bırakılıyordu.
İki kampın birleşmesinden oluşan kampı ziyaretiniz bir gününüzü alacaktır. Her gün 7.30-19 saatleri arasında ziyaret edebileceğiniz kampa Krakow’dan trenle ulaşabilirsiniz.
Oldukça yoğun bir şekilde ziyaret edildiği için önceden rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ediyoruz.
6) Roma, İtalya
Mihver Devletlerden biri olan İtalya, Almanya’nın yanında savaşa girmeden önce de faşist liderler Hitler ve Mussolini, birbirlerini besleyen devletler yaratmayı başarmıştı.
Mussoli’nin en büyük hayali Roma İmparatorluğu’nu küllerinden doğuracak bir emperyalist güç oluşturmaktı. Bu doğrultuda Afrika’nın birçok kısmı sömürge haline getirilmiş; Yugoslavya Almanya ile beraber işgal edilmiş; İspanya’da faşizmin yükselmesine yardımcı olunmuş ve 2. Dünya Savaşı’na destek verilmiştir.
1943’te ABD’nin Sicilya’yı işgal etmesiyle İtalyanlar savaşta güç kaybetmeye başlamıştır. Aynı yıl, Kral 3. Victor Emmanuel, Mussoli’nin tutuklanmasını sağlamıştır.
İtalya’nın kuzeyi ve başkent Roma, Alman işgali yaşarken, güneyi Amerikanlar tarafından işgal edilmiştir.
Mussolini, Hitler’in ölümünden 2 gün önce, İtalyan direniş hareketi ordusu tarafından idam edilmiştir.
Savaştan sonra tıpkı Almanya gibi, İtalya da büyük bir yokluk yaşamıştır.
2. Dünya Savaşı’nın İzleri
Özgürlük Tarihi Müzesi
Aziz John Lateran Kilisesi ile aynı sokakta bulunan Via Tasso’daki apatman dairesi, modern dış görünüşünün aksine karanlık bir geçmişe sahip.
1943-44 Nazi İşgali sırasında İtalya’nın özgürlüğü için savaşan İtalyan Direnişçi Güçleri’nin polis işkencesine maruz kaldığı bir yer olan polis karargahı, günümüzde müze olarak ziyaret edilebiliyor.
Geçici ve kalıcı sergilerin bulunduğu müzede, mahkumların duvara kazıdığı yazılar ve çizimlerin bulunduğu hapishane hücreleri de bulunuyor.
Giriş ücretinin istenmediği Özgürlük Tarihi Müzesi, yılın belli zamanlarında ziyaretçi kabul ediyor.
Venezia Sarayı
Palazzo Venezia, İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan bir hükümet sarayı olarak, Capitol Tepesi’nin kuzeyinde ve Venezia Meydanı’nda yer almaktadır.
Orta Çağ evinden kardinallerin ikametgahı olarak tekrar düzenlenen yapı, Mussolini’nin 1936 yılında yaptığı ünlü balkon konuşmasıyla tarihteki yerini almıştır.
Aziz Paul Kapısı
İtalya’nın, özellikle de başkent Roma’nın işgalinin, Naziler açısından epey zorlayıcı geçtiğini söyleyebiliriz. İtalyan Direnişçi Güçleri, 10 Eylül 1943’te Nazi askerlerini Aziz Paul Kapısı’nda durdurmaya çalışmış fakat başarısız olmuştur.
Kalede ve caddelerde Nazi askerlerine karşı koymaya çalışan kadın, erkek ve çocuk yüzlerce İtalyan, Nazi askerleri tarafından öldürülmüştür.
Aziz Paul Kalesi’ni çevreleyen meydanda işgal sırasında hayatını kaybeden İtalyanların sembolik heykelleri de bulunmaktadır.
7) Budapeşte, Macaristan
Mihver Devleterden biri olan Budapeşte, 1944 Aralık ayında Sovyet ordusu tarafından çevrelenmişti.
50 gün süren kuşatma sırasında 38,000 bin sivil açlık ve bombalamalar sonucunda hayatını kaybetti.
Şubat 1945’te teslim olan şehrin ele geçirilmesi Müttefik devletlerin en büyük zaferlerinden biriydi. Budapeşte’yi aldıktan sonra Müttefik devletler Berlin’e doğru ilerlemeye başladı.
Almanlar şehri terk ederken şehrin Zincir Köprü, Margit Köprüsü gibi birçok köprüsünü havaya uçurmuştur.
II. Dünya Savaşının İzleri
Tuna Kıyısındaki Ayakkabılar
İkinci Dünya Savaşı’nı temsilen yapılan bütün anıtlar içerisinde belki de en etkileyici olanlar dan biri Tuna Kıyısındaki Ayakkabılar Heykeli.
Budapeşte, Almanya ve diğer Mihver Devletleri’nin izlediği politikalar sonucu hayatını kaybeden Museviler anısına Tuna Nehri’nin batı yakasına yerleştirilmiş olan heykel, 2005 tarihinde açılmış.
Ayakkabılar arkasında ise yürek burkan gerçek bir hikaye var. Bu kıyıda ayakkabıları çıkarılarak 20 bin insan kurşuna dizilmiş. Günümüzde Budapeşte Parlemantosu’na bakan heykel, adeta hükümetleri uyaran bir sembol.
Heykelin yapımına katkı sağlayanlardan biri de uzun yıllar Macaristan’da yaşamış olan Türk yönetmen Can Togay.
Geceleri ise heykel etrafındaki mumlarla aydınlatılıyor.
Terör Evi
Macaristan’ın 20. yüzyıl boyunca önce faşist daha sonra da komünist yönetimler sırasında yaşadığı travmaları aktaran müze, bu rejimler sırasında hayatını kaybeden ve işkence gören insanlara adanmış.
Pazartesi günleri kapalı olan Terör Evi Müzesi’ni diğer günlerde saat 10-18 arasında ziyaret edebilirsiniz. Müze yetişkinlerden 3000 Macar forinti ( yaklaşık 59 lira), öğrencilerden 1500 Macar forinti (yaklaşık 30 lira) talep ediyor.
Budapeşt Gettosu
Şehrin iki ana sinagogu arasında bulunan getto, Kasım 1944- Ocak 1945 döneminde kısa süreliğine kullanılmış ve bu dönemde şehrin Musevi nüfusu zorla buraya yerleştirilmiş.
Yüksek dikenli teller ve duvarlarla çevrelenen Getto, Avrupa’daki eş değer bölgeler gibi içerideki nüfusun dışarı çıkmasına engel olmak için tasarlanmış.
Kayadaki Hastane (Hospital in the Rock)
İkinci Dünya Savaşı sırasında gizli bir hastane olarak hizmet veren bu yapı, Buda Kalesi’nin altındaki mahzenlerde bulunuyor. Hastaların ve yaralıların hava saldırılarından korunması için tasarlanan hastane, özellikle Budapeşte Savaşı sırasında yoğun bir şekilde hizmet vermiştir.
Günümüzde müze olarak ziyaret edilebilen Kayadaki Hastane Müzesi, girişte yetişkinlerden 6350 Macar forinti (yaklaşık 20 Euro), öğrencilerden ise 4763 forint (yaklaşık 15 Euro) talep ediliyor. Müzede, hastanenin hizmet verdiği dönemdeki günlük yaşantıyı anlatan balmumu heykeller bulunuyor.
8) Ardenler, Belçika
“Avrupa’nın küçük çocuğu” Belçika, Avrupalı devletlerin yardımıyla 19. yüzyılın sonlarında bağımsızlığını ilan etmiş bir ülke.
2. Dünya Savaşı’ndan da en çok etkilenen ve neredeyse savaşın tamamı boyunca işgalde kalmış bir bölge. Savaş boyunca yarısı Musevi olmak üzere toplamda 40 bin Belçikalı hayatını kaybetti.
1944’te Belçika’nın Arden Ormanları sınırlarında geçen Ardenler Taarruzu, Çıkıntı Muharebesi veya Rundstedt Taarruzu olarak bilinen harekat, Normandiya Çıkartması’ndan sonra ana karadaki en büyük savaştı. Almanya’nın savunmaya geçtiği savaş sonucunda müttefikler büyük bir zafer elde etmiş oldu.
Arden Ormanları’nda, Belçika’nın Liege şehri ve Lüksemburg arasındaki bölgede Amerikan, İngiliz ve Alman askerlerinin bulunduğu mezarlıkları, sert çatışmaların yaşandığı bölgelerde bulunan anıtları, Baugnez ’44 Tarih Müzesi’ni, Sankt Vith, Vielsalm ve Poteau Savaş Müzesi’ni, Arden Savaşı Müzesi’ni ve Bastogne Tarih Merkezi‘ni ziyaret ederek Belçika’nın II. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarını ve savaşın tüm ayrıntılarını daha iyi anlayabilirsiniz.
101st Airborne ECompany – Band of Brothers anıtı, belki de bu bölgede bulunan en etkileyici yerlerden biri olarak Belçikalı ve Amerikan askerlerinin savaş sırasında beraber savaşmalarını temsil ediyor.
Belçika’da günümüzde küçük bir Alman bölgesi de bulunuyor. Valonya adı verilen Fransız bölgesi ve Flaman bölgesine ek olarak oluşturulan Ostbelgien (Doğu Belçika’daki Almanlar) bölgesi, 1970’de özerk bir bölge olarak ayrıldı. Bu bölgede işgal sırasında Almanya’dan Belçika’ya yerleştirilen Alman nüfus yaşamını sürdürüyor.
9) Eski Yugoslavya Cumhuriyetleri, Balkanlar
İkinci Dünya Savaşı, Yugoslavya’nın kaderini değiştirdi desek yanlış olmaz. 1918’de kurulan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı olarak da adlandırılan Yugoslavya Krallığı, savaş boyunca iç çatışmalarla çalkalandı.
1941 yılında Nazi Almanyası’nın da işgal ettiği coğrafyada savaş sonuna kadar yaklaşık 1 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Coğrafyadaki Musevilerin büyük bir çoğunluğu toplama kamplarına sürüldü veya iç savaş sırasında öldürüldü.
Balkanların multi-etnik yapısı içerisinde tüm milletler birbirlerine karşı soykırıma girişmişti. Hırvatistan’da kurulan faşit rejim Ustaşa, bölgedeki Sırplara, Romanlara ve Müslümanlara karşı saldırılar düzenliyor ve Nazi yanlısı propaganda sonucu Mihver Devletleri’nden destek topluyordu.
1942 yılında Tito’nun kurduğu Yugoslavya Antifaşist Ulusal Kurtuluş Konseyi (AVNOJ) direniş harekâtı, savaştan sonra kurulacak Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti’nin ilk adımıydı ve tüm milletleri siyasal alanda birleştirmeyi planlıyordu.
1944 yılının sonunda tüm Balkanlar Sovyet Rusya tarafından kurtarılmıştı. Savaşın bitmesinden 5 ay sonra federal bir cumhuriyet kuruldu ve Balkan milletleri yaklaşık 50 yıl boyunca iç savaş tehlikesi olmadan yaşadı.
Günümüzde Balkanlardaki büyük bir bölgeyi kaplayan Yugoslavya’da İkinci Dünya Savaşı’nı temsil eden birçok anıt bulunuyor. Birçoğu sürreal çağdaş sanat ile inşa edilen bu heykeller, sizi yemyeşil ormanların içerisinde karşılıyor ve eski Yugoslavya’nın birliğini yansıtıyor.
Heykellerin birçoğu, 60’larda inşa edilmiş ve günümüzde turist kalabalığından oldukça uzak; neredeyse “terk edilmiş” gibi görünen, hem çok uzakta kalmış bir geçmişi yansıtan hem de oldukça fütüristik gözüken yapılar. Bu denli melez bir karışıma Balkanlardan başka hiçbir coğrafyada kolayca rastlayamayacağınızı söyleyebilirsiniz.
İşte Yugoslav mimarisinin “spomenik” denilen eşsiz anıt mimarisinden bazı örnekler:
- Tjentište Savaş Anıtı, Mostar’a yaklaşık 2 saat uzaklıkta, Bosna Hersek’in Karadağ sınırında bulunuyor. Heykel, ülkenin en eski milli parkı olan ve bu bölgede yaşanan savaş ile ünlenen Sutjeska içerisinde, “Kahramanlar Vadisi”nde bulunuyor.
- Petrova Gora Heykeli, metal ve betonun karışımıyla yapılmış. Hırvatistan’da öldürülen savaş kurbanlarını ve askerleri temsilen inşa edilen heykel, Zagreb’e 2 saat uzaklıktaki aynı adlı dağın tepesinde bulunuyor.
- Kosmaj Anıtı, Sırbistan’da bulunuyor. Belgrad’a sadece 48 dakika uzaklıkta bulunan aynı adlı dağın tepesinde bulunan heykel, bir uzay gemisine benzetilerek yapılmış.
- Hırvatistan’daki Jasenovac‘ta bulunan Taş Çiçek Anıtı, bu bölgede bulunan toplama kampının yıkılmasından sonra, burada öldürülenleri onurlandırmak için inşa edilmiş. Bosna Hersek sınırında bulunan heykel, Zagreb’e 1 saat 15 dakika uzaklıkta bulunuyor.
Yugoslavya’da görebileceğiniz tüm anıtların listesi için tıklayınız.